ÖNSÖZ
Özel Öğretim Yöntemleri dersinin bir gereği olarak yapılan bu araştırma kapsamında, konu olarak “Çanakkale Savaşları” seçilmiştir. Milletlerin tarihlerinde öyle olaylar, öyle savaşlar vardır ki, bu olay ve savaşlar milletlerin kaderini çizerek, geleceğine yön verirler. Yeni oluşumlar bu savaşların üzerine inşa edilir. İşte bu noktadan hareketle, Türk Tarihi için son derece önemli olan bu savaşı araştırma gereği duyulmuştur.
Çanakkale Savaşları konusu araştırılmaya başlandıktan sonra gerek okunan kitaplardan, gerek hocalarıla yapılan görüşmelerden ve gerekse İlber Ortaylı’nın konuşmalarından çıkarılan “Çanakkale’yi görmeden, Çanakkale ruhunu anlayamazsınız” mesajından hareketle Çanakkale’ye bir gezi düzenlenmiştir.
Şimdiye kadar verilen eğitim gereği Çanakkale hakkında bilinenler birkaç yer ismi ve tarihten öteye gidemediği için orada çok da fazla bir şey bulunabileceği umulmuyordu. Ancak oraya gidince görülenler, duyulanlar herkesi çok etkilemiştir.([1])
Bu konunun, derslerde nasıl işlendiği araştırılmış ancak bunun sonunda, ne öğretmenlerin bilincinde ne de ders kitaplarında Çanakkale Savaşları’nın önemli bir yeri olmadığı görülmüştür. Sebepleri ve sonuçları bakımından çok da önemli olmayan başka olay ve savaşlarla aynı zaman diliminde anlatılmakta ve kitaplarda sadece 1-2 sayfa ayrılmaktadır.
Milletimiz için var olmak ya da yok olmak anlamına gelen bu savaşın araştırılarak yeni yetişen nesile aktarılması için yapılan bu çalışmayla, vatanını , milletini seven; etkin ve üretken vatandaş yetiştirme politikasına katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
Bu araştırmaya başında beri destek veren, bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaşan Sayın Hocamız Cengiz DÖNMEZ’e, bize her konuda destek veren diğer hocalarımıza, araştırmamızın gerek hazırlanmasında ve gerekse sunulmasında bize yardımcı olan tüm sınıf arkadaşlarımıza ve bizimle Çanakkale’ye gelerek araştırmamıza katkıda bulunan arkadaşlarımız İsa KIR ve Serkan EROL’a teşekkürü bir borç biliyoruz.
Kariyerimizin başında, bilgisiz ve tecrübesiz olarak; hocamızın, ve arkadaşlarımızın desteğiyle hazırladığımız bu ödevin eksiksiz olduğunu ileri sürmek olanaksızdır. Yanlışlarımızı ve eksiklerimizi görmek açısından, herkesin bu araştırma hakkındaki eleştirilerine ihtiyacımız vardır. Bu eleştirilerin bizi daha ileriye görüreceği va daha başarılı araştımalar yapmamıza katkıda bulunacağı fikriyle bize görüş ve dilekleriyle destekte bulunabilecek herkese teşekkür ederiz.
Ali İhsan BAYKAL
Süleyman DEMİREL
İlyas ÖZTÜRK
Ankara , Mayıs , 2001
2O.yy. başlarında Avrupa’daki sömürge yarışları, devletlerin yeni sömürgeler elde etme isteği ve birbirlerinin sömürgelerini ele geçirme planları, Avrupa’daki devletleri kutuplaşmaya götürmüş ve her an birbiriyle savaşmaya hazır olan devletlerin silahlanmaya başlamasıyla birlikte çok geçmeden de 1.Dünya Savaşı başlamıştır.
Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nda yenilen, prestijini kaybeden Osmanlı İmp.’nun emperyalizmin pazar yarışında ne işi olabilirdi? Ve tarafsız kalmalıydı; ancak kaybedilen toprakları geri alma, eski güçlü günlere dönme isteği ve beraberinde Enver Paşa’nın kendi başına aldığı kararlarla Osmanlı İmp. Almanya’nın yanında savaşa katılmıştır.
Boğazlar tarih boyunca önemini hiç kaybetmemiştir ve bu nedenledir ki, Çanakkale cephesi açılmıştır. Bununla birlikte Rusya’ya yardım etme, Osmanlı’yı savaş dışı bırakma gibi nedenlerle itilaf devletlerince Çanakkale cephesi açılmıştır.
Başlangıçta İngiltere, Türklere bir gemi bile yeter, bizim bayrağımızı görünce Türkler kaçar ve İstanbul’u hiç mermi atmadan alırız deseler de, elinde çok kıt kaynaklar olan, silahları ve cephanesi eski ve çok az olan Türk Milleti, karşısındaki yenilmez armadalarla, teknolojinin son harikası ordularla ölümüne mücadele etmiş ve bu aziz devleti, ait olduğu millete, Türk Milletine kazandırmıştır.
Bu savaşın sonunda: uzun zamandır süren, Türk ordusundaki eziklik ortadan kalkmış ve artık savaş kazanabilecekleri fikri uyanmıştır, ayrıca itilaf devletleri prestij yitirmiş, 1.Dünya Savaşı uzamış, Rusya savaştan çekilmiş ve Türk Milli Mücadelesinin ilk tohumları atılmıştır.
GİRİŞ
Türk Milleti; atalarını, dedelerini bu aziz devletin ve kutlu toprağın uğruna şehit vermiş bir milletdir. Bu yüzden Türk Milleti’nin tarihiyle sıkı ve kopmaz bağları vardır. Bugünü canlı tutabilmek ve geleceğe güvenle bakabilmek adına en önemli beslenme kaynağı geçmişdir. Sıradan ve basit olaylar diye küçümsenerek unuttulduğu takdirde bunun faturası karşımıza milletin hafızasının uyuşması ve geçmişinden kopması şeklinde çıkar. Oysa milli varlığın devamı bu hafızanın sürekli canlı tutulmasına bağlıdır. ([2])
Yahya Kemal 9 yıl boyunca kaldığı Fransa’da Fransızca olarak yazılmış “Çanakkale” konulu biçok kitaba rastlayınca Çanakkale ile ilgili Türkçe eserleri araştırmaya başlamış, ancak sonuç bir hüsran olmuş. Batıda edebiyatın beslenme kaynaklarının başında milli tarih gelirken, yani edebi eserlerinde asıl kaynak kendi tarihleriyken, Türk Edebiyatında böyle bir şey söz konusu değildir. ([3])
Milletimizin varoluş destanlarında biri olan Çanakkale Savaşları hakkında kapsamlı araştırmaların olmaması, ders kitaplarında etraflıca anlatılmaması gerçekten hazindir. Oysa ciddi bir tarihi geçmişe sahip olmayan A.B.D.’de yazılı ürünlerden Holywood filimlerine kadar bir çok alanda Kızılderili mücadelesinin, kuzey-güney savaşının ve Vietnam Savaşı’nın nasıl tekrar tekrar ve milli menfaatler doğrultusunda anlatıldığını görünce kahrolmamak elde değil.
