![]() |
||||||||||
>> Sayı 08 • Mart-Nisan 2002
Arjantin: ‘Ekmeği vermezseniz, biz almasını biliriz!’ Tencere, tava gürültüsünde İSYAN! Arjantin 19 Aralık gecesi tüm dünya emekçilerini heyecanlandıran gelişmelere sahne oldu. Bundan bir hafta önce, 1989'da Raul Alfonsin hükümetinin sonunu getiren eylemlere benzeyen bir biçimde süpermarketlere kitlesel saldırıların gerçekleştiği haberi, devlet başkanı De la Rua'yı fazlaca rahatsız etmedi. 19 Aralık sabahı ise başkentin merkezlerine kadar yayılan yağma olayları sonucunda Ekonomi Bakanı Cavallo'nun istifasını haykıran sloganlar her yerden duyuluyordu. Gece yarısına yaklaşılırken, De la Rua nihayet televizyonda görünüyor ve siyasi kaderi açısından bütünüyle yanlış olan kararını açıklıyor: Sıkıyönetim! Tencerelerin isyan müziği! De la Rua'nın TV nutkundan hemen sonra Arjantin'deki tüm evlerden tencere sesleri geliyor. Sokaklarda taksiciler elektrik direklerine demir çubuklarla vurup, devlet başkanının sıkıyönetim tehdidine karşı başlayan isyan dalgasına destek veriyor. Sokaklardan gelen tencere sesleriyle başkentte binlerce insan sokaklara akmaya başlıyor. Herhangi merkezi bir çağrı olmamasına rağmen, kadınlardan, orta sınıflardan, sanayi işçilerinden, kamu kesimi ve beyaz yakalılardan, emekliler, çocuklar ve işsizlerden ve gençlerden oluşan kalabalık başkentin en büyük meydanı olan Plaza de Mayo'ya akıyor. Bir isyancının, "Niçin orada olduğumuzu yine bilmiyoruz, ama bir şeyler bize, bu meydanda olmamız gerektiğini söylediği için oraya gidiyoruz" sözleri, baskıya karşı kitle mücadelesinin kendiliğinden niteliğini çok iyi özetliyor. Gece boyunca süren çatışmalarda polisin kullandığı gaz bombaları ve kurşunlara rağmen, isyancılar "Aptallar, aptallar, sıkıyönetimi kıçınıza sokun" şarkısıyla Meclis binasına yöneliyor. Kalabalıkların öfkesi önce sıkıyönetimi püskürtüyor, ardından Cavallo istifa etmek zorunda kalıyor. Ertesi gün süren eylemler bu kez Devlet Başkanını hedefliyor ve kısa süre içinde De la Rua helikoptere binip kaçmak zorunda kalıyor. Neoliberalizm eken fırtına biçer! Arjantin IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü'nün politikalarının sonucunda alt üst oluş yaşayan ne ilk ne de son ülke. IMF politikalarının birçok ülkede emekçilerin boynuna doladığı borç sarmalı, "Yapısal Uyum Programı" adıyla pazarlanan emekçilerin doğrudan yaşam standartlarına ve örgütlenmelerine yönelik saldırılar istisna değil, genel kural. Bu yüzden, Arjantin'de IMF uşaklarını deviren hareketin istisna olduğunu söyleyenler, yanılıyor. IMF, DB ve DTÖ tüm dünyaya kan kusturuyor. Sayısız fakir ülkede IMF politikaları bıçağı kemiğe dayıyor. Sosyal patlama, isyanlar, iç savaşlar kaçınılmaz hale geliyor. Meksika'nın 1982'de yaşadığı borç yıkımı, 1995'te Ruanda'da DTÖ'nün ihtirasları nedeniyle yaşanan katliam, Afrika'da insanların açlıktan kırılması, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan genel grevler, Uzak Asya'da başlayan, Rusya'yı vuran ve Brezilya'nın kapısına varan kriz, Güney Kore'de IMF politikalarına karşı işçi ve öğrencilerin sık sık patlamayı andırır mücadeleleri, Yunanistan'da özelleştirmeler ve mezarda emekliliğe karşı mücadele, Türkiye'de krize karşı milyonlarca insanın öfkeli gösterileri ve sokaklarda polisle çatışması... Liste daha da uzatılabilir. Küresel sermayenin baskı ve sömürü işlerini düzenleyen kurumlarının politikaları her yerde hayatı katlanılmaz hale getiriyor ve sosyal patlamalar kaçınılmaz oluyor. Neoliberalizm eken fırtına biçer! Devrim mümkün Geçen yüzyılın başında dünyanın en zengin onuncu ülkesi olan Arjantin bugün de nüfusun %87'sinin kentlerde yaşadığı