AKLIN İPLERİ GEVŞETİLİNCE…M. Bayrak TAKD İMİnsanlar da meyve ağaçları gibidir, “ham”dır meyveleri başlangıçta, fakat türlü hayat tecrübesinin potasında pişmeye başladı mı ruh, “olgunlaşmaya başlayan” meyveler, gözalıcı güzellik ve nefasetleriyle doyurmaya başlar dost ruhları. İşte sevgili “öğretmen”imiz M. Bayrak’ın, şimdi istifadenize arzedeceğimiz ve farklı zamanlarda kaleme aldığı düşüncelerini bu keyfiyette görüyor, kendisi gibi mümtaz bir şahsiyete kadromuz içinde dost ve yoldaş olmaktansa tarifsiz gurur duyuyoruz. Akademya Editörü "Yemeklerinden ç ıkan sinek yahut ufak bir saç telinden dolayı midesi bulanıp da kusacak gibi olan insanlara hep gıpta etmişimdir. Bu insanlar, şuurundan çıkan bir saç teli yüzünden ruhu kusmaya yeltenen bir adamın koca bir hayattan alamadığı tadı, küçük bir tabaktan büyük bir iştahla devşirebiliyorlar!”" İçindeki coğrafyayı keşfetmenin derdindeymiş sevgili şairimiz! Bense içindeki coğrafyanın kelimeler dolusu kusması olarak bakıyorum şiirlerine! Sen evvela içindeki şeytanı keşfet salak şair, ama önce sigaranı bitir!”"Dü şmanları için tehlike arz etmeyen biri benimle dost olmak istese, bir düşmanın tokalaşmak için bana elini uzatmasına benzer bir hissin saldırılarına karşı koyamıyorum.”"Bizim hayallerimiz, onlar ın akıllılarından daha güçlü olduğu içindir ki, onlar çok daha aklı başında şeyler yazdıkları halde, daha etkileyici olabilmeyi ancak biz başarabiliyoruz. İnsanları, akıllarına bağırıp çağırarak değil, hayallerine fısıldayarak kışkırtabilirsin. Bir insanın, mesela kendisini herhangi bir şey için feda etmesinin akıllıca bir izahını yapmak oldukça güçtür ama, kendisini feda etmek isteyen insana hayalleri, aklın istese de akledemeyeceği gerekçeler sunar bir çırpıda. Bu yüzden, insanların düşünerek kendisinden kaçacak delik aradıkları ölüme koşmak için, bir filozof değil bir hayalperest olmak gerekir belki de. Hem filozof hem de hayalperest ise biri, dervişleri kıskandıracak bir hayat yaşayıp, kahramanları gıpta ettirecek bir ölümle ölebilir pekala!” O yaşarken bir derviş olarak bilinmez ve öldüğünde de ardından “bir kahraman gibi öldü” diye methiyeler döşenmez muhtemelen. Ölüsü lanetlenir belki, hayatı cüzzamlılara has bir korku salabilir pekala...”"Odamda yapayaln ız düşünür, yalnızlığın verdiği huzur ve mutluluğu iliklerime kadar hissederken, önümde daha uzun saatlerin olduğunu bilmek bile, içinde bulunduğum ânın ellerimin arasından kayıp gitmesinin verdiği telaştan kurtaramıyor beni. Hatta henüz geçmemiş saatler daha bir burkuyor içimi. Geçecekler ya…”"Henüz geçmemi ş saatlerin geçeceğini bilmenin sıkıntısı, geçip giden saatlerin sıkıntısını gölgede bırakıyorsa, zamanın nabzına yakın bir noktada duruyorsun demektir. Ve sanırım, vaktinin hakkını da veriyorsun..”"Herkesin önünde bazen aç ık seçik bazen de gizlice eğilen ve başkalarının iradelerine (mesela bir kadınınkine) rahatlıkla teslim olan sen, İş Allah’a geldiğinde nasıl da aslan kesiliyor ve özgürlük manifestoları kusuyorsun!.. Her akşam bir okey masasında zamanını lağım kuyusuna döndüren sahtekar, bir de tutmuş bana insan olmaktan bahsediyorsun!”"Gözleriyle görmediklerine inanmayanlar