Sanatı İnceleyen Bilim Dalları
|
Sanatı konu alan bilimlerin sayıca çok olması, sanat olayının,
içinde barındırdığı sayısız kavram ve inceliklerin zenginliğine bağlanabilir.
Her bir alan, bunlardan bir veya birkaçını esas alarak çalışmalarını
sürdürür. Bu alanlar arasında ilk akla geleni, sanat felsefesi veya
estetik olarak bilinenidir. Sanat tarihi ve arkeoloji, sanatı tarihsel
boyutta incelerler. Sanat psikolojisi; izleyici veya sanatçı olarak
bireyi, sanat sosyolojisi ise; toplumsal yapı ile sanat arasındaki ilişkileri
araştırır.
A. Sanat
Felsefesi / Estetik
Estetik sözü, konunun karmaşık ve zengin
olmasından ötürü, akla pek çok şeyi getiriyor. Bu kelime köken olarak
eski Yunana kadar iner. "Aisthetices" ; duyum, duyulan, algı,
duyu ile algılamak gibi anlamları vermekteydi. Estetik, bu anlamda duyulur
algının, duyusallığın sağladığı bilgi ile ilgili bir bilim olarak düşünülüyor.
Estetik kelimesi ilk kez belirli bir bilim
dalını adlandırmak üzere Alman felsefecisi A.G. Baumgarten (1714-1762)
tarafından kullanılmıştır. Baumgarten, 1750-1758 yılları arasında
yayınladığı “Aesthetica” adlı kitabıyla bu bilim dalını
temellendirir, konularını ve sınırlarını belirtir. Böylece,
felsefeden kesinlikle ayrılan yeni bir disiplin doğmuştur. Bu sebeple,
estetiğin bir adı da sanat felsefesidir.
Estetik,
salt bir güzellik bilimi olarak temellendirilemez. Ancak, güzellik ile
insan arasında belli bir ilgi vardır. İnsan güzelden hoşlanır, ondan
haz duyar. Güzelliğin amacı insana haz vermektir. Buna göre, araştırılacak
şey, güzellik olmayıp, haz fenomenidir. Olaya böyle psikolojist bir açıdan
bakan Fechner (1801-1887), hazdan acıya kadar olan duygu ilgilerini
incelemesi gereken böyle bir bilime hedonik (Grekçe’de ‘haz’
demektir) adını vermiştir.
Fakat bütün bu yeni öneriler, belirli bir
beğeni ve kabul görmemişler, bunların hiçbiri benimsenmemiş ve özellikle
de Kant’ın ve Schiller’in estetik sözcüğüne ağırlıklarını
koymalarıyla estetik adı, bugün estetik dediğimiz bilimin adı olarak
yerleşmiş ve artık bu konudaki tartışmalar da sona ermiştir. Estetik:
“sanatın doğası, amacı, sanatçının kim olduğu, yaratıcı süreç
ve sanatın değerine yönelik araştırmaları kapsayan bir bilim dalı"dır.
İlk defa "güzel nedir?" sorusunu Eflâtun (427-348)
sorar. Eflâtun'un, çevresindeki sanat eserlerine karşı kayıtsız kalması
beklenemezdi. Çünkü onun yaşadığı yıllarda, başlıca Yunan tapınakları
ayaktaydı, ünlü heykeltıraşların eserleri şehirleri süslüyordu. Ünlü
tragedyalar ise sürekli olarak anfitiyatrolarda oynanıyordu. Eflâtun, değişik
eserlerinde güzelliğin, iyilik, fayda ve uyum gibi kavramlarla olan ilişkisini
tartışmıştır. Onun öğrencisi olan Aristo (384-322), güzelliğin
kurallarını maddî yapıda, yani bu dünyada arar. Bu düşünüre göre,
güzellik, sanat nesnesi üzerinde incelenirse bazı belirtilere sahip olduğu
görülür. Bunlar; güzel, simetri ve sınırlılıktır. Bu yaklaşım,
oldukça matematikseldir. Güzel olan şey, parça ve bütün ilişkilerinin
özelliğine bağlı olarak güzeldir.
Platinos (205-270) adlı bir Romalı
felsefeci, güzelliği psikolojik ve metafizik yönleriyle ele alır. Her
varlık, bir madde ve biçimden oluşur. O, "eşyayı güzelleştiren
şey nedir?" sorusunu başka şekilde cevaplar; "uyum aynı kaldığı
halde, aynı yüzün kimi zaman güzel, kimi zaman pek güzel görünmeyişi,
güzel'in uyum'dan farklı bir şey olduğunu gösterir." Ona göre
"güzel", uyum değil; fakat uyumda parıldayan şeydir. Madde
ruhun suretidir, biçimidir.
Ortaçağ Avrupa'sında sanat üzerine düşünme
işi pek önemsenmez; asıl anlatılan şey sanatın ele aldığı konudur.
