Gay ; Sessizlik ; Edebiyat ; Özgürlük ; Güncel ; Deneme ; Tavsiye ; Galeri ; Şiir ; Öykü ; Günlük ; Kişisellik ; Yerellik ; Sol ; Eşcinsel ; Türk ; Türkçe ; Devinim ; Diyalektik ; Direniş ; Dost ; Arkadaşlık ; Siyaset ; Eylül ; Şarkı ; Kitap ; Sanat ; İstanbul ; Yaşam ; Entellektüel ; Birikim ; Görüş ; Kültür ; Gey ; Yaklaşım ; Cesaret ; İnsan ; İnsan Hakları ; Haber ; Yorum ; Ayrıntı ; Türkü ; Müzik ; Modern ; Tavsiye Sanat Galerileri ; Siyah-Beyaz Resimler ; Sanatsal Fotograf ; Fotoğraf ; "Eylül: Genellemelere, "ayrıntı" olabilmeye çalışarak karşı duran bir devinme tasviri...". "Yaşamak görevdir yangın yerinde, yaşamak, insan kalarak" Metin ALTIOKÖncelikle, çok estetik bir başlık attığını düşündüğüm (Fransa'dan Meşruiyet Üretmek) Matthew Patt'i tebrik etmek istiyorum.Kendisi olan kişi, başka hayatlardan çıkarılmış derslere umut bağlamaz, kendi sorunundan çözüm üretir.Türkiye'nin, demokrasi ve islamiyeti bir arada taşıyan modern ülke tavrına ne oldu? Biz bu tavırla bir zamanlar AB'nin karşısına kendimizi 'önemli' diye dikmedik mi? Şimdi atlatmış olduğumuz ya da atlatmış olmamız gereken bir süreç için Avrupa kaynaklı çözümler arıyoruz. Biz demokrasi, laiklik ve islamiyeti karşı karşıya getirip birbirlerine tahammül etmelerini sağlamış(?) bir toplum değil miyiz?Pardon, onlarda her an ihtilal yapabilecek bir ordu yok değil mi? Sanırım mevzuatları da askeri baskı unsuru olarak kullanmaya uygun değil. Doğru.Tepeden indirilen çözüm başka şeyleri ıskalıyor hep (ref: geçmiş, bknz şimdi).Işığı içimizde aramalı... Ben bilmem, bey bilir. Türkiye'deki aydınların, 'ben bilmem, bey bilir' tavrındaki batıcılığı, kendilerinden hareketle düşünmediklerinin, üretme planlamadıklarının, bir yerden hazır bir model almak istediklerinin en önemli kanıtıdır. Bu gibi kişiler, yaşadıkları hayatı kendilerine değil, kendilerini önünde daha küçük hissettikleri bir değer(?!:.X*)e adarlar. Modern kurban mantığı yani. "Buyurun size bir beden, bana lazım değil." Sonra bunun adı 'aydınlığı fark edebilmek' olsun. Peki. ...... Bilmek sorumluluğu... Bir laik ile bir laik olmayan yolda karşılaşmışlar. Yazınızda geçen hikayeyi yaşamışlar, konuşmuşlar.Laik olmayanın tespiti;Bu adam dinsiz, dinsizliği dayatıyor. => canı yanarsa cihat etme sorumluluğunu hatırlar (bknz NY'da DTM, İstanbul'da Sinegoglar, Konsolosluk, HSCB, Turan DURSUN vs...)Laik kişinin tespiti;"Azlığı nedeniyle kabul gören tesettür, artan sayı ile bir baskıya dönüşeceğinden ..vs. önlemi alınmalıdır." mantığı, pozisyonunu kendisinden hareketle değil, başkasından hareketle tespit eden insanlara aittir. Özgürlük, laiklik vs., tanımlayabilenlerin karşıya lutfettikleri değerler değildir (ABD'nin Irak'ı özgürleştirmesi gibi). Kendisi olamayan, sorunu karşısındakinin bütünlüğünde değil, kendisinde aramalıdır.Yanlış Sonuç;Laik olmayan laik olan için potansiyel tehlikedir. Bu nedenle laiklik ona dayatılmalıdır: kişi laik edilmelidir.Doğru Sonuç;İnsanın laik olamayabilecek denli cahil kalmasından suçluluk duyulmalıdır. Bilgili bireyler üreten yaşam alışkanlıkları oluşturarak, tanımlayarak, konuşarak, yazarak karşı durulmalıdır cehalete, 'farkında insan''ın sorumluluğu budur.Eski bir yazınızdan hareketle;"İnşallah/maşallah"çılıktan çıkıp "her şeyin bir nedeni vardır"cılığa dönmek lazım. Bu farkındalık sorunu doğru tespit edebileceğiniz izlenimi veriyor. Lütfen laik olmayandan geri sarıp gerçek soruna varın. Doğru yere odaklanmazsanız geç kalabilir, bir diktatöre ihtiyaç duyabilirsiniz. Şimdi kendinizi laik olmayanlara dayatan tavrınız, sizdeki diktatör olma potansiyeline işaret etmiyor da değil hani :) ... Bu yanınız için çok erken, en azından Türkiye'den görünen bu.Yazınız yanlışı yermiyor, bir karşı cephe oluşturuyor. Tespitlerinize katılsamda üslubunuza karşı duruyorum. Bu kışkırtmacı tavır ile yaşama hakkı(m)ızı tehlikeye sokması muhtemel cehaleti önleyemezsiniz. Yaptığınız olsa olsa karşı tavrı biler, belirginleştirir. Slogan vari "hatırlamazlarsa biz hatırlatırız" şeklinde dayılanmak hiç yakışmıyor. İnsanların birbirlerine birbirlerini koşmasına neden olursunuz. Demokrasiye inanıp insan seçmeyin. İnsan haklarını tarif etmek, fark edilir kılmak, vurgulamak insanların, 'insan haklarına uygun olmayan devinimlerini' aşmalarını sağlar. Sizin bir kalemşör olarak cepheniz budur... ya da olmalıdır. Unutmayın, insan düşünür. Bakın, deviniminize dayanarak askeri göreve çağıran bile olmuş. Cehalet sağ sol tanımıyor. Cehaleti yerin.Şu bizim başımızdaki örtü ile kalbimizdeki ülke çatışması, bana şaşkınlık verecek boyutta insanların sahiplenmesine, sahiplenirken de kör ve sorgusuz yaklaşımlar sergilemesine neden oluyor. Bir haftalık tatil sonrası döndüğüm işimde biriken maillerimi okurken cumhurbaşkanının yanında zannedilmiş olma yle karikatürlerden tutun da Mine KIRIKKANAT'ın eleştirdiğim yazısına kadar bir çok seçilmiş "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganına rastladım. Elbette laik Türkiye için cumhurbaşkanımın yanında olacağım, siz beni hukuk, insan hakları savunur falan mı zannediyordunuz?Üzerine de 10 Kasım. Demeyin gitsin manevi iştahımızı... Dün akşam berberde traş olurken işe gitmek üzere, açık olan televizyondan M. Ali ERBİL'in programına tanık oldum. Yarışmacılar öğretmendi. Öğrencilerden biri ile konuştu M. Ali ERBİL, öğrenci duygulu bir Atatürk konuşmasının ardından "yaşasın 10 Kasım'la" diye slogan attı. Kimsenin bırakın düzeltmesini, fena olmayan da alkış aldı... Şaşkınlıklar içinde türkçe bilgimi sınadım... Atatürkçü gençlik budur işte...Sonra MMC diye bir müzik kanalı var. Sertab'ın yeni çalışmasına rastlamaya çalışırken Digiturk'te kanal geziyordum. VJ'in Atatürk'ün hitabesini okuyuşuna denk geldim ve kaldım. Öncelikle nasıl okuduğunu görmek istedim, ne anladığını, bir sonraki parçayla nasıl bağlayacağını üler kültürün ikonu haline getirilen Mustafa Kemal'in sahiplenilmesini, işaret edilen tehlikelere nasıl vurgu yapılacağını, .... merak ettim. Trip (argomu bağışlayın) boyutunun ötesine geçemeyen, okuduğunu anlamayan, bırakın detaylarını, o cümledeki ifadeyi bir başka cümle ile ifade edebilmeyi bile beceremeyecek insanların elinde içeriksizleştirilmekte olduğuna tanık oldum hitabın, Atatürk'ün vs.. Biliyordum böyle olacağını, o da ayrı konu... Ey prezentabl Türk Gençliği, memleketin makyaj odalarında olmadan olmuş gibi gibi davranmayı öğrenerek yaşam kalitesine artık katkıda bulunmamanızı rica ederim.Evet, başlığa sanırım konuyu burada bıraksam da çıkabiliriz değil mi?Bahsedilen Türk gençliği elbette gökten zembille böyle inmedi. Bu sistem içinde böyle yetiştirildi. Bu sistemin yetiştirdiği daha böyle niceleri şimdi benim posta kutuma türkiye laiktir laik kalacak vari mailler gönderiyor.Başörtüsünü, kadına bir saygısızlık olarak görüyorum. Bu çıkarım, yaşam görüşüne, kişinin "olabilmişliğine" dönük bir tespittir / eleştiridir. Burada cephe, insanın 'insan olma" yolculuğudur. Her insan, kendine özgü koşullarla yolculuğunu yapmaktadır ve bu süreç, en temel insan hakları ile "izninizle" de sabittir. Bu sürece siz kendi görüşünüzle etkide, katkıda bulunabilirsiniz ama bir kimsenin yolculuğuna mani olamazsınız. Onu, bir başka yolculuğun çıkarımlarından hareketle yargılayamazsınız. Bu, hukuk ve insan haklarının varabildiği olgunluk düzeyi ile tespit edilmiş bir başka önemli noktadır. Herkes, hukuk önünde eşit haklara sahiptir. Kimse kendisi olduğu için suçlu değildir. Kanunların ve hukuğun bir görüşü savunması, bu görüş doğrultusunda insan ayıklaması en büyük hukuk zaafiyetidir (yaşamınıza bu pencereden bir banmanızı rica ederim). Bir hukuk devleti de bu dürüstlükle ülkede insan ayıklamaktan vazgeçmek ve kendisini bu ülkenin vatandaşı hisseden herkese de