Hazırlayan

Fatih KARACAN

ÖNSÖZ

Ortadoğu Dünyada Jeopolitik ve jeostratejik bakımdan önemli bir coğrafyayı teşkil etmektedir. Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesişme noktasında; üç semavi dinin -İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik- ortaya çıkıp yayıldığı bir alanı oluşturmaktadır. Ortadoğu’nun günümüzde bir diğer önemi de zengin petrol yataklarından kaynaklanmaktadır.

Tüm bu unsurları topladığımızda karşımıza değişik kültürlere sahip, çeşitli dinlere mensup insanların oluşturduğu kozmopolit bir yapı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca zengin petrol yatakları ile bir cazibe merkezi haline dönüşmüş ve büyük devletlerin hegemonyası altına girmiş milletler topluluğudur. Tüm bu faktörler ve istikrarsızlık günümüzde Ortadoğu’da çok parçalı bir yapı  meydana getirmiştir. Ne ilginçtir ki Ortadoğu tarihin hiçbir devrinde bu kadar parçalı bir yapıya sahip olmamıştır.

Türkiye bu panoramaya yakından tanıklık eden ve içinde bulunan bir konumda yer almaktadır. Bulunduğu konum hem Ortadoğu ülkeleri açısından hem de bu ülkelerle organik bağı bulunan büyük devletler açısından oldukça önemlidir. Çünkü Türkiye “tampon bir devlet işlevi” görmektedir. Ortadoğu açısından Batı’ya açılan kapı, Batı açısından ise Ortadoğu’ya açılan bir kapı niteliği göstermektedir. İşte bu noktada Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakış açısı; diğer bir ifadeyle izlediği politikalar kendisi ve büyük devletler açısından büyük önem taşımaktadır.

Biz bu çalışmamızda Türkiye Ortadoğu ilişkilerini, Ortadoğu’daki sorunları ve nedenlerini ortaya koyarak tarihten günümüze geniş bir bakış açısıyla incelemeye çalıştık. Bu çalışma geçmişte yaşanan olayların geleceğe yön vermesi noktasında ve gerçeklerin ortaya konulması açısından önemlidir.

Bu çalışmamızın hazırlanması sırasında, bizlere ilham kaynağı olan Hocamız sayın Yard. Doç. Dr. Cengiz DÖNMEZ’e, telkinleriyle bize yön veren Araş. Gör. Sayın Bahri ATA’ya, kaynak konusunda emeği geçen Hocamız sayın Yard. Doç. Dr. Kürşat GÖKKAYA’ya ve tüm emeği geçenlere şükranlarımızı sunuyoruz.

Fatih KARACAN

Ankara – 2001

 

ÖZET

Ortadoğu jeopolitik, jeoekenomik ve jeostratejik  bakımdan Dünya üzerinde çok önemli bir coğrafyadır. Türkiye bu coğrafyanın hem önemli bir parçası hem de Batılı ülkelerle bu coğrafyanın bağlantısı konumundadır. Bu sebeple Türkiye’nin  Ortadoğu politikası Dünya arenasında büyük önem taşımaktadır.

1923’ten günümüze Türkiye’nin Ortadoğu politikasının istikrarlı ve doğrusal bir çizgide yürümediği görülür. Türkiye’nin Ortadoğu politikası birbirinden farklı dört döneme ayrılır.

Yalnızcılık Dönemi(1923-1939)’nde  Türkiye Ortadoğu’da meydana gelen olaylarla ilgilenmemiş ve bölgedeki gelişmelerde doğrudan bir rol oynamamıştır. Soğuk Savaş Savaşçısı Dönem(1939-1960)’de Türkiye Batı ittifakının çıkarlarına uygun ve oldukça uç noktada adımlar atmış, girişimlerde bulunmuştur.

Restorasyon ve Yakınlaşma Dönemi(1960-1990)’nde Türkiye ilk olarak Arap ülkeleriyle bozulan ilişkilerini düzeltmeye yeni bir atmosfer yeni bir imaj oluşturmaya çalıştı. Sonra da ticari ve ekonomik alanda ilişkilerini hızla geliştirdi. Buna paralel olarak da daha Arap yanlısı bir politika güttü. Değişime Karşı Mücadele Dönemi(1990-....)’nde Türkiye, Körfez Savaşından günümüze dek olan süreçte değişen Dünya dengelerinde kendine ait bir Ortadoğu politikası çizme uğraşı içinde Batılı ülkelerin politikalarının etkisinde kaldı.

Ortadoğu’da varlığını hâlâ da koruyan en uzun soluklu sorun Filistin sorunudur. Filistin sorunu genel anlamda İsrail devletinin kuruluşu ile başlar. Sonra  Araplarla İsrail arasında bir çok savaş yaşanır. Günümüze kadarda bir sorunlar yumağı olarak devam eder.

Ortadoğu Dünya üzerinde en zengin petrol rezervlerini içeren bölgedir. Bu bağlamda  Batılı ülkelerin Ortadoğu politikalarının temelinde zengin petrol kaynakları yatar.

 

 

ABSTRACT

The Middle East is a most significant territory of the world both geopolitically, geoeconomically and further geostrategically.

Türkiye is an important part of this particular land as well as a bridge opening to the western countries. For this reason, Türkiye’s Middle East policy is of crucial essence in the world arena.

Since 1923, Türkiye’s Middle East Policy has not been gradual, linear. Türkiye’s Middle East policy is divided into four periods all of which are different from one another.

In the Alienation Period (1923-1939), Türkiye did not engage in the affairs of the Middle East and neither play on an active role in the developments, while trying to form up an original Middle East policy of its own. In the Cold War Period (1939-1960) Türkiye takes extreme steps in accordance with western countriesprofits.

During Restoration and intimation (1960-1990), for the first time, Türkiye tried to build up the spoiled friendship with the Arap countries and to create a new atmosphere and form about it. Then, it rapidly developed its commercial and economic connections. Paralelly, it maintained an Arab-based policy. In the Anti-alteration Period (1990-….), during the duration form the Gulf war up to now, Türkiye was under the shadow of western policies.

The long-existed problem of the Middle East is Palestine. The issue, actually, begins with the foundation of Israel. Following this, numerous wars are experienced between the Arabs and these continue as a problem heap at the present.