gelişmiş bir sanayi ülkesi. İsyan, Arjantin'in son 10 yılda yaşadığı yıkıma, soygun ve sefalete karşı bir ayaklanmaydı. IMF, DB ve DTÖ politikaları sonucunda son dört yılda işsizlik genelde %20'ye, bazı bölgelerde ise %50-60 oranına fırladı. Toplam 800 bin kamu çalışanından 500 bini işten atıldı. Eskiden işgücünün %40'ını oluşturan sanayi işçileri ise tam bir IMF tırpanıyla şimdi işgücünün %20'sini oluşturuyor. Yarı yarıya bir imha! Arjantin'deki isyan, bütün bu saldırıların doruğa çıktığı bir dönemde devrimin mümkün olduğunu gösterdiği için çok önemli. Arjantin'de yaşananlar, IMF politikalarının durdurulabileceğinin militan bir kanıtı. İsyan, halkın yarısından fazlası aç ve gelecekte durumun düzeleceği yönünde de hiçbir işaret yokken patladı. Meclis ise Türkiye'dekini aratmıyor. Arjantin'de bir göstericinin dediği gibi, "Siyasi liderlerin hepsi hırsız ve katil". Ayaklanma, tümüyle meclis dışı bir mücadele yöntemine ihtiyacımız olduğunu da gösterdi. Arjantin'deki halk patlamasını "yağmacılıkla" suçlayanlar, özellikle krizin derinleştiği dönemlerde, en basit talepleri elde etmek, en temel ihtiyaçları karşılamak için, kendi gücümüze güvenmemiz gerektiğini, reformları kazanmak için devrimci yöntemler kullanmak zorunda olduğumuzu görmemizi engellemeye çalışıyorlar. IMF ve hükümet açlığı dayattığında, açlıktan çıkmanın yolu kitle hareketi, grevler ve işgallerle hükümetleri devirmektir. Reformist yöntemler denendi. Arjantin'le birlikte artık sıra devrimci yöntemlerde. Arjantin'de, mücadelenin motor gücünü, esas olarak son beş yılda işsiz kalan sanayi işçilerinin hareketi oluşturdu. Uzun bir süredir ana yolları trafiğe kapatan, sendikaların genel grevlerine destek veren, polisle çatışan ve eylem içerisinde politik düzeyi ileri fırlayan işsizler hareketi öfkeyi ileri çekti. Kadınların en iyi militanlar olarak öne fırladığı ve bir yandan örgütlü işçi sınıfını tabandan etkileyen, diğer yandan da kriz içinde tüm tasarruflarını yitiren orta sınıflara başka bir alternatif sunan politik etkisiyle isyanın birleştirici ve ateşleyici gücü oldu. 19 Aralık hareketi bir bütün olarak, tayin edici olanın sınıf mücadelesi olduğunu ve bütün yenilgici iddiaların tersine çağdaş toplumların en altında yaşayan emekçilerin kitlesel protestolarıyla en yıkılmaz görünen rejimleri yıkma gücünü taşıdığını gösterdi. İnadına Arjantin, inadına isyan! Müşkülpesent, yenilgici, eskimiş ve ruhu kararmış solcular da Arjantin'i tartışıyorlar kuşkusuz. Yenilgici ruh hali, Arjantin'de yaşananların kavranmasını olanaksız kıldığı gibi, devrimci bir refleksle davranılmasını da engelliyor. "Eyvah, ne Arjantin'de ne de burada devrimci parti yok!", "Türkiye Arjantin'e benzemez, öyle şeyler burada olmaz", "Arjantin'de patlama oldu da ne oldu?", "Türkiye'de ordu isyana sessiz kalmaz ki", "Türkiye'de ciddi bir yenilgi yaşıyoruz", "Kendiliğinden hareketler nereye kadar gidebilir ki?". Sorular artırılabilir. Ama soruların ardındaki politik içerik ve ruh hali hep aynı: Kapitalizmin bir dünya sistemi olduğunun anlaşılmaması. Devrimci sosyalistler, politik faaliyetlerini ve sınıf mücadelesini kapitalizmin dünya çapındaki şekillenmesi ve dünya çapındaki politik dengelerin gelişiminden kopartmadan kavrayarak sürdürürler. Kapitalizmin bir dünya sistemi olduğunu anlayamayanların düşeceği tuzak, istisnacılıktır. İçinde yaşadığı bölgeyi, ülkeyi istisnai özelliklere sahip, her şeyin başı ve sonu olarak görenlerin kafasının arkasında, burjuvazinin milliyetçi fikirlerinin hegemonyası yatar. Milliyetçi hurafelerin dışında kapitalizmin gerçek tarihi ise, istisnanın olmadığını, kapitalizmin krizlerinin dünya çapında yaşandığını gösterdiği gibi, bütün büyük devrimci dalgaların da dünyanın belli başlı bütün merkezlerini içine aldığını gösterir. 