Kârların
arkasındaki demir yumruk
Küresel
kriz ve savaş
İkiz
Kuleler'e yapılan saldırının zamanlaması, dünya kapitalist sisteminin
oldukça kötü bir dönemiyle çakıştı. Japon ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde,
yıllık bazda %3,2 küçüldü. ABD'de işsizlik Ağustos ayında beklenenin çok
üzerinde, %4,9 olarak açıklandı. Son veriler ABD ekonomisinin büyümesinin
%0,2'ye gerilediğini gösteriyor. Eylül ortasında açıklanan verilere göre,
Avrupa Birliği'nde büyüme, kelimenin tam anlamıyla durmuş durumda. Dünya
toplam sanayi üretimi de, yılın ilk yarısında son 20 yılın en büyük düşüşü
olan %6 küçülme yaşadı.
Tüm
bu gelişmeler, üretimin 1990 yılından bu yana ilk kez Batı'nın gelişmiş
sanayi ülkelerinin tümünde birden düştüğünü gösteriyor. Bir başka deyişle,
21. yüzyılın ilk küresel krizi ile karşı karşıyayız.
ABD,
bir bakıma ekonomisindeki durgunluğu tüm dünyaya ihraç ediyor denilebilir.
ABD ekonomisinde yatırım mallarının %40'ı dışalım yoluyla karşılanıyor
ve toplam dışalımı, dünya toplam gayri safi hasılasının %6'sını buluyor.
Durgunluğun doğrudan bir sonucu olarak, geçtiğimiz yılın ikinci yarısında
dışalımı %20 artış gösterirken, bu yıl aynı dönemde, %10 azaldı. Teknoloji
ürünlerinin dışalımında düşüş ise %50'ye ulaştı.
Bu
düşüş, ulusal ekonomileri içinde elektronik sektörünün önemli bir yer
tuttuğu Tayvan, Singapur ve Malezya gibi ülkeleri özellikle olumsuz etkilemeye
başladı. Singapur'un sanayi üretimi, bir önceki yıla göre %16 düştü. Meksika'nın
dışsatımında ABD'nin payı %25. ABD ekonomisinde durgunluğun, bu ülke ile
yakın ticari ilişki içinde olan Latin Amerika ve Almanya gibi ülkeleri
çok daha şiddetli vuracağı ortada. Küresel krizin bir başka etkisi de,
Türkiye gibi dış kaynağa şiddetle gerek duyan krizdeki ülkeler için durumu
çok daha zorlaştıracak olması.
Ortaya
çıkan durum bir girdap oluşturdu. ABD'deki durgunluk, diğerlerini de dibe
çekerken, hızla dibe doğru giden bu ülkeler, ABD'nin krizinin yarattığı
çekimin halkalarının daha da genişlemesine ve krizin küresel düzeyde yayılmasına
neden oluyor. Tek tek hükümetler, aldıkları yerel önlemlerle krizin etkisinden
kaçamıyor. Çünkü kapitalizm küresel düzeyde örgütlü tek bir sistem. Sonuncusuyla
birlikte küresel kapitalizm son 25 yılda dört büyük kriz yaşadı. Bugün
Malezya'da
kauçuk sektöründe çalışan işçi ile, Tayvan'da çip üreten, Singapur'da
entegre elektronik parça üreten işçi ile, ABD'de füze üreten, Afganistan'da
tepesine bomba yağdırılan işçiler; hepsi ortak bir üretim sürecinin ve
bu süreçlerde ortaya çıkan sosyal ilişkilerin bir parçası. Bu birbirine
bağlı ilişkiler, içinde birbirine rakip firmaların amansızsa mücadele
ettiği plansız piyasa anarşizminin yasalarına tabii.