Middle East possesses the richest petroleum reserves of the world. Accordingly, western policies rest upon these rich supplies.

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ......................................................................................................... II

ÖZET............................................................................................................ III

ABSTRACT.................................................................................................. IV

İÇİNDEKİLER............................................................................................... V

Giriş

ORTADOĞU

A-    TARİHTE ORTADOĞU...................................................................... 2

B-    TÜRKİYE ORTADOĞU İLİŞKİLERİNİ

    TEMELLENDİREN FAKTÖRLER....................................................... 3

BİRİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYENİN ORTADOĞU POLİTİKASI

A-    YALNIZCILIK DÖNEMİ...................................................................... 5

B-    SOĞUK SAVAŞ SAVAŞÇISI DÖNEM............................................... 6

C-    RESTORASYON VE YAKINLAŞMA.................................................. 7

D-    DEĞİŞİMLE MÜCADELE DÖNEMİ................................................... 8

İkinci bölüm

OLAYLARLA ORTADOĞU VE TÜRKİYE

A-    1980’Lİ YILLARA  KADAR ORTADOĞU ve türkiye.................... 10

1.      Filistin sorunu......................................................................... 10

2.      Ortadoğu Komutanlığı Mücadelesi......................................... 11

3.      Bağdat Paktı........................................................................... 11

4.      Irak Darbesi ve Lübnan  Bunalımı.......................................... 12

5.      Cezayir Bağımsızlık Savaşı.................................................... 12

6.      1967 Arap-İsrail Savaşı...........................................................12

7.      1973 Arap-İsrail Savaşı.......................................................... 13

B-    1980’li yıllarda ortadoğu ve türkiye................................ 14

C-    1990 sonrası ortadoğu ve türkiye..................................... 15

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PETROL VE ORTADOĞU

A-    ORTADOĞU PETROLLERİ............................................................. 16

B-    PETROLÜN DÜNYA SİYASETİNDEKİ ÖNEMİ............................... 17

SONUÇ....................................................................................................... 19

KAYNAKÇA............................................................................................... 20

ekler

 

 

 

 

 

GİRİŞ

ORTADOĞU

Batı Avrupa ülkeleri özellikle İngiltere 16. yy’ dan itibaren Hindistan ve Çin’in zenginliklerine kavuşmak için yeni yollar aramaya başladılar. Doğu Avrupa üzerinden veya Afrika’nın güneyini dolaşarak yeni yollar keşfettiler. Ancak keşfedilen bu yollar çok uzak ve zahmetli idi. Sömürgelerine giden en kısa yol Osmanlı toprakları üzerinden geçiyordu. 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla birlikte İngilizler Osmanlı hakimiyeti altında kalan Arabistan yarımadasının güney kıyılarını adım adım işgal ettiler ve yeni hedefler belirleme açısından bölgeye Ortadoğu adını verdiler.(1)

Ortadoğu’ya yönelik bu tanımlamalar çeşitlilik arz etmektedir. ABD Fransa ve benzeri ülkelerin bölgedeki çıkar stratejilerine göre değişmektedir. Böylece bu bölge farklı konjönktör açısından değişen tanımlamalara maruz kalmaktadır.

Ortadoğu kavramının tanımlanması bu bölgenin önemini  belirleyen jeokültürel, jeostratejik ve jeoekonomik gibi kavramların ortaya konabilmesi ile mümkündür. Ortadoğu’nun jeokültürel açıdan tanımlanması ve ele alınması bu bölgenin kültür tarihiyle doğrudan ilişkilidir. Bu gün  Ortadoğu olarak isimlendirilen bölge tarihin  başlangıç noktası sayılan yazının bulunmasından buyana bir yandan insanoğlunun meydana getirdiği medeniyetlerin beşiği olmuş diğer taraftan da dünyanın diğer bölgelerinde gelişen medeniyetlerin yayılamasın da kavşak noktası teşkil etmiştir(2). Ortadoğu politikası bunu özelliklerin  tümünü içinde barındıran bir çeşitlilik taşımaktadır.

Bu sebeple bu bölge göçler savaşlar ve ticari ilişkilerin yoğunluğu sebebiyle her devirde çeşitli kültürlerin kimi zaman çatışmasına kimi zaman da yeni kültürlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bölge kimi zaman Haçlı Seferlerinde olduğu gibi iki ayrı inanç sisteminin kıyasıya mücadelesine, kimi zamanda ütün Asya’yı kasıp kavuran Moğol istilasında olduğu gibi dış tesirleri kendi bünyesinde eriterek kendi inanç ve kültürüyle birlikte yeni bir kimlik vermiştir. Bu da bölgenin stratejik ve jeopolotik yapısından kaynaklanmaktadır. Bölge çeşitli etnik ve grupların birbirine karıştığı bir yer durumundadır.

 

A-                     TARİHTE ORTADOĞU

Selçuklu ve onu takiben Osmanlı Devletinin 11. yy dan 17. yy a kadar Hıristiyan Avrupa karşısında  sürekli başarılar kazanarak Orta Avrupa’ya kadar ilerlemesi Ortadoğu’nun kültürel bütünlüğünü pekiştirmiştir ve bu bölge uzun vadeli bir istikrar dönemi yaşamıştır. Bu yıllarda Akdeniz’in dolayısıyla önemli deniz yollarının tamamen Osmanlı hakimiyetine girmesi Portekiz, İngiltere, Hollanda, İspanya gibi Batı Avrupa ülkelerini Doğu ile ticaretini geliştirmek amacıyla yeni keşiflere yol açarken diğer taraftan üç asır devam edecek olan sömürgecilik devrini başlatmıştır.