ın, gözleriyle gördüklerine inandıklarına da inanmıyorum. Gördüklerinde takılıp kalan ve onun ötesine geçemeyen bir bakışla, insan hayatın özünü değil posasını yaşar ancak. Ve onun inandığını söylediği şey, nesnede nesneyi aşan anlam değil, anlamından izale edilerek atıklaştırılan bir nesnenin erimiş geometrisidir sadece! Eflatun’un mağarasında gölgelerini ve prangalarını seyrederek yaşamayı tercih etmeleri; ne nesnenin, ne anlamın, ne de Eflatun’un suçu! Metafizik bakış maddeyi en az bir maddeci kadar iyi görebilirken, onun maddeci bakışa nazaran en bariz farkı, maddenin ötesini de görebilmesinde yatmaktadır! Görmediklerine inanmayanlardan, inandıklarını göstermelerini isteyin!”"Mutlaka bir şeyler gösterilecek, işaret edilecektir sana. Hadi bakalım! Kendi potansiyelini, sana işaret edilenlerin seni kesip kesmemesiyle tartmanın tam zamanıdır!”"Askerdeyken üstlerinin bask ı ve hakaretlerinden şikayet eden erlerin “onbaşı” yahut “çavuş”luk gibi ufak bir rütbe aldıklarında, işe ilk astlarını ezmekle başladığına çok şahit olmuşumdur. Hatta, aksine hiç şahit olmamışımdır”"Dü şkün hallerine ve mazlumluklarına bakarak kendilerine acıdığım insanların bir çoğuna, onların bir yığın yetki ve güçle donatıldıklarını hayal ederek tekrar baktığımda, karşımda bir zorba ve zalimden başkasını görmüyorum”"Can ının ufaktan yanmasıyla ortalığı velveleye veren insanların, ellerinde olsa yakmayacakları can kalmayacağını çok iyi biliyorum”"Dostlar ının arkasından konuştuğu için ona kızma, arkasından konuştuğu kimseler onun dostları değiller çünkü.”" İnsanlardan şikayet etmeyi alışkanlık edinen birini gördüğünde, bunu onun kendi insanlığından şikayeti şeklinde yorumla”"Alt ında ideal ve inancının imzasını taşımayan bir çok eyleminin kaynağını aptallığında aramalısın insanoğlu! Zira insanların vicdanları, “egemen”lerin kanunlarının idamesi için arsızca sömürülen bir müstemlekedir! Kanunsuz bir şey yaptığında duyduğun vicdan azabı, “egemen" bir gücün, senin içindeki saltanatını gösterir ancak! Dürüstlüğün alçakların beslendiği bir yalak olur da, farkına bile varmazsın! Söyle bakalım şimdi: Niçin vicdanının sesine kulak veriyorsun? Kanunlardan korktuğun için mi yoksa vicdanları yiyerek beslenen kanunlarla beslendiğin için mi? Bir güvenlik alanına duyduğun ihtiyaç mı seni vicdanlı kılan, yoksa onu satmak için talep ettiğin ücretin henüz ödenmemiş olması mı? Sor kendine ahmak adam, hırsızlık neden kötü, adam öldürmek neden çirkin? Bu soruların cevabını, acısını çekmeden vermediğin müddetçe, çalmadığın ve de adam öldürmediğin halde adi bir hırsız ve sinsi bir katilden başkası olmayacaksın gözümde… Hadi hesabı çetin bir tefekkürle verilmemiş yarım yamalak bir “iyi”liği bırak da, iyiliğinden daha anlamsız olmayacak tastamam bir “kötü”lüğü tercih et. Cinayet işlemek tüylerini diken diken mi ediyor? O halde çalmayı dene, yasaların şimdiye kadar vicdanından yürüttüklerini mesela, geriye talep ettiğinde iade edilmeyecek olanları!... Belki o zaman iyilik yapmakta göstermediğin cesareti kötülük yaparken adam gibi göstererek, “iyi”liğinin gerçek kimliğine de yeniden kavuşursun! İhtimaller seni de cezbetmiyor mu?”"Sevgili