Amerikan filmleriyle büyümüş gençlere sorulduğunda, çoğu Vietnam’dan A.B.D.’nin zaferle ayrıldığını söylemektedir; çünkü öyle filmler çekilmiş, öyle yazılar yazılmıştır ki, bunları okuyanlar, izleyenler A.B.D.’nin birçok kahraman çıkararak bu savaştan galip ayrıldığını düşünmektedirler. Oysa tam tersidir, A.B.D. bu savaşta yenilmiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır. İşte sonu böyle hüsranla biten bir olayı bile milli çıkarlara uygun olacak şekilde tekrar tekrar ve insanları etkileyerek yayan bir düşünceye karşılık, Türk Milleti’nin tarihinde Çanakkale gibi bir destanı var; ama bunu ne kitaplarda, ne derslerde, ne de filimlerde yeni yetişen nesile anlatamamaktadır.
Bu milletin hangi güçlere, hangi yenilmez armadalara karşı, hangi kıt kaynaklarla ve hangi inançla karşı koyduğu; bu toprakların her karışının şehit kanlarıyla sulandığı yeni yetişen nesile anlatılamadığı sürece, yeni yetişen nesilde devlet-millet bilincinin oluşması beklenemez.
Bu yüzden Türk Milleti’nin içinde bulunduğu şu zor şartlarda bütün suçu IMF’de, Dünya Bankası’nda ya da Avrupa’da aramak yanlıştır. Asıl suçlu: Vatanını – milletini sevmeyen, kendini milletin üzerinde gören, bu devletin hangi zor şartlarda kurularak bugünlere ulaştığını bilmeyen, sözde Türk Vatandaşı hırsız, yalancı yöneticilerdir.
Savaş kararı kamuoyuna duyurulunca İngiltere’de büyük heyecan uyandırmıştır. O zamanların ünlü şairi Robert Brock’un şu satırları Batının Türk Milleti üzerindeki emellerini göstermesi açısından önemlidir.
“ … Bu inanılmayacak kadar güzel birşey. Talihimizin bize bu kadar yardım edeceğini hiç tahmin etmiyordum. Gidiyoruz. Galata Kulesi 15 pusluk toplarımızla yerle bir edilecek. Deniz kana boyanıp leş gibi olacak. Ayasofya’nın mozayiklerini, halılarını yağma edeceğiz. Türk lokumları (kadınları) benim olacak. İnanıyorum ki bir devrin kapanışına şahit olacağım.
Tanrım, hayatımda bu kadar mesut olmamıştım. Sırf bir tarafa akan bir ırmak gibi çocukluğumdan beri içimde bu arzunun, İstanbul’a gidecek askerler arasında bulunmak hevesinin, bulunuşunu şimdi iyice anlıyorum.” ([4])
İşte bu noktada öğretmenlerin görevi: geçmişteki emelleri günümüzde de devam eden batıyı çocuklara en iyi şekilde anlatmak, Çanakkale gibi milli destanlarımızı öğreterek, vatanını-milletini seven etkin ve üretken nesiller yetiştirmektir.
BİRİNCİ
BÖLÜM
ÇANAKKALE
SAVAŞLARI ÖNCESİ DURUM
1.1 Avrupa’nın Durumu
20.yy. başlarında sanayi devrimini gerçekleştirmiş, zenginleşmiş, belli bir refah düzeyine ulaşmış Avrupa, gerilim ve korku içindeydi. Avrupalı devletler fakir , gelişmemiş ülkeleri sömürgeleştirmişler ve bunların sırtından zenginliklerine zenginlik katmışlar; ama gelin görün ki, Almanya bu dönemde baş ağrıtmaya başlamıştır. Hızla sanayileşen, ekonomisini düzelten ve buna paralel olarak güçlü bir ordu kuran Almanya geç kaldığı bu sömürge yarışına katılmak ve bu pastadan pay kapmak istemiş, bunu gerçekleştirebilmek için de ilk olarak İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerine göz dikmiştir. ([5])
Rusya, 1914 Martından itibaren Sırbistan, Yunanistan ve Romanya arasında Balkan Ligi kurmak için çalışmalara başlamıştır. Bu lige Bulgaristan’ı ve Osmanlı’yı da katmak isteyince Avusturya karşı taaruza geçmiş ve Bulgaristan ve Osmanlı ile anlaşma zeminleri aramıştır. Balkan hakimiyeti için yapılan bu yarışta Almanya Avusturya’yı desteklemiştir; çünkü Balkanlarda güçlü bir Rusya’nın varlığı Almanya’nın “doğuya doğru” politikasını gerçekleştirememesi demekti ve Almanya Avrupa içlerinde hapsedilecekti. Bu politika Almanya ve Avurturya’nın yakınlaşmasına neden olmuştur.([6])
Rusya 1904-1905’te Japonya’ya yenilince yeniden batıya yönelmiş ve hedefini herzamanki gibi yine Osmanlı boğazları olarak belirlemişti. Buna İngiltere ve Fransa ticaret yollarının ve sömürgelerinin güvenliği için karşı çıksa da Almanların güçlenmesi, “doğuya doğru” politikası ve Osmanlı’yı sömürgeleştirme hareketlerinin başlangıcı “Bağdat Demiryolu Projesi”, Rusların bu isteklerinin kabul edilmesine neden olmuştur.
İtalya’da aynı Almanya gibi birliğini geç tamamlamış ve sömürge yarışına sonradan katılmıştır. O da Almanya gibi yeni sömürgeler elde etmek istemiştir ki, bu düşünce Almanya ve İtalya’yı yaklaştırmıştır.
Tüm çıkar ilişkileri sonunda 20.yy.’da Avrupa iki kutuba ayrılmıştı, bu kutuplardan biri olan itilaf devlerleri; İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşmaktaydı. İkinci kutup ittifak devletleri ise; Almanya,Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşmaktaydı. İtalya daha sonraları tarafsızlığını ilan edip savaştan çekilecektir.