18. yy dan itibaren Osmanlı sisteminin yavaş yavaş çözülmeye başlaması ile birlikte Osmanlı ile sömürgeci devletler arasındaki denge Osmanlı aleyhine bozulmaya başlamıştır. Bu dönüm noktası Ortadoğu’daki son dönem dış politika tarihindeki öneminin artışının başlangıcı olarak kabul edilir.(4)

19. yy’ın ilk yarısında Ortadoğu’da hakimiyet kurmak isteyen  Avrupalı güçlerin kimi bazen diplomatik bazen de askeri saldırılarına maruz kalmıştır. Aynı zamanda sanayi hammaddesi için vazgeçilmez bir kaynak ve üretim fazlası için muazzam bir tüketim potansiyeline sahip geniş bir Pazar olarak yeni bir jeoekonomik anlam ifade etmeye başlamıştır.Bu yeni anlam bölge üzerinde süren rekabetin çapını ve yönünü değiştirmiştir(5). Bu dönemde Ortadoğu kendi içinde çıkar kargaşasına sahip İngiltere, Fransa, Almanya, ve Rusya’nın Şark meselesi adı altında formüle edilmiş diplomatik, askeri, siyasi saldırılarının tesiri altında kalmıştır. Bir yandan sıcak denizlere inmek isteyen Rusya, diğer  tarafta sömürgelerine giden yolları garanti altına almaya çalışan İngiltere, öte yandan yeni mevziler elde etmek isteyen Fransa ve gerçekleştirdiği Berlin-Bağdat demiryolu hattını siyasi bir niteliğe büründürerek sömürgeciliğe geç kalmış olmanın açığını kapatmak isteyen Almanya ve bunlara karşı yıpranmış ayakta durmaya çalışan Osmanlı Devleti üzerinden Ortadoğu’ya yönelik yoğun bir rekabet(6)...

Bu devletlerin belirtmiş olduğumuz gayeleri I. Dünya Savaşından sonra gerçekleşti. Gerçi bütün çabalara rağmen Şark meselesinin bir gereği olarak Türkler Orta Asya’ya kadar sürülememişti ama Osmanlı’nın hammadde bakımından zengin olan bölgeleri bu güçler tarafından paylaşılmıştı.

 

B-    TÜRKİYE ORTADOĞU İLİŞKİLERİNİ TEMELLENDİREN FAKTÖRLER

ü      Karşılıklı ön yargılar

ü      Hatay Sorunu

ü      Kıbrıs Sorunu’nun ilişkilere yansıması

ü      Su Sorunu

ü      Kürt Sorunu

ü      İsrail ile olan ilişkiler

ü     İslami Fundamentalizm (Kökten dincilik) 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                       

I. BÖLÜM

TÜRKİYE'NİN ORTADOĞU POLİTİKASI

Türkiye'nin, Ortadoğu'yla mevcut köklü tarihi, kültürel ve sosyal ilişkileri ile coğrafi yakınlığı, bölgedeki olumlu veya olumsuz her gelişmeden doğrudan etkilenmesi sonucunu yaratmakta, bu durum da Ortadoğu’yla yakından ilgilenmemizi gerektirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923'ten günümüze dış politika tarihi incelendiğinde Ortadoğu' ya yönelik politikasının istikrarlı ve doğrusal bir çizgide yürümediği görülür(1). Zaman zaman küçük  ve büyük çapta değişimler olmuştur ve olmaktadır da... Biz burada Türkiye'nin Ortadoğu Politikasını dört ana eğilim kategorisinde inceleyeceğiz(2).

·        Yalnızcılık (1923-1939)

·        Soğuk Savaş Savaşçısı (1939-1960)

·        Restorasyon ve yakınlaşma (1960-1990)

·        Değişime Karşı Mücadele (1990+....)

Bir ülkenin dış politikasının oluşumunu etkileyen iki önemli etken vardır: Biri devletin kendi iç politika ortamından, diğeri uluslararası ortamdan kaynaklana talep, baskı, olaylar ve oluşumlardır(3). Ancak Türkiye'nin Ortadoğu Politikasının oluşumunda; gerek kendi iç politika ortamından gerekse dış politika ortamından kaynaklanan unsurların yanında Ortadoğu bölgesinin kendi yapısından kaynaklanan unsurların da etkisi vardır.

Ortadoğu bölgesi siyasi ve etnik açıdan oldukça heterojen bir yapıya sahiptir.Bölge içinde pek çok potansiyel çatışma kaynaklarını barındırmasının ve bunların oldukça hassas dengeler üzerine kurulu olması sebebiyle sürekli bir istikrarsızlık merkezi olmuştur.Bölgede;

·        Dinler arası rekabet

·        Milliyetçilik çatışmaları

·        İdeolojik çatışmalar

·        Sosyal boyutlu çatışmalar

·        Devletler arası çıkar ve güç mücadeleleri

gibi çatışma unsurları bulunmaktadır. Bunlar arasındaki etkileşimlerde Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik politikasını etkilemektedir.

A-  YALNIZCILIK DÖNEMİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması (1923) ile II. Dünya Savaşının başlangıcına (1939) kadar geçen dönemde Türkiye'nin Ortadoğu politikasında "yalnızcılık" eğilimi hakim olmuştur. Türkiye bu dönemde Ortadoğu'da meydana gelen olaylarla ilgilenmemiş ve bölgesel gelişmelerde doğrudan bir rol oynamamıştır.

Türkiye bu dönemde kendini doğrudan ilgilendiren -Musul Sorunu(1926), Türk-İran Antlaşması(1926), Sadabat Paktı(1937), Hatay Sorunu(1939)- konuları dışında Ortadoğu olaylarına ve Ortadoğu'nun şekillenmesine yönelik bir politika geliştirmemiştir.

I. Dünya Savaşı sonrasında bölge yeniden şekillenirken ve oldukça büyük değişimler yaşanırken, bu bölgede yüzyıllarca hakimiyet kurmuş olan Osmanlı'nın devamı Türkiye'nin bunda önemli bir etkisi olmamıştır(4).

B- SOĞUK SAVAŞ SAVAŞÇISI DÖNEM

Özellikle II. Dünya Savaşından sonra Türkiye'nin Ortadoğu politikasında radikal değişimle meydana geldi. Türkiye'nin Ortadoğu politikasının soğuk savaş şartlarına göre oluştuğu ve uygulandığı, Türkiye'nin Batı ittifakının çıkarlarına uygun ve oldukça uç noktada adımlar attığı ve girişimler de bulunduğu bu dönemi "soğuk savaş savaşçısı" olarak nitelendiriyoruz(5).

Menderes Hükümetini öncülüğünde Türkiye 1950'ler boyunca Ortadoğu'da oldukça aktif bir rol oynadı. Bölgedeki her türlü gelişmede sesini yükseltmiş ve ön planda yer almıştır. Bu dönemde Türkiye Ortadoğu'da meydana gelen olaylarda tamamen Batı yanlısı, daha doğrusu ABD yanlısı bir politika izlemiş ve onların görüşlerine destek vermiştir. Bu eğilimin özünde zaten Sovyet baskısına karşı Türkiye'nin ABD'ye yanaşmasının yansımaları vardır(6).

II. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaş ve kutuplaşma Ortadoğu Bölgesini de hızlı bir şekilde kutuplara ayırdı.

Mısır,Irak, Suriye Sovyet bloğuna yaklaşırken; Suudi Arabistan, iran,Ürdün ve Türkiye ABD bloğunda yer aldı. Böylece Ortadoğu süper güçlerin doğrudan veya dolaylı etki alanları oluşturma mücadelesinin yaşandığı bir soğuk savaş alanı haline gelirken Türk Dış politikasının da seçenekleri azalmıştır.

İsrail Devletinin Kurulması (1948) bölgesel dengeleri daha çok alt üst etti.Ortadoğu ülkeleri İsrail'i Batı Ülkelerinin uzantısı ileri bir karakol olarak gördüler. İsrail’le ve onu destekleyen Batılılara karşı çok sayıda savaş yaptılar (1948,1956,1967,1973)(7).

1950'lerdeki Türkiye Araplar ile İsrail arasındaki savaşlarda çok net bir şekilde ABD yanlısı bir politika izlediler.Türkiye bu dönemde meydana gelen:

·        1956 Süveyş Kanalı Savaşında

·        1957 Suriye, Lübnan, Mısır ve  Ürdün'ün taraf olduğu Ortadoğu krizinde

·        1958 Cezayir Bağımsızlık Savaşında

·        Araplar ile İsrail arasındaki çatışmalarda

Batılı Ülkelerin, ki ABD'nin politikasına tamamen destek verdiler.

Ayrıca bu dönemde Türkiye, Ortadoğu ülkelerini Bağdat paktına üye olmaya davet ederek onları Batı bloğu içine çekmeye çalıştı. İsrail’i tanıyan ilk İslam ülkesi olmasının yanında İsrail ile çok yakın ilişkiler kurdu.

1960’lara gelindiğinde Türkiye’nin “soğuk savaş savaşçısı” rolünün hiç de olumlu olmadığı anlaşıldı. Çünkü bu rol Türkiye’yi bölgeden yabancılaşmasına yol açmış, dahası “Batının Ajanı“ görünümü vermişti(8).

C- RESTORASYON VE YAKINLAŞMA DÖNEMİ

1960’ların başlarından körfez savaşına kadar olan dönemde Türkiye’nin bölgeye dönük politikasında büyük değişimler oldu. Bu dönemi iki alt dönemde inceliyoruz.

      1. Restorasyon Dönemi: 1960’tan Dünya petrol Krizine (1973) kadar olan dönemi kapsar.Restorasyon Dönemi olarak adlandırdığımız ilk dönemde Türkiye Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmeye yeni bir imaj yeni bir atmosfer yaratmaya çalıştı.

Bölgedeki gelişmelerde daha dikkatli davranıldı. Batılı bir oyuncu gibi görünmekten kaçındı. 1967 ve 1973 yıllarındaki Arap-İsrail savaşlarında Arapların yanında yer almadı ama Batı’nın yanında görünmekten de kaçındı. Türkiye bu dönemde takip ettiği Arap yanlısı politikada sözlü destekten daha ileriye gitmeyi de pek düşünmedi.

      2. Yakınlaşma Dönemi: 1973 Dünya petrol krizinden körfez savaşına (1991) kadar olan dönemi içine alır. Bu dönemde Türkiye ekonomik ve ticari alanda Arap ülkeleriyle ilişkilerini hızla geliştirdi. Bu gelişmeye paralel olarak Uluslararası arenada Arap’lara daha yakın politika izledi.

1976 yılında Filistin kurtuluş Örgütünü tanıdı. Buna karşın İsrail ile ilişkilerinin seviyesini giderek düşürdü. İslam Konferansı Örgütündeki temsil seviyesini Cumhur başkanlığı düzeyine yükseltti, ayrıca İSEDAK başkanlığına seçildi.

Bu gelişmelere rağmen Araplar ile İsrail arasındaki denge politikasına devam etti. İKÖ’ nün ne İsrail ile ilişkilerin kesilmesi ne de Türkiye’nin “Laik Devlet” yapısına aykırı kararlarını uyguladı(9).

Türkiye’nin 1980’lere kadar Ortadoğu’ya yakınlaşmasının sebebi Batı’ya tepki iken 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye-Ortadoğu ilişkileri daha önceki tüm dönemlerden farklı bir özellik taşır. 1980’lerin Türkiye’si hem bir Batılı ülke hem bir Ortadoğu ülkesi olarak kendi insiyatifi ile bölgede aktif bir rol oynadı(10).

1980’lerde Türkiye bir yandan çok sıkı ekonomik, ticari,toplumsal ve siyasi ilişkiler geliştirirken diğer yandan da buna paralel olarak ABD ile çok yakın askeri, mali, siyasi ilişkiler içine girdi. Türkiye 1960’larda % 6, 1970’lerde % 7 olan Ortadoğu’ya ihracatını 1980’lerde % 40 üzerine çıkardı(11).

 

D- DEĞİŞİME KARŞI MÜCADELE

1990’ların başından itibaren Dünya ve Ortadoğu çok önemli olaylara sahne oldu ve olmaktadır da... Değişimle mücadelenin yaşandığı bu dönemde Dünya ve Ortadoğu’yu etkileyen üç önemli gelişme;

·        Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Körfez savaşı

·        Sovyetler Birliğinin çöküşü ve yeni kurulan devletler

·        Arap-İsrail barış süreci

Körfez savaşıyla birlikte Türkiye’nin Ortadoğu politikasında büyük bir değişim yaşandı. Körfez Savaşı’nda Türkiye birbiriyle çelişen iki seçenekle karşı karşıya kaldı.

Türkiye ile Irak arasında ekonomik, ticari, enerji, ortak etnik sorunlar, petrol boru hatlarına dayalı çok sıkı  ve çok yönlü ilişkiler vardı. Türkiye’nin iki ülke arasındaki bu ilişkileri  sona erdirmesi kesinlikle lehine değildi ve maliyeti çok yüksekti.

Ama öte yandan Irak’ın Kuveyt’i işgali hiçbir mazeretle kabul edilecek bir davranıştı. Eğer Irak püskürtülmezse ileride daha büyük sorunlara yol açabilirdi.

