Bir Müzik Notu SEZEN AKSU - LOREENA MC KENNITT Sezen Aksu ve Loreena Mc Kennitt; biri bizim içimizde yaşarken bize yabancı, öteki bizim dışımızda yaşarken sanki bizden biri... İkisi de kadın! S. Aksu, Türk pop müziğinin tartışmasız en büyük ismi. Onun bu vasfını, şöyle de ifade edebiliriz: Orospular kraliçesi... Böyle olsa bile ona hakaret etmeyecek, mücerretler laboratuvarında akademik bir tenkide tâbi tutmaya çalışacağız. Onu, Kanada'lı şarkıcı L. Mc Kennitt ile karşılaştırmak, zaten ona yapılabilecek en esaslı tahkir olacak. Yıllardır kulaklarımız sesiyle dolan S. Aksu, gelişme çizgisi dikkatle takib edilince, ister eserden müessiri, ister müessirden eseri görücü bir usulle bakılsın, bir tek kelimeye sığdırılabilir: "İsterik"... Onun tafsili mahiyetinde, Hülya Avşar'ın hamilelik şovunu seyredebiliriz: Azmış, yoldan çıkmış... Şunu kimse inkâr edemez ki, Sezen Aksu'nun içinde zengin bir ses demeti var ve içi bu sesle dopdolu... Bu bir "ayniyet" tabir edilecekse, küçücük bir şerh düşerek, onu da kabul edebiliriz: Evet, şeytânî bir ayniyet... Onu albümlerinden olduğu kadar, magazin haberlerinden de tanıyoruz. Bu ikisi aynı şey. Sezen Aksu, yerinde duramıyor, hırsla oraya ve sonra buraya saldırıyor, hiçbir yerde uzun süre kalamıyor, sanki daimî bir açlık ve tatminsizliği yaşıyor, fakat kendini teskin edecek yemişleri de elinin tersiyle sertçe itiyor, hâsılı bir isteri krizinde şahsiyet buluyor. Bu, sanat bakımından ne kadar üretici bir mizaçsa, hayat bakımından da o kadar sefih bir ahlâk derekesini temsil eder ve işin sonunda birinin birini yutması, muhakkaktır. Sezen Aksu, göz göre göre, bir hiçliğe, bir yokluğa, zifiri bir karanlığa koşuyor. Batı'da bu tip hayat ve sanat yumağının örneği, Madonna'dır. Madonna isteri krizinin en göz alıcı sembolüdür. Adetâ dünyanın bütün erkekleriyle ve bir ânda yatmak istermiş gibi bir ihtirasın ortasında, bütün ahlâkî değerleri ve bir ânda yok etmek istermiş gibi bir sanat telâkkisi... İlginç bir şarkısı vardır: - Papa don't preach! (Baba -bana- karışma!) Sezen Aksu ne sefahatte, ne de idrakte hiçbir zaman bu kadar ileri gidememiştir. Madonna bu sözüyle, kendi hastalığını kendi teşhis etmiş oluyordu. Sanat, eğer bu iki aşüftenin yaptığı gibi, kökü hiçlik olan bir isteri krizi addedilmeyecekse, "ahlâk" adını verdiğimiz otoriter babanın dizi dibinde büyümek zorundadır. İşte Loreena Mc Kennitt!.. Bir kadında görmek isteyeceğiniz her şeyi, onda bulabilirsiniz. İffet, hicab, nezaket; bu yönden Sezen Aksu ile mukayese kabul etmez bir güzellik... Üstelik onun sanatı, delidana hastalığına yakalanmışçasına oradan oraya saldırmanın semtine uğramaksızın, dünya kültür tarihini kucaklayıcı muhteşem bir deniz olarak tezahür ediyor. Loreena Mc Kennitt, hiçbir zaman, şehvetten kıvranarak "pabucum sıkıyor" demedi. Onun bize neler anlatmak istediğini, bir tek albümüne göz atarak anlayabiliriz. "Derviş'in Rüyâsı", "İnayet Kuğuları", "Ruhun Karanlık Gecesi", "Marakeş'in Gece Bakkaliyesi", "Tam Daire", "Santiago", "İki Ağaç"... Mc Kennitt, Sezen Aksu'nun hayaline sığmayacak güzellikteki bu şarkıları yaparken, sakın miskin miskin oturuyor, açlık ve tatminsizlik nedir bilmiyor zannedilmesin. Deliler gibi kitap okuyor, dünyayı dolaşıp muhtelif kültürlerin muhtelif seslerini tanımaya çalışıyor ve hepsinin merkezinde de "sanatı üzerine düşünüyor". Musikîmizin pîri Itrî, aradığı sesi bulabilmek için, dünyanın her yerinden insanlara şarkı söyletirdi. Tarih ilminin babası tarihi anlamak için hemen hemen bütün milletlerin temsilcilerinden meseller dinlemişti. Mc Kennitt bu yolda. Sezen Aksu'nun gözlerini bayıltmadan iki düzgün cümle kurduğuna şahit olan var mı içinizde? Şu hâlde düşünelim; kadın kendini sanatta nasıl ifade etmeli? Bir erkek için dünyanın en iğrenç şeyi, bir kadından aşk üzerine tecrübeler, tahliller, terkibler dinlemektir. Kendisini bu şekilde ifade etmeye çalışan bir kadın, kadın olmanın olağanüstülüğünü kavramamış, ruhunu erkeksi genlerle doldurmuştur. "Bana şöyle baktı, böyle yaklaştı, bunu hissettim, şunu yaptım" diye hikâye yazan bir kadın, cehennemden kovulmuş bir zebaniden başka bir şey olamaz. Kadın, âlemin merkezinde olan varlıktır. Varlığı bir daire farzederseniz, kadın onun merkezidir. Yani "aşk"ın ta kendisidir. Varsın erkek onu "mâşuk-sevilen" görsün ve o kendisini kâh "âşık-seven" hissetsin. Sanatı eğer varoluşun güzellik ambalajı olarak görüyorsak, kadını ancak "aşk-sevgi" makamından konuştuğunda bir sanatkâr olarak anlayabiliriz. Bu nev'î sanatın başlangıç prensibi ise "tegafül-bilmezden gelme"dir; yani "naz", "edâ", "cilve" cümlesi... Hıristiyan sanatkârlara göre fahişelik, kadının çocukluk yıllarında aldığı negatif elektriğin (yetişme tarzından), hayatı boyunca tezahür edip, kendini şeytan gibi aratıp durmasından ibarettir. Freud buna ilmî bir açıklama getirir. Sharon Stone ve Madonna gibi dünyanın en meşhur fahişelerinin, çocukluk yıllarında taciz ve tecavüze uğrayan kimseler olması, bu tezi teyid eder. Herhâlde Sezen Aksu'yu da bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. S. G. ©Akademya Dergisi '98 |