Bu devletler birbirleriyle büyük bir silahlanma yarışına girişmiş ve gerginlik iyice artmıştır. 28 Haziran 1914 tarihinde Avusturya veliahtının Saraybosna’da bir sırplı tarafından öldürülmesiyle savaş başlamıştır. Bunun üzerine Avusturya Sırbistan’a savaş ilan etmiştir. Sırbistan’ın koruyucusu durumundaki Rusya’da Avusturya’ya savaş ilan etmesiyle başlayan sürecin sonunda iki kutup devletler birbirlerine savaş ilan etmişlerdir. ([7])
1.2 Osmanlı’nın Durumu
Üç kıtaya hakim olan, içinde birçok millet barındıran Osmanlı İmparatorluğu 20.yy.’ın başlarında gücünü kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertiyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti Doğu Trakya dışında Avrupadaki bütün topraklarını kayetmiş, gücünü ve saygınlığını yitirmiştti. ([8])
1.3 Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi
Devlet yöneticileri ve halkın çogunluğu kaybedilen toprakları geri kazanmak ve Balkan devletlerinden öc almak istiyorlardı. Basıda devamlı bu yönde telkinde bulunuyordu. Ancak bunu nasıl yapılacağı belli değildi. Trablusgarp ve Balkan Savaşları zaten sayıf olan Osmanlı Ordusu’nu iyice zayıflatmıştı. Halkın güveni ve morali yitirilmişti. Bu yüzden güçlü devletlerle ittifak yaparak savaşa girmek ya da tarafsız kalmak tercihlerinde biri seçilmeliydi. Devlet yöneticileri ve halkın büyük bir çoğunluğu güçlü İngiltere ve Fransa’yı tercih ederken sadece Almanya’da eğitim görmüş olan Enver Paşa ve arkadaşları Almanya’yı istiyorlardı. ([9])
Ancak itilaf devletleri “hasta adam” olarak gördükleri Osmanlı Devletinin savaşa girmesini istememişler, Osmanlı Devleti itilaf devletleri yanında savaşa katılırsa itilaf devletleri Osmanlı’ya asker ve malzeme yadımında bulunacaktı ki, bu da itilaf devletleri için son derece zararlı olurdu. Savaşın kısa sürede biteceğini düşünen Almanya da başta, Osmanlı Devleti’ni yanında görmek istemiyordu. Ancak savaşın uzamasından ve Almanların birçok cephede savaşıyor olmasından dolayı Almanya Osmanlı Devleti ile gizli bir antlaşma yaparak Osmanlı Devletini kendi yanında savaşa katmıştır.
Cezayiri bombalayan ve Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi Çanakkale Boğazına yönelmişti. Osmanlı develeti tarafsız olarak ya bunları kabul etmeyecekti ya da silahsızlandıracaktı ancak Almanların baskılarıyla ve Enver Paşa’nın emriyle boğazlardan içeri alındılar. İngiltere’den alınamayan iki geminin yerine satın alındığı açıklanarak isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi. ([10])
Yavuz ve Midilli, Enver Paşa’nın Alman hayranlığı yüzünden, kendi kişisel kararlarıyla bu gemileri kabul etmesi ve bu gemilerin Osmanlı Devleti’ni savaşa sokması nedeniyle tarihçiler tarafından “dünya tarihinde bundan pahalı gemi yoktur.” diye nitelendirilmişlerdir. ([11])
Amiral Souchon komutasında Karadeniz’e açılan Yavuz ve Midilli önderliğindeki 11 gemilik Osmanlı Donanması Rus limanlarını bombalamış ve Osmanlı Devletini fiilen savaşa katmıştır. Bunun ardından itilaf devletleri peşisıra Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişlerdir.
1.4 Çanakkale Cephesinin Açılma Nedenleri
Osmanlı’nın elinde bulunan boğazlar konumları nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşımaktaydı. Tarih boyunca uğurlarında nice savaşlar yapılan boğazlar; ekonomik, stratejik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydiler.
İtilaf Devletlerinin Çanakkale cephesini açma nedenlerinin başında, boğazların bu önemi gelmektedir. Ayrıca Rusya savaşa daha fazla devam edemeyeceğini malzeme yardımına ihtiyacı olduğunu açıklamıştı. Rusya savaştan çekilirse Almanya daha da güçlenecek ve tüm gücüyle itilaf devletlerinin üzerine saldıracaktı ki, bu da itilaf devletlerinin sonu olurdu. Bu amaçla mutlaka biranevvel Rusya’ya yardım götürülmesi gerekiyordu. Rusların elindeki zengin buğday da itilaf devletleri açısından son derece stratejik bir öneme sahipti ve mutlaka Rusya’ya ulaşılması gerekiyordu.
İtilaf
Devletleri, boğazları ele geçirirlerse Almanya’dan yeterli yardımı alamayacak
olan Osmanlı Devleti’nin barışa razı olacağını düşünüyorlardı. Ayrıca boğazları
ele geçirmek demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı Devleti ve tüm Avrupa
üzerinde manevi bir yıkıma neden olmak demekti. İstanbul’u alarak Müslüman
dünyasını etki altına almak ve Halife’nin ilan ettiği Cihad’ı da tesirsiz
kılarak Müslüman sömürgeler üzerindeki baskılarını artımak istiyorlardı.
Avrupada tarafsız kalan bir çok güçlü devletin bu başarıya kayıtsız
kalamayacağını ve itilaf devletlerinin yanında savaşa katılacağını
düşünüyorlardı. ([12])
İşte bu ve benzeri nedenler itilaf devletlerinin Çanakkale cephesini açılmasına neden olmuştur.
İKİNCİ
BÖLÜM
ÇANAKKALE SAVAŞLARI
Türk tarihinde önemli bir yeri olan Çanakkale savaşlarını biz istemedik. Biz açmadık.Türkler için bu savaşlar meşru bir savunma hareketidir. Karşı taraf için ise bu muharebeler, bir çıkmaz idi.([13])
İtilaf devletleri bu savaşı açmıştır. Açmaları da gerekiyordu. Çünkü Almanya iki cephede savaşmak zorunda kaldığı gibi itilaf bloğunun oluşturan Fransa, İngiltere ve Rusya ne denizden ne de karadan bir bütünlük sağlayamadılar. Rusya silah, mühimmat, uçaklar, ağır silah ve mermileri ve nihayet ilaç, yiyecek bakımından da batı devletlerinin kaynaklarına bağlanmazsa, er geç çökebilirdi. Rusya'yı batı silah endüstrisi ile, Amerika ve G.Amerika'nın gıda ve her türlü üretim kaynaklarının bağlamak lazımdı. ([14])
Yoksa, Rusya'nın savaşta çökmesine ve ihtilale neden olabilecek durumdu. Almanya böylece bir cephede savaşır duruma gelecekti. İşte İtilaf devletleri bu durumu önleyebilmek için Çanakkale savaşlarını açmışlardır.
İngiliz ve Fransız donanmalarından oluşan bir filo Amiral Carden komutasında Çanakkale'ye geliyorlardı. Amiral Carden'in 15 Ocak 1915 tarihinde yaptığı dört aşamalı taarruz planına göre: Boğaz bir ay içinde geçilmiş olacaktı. Buna göre birinci aşamada dış savunma tabyaları imha edilerek ortadan kaldırılacak, ikinci aşamada orta savunma tabyaları ve üçüncü aşamada iç savunma tabyaları yok edilecek, dördüncü ve son aşamada ise; boğazda arta kalan mayınlar temizlenecek boğaz emniyet altına alınacak, Marmara Denizi'ne çıkılacak ve İstanbul'a girilecekti.Boğazın kara bölgesinde güvenliği sağlamak üzere Midilli'de yeterince kara kuvveti toplanacaktı. ([15])
Ancak Amiral Carden, ne yazık ki Napolyon'un bir sözünü unutuyor: "Türkler öldürülebilir ancak asla mağlup edilemezler." ([16])
Uzun menzilli ve büyük çaplı gemi topları Çanakkale Boğazı'nın iki yanına kan, ölüm ve dehşet saçtı. Mermisi kısıtlı, menzili kısa ve çapları nispeten küçük olan toplarımızla fazla etkili olamadık. Ancak, Türk topçularının akıl almaz kahramanlıkları, onları yine Çanakkale - Kilitbahir çizgisinde durdurdu. ([17])
19 Şubat taarruzunda Boğaz girişindeki savunma hattını oluşturan tabyalarımızın düşmesi bazı önemli siyasal sonuçlar da doğurmuştur. Şöyle ki:
Henüz tarafsızlığını sürdüren İtalya, İtilaf Devletlerine daha sıcak bakmaya başlamış, Bulgaristan'ın yüzü Almanya'ya dönük iken bu durum üzerine çekingen bir hal almıştır. ([18])
Ancak Bu başarıya rağmen istenilen duruma gelinemediğinden Amiral Carden sinir krizleri geçirerek istifa eder ve onun yerine Amiral De Robeck getirilmiştir.