Türkiye bu seçeneklerden ikincisini seçti ve Irak’la tüm ilişkilerini kopardı. Irak’a ekonomik ambargo uyguladı. Boru hatlarını kapattı. İncirlik’ in kullanılmasına izin verdi. Irak’la 1973’ten bu yana hızla büyüttüğü ilişkileri kısa sürede sona erdirdi.

Arap İsrail barış sürecinden sonra İsrail ile olan ilişkileri geliştirdi. Türkiye’ye İsrail ve ABD’nin güçlü askeri işbirliğine gitti. Ticari turizm ve istihbarat konularında İsrail ile yapılan anlaşmalarla ilişkiler geliştirildi. Bu dönemde Türkiye İsrail ilişkileri 1950’li yılların üzerine çıktı.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanması Türkiye’nin ilgisini buraya yönlendirdi(12).

Sonuçta 1990’lı yıllarda Türkiye iç politikasının istikrarsızlığına saplanırken Ortadoğu dosyası da  tozlu rafların arasında unutulup gitti.

II. BÖLÜM

OLAYLARLA ORTADOĞU VE TÜRKİYE

 

A- 1980’LERE KADAR ORTADOĞU

1. Filistin Sorunu

Türkiye bu konuda başlangıçta Filistinlilerin yanında yer aldı ve onlara yakın bir politika izledi. Hatta Filistin topraklarının, Filistinlilerle Yahudiler arasında taksimine bile karşı çıktı. Araplar Türkiye’nin bu tavrından hoşnuttular. Ancak İsrail Devleti 1948 yılında resmen kurulduğu andan itibaren Türkiye ani bir politika değişikliğine gitti. Öncelikle İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu (1949). Ardından Fransa ve İngiltere ile birlikte “Uzlaştırma Komisyonuna” üye oldu. İsrail’e Maslahatgüzarı ve ardından Müsteşar atadı. Buna mukabil Türkiye İsrail’in BM’ye üyeliği konusunda çekimser davrandı. Sonra İsrail BM’ye koşullu üye oldu. Ancak ilerleyen yıllarda İsrail ABD’nin etkisiyle BM’de olağan üye gibi kabul görmüştür.

Önceleri Türk kamuoyu Ortadoğu’da İsrail’in varlığını anlamakta güçlük çekiyordu. Ancak Türkiye devleti bu ülkeyi tanıyınca Türk kamuoyunda Yahudileri çalışkan ve dürüst olarak değerlendirmeye başladırlar. Hatta Türk basını İsrail’in kuruluşunu Ortadoğu’da bir İsviçre doğuyor diye değerlendirdi. Kısacası İsrail’in varlığı kısa sürede Türk kamuoyunda gerçek bir vaka olarak algılandı.

2. Ortadoğu Komutanlığı Mücadelesi

Ortadoğu komutanlığı için iki aday ülke Türkiye ve Mısır’dı. Mısır bağlantısız Türkiye ise batı yanlısı dış politika izlemekteydi. Arap ülkelerinin liderliğine oynayan Mısır, Türkiye’yi kendisine rakip olarak gördü. Ancak Türkiye’nin Arap ülkelerinin lideri olmak gibi bir hedefi yoktu. Hatta Nasır Arap milliyetçiliği yaparken Türkiye İslamcı bir portre dahi çizmiyordu. Bu olay genel itibariyle Türkiye’nin dışında gelişen “ironik” bir meseleydi(2).

3. Bağdat Paktı

ABD 1950’lerde SSCB’ye karşı çevreleme politikası izlemekteydi. Bunun için de İran, Irak, Pakistan ve Türkiye’yi kullanmak istedi ve kullandı. Bu suretle ABD Dışişleri Bakanı Dulles Bağdat Paktı teorisini ortaya attı.

İlk antlaşma 1954 yılında Türkiye ile Pakistan arasında imzalandı. Bunu 1955’te Türkiye İran ve Irak antlaşmaları izledi. Türkiye ısrarlı savunucusu ve takipçisi oldu. Bu dönemde Menderes Suriye ve Lübnan’ı ziyaret ederek pakta katılmalarını istedi. Ancak Mısır buna büyük tepki gösterdi. Ardından Suudi Arabistan ve Ürdün de bu pakta karşı çıktılar. Bu paktın büyük tepki görmesinin nedenleri şunlardır:

- O sıralarda Ortadoğu’da Mısır (Nasır) merkezli bir Arap milliyetçiliği paranoyası hakimdi.

-   Ortadoğu ülkelerinin büyük kısmı SSCB yanlısı bir politika izlemekteydi.

-   Arap ülkeleri, Türkiye’nin, ABD’nin ajanı olduğu izlenimindeydiler.

Sonuçta Türkiye bu paktla Ortadoğu’ya yakınlaşmayı umarken aksine Ortadoğu’dan hızla uzaklaştı. Bu pakt daha sonra aynı yol merkezini Ankara’ya taşıyarak “CENTO” adını aldı.

 

4. Irak Darbesi ve Lübnan Bunalımı

Irak’ta Temmuz 1958’de General Kasım liderliğinde bir darbe oldu. Kral Faysal ve Başbakan Nuri Paşa feci şekilde öldürüldü. Yeni gelen yönetim 1959’da Irak’ın Bağdat Paktından çekildiğini açıkladı.

Irak’tan sonra Lübnan’da da Nasırcı milliyetçi kesim ayaklandı. Lübnan’ın talebi ve Türkiye’nin onayıyla ABD İncirlik Üssündeki asker ve araçlarını Lübnan’a göndererek isyanı bastırdı.

 

5. Cezayir Bağımsızlık Savaşı

Fransa Cezayir’i kendi iç sorunu olarak gördü. Sorunun BM genel kurulunda ele alınıp alınmaması oylandığında Türkiye sorunun gündeme alınmamasından  yani Fransa’dan yana oy kullandı. İlerleyen yıllarda Cezayir’e karşı takındığın tavrın hatalı olduğunu anlayan Türkiye bu hatasını telafi etmek için Cezayir’i ilk tanıyan ülkelerden biri oldu. 1980 sonrası dönemde Turgut ÖZAL Cezayir’i ziyaret ederek Türkiye adına Cezayir’den özür diledi(3).