Ayakta
kalabilmek
Dünyanın
efendisi çokuluslu şirketler, güçlü sanayileşmiş ülkelerin devletleri
ve uluslararası finans kurumları, hep birlikte çıkarlarını korumak üzere
küresel kapitalist düzenin devamı için, maliyeti ne olursa olsun, gereğini
yapıyor. Askeri yöntem bunlardan biri. Savaş, ticari rekabetin başka araçlarla
sürdürülmesinden başka bir şey değil. ABD'nin ekonomik ve askeri gücü,
bu ülkenin dünya ölçeğindeki egemenliğinin birbirinden ayrılmaz iki unsuru.
ABD,
her ne kadar dünyanın efendisi olsa da, gücünün 50 yıl öncekiyle karşılaştırıldığında
çok daha zayıf olduğu bir gerçek. ABD ekonomisi 50 yıl önce, dünya toplam
üretiminin %40'ını tek başına gerçekleştiriyordu. ABD'nin egemenleri,
kapitalist sistemde egemenliğin sonsuza dek süremeyeceğini, bunun için
sürekli bir mücadelenin gerektiğini çok iyi biliyor ve bu ülkenin egemenliğini
devralmak için Almanya liderliğinde Avrupa Birliği'nin, Japonya'nın veya
Çin'in sırada beklediğinin bilincinde. Öte yandan, Rusya'nın ve Japonya'nın
ekonomik gücünü sarsan krizlerin ABD'nin gücünü de sarsabileceğinin, sıranın
kendilerine de gelebileceğinin farkında. İşte bu nedenle dünyanın efendileri
açısından düzenin ayakta tutulmasında, egemenliğin sürdürülmesinde savaş
ve silahlanma güçlü bir seçenek olarak ortaya çıkıyor.
Öte
yandan, düzenin ayakta durmasının bedeli çoğu kez ağır oluyor. Birinci
Dünya Savaşı'nda 20 milyon kişi öldü. İkinci Dünya Savaşı'nda 50 milyon,
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ise yaklaşık 25 milyon insan çeşitli
savaşlarda öldü.
Bu
düzenin devamı demek, küreselleşmenin ortaya çıkardığı eşitsizlik ve yoksulluk
nedeniyle her gün 19 bin çocuğun ölmeye, bir milyardan fazla insanın açlık
sınırının altında kalmaya devam etmesi demek. Milyarlarca insanın aç olduğu,
milyonlarca insan için her bir günün ölüm kalım meselesi olduğu bir dünyada
düzenin devamı, ancak şiddetle, silahlanmaya ayrılan milyarlarca dolarla,
Irak'ta, Yugoslavya'da, Afganistan'da, Çeçenistan'da, Filistin'de milyonlarca
yoksul insanın tepesine atılan milyonlarca dolar değerindeki bombalar
ve füzelerle mümkün.
Küreselleşmenin
askeri yüzü
ABD
Dışişleri Bakanlığı'na yakın duran gazeteci Thomas Friedman, ABD'nin askeri
gücü ile çokuluslu tekellerin ilişkisini şöyle açıklıyor: "Silikon
Vadisi'nin teknolojilerinin gelişmesi için dünyayı güvenli kılan gizli
yumruğun adı, ABD kara, hava ve deniz kuvvetleridir".
Silah
sanayi, ABD ekonomisinin içinde önemli bir yer tutuyor. Bush, saldırı
öncesi 2002 yılı bütçesi içinde Pentagon için 343,2 milyar dolarlık pay
talep etmişti. ABD'nin silahlanma harcamaları 2000 yılında 288 milyar
dolar, 2001 yılında ise 305 milyar dolardı. Silahlanma harcamaları, iki
yıl içinde %19'dan fazla arttı. Oysa Soğuk Savaş döneminde bile ABD'nin
ortalama silahlanma bütçesi (Vietnam ve Kore savaş yılları hariç tutulduğunda)
285,4 milyar dolar düzeyindeydi.