kapılarını sonuna kadar açık tutmak durumundadır. Cumhurbaşkanının kokteyli de, vatandaşlık ile doğrudan ilintili bir bayramın kutlamasıdır. Bu kutlamaya uygun bulunmayarak davet edilmeyen kişilerin TC vatandaşı olabilme asgarilerine sahip olmadığını söylemek devlet eliyle yapılmış en büyük ayrımcılıktır. Cumhurbaşkanını ve kendisi gibi düşünenleri bu noktaya getiren düşünme adımlarını devam ettirirseniz bir kaç hamle sonra varacağınız yerde kendinizi, "ancak asgari bilinç seviyesine ulaşmış insanların insan haklarından bahsedilebilir" diyor bulursunuz. Bir gidin hele o yolu. Buradan bir iki durak sonrası (aslında orası bile) faşizmdir.Hukuk bir emniyettir; üzerinde evler kurabileceğiniz, düşünebileceğiniz (dil misali), yaşabileceğiniz. Olgunlaşma sürecinde birikimlerin iletişimi, bu emniyet çerçevesinde korunur, tarif edilir. Kimsenin hayatı, her hangi bir kimsenin hayatından, o hayata tesadüf etmiş ya da o hayatta biriktirilmiş değerler yüzünden daha değerli değildir. Bu, birikmenin neresinde olursa olsun, birikme hakkının sürekli korunması ve adil dağılması ile ilgilidir. Son derece olgun ve sanatsal bir insanlığın temelidir.Eğer bu noktaya gelinmişlikle arkaya dönüp geçmişi (hele ki yakın geçmişi) yeniden okursanız göreceksiniz ki, en yoğun duygulanımlarımızla savunduğumuz, en lirik ve can yakıcı hassasiyetlerimiz ile ördüğümüz bu bütünlük içinde, kimilerinin mücadelesini aslında yanlış tanımlamışız. Aslında bütün bunlar bizim kendimizi, şartlarımızı onlara dayatmamızmış. Kendileri olma mücadelelerinde onları bu tarife biz itmişiz ve belki de bu aslında bizim dil sorunumuz ya da aslında dili bile onlara karşı bir silah olarak kullanmamızmış...Bu konu akar gider, lütfen işkence ile ilgili haberleri okuyunuz (bakınız Tanığız başlığının altında İşkence1 ve İşkence2). Hassasiyetiniz başkalarının yaşama haklarının emniyetidir aynı zamanda. Bu ise sizin yaşam standardınızın kalitesi... Kendinize yakıştırdığınız birikim için tanıklığınızın farkına varın... Yaşamın sizi temsil edebilmesi için kendinizi ona katın, sorgulayın ve kendinize ait kılın.Önemli dip not: Herhangi bir dış mihrakla bağlantım yoktur.... :)Yani ego, süperego'dan hareketle id'i uysallaştırıyor, sonra id'i yanına alıp süperegoya karşı koyuyor. Peki, bu uysallaşma benzeşmeye, dolayısıyla aynılaşmaya neden olmuyor mu? Dolayısıyla da karşı koyduğu, bir nevi kendisi, ya da referansıyla kendisine şekil verdiği benzeri olmuyor mu? Eğer bir benzeşme sözkonusu ise (ya da oraya doğru gidiliyorsa) ortada gerilim kalmaz ki (ya da azalır). Bu azalan gerilim karşı koymanın gereğini de ortadan kaldırmaktadır. Karşı koymanın en kuvvetli olduğu zaman, id ile süperegonun birbirine hiç benzemediği andır (olmalıdır). Bu da, kişinin kendi ilgisi ile doğurduğu ile dışarıdaki düzenin terbiyesinin (süperego insanın sosyalleşmesi ile ilgilidir) çelişkilerine işaret eder. Süperego ile id'in kavgasında, süperegoyu besleyen düzenin, korkuların, id'in doğallığına dayanmaması en önemli noktadır. Eğer id gerçeğinden hareketle bir düzen kurulmamışsa insanları sürekli gergin, sürekli stresli ve sorunlu bir toplum oluşturursunuz (bkz dindar toplumlar (özellikle de müslümanlık -en sert şekillenmeyi ve disiplini buyurduğundan-). Ahlakın, formülden hareketle, toplumun normları ile yakından ilgili olduğu ortaya çıkar. Öncelikle elinize bir ahlakölçer almalısınız (bu da bir ahlak anlayışının cetveli olacaktır). Sonra var olanı vuracaksınız cetvele, bakacaksınız ne kadar eksik, ne kadar fazla. Süpergosu cetvel olarak alınmış ahlak anlayışının muhafızlarıyla şekillenmiş kişi ahlaklı, diğeri ahlaksız olacaktır. Şimdi pratik yapalım; Türkiye'deki ahlak anlayışının insanın gerçeği ve doğallığı ile ilgisi kalmadığının en açık kanıtı yolsuzluklar ve insan hakları ihlalleridir (bkz anasayfa haberi). Yani? Ahlaksız mıyız yoksa ahlak anlayışımızda mı sorun var? İd ile süperego arasındaki mesafenin, terbiye edilemez derecesinde artmasıyla ortaya çıkan, süperegonun id'e imkansız geldiğidir. Bu da ahlak anlayışına işaret eder. Sizce terk etmekte olup kabul etmekte, üretmekte olduğumuz ahlak anlayışları hangileridir? Laik-dindar ahlak ayrımına gitmiş devletin ve yazarın, hangi kılıfın dar geldiğine de varabilmesi lazım...Büyük iç küçük kaba sığmazO bildik felaket senaryolarıyla yetişmiş zihinler, gecikmeden penceresinden bakmış ve yazıyı "tehlike" diye işaret etmiş.Dosta yarasını göstermenin samimiyetinde bir dokuma olmuş oysa yazınız. Teşekkür ederim...TİB'lerin, iktidar tarafından toplumu hükümetin rengine dönüştürmek için de kullanılacağını düşünüyorum. Bu, her şeyi mubah gören okumuş/okumamış cehaleti bi(r)/(n) kat daha büyük bir tehlikeye dönüştürecek. Vatandaş modeline uygun olmayanların olmayan yerleri yine kırpılacak, o model vatandaş yaratmayan her sürecin önü kesilecek, oraya yönelmiş her devinim önceden fark edilerek sesi kendinizle baş başa mı bırakırlar? Sizi kendinizle baş başa bırakan yazarlardır işte yalnızlığı siz denli tarif edenler. Bu tarif onların orada kaldıklarına dair bir işaret midir yoksa bu işaret edilene karşı bir çaba mıdır? Yalnızlık herkesin tek başına olduğu bir savaş alanıdır. Karşıya ulaşamamış cümlelerinizle vücut bulur. Kurduğunuz, farkındalığınız nedeniyle kurmadan mahkum ettiğiniz cümleleriniz girer devreye. Siz, bildiğinizi tarif etsin diye kurduğunuz cümleleriniz yalnızlık mesafesini tanımlar. Aynı dalga boylarında iki devinim birbirini sadece faz farkıyla ıskalar. Bu, ihtimalleri azaltmaktan öteye değildir. Kelimeler aynı ama tarif farklıdır. Bu yalnzlık denen bela ile baş etmek mümkündür elbet ama bu tercih edilir midir? Niye mi edilmesin? Mümkünat her gün yeteri dozda popüler kültür alarak genel ile buluşmakta yatar. Bu buluşma yerinde sırtınızda bir sürü görev vardır, siz farkında değilsinizdir. Yüzde doksanbilmemkaçı müslüman bir memleketin müslümanısınız, yüzdesi, içimizde öldürülmüş kimlikler, özgürlükler nedeniyle tespit edilemeyen heteroseksüelsinizdir mesela vs. Aşığınızın dudaklarından ayrılarak boğazından göğsüne inmeye durduğunuzda, sık nefesinize rağmen farkına vardığınızda "ancak duyarsa sesini tarif ettiğimiz tadın" mümkündür paylaşmak aynı hissedişi. Siz kendinizi, tarif etmeye çalıştığınız duygudan uzaklaştırarak teknik bir git-gel seansında bulursunuz kendinizi. Bu işte tarifidir iki bedenin birbirinin alakasıyla ilgilenmesi kendi yalnızlıklarınca. Ortada dolayısıyla en eş zamanlı orgazmda bile buluşturulamayan iki yalnızlık var. Oysa, aşkı onunla tarif edersinizcesine iç içe olabilirsiniz. Bu denli girmiştir sizin kendiliğinize. Ne kadar aksa(nız)da için(i ir buluşamama, bir olamama söz konusu. Bu, insanın kendine mahkumiyetinin tarifidir. Buradan varabileceğimiz yerlerden biri;artık cinselliğimizi birbirimizden kurtarıp, tariflerimize odaklanmalıyız. "Benden hareketle yaptığın tarif" / "Senden hareketle yaptığım tarif"ce birbirimize dönüşerek kendimizi terk edebiliriz.aaaaa (şaşkınlık ara notu): tanrı bunu fark ettiğinden işi kolaylaştırmak için kadını ikinci sınıf buyurduuu. Evrekaaa...!. Aydınlanan kitabın dışında karanlık, sanki şarap kırmızısı rengindeki duvarlarda boğuluyordu. İki kapı vardı odada, biri dünyaya, diğeri sanalına açılan. Bu koyulukta beyazı kuşanmışcasına kendini belirginleştiren çıkışlar, vaat ettiklerini farketmişliğimle tercih edilecekler. Her şey, birikmişlikle tarifi detaylandırılarak zevk alan yüzeylerinin arttırılmasına bakıyor. Artık birikimlerimizden edebi cinsel organlarımız, bizi buluşma yerindeki en devam edilesi tarifi yapmaya dürtüyor. Ya da sen misin bu arkamdan itip itip duran? Önündeki adamın farkında mısın?Bu gün Pazar. Evde mevlit okundu yeğenimin sünneti vesilesiyle. Hiç ısrar etmedim aksi bir kutlama için. O kadar hikayesi var ki günün, neresinden başlansa hangisiyle bitirilse bilinmiyor. Sanki ardı ardına seyrededurduğumuz kısa filmler... Kardeşimin sınavı vardı bu gün. İÜ Edebiyat Fakültesi'nde LES sınavına girdi. Gelirken Radikal alması için SMS çekmiştim, donmuş ama sokak sokak Radikal aramış. Bizim buralarda okunmadığından bulunmuyor... Burada politika ile, gündem ile ciddi ciddi ilgilenebilecek birikim sahibi insan yok neredeyse. Neyse, eve geldiğinde annem oda oda dolanıyor mevlit nedeniyle. İnsanlar tepeleme eve dolduruldular. Bir de nazlılar kapı-pencere üşütüyor vs... Kardeşim annemi durdurup "bırak onları benimle ilgilen" diye ağlamak üzereydim eve girdiğimde diyor... Canım işte, o kalabalığın içinde onu görünce nasıl sarıldım... O Radikal'i okuma sen o zaman gör, onu alacağım diye donuyordum neredeyse dedi. İmtihan edilecektim, liseden arkadaşı geldi, çılgınlık yapmak üzere dışarı çıktılar. Resim çekineceklermiş... 