han ımefendi! Daha güzel, daha çarpıcı, farklı ve göz alıcı görünebilmek adına saçlarını tarıyor, makyaj yapıyor ve giyimine dikkat ediyorsun! Yeryüzünün en güzel, en gözalıcı, en çarpıcı ve farklı kadını olmak için neler vermezdin değil mi? Ama bunun mümkün olmayacağını bilmek seni alçak gönüllü yapıyor! Sen hiçbir zaman sahip olamayacağın bir güzelliğin gücündeki kibri yaşama şansından mahrum olmasaydın, acaba gene böyle alçak gönüllü olur muydun?”"Farkl ı olmak için çırpınır dururuz ama, bir başkasının farklılığına ise kesinlikle tahammül edemeyiz. Hele o kişi bir de farklı olduğunu dili ile ifade etmeye görsün, işte aranılan silah bulunmuştur. Onu kendini beğenmişlik ve “farklı olmaya çalışmak”la suçlamanın tam zamanıdır! Onda bizim sinirlerimizi bozan şey, bizim mahrum olduklarımıza onun sahip olmasından başka bir şey değildir aslında!”"Mihail Nuayme " İnsanlar, en çok, kafeslerinden kaçıp kendilerinden daha uzaklara uçan birini görmekten nefret ederler” der!”"Mütevazilik ne kadar da rizikosuzdur. Hiçbir sorumluluk ve eylem dayatmaz adama! Bu yüzden de pek çoklar ının tercih ettiği sevimli ve tehlikesiz bir oyundur. Hatta içten içe yanan bir kendini beğenmişlik duygusunu saklamanın da elverişli bir paravanasıdır. Oysa farklılık iddiası tehlikelidir! Farklı olduğunu deklare ettiğin an, iddianı ispata davet ederler seni. Ve bunu ispat edemediğin an, sen bir soytarısındır artık. İşte mütevazilik şeklinde kendini gösteren birçok gizlenmiş sahtekarlığın altında yatan tehlike de budur işte. Ve birçok kimse, içindeki soytarıyı yapmacık mütevaziliğinin perdesi altına kaçırarak onu gözlerden uzaklaştırma çabasındadır.”"Ayr ıca alçak gönüllü birinin kendisinin farklı olduğunu iddia etmeyeceği genel kanaatine dayanarak, alçak gönüllülüğünü, kendini beğenmişlik taslayarak saklamak isteyen gerçek mütevaziliğin varlığından da acaba kaç kişi haberdar! Ah insanoğlu, sen yeryüzünün en esrarlı ve çetrefil bilmecesisin!”"Korku ve sevgi! Solu ğunu ensemizde hissettiğimiz ve elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz bir varlığın saldığı korku, sevgiden daha baskındır. Yakınımızda olan ve her an dokunabileceğimiz bir sevgi ve korku arasında kaldığımızda, genellikle sevmek yerine korkmayı öne alıveririz. Zira sevmenin bahşedeceklerine kavuşmanın güzelliğini tahayyül edene kadar, korkulanın başa gelmesiyle kaybedeceklerimizin dehşetini çoktan farketmişizdir bile. Korkan bir insanın korkusunu ifade ederken gösterdiği tepki, sevgiyi ifade etmekten daha atik ve hızlı bir şekilde gerçekleşir. Ve korkma duygusu ile gösterilen tepki, ölçülüp biçilerek ve tasarlanarak gösterilmekten çok, bir refleks şeklinde belli eder kendini. Korku, eğer aniden bastıran değil de, varlığını bir tehdit şeklinde uzaktan belli eden ve ağır ağır ilerleyen bir faktöre dayanıyorsa, yani korkulan yavaş yavaş yaklaşıyorsa, korku refleks olmaktan çıkıp, (korkulanın yaklaşmasıyla şiddeti artan korku şeklinde) düşünülüp tasarlanan bir tepkiye dönüşebilir. Ama, aynı şekilde her iki taraftan ve aynı güçte yaklaşan sevgi ve korkunun kendilerini kabul ettirme noktasında birbirleriyle yarışmaları, her zaman korkunun