ABD'nin
silahlanma bütçesi, diğer G7 ülkelerinin silahlanma bütçelerinin toplamından
fazla; kendisinden sonraki en büyük silahlanma bütçesine sahip olan Rusya'nınkinden
6 kat, "terörist" olarak tanımladığı 7 ülkenin (Küba, İran,
Irak, Libya, Kuzey Kore, Sudan ve Suriye) savunma bütçelerinin toplamından
ise 23 kat fazla.
Soğuk
Savaş döneminin sona ermesi, silahlanma harcamalarının da azalmasına yol
açmıştı. Küresel düzeyde askeri harcamalar 1985 yılında 1,2 trilyon doları
buluyordu. Bu rakam 1999 yılında 805 milyar dolara geriledi. Ancak aynı
dönemde, dünya toplamı içinde ABD'nin silahlanma harcamalarının payı %31'den
%36'ya yükseldi. Saldırı öncesi, önümüzdeki altı yıl içinde ABD savunma
bütçesinin 112 milyar dolar daha artırılması planlanmıştı.
ABD'nin
bu devasa boyutlarda askeri harcamalarından aslan payını ise bir avuç
tekel alıyor. Savunma Bakanlığı 1999 yılı içinde bu tekellere 118 milyar
dolarlık ihale verirken, bunların dörtte biri en büyük üç tekele gitti.
Boeing ve Lockheed Martin'in geleceğin savaş uçağı projesi (JSF) için
aldığı toplam ihalenin bedeli, Türkiye ulusal gelirinin çok üzerinde,
200 milyar dolar değerinde. Bush'un Yıldız Savaşları projesinin tahmini
bedeli ise 240 milyar doları buluyor.
11
Eylül saldırısının arkasından ABD'nin yanı sıra, İtalya ve Almanya gibi
Batı Avrupa ülkeleri de silahlanma bütçelerini artırmayı planlıyor. Bu
durum, küresel krize rağmen silah sanayinde karların artmaya devam edeceğine
işaret ediyor. Raytheon, Northrop Grumman ve Lockheed Martin gibi ağırlıklı
olarak silah sanayinde faaliyet sürdüren tekellerin hisse senetlerinin
değeri hızla artarken, Boeing gibi üretiminin %60'ı sivil havacılık olan
tekellerin değeri ise düşüyor.
Devlet
harcamalarının ve özellikle silahlanma harcamalarının artması, tarihte
bir çok örneği görüldüğü gibi, ekonominin krizden çıkmasına yardım edebilmekte.
Nitekim, Kore ve Vietnam Savaşları, ABD ekonomisinin hızlı toparlanmasının
önünü açmıştı.
Bu
nokta dikkate alındığında, İkiz Kuleler'e yapılan saldırının ertesinde
ortaya çıkan savaş durumu ve Bush'un dünyayı bu eksende iki cepheye bölmesi,
silah tekellerinin işine yaramaktadır. ABD'nin tekelleri açısından, kendilerinden
herhangi bir mal alamayacak olan Afganistan'la ticaret yapmaktansa, bu
ülkenin bombalanması çok daha karlı bir iştir.
İki
Amerika var
Bugün
Afganistan'a açılan savaş, Bush'un tek savaşı değil. Bush bir yandan Amerikan
tekellerinin çıkarlarını Afganistan'da, Yugoslavya'da, Orta Doğu'da sıcak
savaşlarla korurken, kendi ülkesindeki cephede de Amerikan işçi sınıfına
kapsamlı bir şekilde saldırarak, aynı çıkarların koruyuculuğunu yapıyor.
Krizin
belirgin olarak ortaya çıkmasına kadar, ABD ekonomisi oldukça parlak bir
dönemden geçiyordu. İşsizlik oranı son 30 yılın en düşük seviyesine düşerken,
enflasyon da düşük tutulabilmişti. Bu gelişme, Amerikan işçilerinin ücret
artış taleplerinin de düşük olmasını sağladı.