 

6. 1967 Arap-İsrail Savaşı

1956’da Nasır Arap milliyetçiliğine bir şahlanış getirdi. 1958’de Mısır ile Suriye birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurdular. SSCB de 1956’dan sonra Mısır’a Çekoslovakya aracılığıyla silah satmaya başladı. Bu sırada ABD Vietnam’da savaşmaktaydı.

1967’den itibaren İsrail, Suriye ve Mısır arasında bir gerginlik baş gösterdi. İsrail ile Mısır arasında UNEF kuvvetleri bulunmaktaydı. Mısır UNEF kuvvetlerinin  çekilmesini istedi. Bu tampon kalkınca İsrail ile Mısır karşı karşıya geldiler.

5 Haziran 1967’de önce İsrail ve bundan 20 dakika sonra da Mısır saldırıya uğradıklarını bildirdiler. İsrail altı gün süren bu savaşta Suriye ve Mısır’ın hava ve kara kuvvetlerini yok ederek; Sina Yarımadası, Batı Şeria, Kudüs ve Galon Tepeleri’ni ele geçirdi.

Bu savaş sonucunda Arapların ulusal gururları yıkıldı, Filistinliler İsrail’in konvansiyonel  savaşla yenilmeyeceğini anlayarak gerilla savaşına başladırlar, SSCB Arapların kayıplarını telafi edeceğini bildirdi. ABD bu savaşta tarafsız olduğunu ilan etti. Ancak Araplar buna inanmadı.

Bu savaş sonunda Türk dış politikası yön değiştirerek ülkesindeki NATO üslerini Araplara karşı girişilecek saldırıda kullandırmayacağını duyurdu. Türkiye  ayrıca savaş sırasında ve sonra Mısır ve Suriye’ye insani yardımda bulundu. BM genel kurul görüşmelerinde Araplarla birlikte hareket etti. Türkiye’nin bu dönemde Ortadoğu’ya karşı ilgisinin artmasının sebepleri ise; bir ABD’ye küskünlük duyması Johnson mektubundan dolayı, diğeri ise Kıbrıs sorununda uluslararası alanda yaşadığı yalnızlıktır.

 

7. 1973 Arap İsrail Savaşı

1971’de Mısır’da başkan Nasır ölünce yerine batı yanlısı Enver Sedat geçti. Enver Sedat ülkedeki Sovyet teknisyenlerini 1972’de ülkeden uzaklaştırdı. Arkasından da hiçbir desteği olmadan İsrail ile savaşa girişti. Bu savaşta (Yan Kippur)  Enver Sedat İsrail’i yenip batılılarla masaya oturmak istedi.

Bu savaşta Türkiye 1967’deki tavrını sürdürerek Arapları kollayan dış politika çizgisini devam ettirdi. ABD’ye Mısır’a karşı İncirlik Üssü’nü kullandırmazken Mısır’a yardım götüren uçaklara kendi hava sahasını açtı.

Savaş sonunda Enver Sedat İsrail ile ABD aracılığıyla “CAMP DAVID” Barış Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşma Arap dünyasında infial yarattı. Araplar Mısır’a karşı tavır aldılar. Bu devleti İKÖ ve Arap birliğinden attılar. Camp David’e göre; İsrail Sina Yarımadası’nı Mısır’a geri verdi. Mısır da İsrail’i tanıdı. Ancak İsrail’le başlatılan barış süreci Enver Sedat’ın hayatına mal oldu. Sedat İsrail parlamentosu olan Knesset’te bir konuşma yapmıştı. Bu durumu kabullenemeyen Araplar onu kendi muhafızlarına öldürttüler. Türkiye ise Camp David sürecinden memnun kaldı. Böylece İsrail’i tanıyan tek Müslüman ülke olmaktan kurtulmuş oldu. (4)

 

            B- 1980’Lİ YILLARDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE

            1980’lerin başında Ortadoğu’da üç önemli gelişme meydana geldi.

-         Şubat 1979’da İran İslam Devrimi

-         Aralık 1979’da Afganistan’ın SSCB tarafından işgali

-         Eylül 1980’de İran-Irak savaşının başlaması

İran İslam Devrimi olduktan bir gün sonra Türkiye bu rejimi hemen tanıdı. Türkiye İran’a dostluk mesajları göndererek İran ile ilişkilerini geliştirmek istedi. Devrimden sonra İran’daki ABD elçiliği basıldı, 22 kişi rehin alındı, ABD bu rehineleri kurtarmak için Türk topraklarını kullanmak istedi; ancak Türkiye buna izin vermedi.

Aralık 1979’da SSCB hiçbir gerekçe göstermeden Afganistan’ı işgal etti. Bu işgal başta ABD olmak üzere diğer büyük devletlerin tümünden tepki gördü. Ancak Rusya’nın bu işgali bir nevi bataklığa saplanması anlamına geliyordu. Bu bataklıktan çıkması da 9 yılı bulacaktı. Rusya Nisan 1988’de Afganistan’da işgal ettiği yerlerden geri çekilmek zorunda kaldı.

İran-Irak savaşı ise 22 Eylül 1980’de Irak’ın İran’a resmen savaş ilanı ile başladı. Bu savaşın nedeni: 1975 Cezayir Antlaşması’nın doğurduğu sorunlar ve İran ile Irak’ın karşılıklı olarak birbirlerinin etnik gruplarını kışkırtmalarıdır. Ancak savaşın gerçek nedeni ise; İran devriminin coşkulu potansiyelini emmektir. Bundan dolayı Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan Irak’ı bu savaşta finanse etmişlerdir. Taraflar 8 yıl süren bu savaş sonunda aynı sınırlarda kaldılar.

 Türkiye bu savaşta mantıklı bir biçimde tarafsızlık politikası izledi. Her iki tarafa da eşit uzaklıkta kaldı. Ancak İran’ı Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’nı vurmaması için uyardı.

İran – Irak Savaşı Türkiye’nin tarihinde yer almış en karlı savaşlardan biridir. Çünkü bu savaş sırasında iki ülke de ucuz ve kalitesiz mal almak zorunda olduklarından Türk mallarını tercih ettiler. Türkiye bu dönemde ihracatının %25’ini bu iki ülkeye yapmıştır(5).