galibiyeti ile sonuçlanmış ve insanoğlu, korkularına yenik düşmeyi, sevgiye hoş geldin demeye tercih etmiştir! Sevgilerimiz, en az kendi şiddetinde bir korku ile sınanıp bu imtihandan yüzünün akıyla çıkana kadar, birbirimizi gerçekten sevmek yerine, sevdiğimizi sanmakla avunmak zorunda kalacağız! Birbirlerini sınanmış ve rüşdünü ispat etmiş bir sevgiyle sevenlere ne mutlu!”"Akl ımın (kimse tarafından meşgul edilmeden) tamamen kendime ait olduğu vakitler, gerçekte en meşgul olduğum vakitlerdir”"E ğer kafamı bir insan meşgul edecekse, bu ancak söz konusu insanın benden uzakta olduğu vakitlerde (tam anlamıyla) mümkün olabilir. Gözlerimin önünde olanı, çok seyrek olarak kafamın içine yerleştiririm.”"Yan ımdan ayrıldıktan sonra kendisini bana düşündürtecek olan kimse, arkasını dönüp ilerlerken, gözlerimin önünden beynimin içine doğru uzaklaşır. Gözden kaybolduğu anda, artık onu büsbütün düşünüyorumdur. Eğer bir de bu kimse, kendisini sevdiğim biriyse, beynimle birlikte (hatta daha da çok) kalbime doğru da uzaklaşıyordur ve gözden kaybolduğu anda onu sadece düşünmekle kalmıyor, hissediyorumdur da”"E ğer bir kimsenin kalbindeki ve aklındaki yoğunluğu, o kimse gözlerinin önüne geldiğinde azalmıyor, şiddetinden hiçbir şey kaybetmiyorsa, o senin aşık olduğun kimsedir. Aşkta göz de yoktur, akıl da ve hatta kalp de… Neyin varsa odur, neyin varsa onundur. Aşık olduğun kimseyi onun içindeki varlığında görür, düşünür ve hissedersin ve o da seni senin içinden görür, düşünür ve hisseder. Hissedilenle hissedenin tek bir vücut olduğu iki kişilik bir monologdur aşk. Biraz daha ilerlendiğinde ise, ne sen kalırsın ne de o, kalan sadece aşktır. Onun da ilerisinde ise, ne sen, ne o ne de aşk vardır artık. Var olan sadece sonsuzluktur. Aşkın kendisi dahi, âşıktır sonsuzluğa…”"Kimileri için a şk, kayıp giden yıldızlar gibidir. Birinin ateşi gözbebeklerinde küçülmeye başladığında, bir diğerinin ışığı kamaştırmaya başlar gözlerini.”"A şk hakkında güzel bir söz söylediğimde, kalbimi göğüs kafesimin içinde bir hurafe gibi taşıdığımı hissetmekten alamıyorum kendimi!”"Kötü bir idarede, suçlular genellikle iyi insanlar aras ından çıkar.”"Akl ın ve hissin kafa kafaya vererek, hakikati bir çırpıda ve yıldırım hızıyla yakalaması… Bu şekilde hakikati ıskalayabilirim de ama bu, akıl ve his müşterekliğinin sağlayacağı sonucun güvenilirliği ilkesini hakikat bilmeme engel teşkil etmez!”"Erkekler için hissî fetih, zihnini ve kalbini tam anlam ıyla bir prense döndürmek, sonra da zihninin ve kalbinin "prens dudaklar"ını yeryüzünün belki bütün prenseslerinden esirgemektir! Kadınlarsa farklıdır, bir prens bulamadıkları zaman gider ve hiç düşünmeden bir kurbağanın dudaklarına yapışıverirler.”" İçimdeki zıtlar birbirleri ile dudak dudağa…”"Onlardan istedi ğim, etraflarını çepeçevre kuşatan yalanın ve kokuşmuşluğun farkına varmaları ve bu kokuşmuşluk en yakınlarından bile sadır olsa, gömemezlikten gelmek yerine, kendilerini onu ortadan kaldırmaya adamaları. Niçin sevip niçin nefret ettiklerini bilmeleri! Mücadeleyi sevmeleri ve mücadeleyi sevenleri sevebilmeyi öğrenmeleri!”" İşlediğim hatanın bağışlanacak bir tarafının olmadığını