Amiral De Robeck'in yaptığı plana göre Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemileri ve İnfilekxible muharebe kruvazöründe oluşan 1.Tümen saat 10:30 'da boğazdan içeri girdi.(A savaş hattı) B hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Triumph ve Prince George adlı iki ingiliz muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından harekete geçti ve Bhattı önündeki yerini aldı. Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, Irresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic' ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B hattında son olarak yakın muharebe yapılarak tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlayacaktı. ([19]) Ancak Türk askerinin inancı ve Nusret mayın gemisinin son kalan 26 mayını diğer mayınlardan farklı olarak döşemesi savaşın gidişatını Türklerin lehine değiştirecekti.(18 Mart 1915)
Planın bir kez daha uygulanamadığını ve başarıya ulaşılamadığını gören ve gücünün % 35'ini kaybeden Amiral De Robeck " Çanakkale'nin geçilemeyeceği " gerçeğini kabul ederek Ocean, İrresistible, Bouvet zırhlılarını boğazın mavi, derin sularına bırakarak donanmasını geri çekti. Savaşın sonunda düşman 800'ü aşkın kaybına karşın Türk tarafının kaybı 4 subay, 40 er ve 74 yaralıdan ibaretti. Çanakkale Boğazı'nın kara gücü olmadan, yalnız donanma ile geçilemeyeceği kesinlik kazanmıştır. ([20])
Yalnız, İngilizler için bu yenilgi kaldırılamayacak kadar ağırdı. Çanakkale Boğazı'nı bir gemi ile bir haftada dahi geçebileceklerini söylerken nasıl olurda devrin en modern silahları ile donatılmış, hiçbir yenilgisi olmayan bu donanma Türklere karşı yenilirdi. Bu kaybedilen prestijin yeniden kazanılması için tekrar bir deniz savaşı yapılması isteğinin fazla olmasına rağmen General Hamilton'un verdiği raporda kara desteği olmadan Çanakkale'nin geçilemeyeceğini katı bir dilde ifade etmesi üzerine Çanakkale kara savaşları için hazırlıklar başlayacaktı.
18 martdan 25 nisana kadarki zaman, düşmanın keşif ve oyalama hareketleri ile geçer. Düşman boğazın geçilemeyeceğini anlayıp, yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını işte bu arada tamamlar. ([21])
İtilaf Devletleri, General Hamilton komutasında büyük bir kuvveti; Limmi Adası'nın Mondros Limanı'nda ve yöredeki Yunan Adaları'nda topladılar. Genel karagah Mondros Limanı'ydı. Bu Kuvvetler ([22]) ; 80.000 kişilik savaş gücü ve
16 Zırhlı 36 Mayın gemisi
12 Kruvazör 2 Hastane gemisi
17 Muhrip 86 Nakliye gemisi
12 Denizaltı 222 Çıkarma gemisi
1 Uçak gemisi 2 Tamir gemisi
1 Balon gemisi 42 Uçak gemisi
Doğu Akdeniz Sefer Kuvetleri Başkomutanı General Hamilton, asıl çıkarma yeri olarak Seddülbahir ve yakın çevresindeki kıyıları seçti. Alçıtepe blokunu bir hamlede ele geçirerek, Boğazdaki Türk topçusuna etkili olabilecek bir kıyı başını mevzi tutarak, burada Kilitbahir platosuna taarruz edecekti. Emrinde kuzeyde (Kabatepe) kullanmayı planladığı birinci Avustralya ve Yeni Zelanda Tümeni ve iki adet Seylan ve Hint taburlarından oluşan Anzak kolordusu bulunmaktaydı. Kumkale' ye çıkarma yapmayı düşünüyordu ve genel ihtiyat olarak kullanmayı amaçladığı İskenderiyye üssündeki 29. Hint Piyade Tugayı vardı. Seddülbahir bölgesine çıkacak kuvvetler General Hunter Weston' un komutasında toplanmıştır.
Seddülbahir bölgesindeki çıkarma yerleri:
· (S) Morto Koyu ve Hisarlık Burnu
· (V) Ertuğrul Koyü ve Seddülbahir Köyü iskelesi
· (W) Teke Köyü (Antepe ve Karacaoğlan tepesi)
· (X) İkiz koyu
· (Y) Zığındere ( Sarıtepe) ([23])
İtilaf Devletleri kara savaşları için hazırlıklarını yaparken Türk tarafında neler oluyordu? Türkler de 5. Ordu'yu kurar. Ordunun başına Mareşal Limon Von Sanders getirilir. Kendisi Türk komutanların aksine çıkarma hareketinin Saroz Körfezi civarına bekler. Ve elinde bulunan 6 tümenden, ikisini Saroz Körfezinin savunmasuna, iki tümeni Seddülbahir ile Anafartalar arasındaki kesimin savunmasına; diğer ikisini de Asya kısmına tahsis etmiştir.
25 Nisan'da ise önce yarımada ile Trakya arasındaki Saroz Körfezine ve Boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yapılır. 26 Nisan'da Rumeli tarafındaki giriş noktasında (Seddülbahir) çıkartma başlar. Bu çıkartma Ege denizine bakan Kabatepe ve Arıburnu kıyılarındaki çıkartmalarla hedefini belli eder.
Bu arada Boğaz ağzının Anadolu köşesindeki şaşırtma çıkartmalarıda kansız geçmez. Mesela 26 Nisan'da Kumkale'ye yapılan 3000 kişilik çıkartmalar boğazın Rumeli giriş köşesi olan Seddülbahir çıkıntısı ile yarımadanın Ege Denizi'ne bakan güney kıyılarında cereyan edecekti. ([24])
2.1 SEDDÜLBAHİR BÖLGESİ
ÇIKARTMALARI
TEKE KOYU (W SAHİLİ):
25 Mayıs 1915 saat 06:00'da öncü kıtalar Euryalus zırhlısı ile nakledilmişlerdi. Sonra bunlar dörder kayıktan oluşan sekiz gruba ayrıldılar. Ve her grubu bir gemi çekerek aynı hizada sahile yaklaştılar. Teke Koyunda bir çok savunma mevzileri hazırlanmıştı. Savaş gemileri buraları sert bir şekilde bonbardıman etmişlerse de su altındaki dikenli tel manilerini hiçbir şey yapamamışlardır. Çünkü böyle bir engel yapılmış olduğunu bilmiyorlardı. Çıkartılan birliklerden pek çok asker bu engellere takılarak ağır kayıplara uğratıldı.
