| ANA SAYFA | SON SAYI | ADRESLER | LİNKLER | ARŞİV |

>> Sayı 08 • Mart-Nisan 2002

 

 

 

En büyük Amerika!

Amerikan egemen sınıfı Afganistan'da zafer kazandığını düşünüyor. Dünyaya propaganda yaparken anlattığı zafer değil. Taliban boyunduruğu altında inleyen Afgan halkını özgürlüğe kavuşturmak, açlıktan kurtarmak, şeriatın altında tüm haklarını kaybeden Afgan kadınları için çağdaş yaşam koşulları sağlamak değil. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi, ama zaten hiçbiri Amerikan egemen sınıfının 'zafer' tanımına dahil değildi.

Kazandıkları zafer başka.

Amerikan egemen sınıfının bir kanadı, Bush'un ve savunma bakanı Rumsfeld'in temsil ettiği kanat, Amerika'nın 1989'dan beri kazanmış olduğu 'dünyada rakipsiz' konuma uygun davranması gerektiğine inanıyor. Gerçek ve hayali düşmanların üzerine azgınca gitmek; giderken müttefikler kazanmak için diplomasiyle uzun boylu uğraşmamak; sapına kadar silahlanmak ve kazanılmış olan 'rakipsizlik' avantajını sonuna kadar kullanıp bir daha kaybetmemek; Amerikan sermayesinin çıkarlarını baştan sopa göstererek ve sopayı kullanmaktan çekinmeyerek dayatmak gerektiğine inanıyor. Kendi gücünün büyüsüne kapılmış, gücünün sınırsız olduğuna inanan bir kanat.

Bu kanat, Afganistan savaşıyla tüm görüşlerinin kanıtlandığını düşünüyor. Kazandıklarına inandıkları zafer şöyle unsurlar içeriyor:

Son dönemde Orta Asya dünyanın ekonomik ve siyasi anlamda en önemli bölgelerinden biri oldu. Hem nispeten açık olan ve emperyalist güçler arasındaki parsa kapma rekabetinin henüz sürdüğü bir bölge olması, hem Amerika'nın Çin ve Rusya gibi önemli rakiplerinin ve İran gibi düşmanlarının at koşturdukları bir alan olması, hem de petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle. İşte bu bölgede, savaş sonucunda, Amerika askeri varlığını kalıcılaştırmış durumda. Afganistan, Pakistan ve Orta Asya'daki 'geçici' üsler kalıcılaşıyor; 13 ayrı yerde kurulmuş olan askeri 'çadır kentler' kalıcı üslere dönüşüyor. Yeni hava meydanları inşa ediliyor. ABD dışişleri bakan yardımcısı Elizabeth Jones "Afgan savaşı sona erdiğinde Orta Asya'dan çekilmeyeceğiz. Bölgede uzun vadeli planlarımız ve çıkarlarımız var" diyor.

Afganistan'ın kendisine gelince, Orta Asya'nın bu en stratejik ülkesi artık adeta Amerikan toprakları gibi muamele görecek. IMF'nin başkan yardımcılarından biri Afganistan'ın kendi para birimini terk ederek dolara geçmesini öneriyor. En önemlisi, Amerika'nın Taliban'a düşman kesilmesinden önce Unocal adlı ABD petrol şirketinin kotarmaya çalıştığı Türkmenistan-Afganistan-Pakistan boru hattı. Şimdi bu hattın tekrar gündeme geleceğinden, Amerikan petrol şirketlerinin bölgeye leş kargaları gibi üşüşeceğinden kuşku yok.

Tüm dünya ülkelerinin askeri harcamalarını zaten gölgede bırakan Amerikan askeri bütçesi, savaşın yarattığı atmosfer kullanılarak, akıl almaz bir düzeye yükseltildi. Savaş için yapılan yükseltmelere ek olarak, en son $48 milyar daha eklendi bütçeye. Bu paraların, doğrudan değilse de, pek dolaylı da olmayan bir şekilde Amerikan silah sanayinin kasalarına gireceğini belirtmeye gerek yok herhalde.