düşünüyorsanız; bana o hatayı bir kez daha işlememek için hiçbir sebep bırakmamış oluyorsunuz demektir!..Bir kez daha dü şündüm de, belki de doğrusunu siz yapıyorsunuz!”"Bazen; birine cevap vermemekteki ısrarımızın sebebi, ne cevap vereceğimizi bilmememizden ziyade, vereceğimiz cevabı çok iyi biliyor olmamızdır.”"Dünyan ın, kendisi ile sonsuzluk arasında bir seçimi zorunlu kıldığı noktada; sonsuzluk, kendisini tercih edenlere hiç çekinmeden dünyasını da hediye eder”"Her şeyin kaçınılmaz bir “son”la noktalandığı dünya hayatında, sonsuzluk seni çağırdığında sevdiklerini terk edip bu çağrıya tüm varlığınla koşabilirsen, sevdiklerine de sonsuza kadar kavuşmuş olursun”"Bizi ilgilendiren ve irademizin do ğrudan veya dolaylı müdahalesini gerektiren bütün hadiseler, hayatın bizim için doğurduğu çocuklardır! Ölüm döşeğindeki ebeveynlerinden miras bekleyen değil, bütün varlarını ve yoklarını ölümlerinden sonra ebeveynlerine bırakan çocuklar! Hadiseler hayatın çocukları, o çocuklara irademizle verdiğimiz şekil de mirasın kendisi! Hayatta kalanlara belki harcamaları için değil, göçüp gidenlere (zamanı geldiğinde değerlendirilmek üzere) saklamaları için verilen miras!Bu miras ın tadını mahşerde ya doya doya çıkaracağız, yahut kan kusa kusa!”"Kalplerimiz bize ait zaman ı işaret eden birer saat. Ve bu saatlerde akreplerle yelkovanlar birbirlerinin ters yönünde, birbirlerine karşı ilerliyorlar… Bu şekilde zamanı atlatarak, kalplerimizi sonsuzluğa ayarlamış oluyoruz.Dost, kalp at ışlarında sonsuzluğun nabzının tutulduğu kimsedir!Senin kalp at ışlarında sonsuzluğun nabzını tutuyorum dost! Senin nabzında, kendi kalbimin atışlarını dinliyorum”"Öldükten sonra da yanlar ına götürebilme şansları olsaydı, acaba kaç kişi varlıklarını geride kalanlara miras bırakırdı! Ey varlığını canı gibi esirgeyen pinti adam! O kendi malınmış gibi kolladığın canını teslim etme seremonisinde son nefesini verdiğin an, istesen de istemesen de, hiç olmadığın kadar cömert olduğun biricik an olacak ve geride artık vermeyip de sakındığın hiç bir şeyin kalmayacak. Vakti geldiğinde iyi bir şey yap ve o anın tadını çıkarmaya bak! Hatırlattığım için üzgünüm!”"E ğer öldükten sonra kafatasınla da övünebileceksen, yaşarken yüzünün şekli ve güzelliğinle övünmenin de hiçbir sakıncası yok tabiî!”"Bir adam ın elindeki güç, rakibinin blöfünden daha kuvvetli değilse, sahip olduğu ağır makineliye rağmen, onun bir sapan taşı karşısında yıkılmasına sürpriz gözüyle bakmamak gerek!”"Cesaret, gösterilmeye kalk ışıldığında (onu gösteren için) tehlikeli bir şeydir”"Rakibinizden, onun sizden korktu ğundan daha fazla korkuyor olabilirsiniz! Bunu ne kadar az belli ederseniz, kazanma şansınız da o kadar çok olacaktır.”"Para! Ona hiç de ğer vermediğimizi göstermek için bile, yazık ki yine ona ihtiyaç duyuyoruz.”"Fukaran ın en büyük ve tek cömertliği, halinden şikayet etmemesidir. Ama bunun başkalarına bir yararı olmadığını düşünmek, fukaranın “halinden şikayetçi olmamak” şeklinde tecelli eden cömertliğini, onun bencilliği olarak yorumlamamıza yol açabilir! Hatta onun müşteki olmamasını, zenginlerin cimriliğine verilen apaçık bir destek şeklinde de