24 Kasım vesilesi ile kendilerini andığım öğretmen yakınlarımız da kalabalığın içinde içimin serinliği gibiydi. Onlara bunu söylemek istedim; o kadar akraba vs. içinde en yakın bulduğum, aydın bulduğum, değerli bulduğum insanlardı. İnsanlar birbirlerine iki dakikada politik görüşlerini kustu. Kimse kimseyi dinlemedi, herkes ben bir şeyler biliyorum dercesine anlattılar dinlemeden. Konunun gittiği bir yer yoktu, gidemezdi zaten bu kadar insana rağmen. Halamın oğlu vardı, bir rakı sofrasında türkü söylerken sesimizi, tadımızı yakın bulduk. Kimse bilmiyor diye düşündüğü türküleri sadece ikimiz söyledik. O, yazık annesi ve babasını getirmek zorunluluğu ile katlandı bu Arapça eziyete. Bir kına gecesi edasında rakılı olmalıydı bizim sülalenin (pardon bir kısmının) daveti ama annem mahalleden böyle öğrenmiş... Abim bu olaylara zaten alakasız. Okumaya gelen hocaya inanılmaz bir saygı vardı, müezzinin de komik bir çaylak havası. Ben ise görüşleri bakışlarla sınanan, yaklaşımlarıa tartılan insanım. Okuma işlemi başladı ve ben mutfağa çekildim. Sigara içmek isteyenler oraya geliyordu, ekonomi, karamehmet, uzan, doğan grupları, İstanbul Belediyesi adayları vs geyiği aynı cümlelerde döndürülüyordu. Nokta dergisi çalışanlarından amcamın oğlunun başlattığı ve sık sık tetiklediği muhabbet çirkin bir laf söyleyeyim asılı kalsın; "Bu iş bildiğinden ciddi, oradan değil buradan çürüyoruz. Ama uzan grubuna haksızlığa kızıyorum. O Akçakoca yok mu hele...". Aslında şov tv'deki mafya ilişkisini anlatan dizi tam bir portre (adını söylemişlerdi ama hatırlamıyorum) imiş. Ben var ya, işi orasından değil burasından, burasından değil şurasından ciddiye almalıymışım. Derviş'i nasıl bulur muşum (CHP'nin İstanbul Belediye Başkanı adayı), DSP'nin adayını peki (Nokta dergisinin sahibi)? DSP Zeytinburnu'nda bir masa açacakmış, ben katılır mıymışım? Abim devreye girdi (DSP'ye oy verenlerdedir). Oooofffffffffff......... Politik tavır, üslup, görüş, duruş sahibi değiller. DSP ezberi, deri ceket giyer bi CHP'li insanlar. Asker aslında 28 Şubat'ta ihtilal yapmışmış, bu kuran kursu olayları da tam askeri çağırmakmış. Kesin ihtilal olurmuş, takvime bakmak lazımmış. Seçim üzeri kuran kursu tabana yağ sürmek vs.. Bir diğeri de Kürtçe eğitim veren okul açılıyor bu da işin diğer tarafı diye girdi devreye... Çıldırdım. Bu arada ikramlar gidiyor geliyor... Gönüllü bir çok genç dolanıyor ortada. Kafası çalışan insanlardan biri de dayımın damadı. O da suskun, hizmetinde sadece. Bende aslında öyleyim de, niyeyse insanlar bana konuşmayı seviyor. Ben sadece onları dinleyerek konu ile ilgili onların anlamasını beklemediğim özü, kendimi ıskalayarak bir iki cümleye sığdırıyorum. Onlar anlamadıkları için de kaldıkları yerden laflarına devam ediyorlar. Eğleniyor muyuz? Yok, birilerinin hatırına bir mecburiyeti yaşıyoruz ve aslında oyalanıyoruz. Geniş zaman lazım oturup aydınlığı etrafınla paylaşmak için (aydınlık iddiası elbette kişisel). Bir de karnım şiş, çok rahatsızım. Tam işkence yani (Azra AKIN, Çin'dki Dünya güzellik yarışmasında tacını İrlanda'lı güzele devretmiş). Bu güzellik paranteze nasıl girdi diye düşünürseniz, işkence-çin işkencesi-çin-güzellik yarışması-gelişmekte olan ülkelerin taçlanması...vs. Aklımda da aslında bu gün için Queer üzerine sohbete gitmek vardı. Queer üzerine sohbet etmekten çok, Güztanbul'da nereye gelinebildiğine merakımdan. Bu son zamanlardaki dağınık düşünmelerim beni çok yoruyor. Bir dengesi olmalı, oturup toparlamalıyım masamdaki kağıtları misali bir masaya oturulmalı, düzenlenmeli fikirler, düşünmeler. Düzenlendikten sonra ancak bir sonranın farkına varılır. Yazmalıyım. En çok her gece patlayan silahlar, boş kovanlar, MHP masaları ve çivisi çıkan biraradalığımız hakkında. İslami Terör ve Hukuk ve insan hakları ve yerellik üzerine. Daha da neler var aslında kafamda da bakmayın... Bu arada Timsah Sokağı Şiirleri'ni okudum Murathan MUNGAN'ın. Dört adet şiiri katladım tekrar tekrar okumak ve paylaşmak ve de yaşamak için. Kimse zamanı yıllarla tartanlaryanılırlarhiç r şey tartılmaz başka bir şeylehatta çoğu zaman kendiyle bileyaşanır, içini tohuma bırakırgeçer gidergeçmez sandıkların bile ............. Aynı Ölmüyor Herkes ... Ağaç geleneği temsil ediyorOysa hızlı trenler ölçüyor hayatıGecikme bağışlamayan adımlarÇürük terazilerde ağır çekiyorBaşkalarına benzemenin karanlık imkanlarıtartıyor içimizikendini kemirirken başarıya işaretli yollar, yokuşlara sunulan fırsatAlçak denklem trapezde genleşiyorKanına düşen demir, yüklenen adrenalin, kaçınılmaz adresZaman bütün başlangıçları eskitiyoraynı kalmıyor kimse aynı düşmüyor Kendini bulmak dünyanın her yerinde zaman alırkenCunta günlerine verilmiş gençlikHayat geri istiyor .... ... ve daha neler. Birçoklarında kendimi bulduğum, sözcüklerimi bulduğum, yüklediğim anlamları bulduğum. Şiir şiir hayatını okuduğum bir yerellik (ne kadar soyunursan soyun, memleket kadar giyiniyorsun...). Bir kimse. Kimsenin alamayacağı bir yalnızlığı artık tarif etmeyip onu başka tariflerde kullanabilecek denli önümde bir şair, Murathan MUNN. Yoğun tavsiyemdir şiir MUNGAN'dan.ltilmeden erken teşhisle başka formüle tabi tutulacak... Hayatı algılayan yerlerimiz eğitimle, dinle törpülenmiş, formatımız atılmış tek tip cansız yaşamlara dönüyoruz...Eğer insan "bir şey" ise, çok zor ve yorucu oluyor buluşmak ortak noktalarda başka bir insanla. Bir şey değilsen, her hangi bir şey olabilme ihtimalini barındırırsın. Bu yüzden insanlarla anlaşma olasılığın artar. Ama eğer artık bir rengin, kimliğin, tavrın, seçebilir bir benliğin varsa ve aynı değerde birilerine rastlamak istiyorsan bu öylesine kıvranıyorsun ki?Böyle yorgun yaklaşımım, son derece zor bir insanı kendisiyle teyit etmeye çalışmamdan kaynaklanıyor. Gülümsemesini beklerken, onun yüzünde bir asıklık, ya da sen merhaba derken o "muayyen günümdeyim(!)" ters gidiyorum yaklaşımı içinde. Diğer zamanlar tarttığında seni tercih mi ediyor yoksa sana iyi gelmeye mi çalışıyor (bir nevi acımak) belli değil. Eşcinsellik muhabbetini aşıp aşamadığını sınamak istiyorsun, seni ""her heteroseksüelin içinde, üzerinde çalışılması gereken bir homoseksüellik vardır" tezinden hareketle mi bu kadar üzerime geliyorsun"'la itham ediyor... İnanılmaz karmaşa, ormanda iz bıraksan bile yolunu buldurmayacak denli kalabalık, düzensiz. Son iletişimlerimizde de en çok, "başkası edilmek endişesi" nedeniyle muhalif. Anlatması bile yoruyor... Sanki kendini yaşamak savaşından çok, kendisini korumak savaşı veriyor. Ben niy a da nasıl onunla bu kadar anlam ilişkisi kurdum bilemiyorum. Bu gün gelirken, arabada Ezginin Günlüğü'nün son albümlerini tanıttıkları radyo programını dinledim. O albümü, Aragon'un "mutlu aşk yoktur"'u üzerine