MORTO LİMANI (S) SAHİLİ:
Mondros’tan Cornwallis zırhlısıyla çıkarma yerinin ilerisine kadar getirilen ve sonra kayıklara bindirilen 3 bölük, topçularımızın bu kayıkların bir kısmını batırmasına rağmen düşman zırhlılarının himayesi altında karaya çıkmaya başarılı oldular.20 dakika gibi kısa sürede Türk siperlerinin ve Eski Hisarlık sırtlarını ele geçirdiler. İhtiyatta bulunan 26. Alayın bir taburu bu bölgeye gönderilerek düşmanın ilerlemesi durduruldu.
ZIHINDERE KOYU:
25 Nisan 1915 sabahı saat 11:00 sıralarında bu bölgeye çıkarılan kuvvetlerin görevi " Seddülbahir'deki Türk kuvvetlerinin irtibatını kesmek ve güneydeki harekata yardım etmektir. " Bölgede Türk savunma kuvveti bulunmadığından çıkarma çok kolay ve zaiyatsız gerçekleştirildi. Bu çıkarmanın maksadı kısa bir sürede Kirte'yi alarak ileride çarpışanların arkasını kesmekti. Daha sonra ihtiyatla tuttuğumuz bölüklerden buraya gönderilerek ilerlemeleri durdurulmuş ve sahile kadar geri çekilmek zorunda bırakılmıştır.
İKİZ KOYU (X) SAHİLİ
25 Nisan 1915' de düşman bu bölgeye saat 16:00 dan 17:00 ye kadar Inflexible harp gemisinin desteği altında buraya asker çıkardılar. Bu kıyıda sadece bir manga Türk askeri bulunmaktaydı. Çıkan düşman kuvvutleri kolaylıkla sahili ele geçirerek iç bölgelere doğru ilerledi. Karacaoğlan Tepesi'ni ele geçiren düşman kuvvetleri Teke koyu çıkarmasına destek oldu. Bu bölgeye gönderilen takviye bölüklerin hücumu sonucunda Karacaoğlan Tepesi geri alındı. Düşman durduruldu.
27 NİSAN 1915 KİRTE MUHAREBELERİ
29. İngiliz Tümeni çok zaiyat vermiş ve hedefledikleri Alçı tepeyi almaktan vazgeçerek Kirte'ye işgale karar verdiler. Ancak yapılan 1., 2. Ve 3. Kirte muharebeleri de onlar için başarısızlıkla sonuçlandı
I. Kirte muharebeleri sona erdiğinde İngiliz ve Fransızların zaiyatı 3000 kişiyi bulmuştu. Türkler ise 2378 kişi kaybetti . ([25])
II. Kirte muharebesinde üç günlük toplam zaiyatımız 2000 kişiye yakındı. İngiliz ve Fransız kuvvetleri 6500 kişi kaybetmişti. ([26])
III. Kirte muharebeleri süresince eldeki belgelere göre Türk tarafının zaiyatı toplam 65 subay ve 4952 erdi. ([27])
2.2 ARIBURNU-CONKBAYIRI MUHAREBELERİ
(25 NİSAN -20 ARALIK 1915)
İngilizlerin buradaki planları Muharebe gemileri ve Muhriplerin korunmasında Avusturalya öncü Tugayı ve bunun arkasını takip edecek II. Tugay'ın başlıca vazifesi:
Kabatepe'yi temizlemek, Kanlısırt ve Conkbayırı'na kadar hakim olan sırtları elde etmek ve daha geriden gelecek kuvvetlerde karaya çıktıktan sonra Maydos'a doğru ilerlemektir. ([28])
Ancak, gemiler gece karanlığında saat 03:20 sularında karaya yanaşırken, karanlık ve tahmin edemedikleri akıntı yüzünden kuzeye doğru sürüklenmiş ve kumluk bir kıyı olan Kabatepe yerine, sarp bir kıyı olan Arıburnu önlerine kadar gelmiştiler. Burayı Kabatepe zannederek plan gereği Kabatepe'nin biraz kuzeyine çıktılar ve kuzeye doğru Balıkçı Damlarına doğru ilerlediler. Bu bölgede Türk birliklerinden 27. Alayın 2.Taburundan 4. Bölüğü bulunuyordu.
Bu bölgede yapılacak savaşların sonuçlarının Türkler lehine olmasında bir kişi önemli rol oynayacaktır. İngiliz yazarı Alan Moorhear, Gelibolu kitabında şunları yazar:
"O genç ve dahi Türk şefinin o esnada orada bulunması, müttefikler bakımından, talihin en acı darbelerinden biridir. ([29])
Daha sonra bir misyonu yüklenerek Türk milletinin geleceğinde önemli roller üstlenecek bu kişi Mustafa Kemal ATATÜRK'tür.Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı başladığı sıralarda Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Sofya'da ateşemiliterdi.Ölüm kalım savaşına giren yurdunun geleceğine seyirci kalmak yerine, faal bir asker olmayı tercih ederek Başkomutanlıktan bir görev istedi. Israrı üzerine 1 Şubat 1915'te Tekirdağ'da kurulmakta olan 19. Tümen Komutanlığına atandı.Bir aydan kısa bir zamanda tümeni hazırladı ve 25 Şubat'ta 19. Tümen Eceabat (Maydos)' ta idi. Daha sonra ordu ihtiyati olarak Bigalı bölgesine intikal etti. (57.,72 ve 77. Alay) ([30])
Mustafa Kemal, gözleri öünde cereyan eden büyük deniz taarruzlarının düşman için yenilgi ile sonuçlanmasından sonra, düşmanın kara harplere girişeceğini anlamıştır. Bu görüşünü etrafa bildirir. ([31])
Bu düşüncesine pek itibar edilmez. Ancak onun haklılığı 25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu istikametinde gelen top seslerinden anlaşılır. Arıburnu sahasını karumaya birlik kumandanından gelen raporda düşman Arıburnu sırtlarına asker çıkardığı bildirilmekte,bir tabur askerin yardıma gönderilmesi istenmektedir.Mustafa Kemal bu işin bir taburluk yardım meselesi olmadığını bilir. Hemen tertibatını alır. Süvari bölüğünü yarımadanın en yüksek tepesi olan Kocaçimen Tepesi'ne sevk ederken, bağlı olduğu kumandanla da (Esat Paşa) temaslarını tamamlar. ([32])
Mustafa Kemal Kocaçimen Tepesi'ne geldiğinde durum hiç de iç açıcı değildi. Çünkü bulunduğu yerden düşman gözükmüyordu. Yanına yaveri ve bir iki subayla Conkbayırına ilerler. Mustafa Kemal ATATÜRK bizzat kaleme aldığı Anafartalar hatıralarında o anı şöyle anlatmaktadır:
"Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta daha doğrusu kaçmakta olduğunu gördüm." ([33])
Bizzat bu askerlerin önüne çıkarak:
- Niye kaçıyorsunuz? Dedim.
