Eco'nun 'Foucault Sarkacı'ndan İntibâlar

Gülçin Şenel

Umberto Eco, 1932 İtalya doğumlu. Yazar ve (Batı dillerindeki ünvanıyla) semiyolog ("uydurukça" ünvanıyla: Göstergebilimci). (1) İlk romanıysa, meşhur "Gülün Adı". Ortaçağ estetik düşüncesi üstüne incelemelerde bulunmuş; sanat eserleriyle içtimaî irtibat vasıtaları ("kitle iletişim araçları") arasındaki ilişkileri ele almıştır. Çağdaşlarının bir engel değil de, bir değer olarak gördükleri sanat eserinin "anlaşılmazlığı" üzerinde durmuştur. (2)

Geniş anlamıyla bir dil (semboller sistemi) tetkik ve tahlili olarak da vasıflandırılması herhalde mümkün semiyoloji (göstergebilim), İBDA diyalektiği ve formülasyonu içinde uçsuz bucaksız fikir-sanat iklimlerine pencereler açan "sûretler olmasaydı mânâlar ebediyen bilinemezdi" hikmeti çerçevesinde ve "hakikatin hakikatine nisbet içinde" yerli yerine oturtulamazsa, "irtibatsız" spekülasyon ve keyfî tedaiciliğe de kapı açabilecek bir alan hüviyetine bürünecektir. Bahsin mütehassısı olmamamıza rağmen, vasat bir müşahedeci olarak dahi şunları söylemeden edemeyeceğiz: Mânâların sûretleşmesi veya sûretin gerisindeki mânânın çözümlenmesi hâlinde mevzuunu arzeden (göstergebilim)in, aklın izafîliğinde hiçliğe doğru perendeler atan "kafası karışık" batılı için ne derece sadra şifâ olacağı meçhul. Öyle ya, hangi hakikat "ortak"lığı dairesinde, hangi hikmetleri, hangi umumî kıstaslara riayetle ve hangi usûllerle yakalayacak veya mânâlandıracaksınız? İlâhî ibdâda boş iş olmadığına ve herşeyin herşeyle alâkasının bulunduğuna imanımız tam; öyleyse, kimi batılı aydının, kırık-dökük olsa bile bu tesbite yaklaşması tabiî ki müsbet. Mâmafih, sözkonusu alâkayı dile getirişte, yapılanın "kelalâka" olmamasının garantisi ve mihengi nerededir?.. Mezkûr tenkid ölçüsü bulunmuyorsa şayet, mevzubahis olan sadece "rastgele olta sallamak" değil midir ve eskazâ yakalanan hakikatler, bir tesadüfîlik belirtmekte değil midir?.. Biz, bundan sonrası için faydalı bir "istifham" olması gayesiyle dikkat çektiğimiz bu hususları bir yana bırakıp, meselenin hakikatini arayanlara "Tilki Günlüğü" nü anlamaya çalışmalarını tavsiye ediyor ve yine (göstergebilimci) Eco'ya dönüyoruz.

Umberto Eco’nun, hakkındaki tüm ansiklopedik malûmatın ötesinde, bahse değer bir hususiyeti daha var: Eco da, yine bir diğer İtalyan yazar Giovanni Papini gibi, edebiyat sahasında boy gösterenlere meydan okurcasına bir tavır sergiliyor. "Gülün Adı” isimli romanında, tüm edebiyat kaidelerini; dinî tetkikten polisiye romana kadar tüm edebiyat türlerini; birini, diğerini yıkmak sûretiyle kullanıp, birleştiriyor. Âdetâ Giovanni Papini’nin Gog’ daki alaycı tavrını, (göstergebilimci) kimliğini de kullanarak, bir aynada müşahhas olarak yansıtıyor. Böylece hem okuyucusunu, hem de edebiyat çevrelerini hırpalıyor. Foucault Sarkacı da bu usûlde bir kitap. Hemen burada, Akademya yazarı Hasan Avcıoğlu’nun bir değerlendirmesi akla düşüyor:

"Roman mekanikleştirildiği için, ona mekanik olarak bakıldığı için, “derûnî” tarafı gözden kaçırılıyor. Roman sadece vakıaya yöneltiliyor. Vakıa romanı oluyor. Bu, kör bir yoldur.” (3)

Foucault Sarkacı’ nın bir diğer hususiyeti de, Umberto Eco’nun tüm birikiminin ("göstergebilim"le alâkalı çalışmaları, sanat eserleri ile irtibat vasıtaları arasındaki ilişkilerle alâkalı çalışmaları vb.) bir nevî irtisâmı (izdüşümü) olması...