algılayabiliriz! Ve zavallı fukarayı, hakkı olanı talep etmek yerine, kendisine verilenle yetindiği için, korkaklık ve pısırıklıkla dahi itham edebiliriz! Onun kabullenişini, adaletsiz bir sistemin çarklarını yağlamak şeklinde niteleyip; adaletsizliğin bütün gürültü ve patırtısını, bu zavallı adamın sessizliği ile açıklamaya kalkarız!Akl ımı ikna edin, size eli kanlı bir katili toplumun yararına kendini paralayan bir fazilet bekçisi ve adalet emekçisi gibi göstersin!”"Bir kimseyi iyi bir yalanc ı yapan şey, yalanlarına herkesi bir çırpıda inandırmasından çok, onlara ilk kendisinin inanmasıdır. İnandırması yalancılığının sonucudur ki, ancak inanılan sözler, (yalan da olsa) inandırıcı olabilirler. Bir çok kimsenin “hakikat” den bahsederken, neden inandırıcı olmadığının sebebini de burada aramalı. Biri sözleriyle inandıran, diğeri kalbiyle yalanlayan iki insan prototipi! Kalbin mühürlediği güçlü yalanların yanıbaşında kalbin dudak büktüğü zayıf hakikatler… Kalabalıkların; dilleriyle kalpleri, hakikatleriyle dilleri, dilleriyle yalanları, yalanlarıyla kalpleri, kalpleri ile hakikatleri ve hakikatleri ile yalanları arasında sansasyonel bir ilişki vardır. Bu kombinasyona dayalı ilişkilerin kompozisyonu da, içinde hakikate dayalı eylemle, eyleme omuz silkmeyen hakikatin renklerinin kaybolduğu bir entrika ve çarpıtmanın çizgilerini taşımaktadır. Bu kompozisyonun içinde savaş da yalandır, barış da, sevgi de “spekülatif-kurgusal”dır, nefret de… İnsan da yapmacıktır, “Tanrı” da…Gözlerini zaman zaman çerçevenin d ışına kaçırarak söz konusu kompozisyona uzaktan bakanların “kalabalıklar” adını verdiği bu keşmekeşe, içeriden bir bakışla “toplum” adı veriliyor ve sosyalleşen ferd, aslında yabancılaşmış, yalancılaşmış ve “kurgusal”laşmış bir nesne olarak; tek bir rengin hegemonyasında tashihleniyor, tasnifleniyor ve istifleniyor.”"Rü şvetin rutinleştiği ve artık ek bir geçim kaynağına dönüştürüldüğü bir kurumda, ayağının kaydırılması korkusuyla, uzatılan rüşveti kabul etmek zorunda kalan zavallı bir devlet memuruna dönüştürülüyor insanların vicdanları. Belki aldığını daha kurumun kapısından çıkmadan, ruhunun iyiden iyiye bir çöplüğe dönüşmesi korkusuyla gizlice çöpe atacak ama, alacak işte! Her şeye rağmen avuçlarının arasında rüşvet denen çirkefin ağırlığını hissedecek ve istese de istemese de ona dokularıyla temas edecek! Tebessümlerin ve uzatılan ellerin de iyiden iyiye rüşvete dönüştürüldüğü “kurumsal” ve bürokratik bir hayatın içinde olmadığımızı kim iddia edebilir ki! En ufak bir yakınlıktan iddialı bir aşka ve en küçük bir kırılganlıktan koyu bir nefrete kadar rüşvetleştirmediğimiz ve rüşvet olarak alıp vermediğimiz neredeyse tek bir duygumuzun kalmadığını, kökleri çok eskilere dayanan bu hastalığı yüzyıllarca önce “Selam verdim, rüşvet değil diye almadılar” sözü ile en veciz şekilde ifade eden Fuzuli’ye 2003 den selam!”"Herkesin önünde e ğilmekten artık yalama olmuş bir başı, Allah’ın karşısında eğmekten utanç duyarım!”"Bir kad ının kalbini kazanmak için önüne bir kucak çiçek bırakmak, bir ülkenin kalbini fethetmek içinse o kalpteki tüm kanı son damlasına kadar boşaltmak gerekir.Ve bir kad ın önüne