- Efendim, düşman!... dediler,
- Nerede?
- İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
O zaman artık bunu bilmiyorum bir muhakame-i mantıkiye midir? Yoksa sevki tabii ile midir? Bilemiyorum. Kaçan askere:
- Düşmandan kaçılmaz! Dedim.
- Cephanemiz kalmadı! Dediler,
- Cephaneniz yoksa süngünüz var dedim ve süngü taktırdım, yere yatırdım.
Bu asker süngü takıp yere yatınca düşman askerleri de yere yattı.
Kazandığımız an bu andır. ([34])
Çünkü eğer bu askeri birlik M.Kemal'in birliğin bulunduğu yere gelmiş olsaydı yapabilecek bir şey yoktu. Bu emrini verdikten sonra yanındaki subayları göndererek Koca çimen de beklemekte olan birliği (57. Alayı) getirmelerini istedi. Birlik geldiğinde M.Kemal'in emri şuydu.
-Size ben taarruz emretmiyorum;ölmeyi emrediyorum... Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir... ([35])
O günkü savaşta düşman tekrar sahile kadar çekilmek zorunda kalmıştı. 57. Alay'a ne oldu derseniz alayın erlerinden subayına kadar hepsi o gün şehit düştü. İşte o askerler öldürmeyi ve ölmeyi bilen askerlerdir.
M.Kemal ATATÜRK'ün artık önlenemez bir yükselişi başlayacaktı. Arıburnu Komutanlığı, Anafartalar Cephe Grubu Kumandanlığına kadar gelir.
Bu topraklardaki savaşlar bir meydan harbi değildir. Bir harekat harbi değildir. Bu savaşlar birer avuç denebilecek dar topraklar üzerinde binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce insanın kucak kucağa, boğaz boğaza boğuşması, gırtlaklaşmasıdır. ([36])
M. Kemal düşmanın çekileceğini sezinlemişti. Düşmanın Gelibolu topraklarında başarı şansı kalmadığını anlamıştı. Düşmanın sessizce kaçmasına meydan bırakmamak, ona son cezasını da vermek için yeni bir taarruz teklif etti. Fakat ona verilen cevap:
" Artık tek asker bile feda edilecek durumda bulunulmadığı " idi. ([37])
Kumandanlık bunu çevirmekte haklıydı. Çünkü Osmanlının savaştığı cepheler çok fazlaydı. M.Kemal bunun üzerine İstanbul'a döner. İstanbul'da ilginç bir olay yaşanır. Harp Mecmuası kapağını Çanakkale kurtarıcısı olarak M.Kemal'in resmini kapak yapmak ister. Enver Paşa'nın emriyle amcası Halil Paşa'nın resmi konmuştur. Söylendiğine göre Enver Paşa:
-Muaffakiyet askerindir. Şahıs sivriltmeye lüzum yok emrini vermiştir. ([38])
2.3 Çanakkale Savaşlarında Düşman
Tahliye Planı
İngilizlerin iki korkusu vardı:
1-Tahliye haberinin duyulması. 2- Havanın bozup tahliyeyi güçleştirmesi.
18 Aralık 1915'te tahliye işlemlerinin birinci safhası tamamlandı. Ön siperler eskisi gibi kuvvetle tutulmuş olduğu halde bunun gerisini tamamen boşaltılmış bulunuyordu. Bundan sonra üç gece devam eden ikinci safha başlıyordu. Her gece askerlerin üçte biri iskelelerden alınarak sandallarla Mondros ve İmroz'dan hareket eden vapurlara taşınıyordu. 20Aralık 1915 sabahına kadar bütün tahliye işlemleri tamalanmıştı. ([39])
Tahliyenin sezinlenmemesi için:
-Yollara hatta siperlerin içine battaniyeler serilmiş;böylece gece yapılacak yürüyüş sırasında ayak seslerinin çıkma olanağı önlenmişti.
-Boş sandıklar yüklenmiş hayvanlar, normal ikmal maddelerini getirmekte olduğu izlenimini uyandırmak için, her zamanki gibi kıyadan cepheye doğru yürüyor; yemek pişirmek için kullanılan ocaklar belirli saatlerde ve her zamanki yerinde tütmeye devam ediyordu.
-Bütün tahliye işleri gece yapılıyordu. Gündüz ise her zamanki ikmal ve takviye hizmetleri yürütülüyormuşcasına, küçük ölçüde olmakla beraber, kıyıya asker çıkarılmasına devam ediliyordu.
-Çadırlar hiç sökülmemişti. Böylece, birliklerin azalmakta olduğu gizlenmiş oldu.
-Top ve tüfek ateşleri tahliyeden bir hafta önce azaltılmış; bundan şüphelenerek taarruza geçen Türk birliklerine ağır kayıplar verdirilmişti. Bu nedenle Türkler, bu kez yavaş yavaş azalan top ve tüfek seslerini bir tuzak sanmış; seyrekleşen İngiliz mevkilerine taarruz etmemişti.
-Gezici bataryalar muhtelif mevzilerden yaptığı atışlarla topçuların azalmakta olduğunu hissettirmemişti.
-Birbirlerine çok yakın olan mevzi kesimlerinde ve özellikle Arıburnu bölgesinde kendi kendilerine ateşlenen tüfekler kullanılmıştı. ([40])
Bütün bu tedbirler ve hileler, Anafartalar ve Arıburnu cephelerinin boşaltılmasından yarım saat sonra bile patlamakta olan tüfekler Gelibolu Muharebe alanınındaki Türk subay ve erlerini yanıltmış, İngilizlerin hiç kayıp vermeden çekilmelerini sağlamış ve hatta alıp götüremediği eşya ve yiyecek maddelerini bile yakma ve tahrip için zamanı kazandırmıştır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN ÖNEMİ
3.1 Çanakkale nedir, neresidir ?
Türk boğazları, yahut kısaca boğazlar klasik
çağlardan beri dünya stratejisinde, daima ön planda bulunan kilit noktalardan
biri olmuştur. Dünya hakimiyeti peşinde koşanlar, hangi devirde olursa olsun,
Karadeniz ve Çanakkale Boğazları’nı hesaba katmak mecburiyeti hissetmişlerdir.
Bunun başlıca sebebi: boğazların, batı aleminden “mümbit hilal”e giden en kısa yol üzerindeki en önemli tabii
engeli teşkil etmeleri, Karadeniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayan tek geçit
olmaları, Avrupa ve Asya kıtalarının birleştiği noktada bulunmaları ve kuzeyin
buzlu steplerini, ılık denizlere açılan yegane deniz yolunu teşkil etmeleridir.