Yine savaşın yarattığı atmosfere bürünerek, Bush ve çevresi üç ülkeye yarı açık savaş ilan etti: Irak, Somali ve Kuzey Kore. Ve en azından Irak'a saldıracaklarından kimsenin kuşkusu olmasın. ABD savunma bakanlığının bir görevlisi bir İngiliz gazetesiyle yaptığı söyleşide "Irak'a Mayıs ayında ültimatom vereceğiz. Ve 'Olur, kabul ediyoruz' cevabını kabul etmeyeceğiz" dedi. Yani uysa da saldıracağız, uymasa da saldıracağız. Müttefiklerini ikna etmeye bile çalışmadan savaşa gireceğini ilan etmesi, Amerikan egemen sınıfının Afgan savaşıyla kazandığı kendine güvenin ve azgın saldırganlığın göstergesi.

Bütün bunlar Amerikan emperyalizminin kazandığı 'zafer'in unsurları. Çok şükür ki, Bush ve çevresi marksist olmadıkları için, 'zafer'in sınırlarını, içinde bulundukları durumun çelişkilerini göremiyorlar. Bu çelişkileri göremeyince, emperyalistlerin böbürlenip saldırganlaşması, solcuların ise demoralize olması kaçınılmaz. Solcular açısından, görünüşte gerçekten de sınırsız ölçüde büyük ve güçlü bir düşman, insana teslim olmayı düşündürecek kadar devasa bir güç var. Ama marksizm yüzeysel görünüşlerle yetinmez.

Bir. Amerikan ekonomisi dünya ekonomisinin geri kalanını da peşinden sürükleyerek ekonomik durgunluğa batıyor. Askeri harcamalar zaten biraz da buna karşı bir önlem olarak düşünülüyor, ama bunun ekonomiyi kurtaracağı çok kuşkulu.

İki. Amerika 'rakipsiz' değil. Bir yanda dev gibi yükselen (ve Amerikan ekonomisinden çok daha hızlı büyüyen) Çin, bir yanda tüm sorunlarına rağmen özellikle Orta Asya'da güç olmayı sürdüren Rusya. Öte yanda, bizzat Amerika ile müttefikleri arasında zaman zaman keskinleşen rekabet. Tüm bu çelişkiler ve rekabet, Amerika saldırganlaştıkça daha da keskinleşiyor, çatlakların derinleşme olasılığı artıyor. Örneğin, Irak'a saldırılmasını, İngiltere hariç, hiçbir Avrupa devleti desteklemiyor. Almanya İran'la ilişkilerini geliştiriyor. Amerika'nın Afganistan'ı kendi çiftliği gibi kullanmasını Avrupa ve Japonya'nın çokuluslu şirketleri engellemeye çalışıyor.

Üç. Amerika saldırganlaştıkça yerel müttefiklerini zor durumda bırakıyor. Irak'a saldırırsa Suudi Arabistan egemen sınıfı ayakta kalabilecek mi? Türkiye'de neler olacak? İsrail'in saldırganlığını desteklemeye devam ettikçe Arap ülkelerinde istikrar sürebilecek mi? Pakistan'ı kolladıkça Hindistan ne yapacak? Amerika kaç yere birden asker gönderebilecek?

Dört. Dünyanın her yanında neoliberal politikalar uygulanmaya devam edildikçe, İntifada'lar, Endonezya'lar, Arjantin'ler yaşandıkça, Amerikan uçakları kaç ülkeyi birden bombalayabilecek?

Beş. Her savaşta Amerika'da savaş karşıtı bir hareket yükseliyor. Basına pek yansımıyor, çok zaman biz de azımsıyor, gözden kaçırıyoruz. Ama Amerika'nın Vietnam yenilgisine kısmen Saygon'da, kısmen de Amerikan kentlerinin sokaklarında uğradığını unutmamak gerek.

Demoralize olmak için neden yok. Amerika'da büyük bir anti-kapitalist hareket ve ciddi bir savaş karşıtı hareket var. Amerikan egemen sınıfını devirmek onların işi. Evet, zor iş. Ama bizim onlara vereceğimiz yardım, Amerikan emperyalizmine vuracağımız darbe, çok daha kolay. Karşımızda Türkiye egemen sınıfı var sadece. Oradan bir başlayalım, geri kalanını sonra düşünürüz.

• Roni MARGULİES

 

Sosyalist İşçi Anti Kapitalist Kadın Özgürlüğü Troçkizm
DSİP Tartışma Forumu
IMF'ye Hayır! e-Grup