bilerek aldım, bir şarkısında mutlu aşk vardır diyor. Söyleşinin bir yerinde, dinleyici kitlesinin daha çok üniversite gençliği olduğunu belirtti Hüsnü ARIKAN. Bunu aslında bir eleştiri olarak bile okumak mümkün. İnsanlar bir yola girince, kılını kıpırdatmasa da artık "iş varabiliyor varacağına" tavrıyla emek vermekten vazgeçiyor. Bu yüzden aşk kapının dışında bırakılıyor evlenilirken. Sonrası, tamamen ezbere, birbirine benzer şekillerde yaşanıyor. Bir ilk gitmiş yoldan, diğerleri o izi takip ediyor, yol nereye giderse oraya varıyorlar dolayısıyla, gitmek istedikleri yere değil. Hiç gitmek istedikleri yer oldu mu, o ayrı konu. Evlilik sonrası hayatların aynılığı, aşktan, ilişkiye emek vermekten vazgeçilmesi üzerine bir eleştiri gibi. İnsanı her zaman seçimleri tanımlamaz, seçmedikleri de ipucu verir. Bu da onun gibi...Bir kaç insanla iletişim denemeleri içindeyim (biri ile özenli ama). Bakalım nereye varacak?Bu arada, günlüğümde yer alan bir önceki sayfa, aklımda bir kurt gibi kemirmeye devam etmekte beni. Kardeşimin sınav dönemi ve erkek arkadaşının askere gitmiş olması, benim o şiiri yazdıran devinimim çok yorucu. Bu arada beyefendi ile yukardan da anlaşılacağı üzere düze çıkma denemelerindeyiz. Ama muayyen günlerin geçmesini bekliyoruz.Geçenlerde internette ne tarıyordum hatırlamıyorum ama açtığım sayfa Nazan ÖNCEL için yapılmış bir sayfaydı, onu da özlemişim. Bu nedenle aşağıya onun bir şarkısını alıyorum;Sen Beni Öldürüyorsun Ne zaman canım sıkılsa Gitmek isterim uzaklara Ne vakit seni düşünsem Ki düşünmesem olmuyor Gözlerin gelir aklıma Ah o çocuk gözlerin Tam göğsüme saplanır Bıçak gibi sözlerin Sen beni öldürüyorsun Sen bunu bilmiyorsun Sen beni öldürüyorsun Sen bunu hep yapıyorsun Ne kadar kaçsam kendimden Bir o kadar yakalanırım Ne kadar seni istesem Sen hiç yanımda olmazdın Gözyaşı biriktirdim Gözyaşım ince sızı Düşündüm de bir zaman Bunu ben hakketmedim Sen beni öldürüyorsun Sen bunu bilmiyorsun Sen beni öldürüyorsun Sen bunu hep yapıyorsun Her limandan bir gemi Alır götürür beni hayal bu ya Üstelik gitmeler üzer bizi Geçmiyorsam içinden Sevemedim bu fikri Gidiyorum inadına Al aşkını ver beni Bir de, Ali POYRAZOĞLU'nun bir alıntısı geldi bu gün mailime, aşağıdadır;"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak isinden de anlarım. Donattım sofrayı, bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez, ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi, hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler; yirmi yaşımı, otuzbeş yaşımın karşısına oturttum, kırk yaşımın da karşısına, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuzbeş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim; "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat, ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..Bu Doritos'un haşhaşlı ala turca'sı da çok hoşmuş....Ellerimi bulduğumda biraz geçti biraz da memnun Öyle bir yerdeydim ki kendimi bulduğumda artık ne bana ait ne de sana ait bir geçmiş yoktu Salt bedendik Elbette sevişmedik yaralandık her soluk kurşun elim yüzüm çizik Kalbim durmadan harlanan bir kazan dairesiBeynimde hep aynı kaset dönüyor becer beni İnsan eskitmek istemiyorum. Bu bana çok acı veriyor, özür dilerim.Odamın hemen yanında masa açan MHP, mahalledeki çocukları toplayıp yemin ettiriyor, marş söyletiyor... Bu, güçle ayakta kalınabilen dünyada bir nevi güç önermekteler gençlere. İşte gencin görebileceklerinden bazıları;erkek egemen toplumun güç göstergesi kabarmışlıkla dolanan mahalledeki ağzı bozuk abilerin dehşeti, oraya takılma bu çete, buraya takılma şu çete, o kıza takılma ocaktan biri seviyor, patlayan silahlar, cahil polisler, girmiş çıkmış, dolayısıyla görmüş geçirmiş, bir daha olsa girmişliğiyle desteklenen yeniden yapma ihtimali, gözü karalık, baktı olmuyor bıçak çekmeli bir iki gösteri... vs. Bu dünyada gence abici bir tavırla sunulan arka, artık boşta durmayan, bir yere ait bir kimlik bütün bu çabalar. Hiç emek ve çaba gerektirmeyen, korkuya dayalı, bilgiyi kendi düşüncelerini onaylamadığınca yatsıyan, başı sıkışınca ya sev ya terketçi bu politik görüş, biz hukuk devletini, doğal hukuka dayanarak insan haklarını savunadurmuşken televizyonda, gazetelerde kendini utanmaz yüzüyle tekrar var etmektedir. Ancak AB dayatmasıyla standart yükselten politikacılar, standartların uygulamasını görmek isteyen AB'ye taahütlerde bulunurken ülkemizde olanla üstünkörü bir bakış;İnsan hakları haftası nedeniyle asılan kürtçe "barış kazanacak" afişleri toplatıldı, DEHAP Diyarbakır Kadın Kolları Yöneticisi kaçırıldı ve taciz edildi, Bizim polis emeklisi şoförümüz kasımpaşadaki lunaparkta çocuklara sarktığı konuşulan adamların kaldığı yeri, içi benzin dolu ucu da fitilli bir şişe ile yakıp ardından da bir kaç el ateş etti, bunu gururlanarak bize anlattı (polis görevini yerine getirmiyormuş, onlar da anlaşmalıymış.. vs), İbrahim TATLISES, kürtçe şarkıdan sonra bu daha birinci adımdır diye açıklama yaptı. Ülkü ocakları ayakların denk alınması gerektiğini hatırlattı, Bu açıklamayı deşen gazeteci için İbrahim TATLISES Milliyet gazetesini bastı, polis araya girdi de millet yatıştı. KESK'in yürüyüşü polis gücü ile zorla dağıtıldı, Erdoğan, kendisini protesto eden sendikayı azarladı: "ülkeyi kendinizden ibaret sanmayın", Ülkü ocakları M. Ali BİRAND'ın da aralarında olduğu bir kaç gazeteciyi daha uyararak emniyet görevini yapmıyor, biz bu görevi devralır, derdimizi akla gelen her yolla anlatırız diye tehdit savurdu, İbrahim TATLISES ikinci adımı açıkladı: İsteseydim militan beslerdim, ama insan besledim. Olması gereken barış, dostluk kardeşlik..., Yeni YÖK Başkanı TEZİÇ gelir gelmez: "türban siyasidir", İÜ Rektörü Alemdaroğlu bilgi hırsızlığı kesinleşmiş olmasına rağmen istifa etmedi, Derviş, Baykal'ın uyarısıyla türban yaklaşımını düzeltti, AKP'li milletvekili yargıya güvenmediğini açık ve seçik ifade, arkasından da ısrar etti, ......... vs. Ortadaki cehaleti, iletişim için olağanlaştırılmış araçları, seçilmiş üslubu, özü her seferinde ıskalayan tepkileri neresinden başlasak da anlatsak, biz kendimizi nerelere koysak ve kendi devinmemizin bizi sürekli bir yabancılaşmaya götürdüğünü farkederek bıraksak mı, ya da vazgeçip kendimize mi baksak? Ülkemdeki sözümona muhalefet (bir de sol olma iddiası yok mu, kopuyorum artık) bunları görmeyip popülist politika üretiyor. Arkadaşların bu sezon için hazırlıkları sadece laiklik (pardon başörtüsü) ve dokunulmazlıklar. Arada AKP'nin aşarısızlıklarına odaklanarak da bir kaç söz söylemişlikleri var. Alternatif olmak mı? Politika üretmek mi? Tavrını netleştirerek bir halk hareketi yaratmak mı? Halk mı? Halk ve ordu, demokrasi elden gidiyor/gider korkusuna dayalı özgüvensiz demokrasi bilinci, seçkinci ve orducu korkak aydınlar, derin devletçi hukuk sistemi, MGK'cı dış siyaset, uluslararası arenada sürekli ayaklarımıza dolanan kırk yıllık yalanlar... Bu ülke ve aşkım ve yalnızlığım ve sabrım ve inancım ve ... Rakı içeceğim ben, "sen de iç, piç (Ahmet KAYA'dan)". Bu arada, GSM telefonumda atılmamış mesaj olarak bekleyen MM şiiri:yan yana çatılmış haritalarbirlikte geçilmiş yollarzamanla adına dostluk eşcinsellik, gay, gey, , queer, schwule, homoseksüel, erkek erkeğe, lezbiyenlik, eshcinsel
Silahla barışa sahip çıkılmaz bana göre; o nedenle ben silah altına giderken "Barış"'ı size emanet ediyorum.
eyylul.htm