Eserin mevzuuysa, bir filoloji öğrencisinin (Casabuon), tapınakçılar ve onların gizli plânlarıyla alâkalı bir tez hazırlaması ve kendini tapınakçılar etrafında bir yığın “esrarlı” (mistik) hadiseler zincirinin ortasında bulmasından ibaret. Kitabın "Türkçe tercümesine bir önsöz denemesi" yazan Giovanni Scognamillo, şöyle diyor:

"(Göstergebilimci) olsaydım, Umberto Eco’nun bu çok satan ve oldukça kalın, ikinci romanını, (göstergebilim) açısından açıklamaya çalışırdım. Böyle bir uzmanlığım sözkonusu olmadığından, meseleyi başka bir açıdan ele almayı, Eco’nun bu oyununa bir sırriyat meraklısı kimliği ile katılmayı uygun gördüm.’ (4)

Foucault Sarkacı’ nın uzman bir okuyucuyu dahi rahat bırakmayışının en önemli sebeplerinden biri, sekiz yıllık bir araştırma, tafsilâtlı (ikibini aşkın) kaynak taraması sonucu ortaya konulmuş bir eser olması şüphesiz. Eserin içindeki (Umberto Eco’nun aralarında iltibas -benzerlik- yoluyla, zihnî irtibatlar kurduğu) klasik eserler, metinler, sihir kitapları, gizli belgeler, el yazmaları, sayısız isimler, okuyucuyu zorlu bir zihnî gayret sarfetmeye sevkediyor.

Eserde, Umberto Eco’nun sık sık başvurduğu (göstergebilim) teorisini, yine eserden bulup çıkarmak zorundasınız. Şöyle diyor:

"Ne olursa olsun bir veri ancak başka bir veriyle bağıntılıysa önem kazanır. Bağıntı (irtibat), tezahürü değiştirir. Dünyadaki her görünüşün, her sesin, yazılan veya söylenen her sözün, görünürdeki anlamından öte, bize bir sırdan söz ettiğini düşünmeye götürür insanı bu. Kural basittir: Kuşkulanmak, durmadan kuşkulanmak. Bir “Giriş Yasaktır” levhasının ardındaki anlamı bile okuyabilir insan.” (5)

Umberto Eco’nun (göstergebilim) teorisi, üç maddede özetlenebilir:

1. Herşey herşeyle irtibatlıdır.

2. Kavramlar iltibas (birbirine karışacak derecede ilişkili olmak) yoluyla irtibatlandırılır.

3. İrtibatlar orijinâl olmalıdır. (6)

Eser, "Herşey, herşeyle irtibatlıdır” teorisinin, hem birbirini doğrulayıcı, hem birbirini çelici, müşahhas misâlleriyle başlıyor ve bitiyor:

Eco, önce bir "şey” söylüyor: "Birinci dünya savaşından sonra bir Alman -adını unuttum- Holtweltlehre akımını başlatıyor. Kavramın da belirttiği gibi, yerkürenin boş olduğu teorisidir.” (7)

Sonra, bu "şey”i, “herşey”le irtibatlandırabileceğinden yola çıkıyor (tabiî ki iltibas yoluyla): "Hitler ve arkadaşları, yerin içinin boş olduğu teorisinin, kendi prensiplerine tıpatıp uyduğunu görüyorlar. (...) Hitler, kendisinin 'Dünya Kralı' olduğuna, Nazi Genelkurmay üyelerinin de 'Bilinmeyen Üstünler' olduklarına inanmıştır. Peki, Dünya Kralı nerede oturuyor? Yukarıda değil, aşağıda. Hitler bu varsayımdan yola çıkarak herşeyi tersine çeviriyor. Araştırmaların yönünü, son harita teorisini, sarkacın yorumlanış biçimini. Altı Tapınakçı grubunu biraraya getirmek, tüm hesapları yeni baştan yapmak gerekiyordu. Hitler'in fetihlerinin nasıl bir plâna uyduğunu düşünün. (...) Mesajın Kudüslülerin elindeki parçası, nasıl olsa Filistin değil, Diaspora’nın bir grubunun elindedir. İşte böylece yahudi katliâmı açıklanmış oluyor.” (8)

Yukarıdaki tezini, az sonra, aslında yahudilerin plânla hiçbir ilgilerinin olamayacağı tezi ile çürütüyor. Hıristiyan Tapınakçıların, yahudileri gizli plânlarına ortak etmeleri imkânsızdı. Çünkü yahudilere güvenmiyorlardı. İbraniceyi neden mi kullandılar? Zira, "Hiçbir ad İbranice olmadıkça, ne kadar anlamlı olursa olsun, büyü işlemlerinde hiçbir önem taşımaz.” (9)

Umberto Eco, bu birbirini çürüten irtibatlandırma misâllerini öyle sık veriyor ki, okuyucu, zihnî fantazilerini bir yana bırakıp, Eco’nun zihnî irtibatlandırmalar zincirini takib etmek zorunda kalıyor. Plân öyle hızlı değişiyor ki, plânı oluşturmaya çalışan Casabuon, Belbo ve Diatovelli, (romanın üç kahramanı) Eco’nun bu biraz şakacı, biraz alaycı, belki de trajik irtibatlandırmalarını bir oyuna dönüştürüyorlar. Şifre sandıkları belgenin, bir alışveriş listesi hâlini alıvermesi gibi. Kitaba önsöz yazan Giovanni Scognamillo da oyuna katılmış görünüyor:

"Belbo bir James Bond değildir, (ancak ikisinin soyadları da “B” ile başlıyor. İlginç, ilginç) olsa olsa varolan ve varolmayan sırları çatıştıran Umberto’nun bir yansımasıdır.Ó (10)

Foucault Sarkacı on bölümden oluşuyor. Kabalacı (11) kâinat görüşünün, on sefirahının (12) ismini taşıyan on bölüm. Her iki-üç (en fazla altı) sayfada bir, yeni bir iktibasla başlayan kısımlar. İktibaslar bazen metinle alâkalı, bazen alâkasız. Eco böyle yaparak, iktibaslarla metin arasındaki alâkayı okuyucuya bırakmış gibi. Böylece okuyucu da, Eco’nun oyununa kendini kaptırıyor. Başlıyor zihnî irtibatlandırmalarda bulunmaya...

Bu iktibaslar, ardarda birleştirilince, ortaya bütün bir metin çıkabilir mi? Belki de esas metin, bu iktibasların birleştirilmesi sonucunda ortaya çıkacaktır:

"Anahtarı olmadan, filozofların gül bahçesine girmeye çalışan kişi, ayakları olmadan yürümeye kalkan birine benzer." (13)

"Yirmiiki esas harfi yazdı. Onlara biçim verdi, terkiplerini kurdu, ölçüp biçti, devşirdi (...)” (14)

"Juda Leon devşirmelere adadı kendini; kelimelerle karmaşık çeşitlemelere. En sonunda anahtar olan adı dile getirdi. Kapı, Yankı, Konuk ve Saray.” (15)

Tabiî ki, okuyucunun fantazileri, Eco’nun zihnî fantazilerine benzemeyecektir. Eco’nun zihnî fantazileri öyle sınırsızdır ki; Voltaire, Bacon, Shakespeare, Steinbeck, Jules Verne, daha pekçoğu, Foucault Sarkacı’ nda esrarengiz yabancılar oluvermiştir. Hepsi de gizli plânın, mistik casuslarıdır artık...

Bütün bu yazdıklarımız ne mânâya geliyor? Foucault Sarkacı' na bir methiye mi? Elbette değil. Yalnızca, eser üzerindeki bazı intibâlarımız. Eseri Türkçeye çeviren Şadan Karadeniz, kitabı "Eco Roman" olarak nitelendiriyor. Bu kitabın edebiyat alanında nasıl değerlendirilebileceği şahsımıza düşmez. Ancak, (yazının başında H. Avcıoğlu’ndan iktibas ettiğimiz gibi) Foucault Sarkacı "mekanikleştirilmiş roman” tabirine denk düşmüyor. En azından okuyucusunu, üzerinde düşünülmesi için zorluyor.

Eserin mevzuu ile de alâkalı, Cafer-i Sadık Hazretlerine atfen aşağıdaki söz, Eco’nun kaydadeğer iktibaslarından biridir:

"Bizim meselemiz sır içinde sırdır. Bir sırrın sırrı, ancak bir başka sırrın açıklanabileceği bir sır. Bir sırrın gizlendiği bir sırra dair bir sır.” (16)

 

Dipnotlar:

1) (Göstergebilim): İşaretlerin incelenmesi (işaretbilgisi, ilm-üd delâle, semiyoloji, semiyotik). Bir ilim alanı olarak tüm içtimaî irtibat vasıtaları (sözlü, yazılı, görüntülü, hareketli, renkli, çizgili, sesli vb.) arasındaki ilişkileri ele alır.

Redaktörün Notu: "Göstergebilim", sahasının mütehassıslarınca henüz lisânımıza ve şuurumuza "mâledici" bir süzgeçten geçirilerek yerleştirilememiş, öz oluş cevheriyle aydınlatılmamış misafir bir kavram olduğundan, metin içinde paranteze alınmıştır.

2) Büyük Larousse, c. 6, s. 3510

3) Akademya 96/3, s. 69

4) Umberto Eco, Foucault Sarkacı, Can Yayınları, (çev: Şadan Karadeniz), İstanbul, s. 5

5) A.g.e. s. 360

6) A.g.e. s. 588

7) A.g.e. s. 486

8) A.g.e. s. 487

9) A.g.e. s. 493

10) A.g.e. s. 7

11) Kabala: Mistik Yuda geleneği. Talmud yasalarının kapsamadığı tüm mistik spekülasyonları içine alır.

12) Sefirah: Kabalanın temel doktrinleri.

13) A.g.e. s. 39

14) A.g.e. s. 43

15) A.g.e. s. 52

16) A.g.e. s. 552