([41])
Boğazların dünya stratejisindeki yerlerini almaları
M.Ö. 480’de Xerxes’in Yunan diyarını fetih planları ile başlar, İranlı
hükümdarın Avrupa’ya geçmek için o zamanki adıyla Hellespont’a kayıklar
üzerinde bir köprü kurduğu hatırlardadır. ([42])
Türkler Anadolu’ya yerleşip, İstanbul’u da
zaptettikten sonra, boğazlar, uzun asırlar boyunca, tabiri caizse pax
turcica’nın güvenliği altında, hiçbir zorlamaya maruz kalmadan, tabiatın
kendilerine verdiği, vazifeye devam ettiler. Türk Gölü Karadeniz’i Akdeniz ile
birleştirdiler, dünya ticaretine ve Osmanlı Devleti’ne faydalı oldular.
Bilindiği gibi boğazların milletlerarası bir problem
olmaya başlaması, Osmanlı İmp.’nun
“hastalanması” ve Rusya’nın Karadeniz’e doğru sarkmasıyla, yani 18.yy.ın
başlarında ortaya çıkar. Rusya’nın Karadeniz’e sahildar olmasıyla başlayan
sıcak denizlere inme politikası, Osmanlı İmp.’nun başına pek büyük sorunlar
açtığı gibi zaman zaman diğer Avrupa devletlerini de tedirgin etmiş, hatta
harplere yol açmış ve bugün de hemen bütün devletlerin dışişleri ve genel
kurmaylarına huzursuzluk veren bir mesele ola gelmiştir.
Napoleon’un (İstanbul kime kalacak?) meselesinin
esası daima budur. Napoleon’un bu sözü 19.asrın başından beri ehemmiyet ve
realitesini kaybetmemiştir. Büyük asker, İstanbul’u, boğazları kastetmekte idi.
Boğazlar kimin elinde olursa, o Avrupa’ya hakim olur demek istemiş ve
böylelikle, Çanakkale ve İstanbul boğazlarının stratejik önemini belirtmiştir.([43])
O günden beri, şartlar çok değişmiş olmakla beraber
Türk deniz geçiti, dünya ölçüsündeki öneminden hiçbir şey kaybetmemiş, hatta
belki, eskiye kıyasla daha fazla ehemmiyet kazanmıştır. Türkiye bugün, dünya
siyasetindeki mevkiini, her şeyden fazla, boğazlara sahip olmasına borçludur. ([44])
“Boğazları kapadım, Çarlık Rusya’sını çökmeye mahkum
ettim. Ne çare ki, bizi de aynı akıbet beklemekteydi; çünkü karşımızda düşmanda
kara kuvvetlerine stratejik manevra yapma imkanı hazırlayan bir İngiliz
donanması vardı, bizim bu donanmayı durduracak deniz kuvvetimiz yoktu... (M.
Kemal ATATÜRK)
Birinci Dünya Savaşı’nda dört uzun yıl içinde batı
cephesinde bu kadar çok kan dökülmesinin nedeni, ne Alman topu ne de Alman
tankı ve askeridir. Çanakkale Boğazı’nın akıntılı sularına rakkas gibi sallanan
30 kadar Türk mayını bizim bu kadar kan dökmemize neden oldu. (Churchill) ([45])
Çanakkale muharebelerine katılan Türk birliklerinin
yoksulluk içerisinde ve akıllara durgunluk veren azim ve iradesiyle kazandığı
zafer övünmenin ötesinde bir değer taşır. Yetenekli ellerde yönetilen Türk
savunması, hem hareket alanını sınırlandırmış hem de muharebelerin seyrine yön
vermiştir.
Pek çok eksikliklerine ve olanaksızlıklarına karşın
Türk ordusu, dünyanın en güçlü ve büyük donanmasını hezimete uğratmış, en
modern harp silah ve araçlarının desteğine dayanan itilaf devletlerinin
ordularını, bulunduğu dar bir kıyı şeridi içerisinde kalmaya mecbur etmiş ve
hatta onu, karaya çıktığına pişman
etmiştir.
Çanakkale’de yüz binlerce Türk subay ve eri
hayatlarını kaybetmişlerdi. Kendine özgü bir pervasızlık, bir atılganlık şuuru
içinde şahlanan Türk ordusu, “Hasta Adam” olarak adlandırılan bu ulus, Balkan
harbinden kalma ezikliği üstünden atmış, can çekişen bir imparatorluk içinde
kahraman bir milletin varlığını bütün dünyaya ispat etmiştir. ([46])
Atatürk bir Anzak günü dolayısıyla Çanakkale’ye
giden zamanın içişleri Bakanı Şükrü KAYA aracılığıyla Çanakkale zaferini ve bu
uğurda akıtılan kanların önemini şu sözlerle belirtmiştir: “Burada yatan
şehitlerimiz, sizleri hürmet ve şükranla anıyoruz. Siz olmasaydınız ve siz
göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu boğaz açılır, İstanbul işgal
edilir, vatan toprakları istilaya uğrardı. ([47])
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece,
Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler
değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş Kanalı
ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint Okyanusu gibi)
ve büyük kıta parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik
konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de
korumaktadır. Bu nedenlerdir ki, Türk Boğazları uluslararası ilişkilere yön
vermede daima odak noktası olmuşlardır. ([48])
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda
olan, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik ticari ve siyasi
ilişkilerle askeri hareketler, sürekli boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir.
Başka bir deyişle boğazlar dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı
arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. ([49])
3.2 Çanakkale Savaşı Hakkında Değerlendirme ve Yorumlar ([50])
“Çanakkale Zaferi, Türk askerlerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
M. Kemal ATATÜRK
“Harpte iki meş’um (uğursuz) şey vardı. Bunlardan biri taş duvara körü körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekata dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.”
İngiliz Başbakanı Asquith
“Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekatın zorunlu olduğunu anlıyorum.”
Churchill
“Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.”
Churchill
“Çanakkale Savaşları, Avustralya ordusunun gelişimine birçok etkide bulunmuştur. İlk olarak Avustralya ordusu kuvvetlerinin bir yabancı tarafından değil, bir Avustralyalı subay tarafından idare edilmesini temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır. Ve Çanakkale olayları, bu uygulamayı başlattı.”
Avustralyalı Yarbay D.M.HORNER
“Çanakkale Savaşları savaşa İngiliz bayrağı altında katılan Yeni Zelanda’nın uluslaşma sürecine çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1915’te Yeni Zelandalılar, kimliklerini İngiliz İmp. İçerisinde tanımlamaktaydılar ve bağımsızlık kazanmak gibi istekleri yoktu.”
Yeni Zelandalı Prof. Dr. J. Phillips
“Çanakkale Boğazı’ndaki Türkler ve Almanlar da, 18 Mart’ı takip eden sessiz günler, şaşkınlık ve sonra da, büyük bir sevinç uyandırdı. Moral, son derece yüksekti. Kaleler ve tabyalardaki hasar da kolaylıkla giderilmiş olmakla beraber, ağır tabyaların cephane durumu ciddiyetini koruyordu.”
Robert Rhodes James
3.3 Çanakkale Savaşı’nın Sonuçları
3.3.1 Siyasi Sonuçları ([51])
1) Balkan Savaşlarıyla içte ve dışta sarsılmış olan devlet prestijini kurtarıp, güçlendirmiş, ittihat ve terakki hükümetinin iktidarda kalış süresini uzatmıştır.