kendinizle baş başa mı bırakırlar? Sizi kendinizle baş başa bırakan yazarlardır işte yalnızlığı siz denli tarif edenler. Bu tarif onların orada kaldıklarına dair bir işaret midir yoksa bu işaret edilene karşı bir çaba mıdır? Yalnızlık herkesin tek başına olduğu bir savaş alanıdır. Karşıya ulaşamamış cümlelerinizle vücut bulur. Kurduğunuz, farkındalığınız nedeniyle kurmadan mahkum ettiğiniz cümleleriniz girer devreye. Siz, bildiğinizi tarif etsin diye kurduğunuz cümleleriniz yalnızlık mesafesini tanımlar. Aynı dalga boylarında iki devinim birbirini sadece faz farkıyla ıskalar. Bu, ihtimalleri azaltmaktan öteye değildir. Kelimeler aynı ama tarif farklıdır. Bu yalnzlık denen bela ile baş etmek mümkündür elbet ama bu tercih edilir midir? Niye mi edilmesin? Mümkünat her gün yeteri dozda popüler kültür alarak genel ile buluşmakta yatar. Bu buluşma yerinde sırtınızda bir sürü görev vardır, siz farkında değilsinizdir. Yüzde doksanbilmemkaçı müslüman bir memleketin müslümanısınız, yüzdesi, içimizde öldürülmüş kimlikler, özgürlükler nedeniyle tespit edilemeyen heteroseksüelsinizdir mesela vs. Aşığınızın dudaklarından ayrılarak boğazından göğsüne inmeye durduğunuzda, sık nefesinize rağmen farkına vardığınızda "ancak duyarsa sesini tarif ettiğimiz tadın" mümkündür paylaşmak aynı hissedişi. Siz kendinizi, tarif etmeye çalıştığınız duygudan uzaklaştırarak teknik bir git-gel seansında bulursunuz kendinizi. Bu işte tarifidir iki bedenin birbirinin alakasıyla ilgilenmesi kendi yalnızlıklarınca. Ortada dolayısıyla en eş zamanlı orgazmda bile buluşturulamayan iki yalnızlık var. Oysa, aşkı onunla tarif edersinizcesine iç içe olabilirsiniz. Bu denli girmiştir sizin kendiliğinize. Ne kadar aksa(nız)da için(i ir buluşamama, bir olamama söz konusu. Bu, insanın kendine mahkumiyetinin tarifidir. Buradan varabileceğimiz yerlerden biri;artık cinselliğimizi birbirimizden kurtarıp, tariflerimize odaklanmalıyız. "Benden hareketle yaptığın tarif" / "Senden hareketle yaptığım tarif"ce birbirimize dönüşerek kendimizi terk edebiliriz.aaaaa (şaşkınlık ara notu): tanrı bunu fark ettiğinden işi kolaylaştırmak için kadını ikinci sınıf buyurduuu. Evrekaaa...!. Aydınlanan kitabın dışında karanlık, sanki şarap kırmızısı rengindeki duvarlarda boğuluyordu. İki kapı vardı odada, biri dünyaya, diğeri sanalına açılan. Bu koyulukta beyazı kuşanmışcasına kendini belirginleştiren çıkışlar, vaat ettiklerini farketmişliğimle tercih edilecekler. Her şey, birikmişlikle tarifi detaylandırılarak zevk alan yüzeylerinin arttırılmasına bakıyor. Artık birikimlerimizden edebi cinsel organlarımız, bizi buluşma yerindeki en devam edilesi tarifi yapmaya dürtüyor. Ya da sen misin bu arkamdan itip itip duran? Önündeki adamın farkında mısın?Bu gün Pazar. Evde mevlit okundu yeğenimin sünneti vesilesiyle. Hiç ısrar etmedim aksi bir kutlama için. O kadar hikayesi var ki günün, neresinden başlansa hangisiyle bitirilse bilinmiyor. Sanki ardı ardına seyrededurduğumuz kısa filmler... Kardeşimin sınavı vardı bu gün. İÜ Edebiyat Fakültesi'nde LES sınavına girdi. Gelirken Radikal alması için SMS çekmiştim, donmuş ama sokak sokak Radikal aramış. Bizim buralarda okunmadığından bulunmuyor... Burada politika ile, gündem ile ciddi ciddi ilgilenebilecek birikim sahibi insan yok neredeyse. Neyse, eve geldiğinde annem oda oda dolanıyor mevlit nedeniyle. İnsanlar tepeleme eve dolduruldular. Bir de nazlılar kapı-pencere üşütüyor vs... Kardeşim annemi durdurup "bırak onları benimle ilgilen" diye ağlamak üzereydim eve girdiğimde diyor... Canım işte, o kalabalığın içinde onu görünce nasıl sarıldım... O Radikal'i okuma sen o zaman gör, onu alacağım diye donuyordum neredeyse dedi. İmtihan edilecektim, liseden arkadaşı geldi, çılgınlık yapmak üzere dışarı çıktılar. Resim çekineceklermiş... 24 Kasım vesilesi ile kendilerini andığım öğretmen yakınlarımız da kalabalığın içinde içimin serinliği gibiydi. Onlara bunu söylemek istedim; o kadar akraba vs. içinde en yakın bulduğum, aydın bulduğum, değerli bulduğum insanlardı. İnsanlar birbirlerine iki dakikada politik görüşlerini kustu. Kimse kimseyi dinlemedi, herkes ben bir şeyler biliyorum dercesine anlattılar dinlemeden. Konunun gittiği bir yer yoktu, gidemezdi zaten bu kadar insana rağmen. Halamın oğlu vardı, bir rakı sofrasında türkü söylerken sesimizi, tadımızı yakın bulduk. Kimse bilmiyor diye düşündüğü türküleri sadece ikimiz söyledik. O, yazık annesi ve babasını getirmek zorunluluğu ile katlandı bu Arapça eziyete. Bir kına gecesi edasında rakılı olmalıydı bizim sülalenin (pardon bir kısmının) daveti ama annem mahalleden böyle öğrenmiş... Abim bu olaylara zaten alakasız. Okumaya gelen hocaya inanılmaz bir saygı vardı, müezzinin de komik bir çaylak havası. Ben ise görüşleri bakışlarla sınanan, yaklaşımlarıa tartılan insanım. Okuma işlemi başladı ve ben mutfağa çekildim. Sigara içmek isteyenler oraya geliyordu, ekonomi, karamehmet, uzan, doğan grupları, İstanbul Belediyesi adayları vs geyiği aynı cümlelerde döndürülüyordu. Nokta dergisi çalışanlarından amcamın oğlunun başlattığı ve sık sık tetiklediği muhabbet çirkin bir laf söyleyeyim asılı kalsın; "Bu iş bildiğinden ciddi, oradan değil buradan çürüyoruz. Ama uzan grubuna haksızlığa kızıyorum. O Akçakoca yok mu hele...". Aslında şov tv'deki mafya ilişkisini anlatan dizi tam bir portre (adını söylemişlerdi ama hatırlamıyorum) imiş. Ben var ya, işi orasından değil burasından, burasından değil şurasından ciddiye almalıymışım. Derviş'i nasıl bulur muşum (CHP'nin İstanbul Belediye Başkanı adayı), DSP'nin adayını peki (Nokta dergisinin sahibi)? DSP Zeytinburnu'nda bir masa açacakmış, ben katılır mıymışım? Abim devreye girdi (DSP'ye oy verenlerdedir). Oooofffffffffff......... Politik tavır, üslup, görüş, duruş sahibi değiller. DSP ezberi, deri ceket giyer bi CHP'li insanlar. Asker aslında 28 Şubat'ta ihtilal yapmışmış, bu kuran kursu olayları da tam askeri çağırmakmış. Kesin ihtilal olurmuş, takvime bakmak lazımmış. Seçim üzeri kuran kursu tabana yağ sürmek vs.. Bir diğeri de Kürtçe eğitim veren okul açılıyor bu da işin diğer tarafı diye girdi devreye... Çıldırdım. Bu arada ikramlar gidiyor geliyor... Gönüllü bir çok genç dolanıyor ortada. Kafası çalışan insanlardan biri de dayımın damadı. O da suskun, hizmetinde sadece. Bende aslında öyleyim de, niyeyse insanlar bana konuşmayı seviyor. Ben sadece onları dinleyerek konu ile ilgili onların anlamasını beklemediğim özü, kendimi ıskalayarak bir iki cümleye sığdırıyorum. Onlar anlamadıkları için de kaldıkları yerden laflarına devam ediyorlar. Eğleniyor muyuz? Yok, birilerinin hatırına bir mecburiyeti yaşıyoruz ve aslında oyalanıyoruz. Geniş zaman lazım oturup aydınlığı etrafınla paylaşmak için (aydınlık iddiası elbette kişisel). Bir de karnım şiş, çok rahatsızım. Tam işkence yani (Azra AKIN, Çin'dki Dünya güzellik yarışmasında tacını İrlanda'lı güzele devretmiş). Bu güzellik paranteze nasıl girdi diye düşünürseniz, işkence-çin işkencesi-çin-güzellik yarışması-gelişmekte olan ülkelerin taçlanması...vs. Aklımda da aslında bu gün için Queer üzerine sohbete gitmek vardı. Queer üzerine sohbet etmekten çok, Güztanbul'da nereye gelinebildiğine merakımdan. Bu son zamanlardaki dağınık düşünmelerim beni çok yoruyor. Bir dengesi olmalı, oturup toparlamalıyım masamdaki kağıtları misali bir masaya oturulmalı, düzenlenmeli fikirler, düşünmeler. Düzenlendikten sonra ancak bir sonranın farkına varılır. Yazmalıyım. En çok her gece patlayan silahlar, boş kovanlar, MHP masaları ve çivisi çıkan biraradalığımız hakkında. İslami Terör ve Hukuk ve insan hakları ve yerellik üzerine. Daha da neler var aslında kafamda da bakmayın... Bu arada Timsah Sokağı Şiirleri'ni okudum Murathan MUNGAN'ın. Dört adet şiiri katladım tekrar tekrar okumak ve paylaşmak ve de yaşamak için. Kimse zamanı yıllarla tartanlaryanılırlarhiç r şey tartılmaz başka bir şeylehatta çoğu zaman kendiyle bileyaşanır, içini tohuma bırakırgeçer gidergeçmez sandıkların bile ............. Aynı Ölmüyor Herkes ... Ağaç geleneği temsil