Sonradan Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Aurelius Augustinus (354-430)
adlı düşünür, yer yer antik felsefenin izlerini taşırken, bir Hıristiyan
estetiğinin havasını da taşır. Augustinus'a göre eksiksiz uyum;
birliktir. Bütün sanatlarda hoşa giden şey, orantıdır. Orantı ve uyum
ise birliği arar. Görülen şeyler, birliğe yöneldikleri için güzeldirler
ve güzelliğin ölçüsü de bu birliğin ne derece gerçekleştirildiğine
bağlıdır.
Uzun düşünce ve felsefe tarihi içinde
estetiğe değinen daha pek çok düşünür vardır(Eflatun,427-348;
Aristo, 384-322; Augutinos, 354-430 vd.). Bunlardan biri Friedrich Hegel
(1770-1831) fazlasıyla dikkat çekicidir. Ona göre sanat, tabiatın
taklidi değil, fakat bir idealdir. Bir ruh tarihinin sanata dönüştüğünü
kabul eden düşünür, yalnız güzellik felsefesi kurmakla kalmamış, güzellik
idealini tarihsel gelişimi içinde gözden geçirmiştir.
Buraya kadar sayılan isimlerin dışında,
T. Lipps, N. Hartmann, B. Croce, G. Lucas, Çernişevski ve Plehanov gibi düşünürler,
estetik bilimine katkıda bulunan önemli kişiler olmuştur. Bunlardan
Lipps, psikolojik estetiğin kurucusudur. Lipps, estetiği şu şekilde
temellendirmektedir: “Estetik güzelliğin bilimidir; bu, çirkinin
bilimini de kapsar. Bir obje, bende özel bir duygu, güzellik duygusu
diyebileceğimiz bir duygu uyandırdığı ya da uyandırmaya etkili olduğu
için ‘güzel’dir. Estetik, bu etkinin özünü tesbit etmek, çözümlemek,
nitelendirmek ve sınırlamak ister. Bu görev bir psikolojik ödevidir.
Buna göre, estetik de bir psikoloji disiplinidir”.
1. Sanatçı Kimdir?
Estetiğin ele aldığı
sorunların en başında herhalde sanatçı vardır. Çünkü, insan olan
sanatçı olmasaydı, sanat doğmazdı. Sanatçıda, diğer insanlarda görülmeyen
kurma gücü, duyarlık ve duygu üstünlüğü, çağrışım zenginliği
gibi özelliklerin bulunduğundan bahsedile gelinir. Fakat bunlardan daha ayırıcı
özellik, sanatçının algısındadır.
Sanatçıda, diğer insanlarda görülmeyen
kurma gücü, duyarlık ve duygu üstünlüğü, çağrışım zenginliği
v.b. gibi özelliklerin bulunduğu söylenmektedir. Fakat, asıl ayırıcı
özellik, sanatçının algısındadır. Sanat, gerçekliğin taklidine o
kadar karşıdır ki, modern estetik, temel ilkelerinden birini, sanat
eserini gerçeklikten soyutlamada buluyor. İşte bu başkalıklar, sanatçının
yaratıcı kişiliğinden gelmektedir.
2. Sanat Eseri
Nedir?
Bir sanat eserinde ne
var ki, bizi böylesine etkiliyor, bizi bizden alıp götürüyor? Bir
tabloya, bir heykele, bir romana, bir şiire sanat niteliğini kazandıran
şey nedir? İnsan kendisini bir sanat eseri, sözgelimi bir tablo karşısında
bulunca, Delacroix’nın dediği gibi; “renklerin, ışıkların, gölgelerin
bir düzene girmesinden doğan ve tablonun musikisi denen bir izlenim” alır.
Tablonun daha ne dediğini anlamadan, bu sihirli uyum insanı kavrar.
Sanat eserini, çeşitli öğelerin kaynaşmasıyla
biçimlenen, içi ile dışı bir olan, duygu+düşünce+renk+çizgi ve ses
bileşimi olarak görmek, yanlış olmaz. Sanat eserinde değişen şey, içerik
değil biçim ya da biçimsel bakıştır.
3. Estetik
Heyecan
Sanatçıdan kopan ve topluma karışan sanat
eseri; yani şiir, roman, tiyatro, heykel, resim, kendisini okuyanı,
dinleyeni ya da seyredeni bekler. Sanat eserinin bunlardan biri ile karşılaşması,
estetik durumu meydana getirir.
Bir sanat eserini ya da bir günbatımını
seyre dalan kişi, gerçekliğin zorunluluklarından kurtulmuştur. Seyre
dalışın konusu dışında bütün şeyler kaybolup gitmiş, bir tarafa bırakılmıştır.
Günlük yaşantının çeşitlilikleri içinde farklı durumlarla karşılaşan
insanların pek azında rastlanılan bu duruma, sanatçıda ve sanatseverde
daha çok rastlanır.