1848 Avrupa'sındaki devrimci dalga böyle bir alt üst oluştu. 1917 yılının Şubat ayında Rusya'da başlayan devrimci patlama, 1918-27 yılları arasında Almanya, Avusturya, Çin, İngiltere, Macaristan ve İtalya gibi ülkelerle, ulusal kurtuluş mücadelesini yükselten (İrlanda, Türkiye) gibi bir dizi halkın hareketlenmesiyle damgalandı. 1930'larda faşizmin üç önemli Avrupa ülkesinde gelişimi ya da İkinci Dünya Savaşı'nda 66 ülkenin birbiriyle savaşması ve on milyonlarca insanın ölmesi ise başka bir örnek. Daha da çarpıcı örnek ise 1968 hareketi. ABD'deki Vietnam karşıtı hareket, Fransa'da öğrencilerin ve işçilerin isyanı, İtalya'daki işçi hareketi, Filistin'den Hindistan ve Türkiye'ye, oradan Latin Amerika'ya kadar belli başlı ülkeler 1968 devrimci dalgasına katıldılar. İstisna olmadı. 1968 hareketi, aslında 1968'den önce başlayan ve 1974 Portekiz Devrimi'yle sonuçlanan dünyanın bütününü etkileyen bir dönemin adıdır. Bazı ülkeler bu dalgaya geç girdiler, bazıları daha hızla öne fırladılar. Bu türden dünya çapında sarsıntılardan tek tek ülkeler muaf kalamaz. Tek tek ülkelerde yaşanacak sarsıntının hızını ve yaygınlığını belirleyecek olan ise, hareket başladığında o ülkedeki örgütlenme düzeyi, sınıfların güçleri, işçi sınıfının birliği, mücadele deneyimi ve politik bilincinin derecesidir. 1994-97 yılları arasında 27 ülkede genel grev yaşandı. 1995'te Fransa'da kızıl sonbahar olarak adlandırılan aylarda milyonlarca işçi ve öğrenci protestolarla hükümeti salladı. Abartma payını bir yana bırakırsak 1995'ten beri genel grevlerin ya da protesto dalgalarının yaşanmadığı ülke yok gibi. Üstelik Arnavutluk, Endonezya, Sırbistan, Ekvator ve Fil Dişi Sahili'nde beklenmedik anlarda hızla patlayan kitle gösterileri baskıcı hükümetleri devirdi. IMF programlarına karşı savunma amaçlı örgütlenen grev ve protesto dalgalarıyla, hükümetleri deviren isyanların yanında, kapitalizme karşı saldırgan, küresel sermayenin ekonomik ve siyasi kurumlarını hedefleyen anti kapitalist hareket de dünyayı etkiliyor. Seattle'da patlayan hareket, iki yılda milyonlarca insanı mobilize etti ve doğrudan eylem taktiğiyle milyonların öfkesinin sokağa taşan simgesi oldu. Bütün mücadeleler birbirine ilham veriyor. Fransa'daki işçilerin militanlığı Arnavutluk'a, Seattle Arjantin'e, Sırbistan Cenova'ya ilham veriyor. Arjantin'de 24 Temmuz 2001'de La Mantaza'da gerçekleşen işsizler örgütlerinin iki bini aşkın delegesinin katıldığı toplantıda Cenova'da öldürülen Carlo Giuliani anıldı. Arjantin polisi tarafından öldürülen ve şehit sayılan Piqueteroslar'ın (grev gözcüleri) yanında yer aldı ve bu karar delegeler tarafından coşkuyla karşılandı. Tıpkı, Carlo'nun, aynı tarihlerde Sahte Sendika Yasası'na karşı mücadele eden KESK eylemlerinde anılması gibi. Arjantin'deki isyan bu dalganın sadece en yeni halkası, ama son halkası değil. Üstelik, koşulları emekçiler açısından avantajlı kılan diğer bir gerçek ise, kapitalist merkezlerin içine yuvarlandıkları eş zamanlı durgunluk. Geçen sayıda bu dergide Roni Margulies'in aktardığı gibi: "Yirmi yılı aşkın bir zamandır ilk kez, dünyanın en büyük ekonomilerinin hepsi ya resesyona girmiş durumda ya da girmek üzere. İşsizlik artıyor. Fabrikaların siparişleri düşüyor... istediğiniz ülkeyi seçin -ister Tayvan veya ABD, ister Arjantin veya Fransa- durumun böyle olduğunu göreceksiniz." Kuşkusuz sosyalistlere düşen sosyal patlama alkışçılığı değildir. Ama bütünü gözden kaçırıp, dünyayı kendi örgütü, "kendi" solu ve yaşadığı ülkedeki bir