ediyorOysa hızlı trenler ölçüyor hayatıGecikme bağışlamayan adımlarÇürük terazilerde ağır çekiyorBaşkalarına benzemenin karanlık imkanlarıtartıyor içimizikendini kemirirken başarıya işaretli yollar, yokuşlara sunulan fırsatAlçak denklem trapezde genleşiyorKanına düşen demir, yüklenen adrenalin, kaçınılmaz adresZaman bütün başlangıçları eskitiyoraynı kalmıyor kimse aynı düşmüyor Kendini bulmak dünyanın her yerinde zaman alırkenCunta günlerine verilmiş gençlikHayat geri istiyor .... ... ve daha neler. Birçoklarında kendimi bulduğum, sözcüklerimi bulduğum, yüklediğim anlamları bulduğum. Şiir şiir hayatını okuduğum bir yerellik (ne kadar soyunursan soyun, memleket kadar giyiniyorsun...). Bir kimse. Kimsenin alamayacağı bir yalnızlığı artık tarif etmeyip onu başka tariflerde kullanabilecek denli önümde bir şair, Murathan MUNN. Yoğun tavsiyemdir şiir MUNGAN'dan.ltilmeden erken teşhisle başka formüle tabi tutulacak... Hayatı algılayan yerlerimiz eğitimle, dinle törpülenmiş, formatımız atılmış tek tip cansız yaşamlara dönüyoruz...Eğer insan "bir şey" ise, çok zor ve yorucu oluyor buluşmak ortak noktalarda başka bir insanla. Bir şey değilsen, her hangi bir şey olabilme ihtimalini barındırırsın. Bu yüzden insanlarla anlaşma olasılığın artar. Ama eğer artık bir rengin, kimliğin, tavrın, seçebilir bir benliğin varsa ve aynı değerde birilerine rastlamak istiyorsan bu öylesine kıvranıyorsun ki?Böyle yorgun yaklaşımım, son derece zor bir insanı kendisiyle teyit etmeye çalışmamdan kaynaklanıyor. Gülümsemesini beklerken, onun yüzünde bir asıklık, ya da sen merhaba derken o "muayyen günümdeyim(!)" ters gidiyorum yaklaşımı içinde. Diğer zamanlar tarttığında seni tercih mi ediyor yoksa sana iyi gelmeye mi çalışıyor (bir nevi acımak) belli değil. Eşcinsellik muhabbetini aşıp aşamadığını sınamak istiyorsun, seni ""her heteroseksüelin içinde, üzerinde çalışılması gereken bir homoseksüellik vardır" tezinden hareketle mi bu kadar üzerime geliyorsun"'la itham ediyor... İnanılmaz karmaşa, ormanda iz bıraksan bile yolunu buldurmayacak denli kalabalık, düzensiz. Son iletişimlerimizde de en çok, "başkası edilmek endişesi" nedeniyle muhalif. Anlatması bile yoruyor... Sanki kendini yaşamak savaşından çok, kendisini korumak savaşı veriyor. Ben niy a da nasıl onunla bu kadar anlam ilişkisi kurdum bilemiyorum. Bu gün gelirken, arabada Ezginin Günlüğü'nün son albümlerini tanıttıkları radyo programını dinledim. O albümü, Aragon'un "mutlu aşk yoktur"'u üzerine bilerek aldım, bir şarkısında mutlu aşk vardır diyor. Söyleşinin bir yerinde, dinleyici kitlesinin daha çok üniversite gençliği olduğunu belirtti Hüsnü ARIKAN. Bunu aslında bir eleştiri olarak bile okumak mümkün. İnsanlar bir yola girince, kılını kıpırdatmasa da artık "iş varabiliyor varacağına" tavrıyla emek vermekten vazgeçiyor. Bu yüzden aşk kapının dışında bırakılıyor evlenilirken. Sonrası, tamamen ezbere, birbirine benzer şekillerde yaşanıyor. Bir ilk gitmiş yoldan, diğerleri o izi takip ediyor, yol nereye giderse oraya varıyorlar dolayısıyla, gitmek istedikleri yere değil. Hiç gitmek istedikleri yer oldu mu, o ayrı konu. Evlilik sonrası hayatların aynılığı, aşktan, ilişkiye emek vermekten vazgeçilmesi üzerine bir eleştiri gibi. İnsanı her zaman seçimleri tanımlamaz, seçmedikleri de ipucu verir. Bu da onun gibi...Bir kaç insanla iletişim denemeleri içindeyim (biri ile özenli ama). Bakalım nereye varacak?Bu arada, günlüğümde yer alan bir önceki sayfa, aklımda bir kurt gibi kemirmeye devam etmekte beni. Kardeşimin sınav dönemi ve erkek arkadaşının askere gitmiş olması, benim o şiiri yazdıran devinimim çok yorucu. Bu arada beyefendi ile yukardan da anlaşılacağı üzere düze çıkma denemelerindeyiz. Ama muayyen günlerin geçmesini bekliyoruz.Geçenlerde internette ne tarıyordum hatırlamıyorum ama açtığım sayfa Nazan ÖNCEL için yapılmış bir sayfaydı, onu da özlemişim. Bu nedenle aşağıya onun bir şarkısını alıyorum;Sen Beni Öldürüyorsun Ne zaman canım sıkılsa Gitmek isterim uzaklara Ne vakit seni düşünsem Ki düşünmesem olmuyor Gözlerin gelir aklıma Ah o çocuk gözlerin Tam göğsüme saplanır Bıçak gibi sözlerin Sen beni öldürüyorsun Sen bunu bilmiyorsun Sen beni öldürüyorsun Sen bunu hep yapıyorsun Ne kadar kaçsam kendimden Bir o kadar yakalanırım Ne kadar seni istesem Sen hiç yanımda olmazdın Gözyaşı biriktirdim Gözyaşım ince sızı Düşündüm de bir zaman Bunu ben hakketmedim Sen beni öldürüyorsun Sen bunu bilmiyorsun Sen beni öldürüyorsun Sen bunu hep yapıyorsun Her limandan bir gemi Alır götürür beni hayal bu ya Üstelik gitmeler üzer bizi Geçmiyorsam içinden Sevemedim bu fikri Gidiyorum inadına Al aşkını ver beni Bir de, Ali POYRAZOĞLU'nun bir alıntısı geldi bu gün mailime, aşağıdadır;"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak isinden de anlarım. Donattım sofrayı, bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez, ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi, hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler; yirmi yaşımı, otuzbeş yaşımın karşısına oturttum, kırk yaşımın da karşısına, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuzbeş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim; "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat, ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..Bu Doritos'un haşhaşlı ala turca'sı da çok hoşmuş....Ellerimi bulduğumda biraz geçti biraz da memnun Öyle bir yerdeydim ki kendimi bulduğumda artık ne bana ait ne de sana ait bir geçmiş yoktu Salt bedendik Elbette sevişmedik yaralandık her soluk kurşun elim yüzüm çizik Kalbim durmadan harlanan bir kazan dairesiBeynimde hep aynı kaset dönüyor becer beni İnsan eskitmek istemiyorum. Bu bana çok acı veriyor, özür dilerim.Odamın hemen yanında masa açan MHP, mahalledeki çocukları toplayıp yemin ettiriyor, marş söyletiyor... Bu, güçle ayakta kalınabilen dünyada bir nevi güç önermekteler gençlere. İşte gencin görebileceklerinden bazıları;erkek egemen toplumun güç göstergesi kabarmışlıkla dolanan mahalledeki ağzı bozuk abilerin dehşeti, oraya takılma bu çete, buraya takılma şu çete, o kıza takılma ocaktan biri seviyor, patlayan silahlar, cahil polisler, girmiş çıkmış, dolayısıyla görmüş geçirmiş, bir daha olsa girmişliğiyle desteklenen yeniden yapma ihtimali, gözü karalık, baktı olmuyor bıçak çekmeli bir iki gösteri... vs. Bu dünyada gence abici bir tavırla sunulan arka, artık boşta durmayan, bir yere ait bir kimlik bütün bu çabalar. Hiç emek ve çaba gerektirmeyen, korkuya dayalı, bilgiyi kendi düşüncelerini onaylamadığınca yatsıyan, başı sıkışınca ya sev ya terketçi bu politik görüş, biz hukuk devletini, doğal hukuka dayanarak insan haklarını savunadurmuşken televizyonda, gazetelerde kendini utanmaz yüzüyle tekrar var etmektedir. Ancak AB dayatmasıyla standart yükselten politikacılar, standartların uygulamasını görmek isteyen AB'ye taahütlerde bulunurken ülkemizde olanla üstünkörü bir bakış;İnsan hakları haftası nedeniyle asılan kürtçe "barış kazanacak" afişleri toplatıldı, DEHAP Diyarbakır Kadın Kolları Yöneticisi kaçırıldı ve taciz edildi, Bizim polis emeklisi şoförümüz kasımpaşadaki lunaparkta çocuklara sarktığı konuşulan adamların kaldığı yeri, içi benzin dolu ucu da fitilli bir şişe ile yakıp ardından da bir kaç el ateş etti, bunu gururlanarak bize anlattı (polis görevini yerine getirmiyormuş, onlar da anlaşmalıymış.. vs), İbrahim TATLISES, kürtçe şarkıdan sonra bu daha birinci adımdır diye açıklama yaptı. Ülkü ocakları ayakların denk alınması gerektiğini hatırlattı, Bu açıklamayı deşen gazeteci için İbrahim TATLISES Milliyet gazetesini bastı, polis araya girdi de millet yatıştı. KESK'in yürüyüşü polis gücü ile zorla dağıtıldı, Erdoğan, kendisini