bırakılan çiçekler karşılığında daha fazlasını talep etmeden sana kalbini teslim ederken, bir ülke ise kanı son damlasına kadar boşaltılan yüreğini teslim etmeden önce senden, çekilen kanın doğurduğu boşlukları kendi kanınla doldurmanı ister. Bu yüzden daha az maliyetle daha geniş topraklara sahip yürekler fethetmek isteyen herkes, nefes nefese kadınların kalplerine koşsunlar.Ama sen sevgili dostum! Sen kendi co ğrafyanda, kadınlarının kalplerindeki ülkeler talan edilmesin diye, fethetmek istediğin kadının kalbine kana bulanmış çiçekler bırakarak, kanını gerçek bir fatih gibi fethedilecek ülkelerin yüreklerine akıtacaksın. Ve bir gün gerçekten bir kadının kalbini fethetmek arzusuna kapıldığında, ancak bir ülkenin yüreğini teslim etmek için istediği ağır bedeli isteyen bir kadının kalbine saldıracaksın! Anlayacağın, hiçbir zaman kolay zaferlerin adamı olmayacaksın! Sanırım anlaştık! Haydi şimdi burnunu karıştırmayı bırak da söylediklerimi not al!”"Hayat ı ve insan hayatını o kadar güzel anlatıyorsun ki, insanın gidip bir köşede sessizce intihar edesi geliyor.”"Sana kimse yard ımcı olamaz. Ama sen kurtulmak istersen, seni temin ederim ki, günahlarını dahi kurtuluş adına girişeceğin savaşın silahları haline getirebilirsin. Sen günahın tadını bile doyasıya çıkaramayacak bir mizacın sahibisin. Sana fısıldıyorsam, sendeki bu belalı mizacın, istediğinde neler yapabileceğini çok iyi bilmemdendir. Şeytanın insan ruhuna çizdiği haritalar müşterek çizgiler taşır dostum. Ben sana seni değil, o haritada gördüklerimi anlatıyorum. Ve sen şu an, bu çizgilerle ruhundaki sancıların kesişmesine şahit olmanın verdiği şaşkınlığı yaşıyorsun sadece! Şeytan en çok kime yaklaşırsa, en iyi o tanır şeytanla hemhal olanı. Günahlarımız bizi birbirine yaklaştırıyor dostum. Dikkat et! Şeytan ikimiz arasında çöpçatanlık yapıyor.Benim kim oldu ğumu boş ver de zaman kaybetmeden başını ellerinin arasına al! Ruhunu böylesine heceleyen birinin seni tanıyor olması mümkün mü? Telaşa ihtiyacın var senin, farkında olmasan da görüyorum ki, fena halde acelen var!""Sald ırarak yapılan bir savunma, savunularak icra edilen bir saldırıdan daha az komik değildir. Birbirimiz karşısındaki komikliğimiz, hakikat karşısındaki soytarılığımızın yanında sence de çok komik kaçmıyor mu?”"Bir ba şkasının kötülüğünden yahut kendini beğenmişliğinden bahsetmek, insanın başkaları üzerinden yürüttüğü kirli bir kendini aklama savaşıdır! Böyleleri, başkalarının hangi kötü huylara sahip olduklarını sayıp dökmekle, aslında kendilerinin hangi kötü huylara sahip olmadıklarını deklare etmeye kalkarlar! Ve başkalarında ne kadar kötülük bulurlarsa o kadar iyi ve ne kadar kusur bulurlarsa da o kadar kusursuz olduklarını vehmederler! Hayalleriyle vals yaparlar yani! Fantezileriyle dans ederler!... (31.03.2003)”"Bir şeyi yerinde ve zamanında hatırlayabilenlerdensen, unutkanlık seni korkutmamalı. Öğrendiğimiz her şeyi hazır ve nazır olarak, unutmadan aklımızda tutabilseydik, herhangi bir tartışmada muhatabımızın değil, kendi düşüncelerimizin altında ezilirdik. Tedai denilen meleke, akıl namlumuzun ucunda ateşlenmek üzere hazır bekleyen düşüncelerle