 

C- 1990’LI YILLARDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE

1990’ların başlarında en önemli olay Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan süreçteki Körfez Savaşı’dır. Bu savaş Irak lideri Saddam’ın saldırgan emellerinin kırılması anlamına geliyordu. Irak’ın savaş sırasında verdiği askeri ve ekonomik kayıplar ve günümüze dek devam eden ambargo Irak için sonun başlangıcı olmuştur.

Bu savaş cumhuriyetten günümüze Türkiye’nin en fazla zarar ettiği savaştır. Çünkü savaş esnasında Kerkük-Yumurtalık  Boru Hattı’nın çift taraflı kapatılması ve Irak’a olan ihracatın kesilmesi 11 yıllık zaman diliminde Türkiye’ye ortalama 25 milyar doların üzerinde bir maliyet çıkarmıştır. Bu para şu anki dış borcumuzun 4’te 1’ini karşılamaktadır.

Türkiye’nin bu savaşta tutunduğu tavır tek eksenli politikaların yanlışlığını bir kez daha ortaya koymuştur(6).

Türkiye Kuzey Irak konusunda şu görüşü savunmaktadır: “Komşumuz Irak'ın toprak bütünlüğünün, bağımsızlığının ve egemenliğinin korunması, uluslararası toplumun, Irak'la ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında da ifadesini bulan bir yükümlülüğüdür. Türkiye, kuzey Irak'ta yaşayan halkın sorunlarının, Irak'ın birliği ve toprak bütünlüğü içinde barışçı yöntemlerle ve diyalog yoluyla çözümlenmesini istemektedir. Irak nüfusunun üçüncü büyük unsuru olan Türkmenlerin, barış ve refah içinde saygın Irak vatandaşları olarak yaşayabilecekleri bir konum kazanmaları da bizim açımızdan önem taşıyan bir husustur. Irak'a uygulanmakta olan ambargoların dost Irak halkına daha fazla zarar vermeyecek bir uygulamaya yönelinmesi gerektiği görüşündeyiz.”(7)

 

III. BÖLÜM

PETROL VE ORTADOĞU

ORTADOĞU PETROLLERİ

Ortadoğu üzerinde son dönemlerde Avrupalı ülkelerin stratejik oyunlarının temel sebebi petroldür(1). Ortadoğu bölgesi içinde kalan Basra Körfezi ve çevresi Dünyadaki en zengin petrol yataklarını içine almaktadır. Bugün bilinen 138 milyar Dünya petrol rezervinin % 65 fazlası Ortadoğu bölgesinde bulunmaktadır. Yine 1992 verilerine göre ülkelere göre petrol rezervleri: Suudi Arabistan 35.1 milyar ton, Irak 13.6 milyar ton, Birleşik Arap Emirlikleri 13.3 milyar ton, İran 12.6 milyar tondur(2). Kuşkusuz bu petrol rezervlerine zengin doğalgaz yataklarını da eklemek gerekir.

Dünya Petrol rezervlerinin % 65’ten fazlasının Ortadoğu Bölgesinde yer almasına rağmen Bugün Dünya petrolünün % 36’sını İngitere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya gibi sanayileşmiş Avrupa ülkeleri; % 24.8’ini ABD; % 8.3’ünü Japonya tüketmektedir(3).

 

PETROLÜN DÜNYA SİYASETİNDEKİ ÖNEMİ

Petrolün dünya gündemine oturmasıyla birlikte petrol üreten ve ihraç eden ülkeler 1960 yılında OPEC’i kurdular. Ortadoğu’da izlenen yayılmacı politika ve bu politikaya batılı ülkelerin tam destek vermesi petrol üreten ülkeler arasında petrolün silah olarak kullanılması fikrini yaygınlaştırdı. Böylece 1973 yılı Aralık ayından itibaren Petrol üreten ülkeler (OPEC) petrol fiyatlarını arttırmaya başladılar; hatta bazı ülkelere petrol satmama kararı aldılar(4). Bu olaylardan sonra petrol tüketen sanayileşmiş ülkelerde ekonomik krizler yaşanmıştır. Böylece gelişmiş sanayisiyle övünen ülkeler büyük darboğaza girmişler ve kara kara düşünmeye başlamışlardır.

1979 yılında petrol fiyatlarındaki artış tekrarlanınca petrol tüketici ülkeler çeşitli petrol senaryoları yazmışlardır. Zamanla geliştirilen bu senaryolar zaman geçirmeden uygulamaya çalışmışlardır. Ortadoğu’da gelişen tüm siyasi olaylar petrol ile ilişkilidir. Her siyasi olayın altında mutlaka petrol hesapları yatar. Rusya’nın Suriye ilişkisi, ABD ve Avrupa ülkelerinin Suudi Arabistan, Kuveyt ve komşularıyla kurduğu dostluklar; İran-Irak savaşı, İsrail’in varlığı komşu Arap ülkelerine saldırması ve sonra barış yapmak için masaya oturması gibi tüm olayların altında mutlaka petrol vardır.

Körfez Krizinde Kuveyt ve Suudi Arabistan’a tam destek veren ABD ve Avrupa ülkelerinin Irak üzerine harekat düzenlemesinde tek etken petroldür. ABD’nin Afganistan operasyonun arkasında da aslında Orta Asya petrollerine ulaşma fikri olduğu şüphesizdir.

Nitekim daha 1870 yılında Standart Oil Şirketini kuran John D. Rockfeller, 1905 yılında şunları söylemiştir(5):

Amerikan Güzeli adı verilen gülün en iyi gelişmesini sağlamak için çevresinde yetişen tüm bitkileri temizlemek gerek demektir.” 

            İngiliz Mr. Churchill 1936 yılında İngiliz Avam Kamarasında şöyle haykıracaktır(6):

Efendiler şunu iyi biliniz ki bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.”

            Bugün Ortadoğu bölgesinin siyasi haritasının yanında değişik renklere boyanmış üzerinde IPC, KOC, ARAMCO, AOC gibi sözcüklerin yazılı olduğu petrol şirketlerinin nüfuz bölgelerini gösteren petrol arama ve satma haklarını belirleyen ikinci bir haritası vardır. Avrupa ülkeleri ve ABD bu haritayı siyasi haritasına uydurmak istemektedir.