protesto eden sendikayı azarladı: "ülkeyi kendinizden ibaret sanmayın", Ülkü ocakları M. Ali BİRAND'ın da aralarında olduğu bir kaç gazeteciyi daha uyararak emniyet görevini yapmıyor, biz bu görevi devralır, derdimizi akla gelen her yolla anlatırız diye tehdit savurdu, İbrahim TATLISES ikinci adımı açıkladı: İsteseydim militan beslerdim, ama insan besledim. Olması gereken barış, dostluk kardeşlik..., Yeni YÖK Başkanı TEZİÇ gelir gelmez: "türban siyasidir", İÜ Rektörü Alemdaroğlu bilgi hırsızlığı kesinleşmiş olmasına rağmen istifa etmedi, Derviş, Baykal'ın uyarısıyla türban yaklaşımını düzeltti, AKP'li milletvekili yargıya güvenmediğini açık ve seçik ifade, arkasından da ısrar etti, ......... vs. Ortadaki cehaleti, iletişim için olağanlaştırılmış araçları, seçilmiş üslubu, özü her seferinde ıskalayan tepkileri neresinden başlasak da anlatsak, biz kendimizi nerelere koysak ve kendi devinmemizin bizi sürekli bir yabancılaşmaya götürdüğünü farkederek bıraksak mı, ya da vazgeçip kendimize mi baksak? Ülkemdeki sözümona muhalefet (bir de sol olma iddiası yok mu, kopuyorum artık) bunları görmeyip popülist politika üretiyor. Arkadaşların bu sezon için hazırlıkları sadece laiklik (pardon başörtüsü) ve dokunulmazlıklar. Arada AKP'nin aşarısızlıklarına odaklanarak da bir kaç söz söylemişlikleri var. Alternatif olmak mı? Politika üretmek mi? Tavrını netleştirerek bir halk hareketi yaratmak mı? Halk mı? Halk ve ordu, demokrasi elden gidiyor/gider korkusuna dayalı özgüvensiz demokrasi bilinci, seçkinci ve orducu korkak aydınlar, derin devletçi hukuk sistemi, MGK'cı dış siyaset, uluslararası arenada sürekli ayaklarımıza dolanan kırk yıllık yalanlar... Bu ülke ve aşkım ve yalnızlığım ve sabrım ve inancım ve ... Rakı içeceğim ben, "sen de iç, piç (Ahmet KAYA'dan)". Bu arada, GSM telefonumda atılmamış mesaj olarak bekleyen MM şiiri:yan yana çatılmış haritalarbirlikte geçilmiş yollarzamanla adına dostluk denilensayıma gelmez nice ayrıntı ..... hayatta kalan nasıl var eder yokluğu?Sadece kucağındaki kitap aydınlanıyordu ışıkla. Satırlarında kitabın, kendini okuyordu zekasına tanık olurken yazanın. Bir yolu olmalıydı evet. İnsan bu denli kendi bildiklerine mahkum olmamalıydı. Değerinde bir farklılık diye tutunduğu, kendisinde onaylanmanın peş bir yavaşlayandı. Bu genelde, buluşmanın bir sonraki adımı olan düşünmelerde farkedilirdi. Yazanlar ve çizenler, belki de bu entelektüel takımı, yalnızlığı bu denli tanımlayabilirken aslında onu hayatlarına ait bir parça mı kılmışlardı? Orada mı kalmışlardı? Bu sanki bir dört yol ağzında birikme gibi değil mi? Herkes, birbirine geldiği yoldan bahsederek burayı tanımlıyor ve "devam noktasına" o tanımdan hareket edilmesini mi umuyor/dayatıyor (yani bir nevi derin ego)? Yalnızlık diye gelip durduğumuz noktayı, yıllar öncesinde bir sevgili fısıldamıştı kulağıma. Bu, kendisizliği değil, detaylandırılarak farklılaştırılmış kişiliğin "bu derece farklılaştırılmışlar" derinliğinde buluşma, denk düşme olasılığını tarif ediyordu. Birbirinden farklı geçmişlerin aynı anı devinmesi bile birbirine ayrı düşerken iki geçmiş kadar, ayrı ayrı devinerek birbirine denk düşmesini ummak insanların, hayattan, bütünden, detaydan koparıyor kişiyi. Ben bir başkasının yalnızlığa dair derinleştirilebilir mısrasında bu denli dalabilrum. Bu yazarın mı başarısı, benim derinliğim mi? Ya da burada mı yatıyor canlandırmaya çalıştığın beden? Yazar, kendisiyle boğmadan, kendisinden hareketle bir kimseyi kendisinde gezintiye çıkarabilendir yabancılık hissettirmeden. İşte bu dediğiniz yazarlar aslında sizin anladığınız şekilde mi anlarlar yoksa sizi ... dar-alan kapasitesi.Demokrasi bir düş olmanın ötesine geçemeyecektir bu kurumlarla korkarım ki. Bence çözüm için masaya oturalım, askerlere bir küçük kara parçası verelim, sırayla birbirlerine hükmetsinler ve onlar ersin muradına. Dikkat dikkat, bu bir ihbardır; azınlıkları tanımlamak, tanımlanan her bir parçadan sonra arda kalan parçayı da 'azınlıklar toplamı'nın karşısında azınlık yapacağından, potansiyel tehlike tanımının içine konumlandırmaktadır. Dolayısıyla onları da fişleyelim, hatta numaralandıralım ya da kurdale falan taktıralım. Önümüzdeki kış yakıt yerine parti parti kullanırız, yaza bir tek askerler çıkar, olmadı o zaman erersiniz murada. Bu olay yeri yerinden oynatmalı, bu ne rezilliktir? Korkunun kaynağı kendinsin ey asker zihniyeti; özgüven eksikliğinden olsa gerek bu. Bu ülkeye, kültüre,kültürel zenginliğe olan ilgimi, sevgimi, saygımı senin doğrularınla mı tartacağım ben? Bu ülkeye duyduğum sevginin gereği, sahip olduğun zihniyetle savaşmaktır. Beni de fişleyin...------------------------------------------------------------------------------boyutBu olayın ordunun yanında olmak ya da karşısında olmak gibi sadece iki boyutu yok. Demokrasi bir kültürdür, konumunu askere göre değil, demokrasiye göre alırsın. Yok almazsan, konuya tanımlardan yeniden başlaman gerekir. Ordu bile içine sindirmek durumundadır kendisinin ötesinde, üstünde olan demokrasi anlayışını, başka yolu yok... Bu fikri fakirlikle ne olacak halimiz? Bu hükümetle peki?Perihan MAĞDEN'in bu günkü yazısında çok başarılı ve zekice bir tespit vardı, onu almadan edemeyeceğim; Bu çok büyük bir talih, bir piyango: Adam gibi bir mülki amir pek çok şeyi değiştirebiliyor. Pek çoğu ise bukalemun gibi araziyle aynı rengi alıp 'Aman kimse beni görmesin/Fark etmesin' sonsuz pratiğiyle, günlerini doldurarak, bir üst mevkiye tayinini bekliyor.Tatilimden yorgun döndüm evet, ama tatil ve iş birbirlerinde birbirlerinin yorgunluğunu alıyorlar gibi sanki... :) Ama tatilde düşündüklerime kalan bir ben olmadı işin çarkına kendimi ait kılınca; içime sinercesine yazmak için yazmamaya yeniden başladım, düşün(e)memeye de öyle. Gittiğim ilk gün yöneticim; Sigarayı bıraktığını müjdeledi (sessiz bir şekilde sen benden çok içiyordun dedi ardından da), Spora yazıldığını söyledi Kitap okuma alışkanlığını yeniden canlandırmaya karar verdiğini söyledi (elinde kürşat başar vardı) Sonra da laf arasında kocamı da boşamaya karar verdim dedi gülerek. Ardına da, "yaptığım en hayırlı işin bu olduğunu düşünüyorsundur diye de ekledi; haklı... :) Üzüldüm sonra onun için, benimle bunları paylaşmaya hevesli olmasında yatan 'beni koyduğu yer' dolayısıyla kendini konumlandırdığı yer, müdahale etmeye çalıştığı hayat ve müdahaledeki isabetsizlikler.. Pozisyonunu buradan da hareketle doldurmaya çalışmasında, çok basitçe bu terfinin rüzgarına yelken açmasının izleri vardı. Umutlu olmak istiyordu, olsundu da zaten. Ama ben ona kızan kişi değil miyim? Şimdi hoşgörüme sığınıyor olmasını kendime nasıl anlatmalıyım dersin? Boşamaya durduğu kocası tam bir maço, şu an birlikte olduğu her halinden belliolduğuama telafus etmediği kişi de öyle. Kitap okuyanlara muhasebeleşmek için Kürşat BAŞAR'a sığınmakta yatan bilmezliğe, farkındasızlığa bir başka örnek bu koca değişikliği. Ben olumlu tarafından bakıp kızına örnek olması açısından onu aldığı kararlardan dolayı tebrik ettim, bir de 'askere gönderdiğimiz erkek arkadaşını daha çok seviyordum' dedim; 'o artık to late' dedi (o zamanlarda çocuk aklı başında kişiydi, kocası da ona uluyan kurtlu çakmaklar hediye eden alternatifi). İşte, tatilinden döndüğüm işimde yöneticim olan kadından portreler... Ben, en ince anlarına kadar güzelleştirilmiş bir iletişime özenmişken biriyle, törpüleyen sakallı bir yüze sürtünürcesine uyanıyorum tatilden. Ey 'fallen angel', senden gözümü aldığımda bunları, yorgunluklarımı görüyorum hep. Bana kattıklarınla birlikte, günün bir çok yerinde özlüyorum artık seni. Yarattığın rüzgardan hareket üretecek yelkenlerim vardı gibi bir his içindeyim. Bir terfiye yelken açmakla bir yeni