2) Çökmekte olan Osmanlı İmp. İçinde, Türk Ulusunun hala gücünü ve dinamizmini koruduğunu göstermiştir.
3) Müttefiklerin yardımından yoksun kalan Çarlık Rusya’sının çökmesine ve Bolşevik rejiminin yerleşmesine yol açmıştır.
4) Henüz savaşa katılmamış olan devletlerin tutumlarını etkilemiştir. Bulgaristan merkezi devletlerin yanında yer almış, Romanya, İtalya ve Yunanistan bir süre daha savaş dışında kalmış ve Arap isyanı da bir süre gecikmiştir.
5) Çanakkale’de savaşan Avustralya ve Yeni Zelandalıların milli bilinçlerinin oluşmasında etken olduğu gibi savaş sırasında ve sonrasında bu ülke vatandaşları ve hükümetleriyle dostlukların ortaya çıkmasını sağlamıştır.
3.3.2 Sosyo Ekonomik Sonuçları ([52])
1) Çanakkale’de Türk zaferi, iki yıl uzayan savaş boyunca doğulu ve batılı
müttefik devletlerin (Rusya,İngiltere,Fransa) ekonomilerinde sıkıntılar yaratmıştır. Bu durum, özellikle Rusya’yı bunalıma sürüklemiş ve sonunda rejim değişikliğine kadar gidebilmiş ve böylece de Rusya’nın savaş dışı kalmasına yol açmıştır.
2) Birinci Dünya Savaşı başında boğazların kapatılıp, bu savaş sonun kadar açılamaması, uluslararası ticari ilişkileri olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim, Karadeniz’de; İngiltere, Fransa, Rusya, Belçika ve İtalya’nın toplam 85, Yunanistan, Romanya, Hollanda, Danimarka ve İsveç’in toplam 27, Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere genel toplamı 129’u ve toplam tonajı 350.000’i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştır.
3) Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen,mülkiyeli,tıbbiyeli ve Türk Ocaklarında yetişmiş okur-yazarın yitildiği sanılmaktadır. Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan, küçümsenmeyecek bir sayıya ulaşan kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk istiklal savaşında da fazlasıyla hissedilmiştir. Nitekim 1923’te cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı inkılaplar ve bunların paralelinde reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde hayli sıkıntılar çekilmiştir
3.3.3 Askeri Sonuçları ([53])
1) Birleşik filonun boğazları geçerek İstanbul’u ele geçirme planları suya düşmüş ve böylece hükümet çevrelerinde ortaya çıkan ve halka da yansıyan İstanbul’un elden çıkma korkusu da silinmiştir.
2) Çanakkale Muharebeleri, Mustafa kemal gibi bir dahiyi yaratmış, 1.Dünya Harbinin bitiminden hemen sonra başlayacak milli mücadelenin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.
3) Çanakkale Zaferi, anlaşma devletlerinin Osmanlı Devleti’ni ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.
4) Çanakkale boğazının kapatılıp Rusya’ya geçit verilmemesi, onu müttefiklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın doğu cephesindeki harekatını kolaylaştırmıştır.
5) İngiltere ve Fransa’nın bir yıl boyunca Gelibolu yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun %50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırma açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir. Ayrıca bizim de cepheye ayırdığımız 300.000’den fazla askerden 211.000 kadarı şehit olduğu düşünülürse diğer cephelerdekinden kıyaslanmayacak bir fazlalık göstermektedir.
6) Karada ve denizde kazanılan zaferler, Türk Ordusunun Balkan Savaşından beri zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.
SONUÇ
Türk Milleti için olmak ya da olmamak anlamına gelen Çanakkale savaşları tarihin en çetin mücadelelerine sahne olmuştur. Bir tarafta son zamanlarda katıldığı bütün savaşları kaybeden, elinde yeterli sayıda silah ve cephane olmayan Osmanlı Devleti; diğer tarafta bütün dünyaya hakim, sömürge İmp. kuran, elindeki asker ve silahlarla yenilmez armada olarak adlandırılan İngiltere ve Fransa… Fizik kanunlarına göre İngilizlerin planları doğruydu. 1 ya da 2 günde “Türklerin işi biter”; ama bu düşüncede sadece fizik kanunları geçerliydi. İngilizler “Mehmetçiğin Ruhu” ‘nu unutmuşlardır. Dünyadaki hiç bir askerde görülmeyen ve görülmeyecek olan inanç ve azim, bu toprakları Türk Milletine kazandırmıştır. Atatürk’ün değimiyle: “Çanakkale Muharebelerini kazandıran Mehmetçiğin bu yüksek ruhudur.”
Çanakkale Savaşlarının bedeli iki taraf için de korkunç olmuştur. 25 Nisan 1915’te başlayıp, 9 Ocak 1916’da biten 8,5 aylık kara savaşlarında Türk Milleti 211.000 şehit, itilaf devletleri ise 252.000 kayıp vermiştir. ([54]) Bu şehitlerin çoğunun okumuş, aydın ve genç insandan oluşması; zor günler yaşayan ve her alanda inkılaba ihtiyaç duyan Türk Milleti’ne büyük zarar vermiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk inkılaplarını, halka anlatacak ve yayacak, sanayiinin, teknolojinin, eğitimin gelişmesini sağlayacak olan aydın, dinamik insanların Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında şehit verilmesi, değişimin ve gelişimin hızını yavaşlatmıştır.
Bu denli önemli olan ve her Türk insanının bilmesi gereken Çanakkale savaşlarının sadece tarihçiler tarafından biliniyor olması Türkiye için bir utanç kaynağıdır. Türk Milletini direkt olarak etkilemeyen, dolaylı olarak bazı tesirlerde bulunan Reform’un derslerde Çanakkale Savaşlarından daha önemli addedilerek anlatılması, vatanını-milletini seven, hür, geçmişine sahip çıkarak devletini geliştirecek nesiller yetiştirme politikasıyla tamamen zıttır. Ders kitaplarında Osmanlı Tarihi’nin kısaltılması ve daha az süre ayrılması, Türk Devletlerinin etraflıca incelenmemesi, bunun yerine Avrupa Tarihi, Avrupa Medeniyetinin işlenmesi bağımsız Türkiye hedefinden uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Tabi ki, Avrupa Tarihi, Avrupa Medeniyeti bilinmeli, iyi ve kötü yönlerinden dersler alınmalıdır; ancak çocuk önce kendi tarihini iyi bilmeli, onu benimseyerek sahip çıktıktan sonra başka tarihleri öğrenmelidir. Bu, çocuklara Türkçe’yi öğretmeden İngilizce öğretmek gibi bir şeydir. Yani, sonunda ne Türk ne İngiliz olarak, belli bir millet bilinci, tarih aşkı ve gelecek özlemi olmayan melez nesiller yetişmektedir.
([4]) Mustafa TOMBALAK: Salat dergisi, Mart 1990 ve Asker-Yönetici-İnsan (T.C. Genelkurmay Bşk. K.K.K., Ankara \ 1995, s.56) ’dan aktaran İbrahim REFİK: a.g.e., s.12