Yıllık
üretkenlik artışı 1975 ile 1995 arasında %1,4'ten, %3 seviyesine yükselirken,
işçi ücretleri yıllık bazda ancak %0,35 arttı. Yani ABD sermayesi açısından
birim başına maliyetler düştü. Bu, Amerikan kapitalistleri açısından ikili
bir avantaj anlamına geliyordu: Rakip sermayeler karşısında avantajlı
bir konum yaratılırken, aynı zamanda sömürü oranının artırılması başarılmıştı.
Bir başka deyişle, Amerikan işçi sınıfı daha düşük ücretle daha çok üretirken,
sermayenin karları arttı. İşçi sınıfı sadece düşük ücretle çalışarak,
daha fazla üretmekle de kalmadı. Aynı zamanda çalışma saatleri de uzadı.
1983 ve 1997 yılları arasında, Amerikan işçi sınıfı ailelerinde, kadınların
çalışma saatleri yılda 223 saat (yaklaşık 6 hafta) ve erkeklerin ise 158
saat (4 hafta) arttı. Günümüzde bir Amerikan işçisi, Fransız işçisine
göre %40, Alman işçisine göre %29 ve İngiliz işçisine göre %13 daha uzun
çalışıyor.
Bu
süreçte Amerikan işçi sınıfına çıkan faturanın maliyeti oldukça yüksek
oldu. Bugün ABD'de 44 milyon kişi herhangi bir sağlık hizmetinden yararlanamıyor.
Elli milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor.
Bush
bir yandan milyarlarca doları silah tekellerine akıtırken, öte yandan
işçi sınıfının elinde kalan son kuruşları da almak için adımlar atıyor.
Açıklanan 2002 yılı bütçesinde, silahlanmaya ayrılan pay büyük oranda
artarken, herhangi bir sosyal güvenlik hizmetinden yararlanamayanlar için
uygulanan kamu programlarının bütçelerinin %80 oranında azaltılması planlanıyor.
HIV/AIDS hastaları için ayrılan bütçe dondurulurken, sermaye kesiminin
ödediği vergilerde kesintiye gidiliyor.
Bush
yenilecek
"Sol
liberaller", Saddam'ın despotizmini öne sürerek, 1991 yılında gerçekleşen
Körfez Savaşı'nda ABD'nin yanında tutum almıştı. Daha sonra 1999 yılında
gerçekleşen Balkan Savaşı'nda bu destek daha da belirgin bir hal aldı.
Ancak
günümüzde durum oldukça farklı. Bugün savaş karşıtı hareket, Körfez Savaşı
ve Balkan Savaşı sırasındaki marjinalliğini ve bölünmüşlüğünü aşma potansiyeline
sahip. Bugünkü hareket hem kitleselliği bağlamında, hem de savaş karşıtı
net tutumu açısından çok daha güçlü. Saldırının üzerinden henüz birkaç
gün geçmeden, Bush'un saldırısı başlamadan çok önce, ABD'de ve Batı Avrupa'da
yaygın kitlesel savaş karşıtı gösteriler başladı. O günden bu yana bu
hareket büyüyerek gelişti.
Savaş
karşıtı hareketin bir başka güçlü yanı da, Seattle'dan bu yana genişleyen
anti kapitalist hareketin, kendisini savaş karşıtı olarak konumlamış olması.
Küreselleşme karşıtı hareket, Bush'un savaşını, küreselleşmenin askeri
yüzü olarak teşhir ediyor. Savaş karşıtlığı sadece küreselleşme karşıtlarıyla
sınırlı değil elbet. Başta Pakistan olmak üzere, Orta Doğu'da, Güney Kore'den
Endonezya'ya, Nijerya'dan Hindistan'a, küreselleşmenin sonuçları olan
eşitsizlik, açlık ve yoksullaşmadan etkilenen milyonlar, Bush'un ve küresel
kapitalizmin çıkarına olan bu savaşa karşı çıkıyor. Batı'daki küresel
sermayenin saldırısının hedefi olan emekçiler ve küreselleşme karşıtları
kadar, dünyanın yoksul halkları da "Bush'un savaşına hayır!"
diyor.