ilgilenmez; o, unuttuğumuz düşüncelerin üzerinde kanat çırpan bir kuştur ki, vaktinin ve yerinin geldiğine inandığı düşünce dallarının üzerine konar. Ve tedainin tünediği herhangi bir dal, (yine tedainin hatırlama melekemizi de “neyi hatırlayacağına dair yönlendirip uyarmasıyla”) geçici olarak bağlandığı unutkanlık gövdesinden kopar ve içinde bulunulan şartların tahrikiyle akıl tarafından tekrar şekillendirilip dilin ucuna gönderilir.Art ık sadece diyalektik olarak, son şeklini dilin ucunda alan düşünce, muhatabın kulaklarında yeniden şekillenir! Dikkat! Karşılıklı konuşma ve fikir alış verişleri zaman zaman bir kulaktan kulağa oyununa dönebilir! Ve her iki taraf da, konuşmanın başlangıcında serdettikleri düşünceleri konuşmanın sonuna gelindiğinde (hem kendi dudaklarından döküldüğü, hem de muhatabın kulaklarında çınladığı biçimiyle) artık kendileri dahi tanıyamayabilirler!”"Ah, şu en güçlü inancın kılığına girerek arz-ı endam eden zayıflığın, iflah olmaz kalpazanlığı… Amirinden gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için tek yol olarak ona yaltaklanma stratejisini tercih eden memur psikolojisi… İnanç mevzu bahis olduğunda, bu psikolojinin iman ve itikat arsasında nasıl da arsız otlar gibi bittiğini görebilmek için, çok da keskin gözlere sahip olmak gerekmiyor! Kimilerinin büyük bir samimiyet içerisinde yerine getirdikleri ibadetlere karşılık, kimileri de Allah’a ibadet yerine yalakalık yapmayı tercih ediyorlar ki, bunlar farz-ı muhal yanlışlıkla amir olmaya kalksalar, ilk olarak ortadan amirlerini kaldırmayı düşünecek ve bunu da büyük bir rahatlıkla gerçekleştirecek sinsi tabiatlı tiplerdir! Ellerine fırsat geçse, Rablerini bile gözlerini kırpmadan alaşağı edecek olan bu elh-i takva(!) taifesine dikkat!”"Rablerinin makam ını sıradan bir devlet mercii ile karıştırıp, bir de tutup Rablerinin yazı işleri müdürü gibi hareket etmeleri yok mu? Amirin verdiği bütün kararlar haliyle bunların elinden geçer ve bütün “ilahi/resmi”(!) yazışmalar sonunda, neredeyse bizim kulluk sicil numaramıza kadar her şeyimizi bilir ve amirin hakkımızda gönderdiği tebligatları tetkik ederler! Umumiyetle de hakkımızda pek iç açıcı şeyler yazmıyordur bu tebligatlarda! Dosyamız, hakkınızda açılmış soruşturma raporları ile doludur ve durumumuz neredeyse umutsuza yakındır! Sicilimiz fena halde bozuktur anlayacağınız! Onlar Horasan’ın köpekleri gibi kendilerine verilen nimetin şükrünü eda ederken, bizimse, tövbe etmekten başımızı kaldırmamamız gerekmektedir nitekim!” (25.04.2003)« İbrahim Ethem’e sorar Belhî:"- Şükür mevzuunda ne yaparsınız?”"- Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!”Gayet tabiî olarak böyle cevap verir. Bu ahlâk ın ta kendisidir."- Horasan’ ın köpekleri de böyle yapar!”Der Şakik..."- Ya siz ne yapars ınız?”"- Bulunca da ğıtırız, bulamayınca şükrederiz!..” (N.Fazıl’ın “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu” adlı eserinden)”»"En iyi dostlar ın kitaplar olduğunu düşünen biriyle, asla iyi bir dostluk kuramazsınız!”"Yazmak; o kelime senin bu kelime benim kendinden saklanmakt ır! Yazmak; düşüncelerle körebe oynamak, gözlerin bağlanmışken kendine yakalanmaktır!” |