Estetik heyecanın ilk şartı, şüphesiz
duyumdur. Fakat, bu duyum imgeleri uyandırmazsa, onları duygulandırmazsa,
estetik heyecan bir anlık ve geçici kalır. Bir tablodan, bir şiirden,
bir senfoniden beklediğimiz şey, yalnızca çizgilerin, renklerin, sözcüklerin
ya da seslerin soyut düzenlemesi değil, bu düzenle sanatçının bir ruh
anını sonsuzlaştırmasıdır. Bu bakımdan, eksiksiz estetik heyecan,
duyusal hazzın, biçimsel ve duygusal hazlarla birleşimidir. Duyum, sanatın
başlangıç noktasıdır. Fakat, duyuların ham maddeleri olan duyumlar,
imgeleri uyarmadıkça, aklın değerlendirmesinden geçirmedikçe, tam
estetik heyecan uyanmaz.
B. Sanat
Tarihi ve Arkeoloji
Bu iki bilimin birbirleriyle olan ilişkisi
veya farklılıkları çoğu defa yanlış anlamalara yol açabilecek şekilde
karıştırılmaktadır. Arkeoloji va sanat tarihinin ayrı ayrı bilim
dalları olduğunu ileri sürenler bu ayrılığı şu noktalarda
toplarlar:
1. Her iki bilim, sanatın farklı
devrelerini inceler. Arkeoloji, öncelikle eski Yunan ve Roma sanatını ele
alır. Yunan-öncesi, prohistorya adı verilen arkeolojinin özel bir alanına
girerken, Roma devrinden sonraki sanatlar yani Bizans ve İslâm sanatlarını
sanat tarihi inceler.
2. Arkeoloji, insan elinden çıkan her türlü
(estetik değer taşıyan veya taşımayan) malzemeyi inceler. Sanat tarihi
ise bunların "güzel" olanlarını inceler.
3. Arkeoloji, kendi eserlerini bulmak için
kazıya başvurur. Arkeolojik araştırmalarda kazı esastır veya önemli
bir yer tutar.
Görüldüğü üzere, sanatın çeşitli
tarihî dönemleri için ayrı ayrı bilim dalları doğmuş gibi bir durum
söz konusudur. Yunan ve Roma uygarlıklarının maddî kalıntılarını
ortaya çıkarıp inceleyen arkeoloji, klâsik arkeoloji adıyla tanımlanmakta,
klâsik arkeolojinin başlangıcı yazının icadına kadar indirilmektedir.
Gerçekte, "eskinin bilimi" (arhaios + logos) anlamına gelen
arkeolojinin , ilgi alanına bir zaman sınırı koymaması gerekirdi. Öteden
beri bilim dünyasında, enstitü ve üniversitelerdeki kürsülerde yerleşmiş
olan bu yanlışlık, arkeoloji biliminin kuruluş yıllarındaki araştırmaların,
özellikle Yunan-Roma eserlerine yönelik olmasından kaynaklanmaktadır.
Daha sonraları Güney Amerika'dan Asya'ya, Afrika'dan Anadolu'ya kadar yoğun
bir arkeolojik kazı faaliyetlerinin olduğunu görüyoruz. Bu kazılarda
Ortaçağ kentleri kazıldığı gibi, tarih öncesi yerleşim merkezleri de
kazılmıştır.
"Sanat tarihi nedir?" sorusunun en
kestirme cevabı, "sanatın tarihidir" şeklinde verilebilir.
Ancak bu tanımlama çok kısa ve kapalıdır. Bu bilim dalının zenginliğini
ve çok boyutlu muhtevasını yansıtabilmek üzere, şu tarif yapılabilir:
Sanat tarihi, tarih şartlarından doğan maddî kültür eşyasını
inceleyen bir bilimdir.
Bugün bağımsız bir bilim dalı olan
sanat tarihi, yeryüzünün gelmiş geçmiş bütün sanatlarını kapsayan
birçok konuyu ilgi alanı içine alır. Dünyanın herhangi bir köşesinde
ya da herhangi bir çağın belirli yıllarındaki sanat hareketi, özetle
insanın sanat deneyleri olarak yaşadığı her şey, sanat tarihinin ilgi
alanına girer. Bundan da anlaşılıyor ki, genel bir sanat tarihi yanında,
yalnızca belirli bir sanata yönelik sorunları konu edinen özel sanat
tarihleri vardır: Çin sanatı, Türk sanatı, Mısır sanatı v.b. gibi.
Belirli karakteristiklerle birbirinden ayrılan bu sanatlar arasındaki ilişkiler
kadar, aynı sanatın içinde yer alan üslûp ve ekollerin birbiriyle olan
ilişkileri de sanat tarihinin inceleme alanına girmektedir.
|