iletişime yelken açmak arasındaki benzerlik, 'bilmekte değil, bilebilmekte yatar işin sırrı' tezine göre beni de sınıfta bırakıyor; hangi durakta durduğun değil, durduğun hata çünkü. Başka kelimelerle de anlatılır bu, bu kelimelerin seçilmiş olması nedeniyle onlara cevap vermemek de lazım; fikre odaklanmalı...Böyle de bir teraziye çıkmışlığımız var...Kaç zamandır dilimde; bir temkinli olma hali yüzünden kendimde sakladığım bir örtüşme içindeyiz. Tarif ettiğin her keyif, her üzüntü, içinde kendimi tam da hissettiğime karşılık geliyor. Kendimi hiç bu kadar kalabalık hissetmemiştim. Kendimde aynıyken başkalarına bambaşka birine dönüşüyorum; başkalarından saklı kendimde koruduğum cümleleri güneşe çıkarıyorum, sen çağırıyorsun içimden. Yüzümde, gözümde, elimde, sözümde bir barışma hali ... Temkinli olma durumu, bu sözlerin isabeti ile ilgili. İçimdeki bir coşkuya değil, bir dinginliğe hizmet ediyor seçtiğim sözcükler. Belki bir yoldayımdır sana doğru, belki de bir yoldayızdır ikimizce düşününce, ama oradaymışız gibi söylemiş olmak istemedim.Durup dururken, mesafesini de içinde barındıran bir güzel söze ne gerek vardı diye sorulur mu? Bu gün bir ara, yazarın, okurun zeki olduğunu düşünmesini sağlayacağı metinlerle yazması gerektiğini düşündüm. Şimdi de sana temkinli, önlemi alınmış bir mektup yazıyorum, hafif bir utanma ile ... ya da bu mektubu sana hiç göndermedim ben, seni üzmekten, kırmaktan çok korktuğumdan ve farkındayım ki her şey bende olup bitiyor; sen de; bende derlenmişsincesine ve bir alıntı; ben bir denizim kendi içinde taşan ben bir denizim uçsuz bucaksız kıyısız hür bir deniz..................Konuşarak başlamalı işe... Mobilyaların yuvarlak hatlarındaki ilave iş gücünün dürtüsü üzerine konuşarak başlayabilirdik mesela. Niye köşeli bırakılmayıp yuvarlatılmış, ve bu yuvarlaklık içine neler saklanmış acaba? İnsanlar aslında bilerek katmıyorlar işlerinin hamuruna yaşanmışlıklarını, bu kendiliğinden oluyor. Kişi, bunun olduğunu ancak çalkantılı bir hayatın geçişlerinde farkedebilir. Bu geçişlerin çokluğu, fark etme olasılığını arttırır. Tek tip hayat yaşayan insanımıza tesadüflerle rastlantılandırılacak bir istisna olur bu da. Neyse, kendimize geçelim... Kolayca kaybolabilir, bir sözün kıyısından uzağın büyüsüne kapılarak açılan insan. İşte bu kendiliğinden kendinden uzaklaşma hallerinde başkalarını yüzünün nasıl taşıdığına tanık olmak, kişinin kendisini taşıyışıyla ne anlatmak istediğine dair en önemli ipuçlarıdır. Bu anın içinde olmadığından söylemek istediklerim sana sabah bir uzaklıktan seslenme gibi olacak, belki de zor anlam yüklenebilecek ama yapabileceğim bir şey yok. Burada olmalıydın ki, sormalıydın senden uzaklaştığımda yolları...Yaşanmış bir kaderi yaşamak seni sen yapmaz, o yapar...OHAL koşullarının altında daha nelerin saklanmış olabileceğini düşünebiliyor ve bölge halkının çektiği eziyeti sadece tahmin edebiliyorum. Hele ki, jandarmanın açtığı ateşten yine jandarmaya sığınarak korunmak, savcılığa yapılan başvurularda savcılığın jandarmaya zabıt tutturması ile zaten açılmadan kapanan davaların altında ezilen özgürlükler, umutlar, diller, hayaller (bknz. www.ihd.org.tr) ...Ara Not: Olanları gizleyen bir örtünün altında 'köşe bucak' fantezilerini aklına getiren, askerlik süresince birikmiş olan arzunun gücüne zor karşı koyan erkek cinselliği, bu şartlar altında tecavüze hiç yeltenmemiştir kesinlikle.Bütün bu yetkilerin altında yatan; tek iradenin, doğrunun TSK lduğu, herkesin ona göre kendini ölçmesi gerektiği fikridir. Ordu laik cumhuriyetin teminattır; cumhuriyeti halktan korumaktadır. Fişlemedeki mantalite budur. Bay doğru, eğrileri takip etmektedir. Ordu, anlayabildiği cumhuriyet fikrinden taşan yanları törpülemek/düzeltmek üzere bilmekle yükümlüdür.Bunun abartmayıp küçümsesende yenir yutulur yanı yoktur. 'Yüce milli duygular(!)'ımızın şefkatine sığınan küçük kabahatlere dönüşme çabası gerçekleşmesi mümkün olamayacak bir 'imkansız'dır, lütfen.Böyle gör(ebil)en bakışınızın, haberleri sunan fikrinizin ve dilinizin estetiğini alkışladığımı bilmenizi ayrıca isterim.... dar-alan kapasitesi.Demokrasi bir düş olmanın ötesine geçemeyecektir bu kurumlarla korkarım ki. Bence çözüm için masaya oturalım, askerlere bir küçük kara parçası verelim, sırayla birbirlerine hükmetsinler ve onlar ersin muradına. Dikkat dikkat, bu bir ihbardır; azınlıkları tanımlamak, tanımlanan her bir parçadan sonra arda kalan parçayı da 'azınlıklar toplamı'nın karşısında azınlık yapacağından, potansiyel tehlike tanımının içine konumlandırmaktadır. Dolayısıyla onları da fişleyelim, hatta numaralandıralım ya da kurdale falan taktıralım. Önümüzdeki kış yakıt yerine parti parti kullanırız, yaza bir tek askerler çıkar, olmadı o zaman erersiniz murada. Bu olay yeri yerinden oynatmalı, bu ne rezilliktir? Korkunun kaynağı kendinsin ey asker zihniyeti; özgüven eksikliğinden olsa gerek bu. Bu ülkeye, kültüre, kültürel zenginliğe olan ilgimi, sevgimi, saygımı senin doğrularınla mı tartacağım ben? Bu ülkeye duyduğum sevginin gereği, sahip olduğun zihniyetle savaşmaktır. Beni de fişleyin...------------------------------------------------------------------------------boyutBu olayın ordunun yanında olmak ya da karşısında olmak gibi sadece iki boyutu yok. Demokrasi bir kültürdür, konumunu askere göre değil, demokrasiye göre alırsın. Yok almazsan, konuya tanımlardan yeniden başlaman gerekir. Ordu bile içine sindirmek durumundadır kendisinin ötesinde, üstünde olan demokrasi anlayışını, başka yolu yok... Bu fikri akirlikle ne olacak halimiz? Bu hükümetle peki?Anne ve Oğul ve Savaş ve Sözlerin YetemezliğiBu haberi, din, dil ırk ayrımının üstünde tutarak okumanızı öneririm. Haberin buraya alınmasında bir tarafa işaret edilmediğinin altını özellikle çizmek isterim.Gündem * İstanbul Film Festivali (10-25 Nisan 2004)Bu yıl Berlin'de En İyi Eşcinsel Film Ödülü almış olan "Bin Barış Bulutu Göğü Kuşatıyor, Aşkım, Sen Daima Aşkım Olarak Kalacaksın" adlı filmi öneririm (13/04, 16/04 ve 22/04'de). Detay ve festivaldeki diğer filmler için tıklayınız.* Boğaziçi Üniversite'sinde "Queer" Konferansı (19-20 Nisan / 09:30-19:00)Birçok başlık üzerine konuşulacak. Radikal yazarı Hasan Bülent KAHRAMAN'dan Murathan MUNGAN'a, Küçük İskender'den Mehmet Murat SOMER'e kadar birçok tanıdık isim konferasa katkıda bulunacak. Daha fazla detay ve konu başlıkları için tıklayınız.* Bilgi Üniversitesi'nde Sempozyum (7-8 Mayıs 2004)"Türkiye'de Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak" başlıklı sempozyum, Lambda İstanbul'un katkılarıyla yapılıyor. Detay ilgi için tıklayınız. --------------------------------------------Konu kendine hapsolmuş olmak Bana yazın: Eylül------------------------------------------TavsiyeGaleri;---marco carocari photography---, yine bir flash site, şık bir tasarım, harika fotograflar...;* Marco CAROCARİ Hans Photography, yoruma gerek bile yok. Siteyi görünüz;* Hans FAHRMEYERFilm;Lambda'da her hafta bir sohbet bir film gösterimi olduğunu hatırlatmak isterim...Kitap;Kaos GL 'nin 2003 Sempozyum Kitabı"Gey ve Lezbiyenlerin Sorunları ve Toplumsal Barış için Çözüm Arayışları" konulu 2003 Kaos GL Sempozyum'u bir kitapta toplandı. Daha fazla bilgi ve kitabı edinebilmek için tıklayınız...Eflatun Sufleler (Küçük İSKENDER);Şiir eleştirileri, şair eleştirileri ya da zaten birbirinin içinde oluşu nedeniyle her bir öğenin, sadece "Eleştiri"...Şiir tadında, eşlikçilerle bir gezinti sanki Küçük İskender'in seçimlerinde... Şiir sevenlerin arşivinde olmalı bence, ki bir yanıyla, içeriğince fihirist/secere diye bile bakılabilir kitaba-----------------------------------------Yazdan çekilmiyorum derken, kışa hazırlanma telaşında, bir Eylül vakti...