ABD
Vietnam Savaşı'nı, Vietnam'da olduğu kadar, kendi evindeki güçlü savaş
karşıtı hareket nedeniyle de kaybetti. Vietnam Savaşı'na milyonlarca Amerikalı
karşı çıkmıştı. Bugün de ABD'nin ve müttefiklerinin kaybetmesi, savaş
karşıtı hareketin gücüne, bu hareketin "Küresel düşün, yerel hareket
et" ilkesinin hayata geçirmesine bağlı. Vietnam Savaşı yenilgisi
ABD'nin egemenliğini ciddi olarak sarsmış, ABD yıllar boyunca kendi toprakları
dışında saldırganlık sergileyememişti.
Küresel
kapitalizmin yenilmesiyle ile Bush'un savaşının durdurulması, tek ve aynı
mücadelenin parçaları. Küreselleşme karşıtlarının kazanması için, Bush'un
yenilmesi gerekiyor. Bush'un savaşının durdurulması ise küresel kapitalizme
büyük bir darbe vuracaktır.
•
F. Levent Şensever
Emperyalizm
ve Orta Doğu
1779:
İngiltere Kuveyt'i kontrol etmeye başladı.
1798:
Fransa Mısır'ı işgal etti.
1830:
Fransa Cezayir'i işgal etti. Direniş başladı.
1837:
İngiltere "Afganistan’ı koruma" bahanesiyle İran'ın bir kısmını
işgal etti.
1840:
Fransa Cezayir'e 115 bin asker yolladı.
1860:
İspanya Fas'ı işgal etti.
1861:
Bahreyn İngiliz "korumasına" girdi.
1869:
Avrupa Bankaları Tunus'un kontrolünü ele geçirdi.
1876:
İngiltere ve Fransa Mısır'ın maliyesine el koydu.
1881:
Fransa Tunus'u işgal etti.
1882:
İngiltere Mısır'ı işgal etti.
1891:
İngiltere Oman'ı "koruma" altına aldı.
1909:
İngiltere ve Rusya İran'ı ikiye böldü.
1916:
İngiltere ve Fransa çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarını aralarında
bölüştüler.Filistin, Ürdün, Mısır ve Irak İngiliz, Suriye ve Lübnan Fransız
kontrolüne geçti.
1919:
İngiltere Mısır ayaklanmasını bastırdı.
1920:
İngiltere Irak'ta hava bombardımanı gerçekleştirdi. Aden'i ele geçirdi.
1925:
Fransa Suriye'deki ayaklanmayı bastırdı.
1941:
İngiltere ve Rusya İran'a müdahale etti.
1948:
İsrail kuruldu. 70 bin Filistinli topraklarından atıldı.
1953:
CIA İran'da Mussadık rejimini darbe ile devirdi.
1950:
Fransa Cezayir'e 500 bin asker çıkardı. 1 milyon Cezayirli öldü.
1955:
İngiltere Oman ayaklanmasını bastırdı.
1956:
İngiltere, Fransa ve İsrail Suveyş Kanalı'nı işgal etti.
1958:
ABD Lübnan'a 10 bin asker yolladı.
1962:
CIA Irak'ta Saddam'ın darbesini destekledi ve 10 bin komünist öldürüldü.
1967:
6 Gün Savaşı'nda İsrail Batı Yakası, Gaza ve Golan tepelerini işgal etti.
1982:
İsrail Lübnan'ı işgal etti. Ariel Sharon Filistin Kamplarında 2000 kişinin
öldürülmesini örgütledi.
1983:
ABD Lübnan'ı bombaladı.
1988:
ABD İran yolcu uçağını vurdu. 290 kişi öldü.
1991:
Körfez savaşı. 10 bin Iraklı sivil öldü.
|