dönemin mücadele düzeyinden ibaret görenlerin karamsarlığının statükoya teslim olan bir tutuculuk ve içe kapanmayı yaygınlaştırması karşısında "Arjantin: Kazanmak Mümkün!" davulunu çalmak bir zorunluluk. Türkiye'de kitlelerin öfkesine, en azından, bir sosyal patlamadan ödü kopan MGK raporları kadar inanmak lazım. Zira, bir yenilgi varsa, bu işçi sınıfına ve sosyalizme duyduğu inancı 1989-91 yıllarında stalinist rejimlerin çökmesiyle kaybetmiş olan solcuların yenilgisi. Çözülme işçi sınıfında değil, çok önceden işçi sınıfından çözülmüş olan soldadır. Burnunun ucunu göremeyenlerdedir. İşçi örgütleri ayaktadır, milyonlarca yoksul ise öfkesini bileylemektedir. Bir dizi saldırıya maruz kaldığımız, bir dizi hakkımızın elimizden alındığı doğrudur. Ama aşamalı bir şekilde zafer kazanarak ve haklarımızı biriktirerek nihai zaferi elde edeceğimiz fikri yanlıştır. Açlık her zaman devrime yol açmaz, ama ezilen kitleler yenilgilerinden de, yenilgiyle sonuçlanan eylemlerinden de ders çıkartırlar ve Arjantin'de olduğu gibi bir dizi yenilginin ardından hiç beklenmedik bir anda ve hızda zorbaları devirebilirler. Tıpkı Rus devrimcisi Lenin'in kendi kuşağının kazanacağına dair umutsuzluğa kapıldığı Birinci Dünya Savaşı'nın göbeğinde, sadece ideolojik olarak değil, fiziksel olarak da allak bullak olan Rus işçilerinin beş günlük bir kitle hareketiyle çarlığı devirmelerinde olduğu gibi. Böyle hızlı ve sert kitle hareketleri sırasında devrimcilerin yapabileceklerinin sınırını belirleyen, objektif koşulları değerlendirerek böyle bir harekete ne kadar kararlı bir şekilde hazırlandıklarıdır. Arjantin solu, güçlerini parlamentoya girme savaşına göre ayarladığı için meclis dışı isyan dalgasında sınıfta kaldı. 1900'lerin başından 2001 Arjantin'ine kadar, bütün isyan ve devrim dalgası içinde, hareketi bir işçi hükümetine, yani bir sosyal devrime ilerletmeyi başaran tek örnek, Rus devrimidir. Nedeni çok bariz: Rus devrimi gerçekleştiğinde, işçi sınıfının hafızasında yer edinmiş, mücadelenin en aktif unsurları arasında, genç işçiler, öğrenciler ve kadınlar arasında örgütlenmiş ve mücadele deneyimi yüksek devrimci bir işçi partisi vardı. Kitlelerin devrimci enerjisinin uçup gitmesini engellemenin biricik yolu, bu enerjiyi doğru bir mücadele hattına kanalize edecek devrimci bir partidir. Arjantin'de mücadeleci işsizler hareketinin, bürokratik sendikaların tabanındaki öncü işçilerin, en önde sokağa fırlayan kadınları ve polise taş atan öğrencileri, bütün bu dinamikleri birleştiren devrimci bir parti olsaydı, hareketin bütünü kendime daha güvenli bir şekilde karamsarlığı aşarak ülkeyi sarsabilirdi. Plaza de Mayo'ya açız diyerek inen kitleler, bir saat içinde "istifa" sloganları atarak devlet başkanını devirdiler. On binleri birleştiren bir ses, devrimci bir parti, "Parlamentoyu yakalım, bankalara el koyalım" deseydi, her şey çok daha değişik olabilirdi. Arjantinli bir devrimcinin dediği gibi, hükümetin bugün, "Kitlesel bir ayaklanmaya yol açmadan borçları ödemesinin bir yolu yoktur." Sadece solun talebi olarak görülen birçok slogan (kitlesel istihdam projeleri, yaşanabilecek bir ücret, işsizlik yardımları, borçların ödenmemesi ve ekonominin temel sektörlerinin millileştirilmesi) kısa sürede on binlerin sloganı haline geldi. İşte sorun bu: Devrimciler sol içi tartışmalarla vakit mi kaybedecek, yoksa IMF'ye, hükümete, savaşa ve yoksulluğa karşı öfkeyle buluşmak için yüzünü sokağa mı dönecek? Yüzünü sokağa döndüğünde ilk bakışta bir şeyler göremeyenler morallerini bozmak yerine, daha derine ve daha dikkatli bakmalılar. Derinlerde bir şeyler kaynıyor... • Şenol KARAKAŞ
|
||||||||||