            The Newyork Times gazetesinde yayınlanan bir yazıda Körfez Savaşı’nın ardından savaş masraflarının petrol olarak fazlasıyla karşılandığını bildirmektedir. Afganistan’daki savaşın masraflarının nereden karşılanacağı sorusuna da Hazar Denizinin altında ve Orta Asya’da bulunan petroller cevabını vermektedir(7).

            Hazar bölgesinde 150 milyar varil petrol bulunmaktadır; petrollerin değeri 4 trilyon dolardır(8). Jeopolitik uzmanı François Lafargue savaşın Amerikan UNOCAL petrol konsorsiyumunun ve diğer petrol firmalarının girişimiyle Türkmenistan’daki petrol ve doğalgazı Afganistan üzerinden ikili bir boru hattıyla Pakistan’ın Karaçi limanına ulaştırılma amacında olunduğunu belirtmiştir(9).

Bugün Ortadoğu bölgesinde cereyan eden savaşlar süper güçler tarafından bölge dışına taşırılmaya çalışılıyor; ancak bölge üzerinde oynanan oyunların dozu kaçırılırsa belki dünyayı derinden sarsacak Dünya savaşlarına yol açabilecektir. Bu da Dünya Denkleminin bozulması dolayısıyla bilim ve teknolojik alanda dev adımlarla ilerleyen Dünyanın geleceğini karamsar bir hale getirecektir.

 

 

SONUÇ

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşını kaybetmesiyle birlikte Ortadoğu topraklarının tamamına yakını elinden çıkmıştır. Ortadoğu  bugünkü sınırlarına büyük ölçüde II. Dünya savaşından sonra kazanmıştır.

Türkiye-Ortadoğu ilişkileri 1950’li yıllara kadar çift kutuplu soğuk bir seyir izlemiştir. Çünkü bu dönemde Türkiye’nin Lozan’da halledemediği Irak ile “İngilizler” Musul, Suriye ile “Fransız” Hatay sorunu vardı. Bu sorunların halledilmesi için tarafların tutumu ilişkilerin yönünü belirlemiştir. Ayrıca I.Dünya Savaşında Arapların Türkleri arkadan vurmasının tazeliği devam ediyordu. Bu dönemde Türkiye, Ortadoğu ile Türkiye’yi ilgilendiren konular dışındaki konularla hiç ilgilenmemiştir.

1960’lı yıllarda Türkiye’ye Amerikan yardımının azalması ve Türkiye’nin uluslar arası platformda çektiği yalnızlık Ortadoğu konusunda bir politika değişikliğine gitmesine sebep olmuştur. Ortadoğu’ya karşı bu olumlu politikanın ilk somut örnekleri 1967-1973 Arap-İsrail savaşlarında görülür. Bu tutum 1990’lı yıllara kadar devam eder.

1990’lı yıllara gelindiğinde Türkiye Körfez savaşı içerisinde bulmuş ve ani bir politika değişikliğine giderek bu savaşta tamamen Batı yanlısı bir politika izlemiştir. Bu da Türkiye’ye maddi olarak çok pahalıya mal olmuştur.

Cumhuriyetten günümüze geçen süreçte, geniş bir projeksiyondan Türkiye-Ortadoğu ilişkilerine bakacak olursak: Türkiye soğuk savaş dönemi bitinceye kadar, içinde bulunduğu ittifakların menfaatlerine ters düşmeyecek şekilde, dar bir kalıpta, reaksiyonel bir politika izlemiştir. Türkiye’nin bu dönemde tam anlamıyla oluşmuş bir Ortadoğu politikası,1980’li yıllar haricinde, yoktur.

Soğuk savaş sonrası günümüze kadar olan süreçte, Türkiye geç de olsa Ortadoğu ilişkilerine yeni bir boyut kazandırma çabasındadır. Özellikle ikili ilişkilere ağırlık vermekte ve ticari alanda yeni atılımlara girişilmektedir. Türkiye Ortadoğu’ya karşı izleyeceği ve uzun vadeli sınırları olan bir politikanın sınırlarını oluşturmaya çalışmaktadır.

 

 

 



(1) Sami Öngör, Coğrafi Keşifler ve Tetkik Seyahatleri, İstanbul, 1954, s. 33-34

(2) Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul 200 s. 130-131

(4) Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul 2001,  s. 133

(5) www.harunyahya.org/makaleler/bariş.html

(6) Necdet Yurdakul, Osmanlı İmparatorluğundan Ortadoğu’ya “Belgelerle Şark Meselesi”, İstanbul, 1976, s. 54-56

(1) Ahmet Davutoğlu, Türk Dış Politikasında Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçları,  Yeni Türkiye, Ankara, Mart-Nisan 1995, s. 497-502

(2) Ramazan Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika Körfez Savaşı Turgut Özal ve Sonrası, Liberte Yayınları, Ankara 2000,s.2-33

(3) Kamran Inan, Dış Politika, Yeni Türkiye, Ankara  Mart- Nisan 1995, s. 95-99

 

(4)  Hasan Berke Dilan, Atatürk Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası  (1923-1939), İstanbul 1998, s. 3-8

(5) Ramazan Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika Körfez Savaşı Turgut Özal ve Sonrası, Liberte Yayınları, Ankara 2000, s. 5

(6) Aynı eser,  s. 9

(7) Mehmet Gönlübol,  Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara 1987, s. 278

(8) Ramazan Gözen, a.g.e, s. 11

(9) Fahir Armaoğlu, 20. yy Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, Ankara 2000, s.493

(10) www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/odogu.htm

(11) M. Zekai Doğanay ve diğerleri, Ortadoğu’nun Jeoekonomik ve Jeostratejik Açıdan Değerlendirilmesi Körfez Harbi ve Alınan Dersler, Nurol Matbaası, Ankara 1994, s.122

(12) www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/oasya.htm

(2) İlhan Üzgen ve diğerleri, Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara 2000, s. 310

(3) Fahir Armaoğlu, 20. yy Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, Ankara 2000, s.491-510

(4) Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul 2001, s. 406-408

(5) İlhan Üzgen ve diğerleri, Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara 2000, s. 328-330

(6) Gencer Özkan ve diğerleri,Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar: En Uzun On yıl, Küre Yayınları, Ankara 1998, s. 329

(7) http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/odogu.htm

(1) Raif Karadağ, Petrol Fırtınası, Divan Yayınları, Bayrak Matbaası, İstanbul 1991, s. 9

(2) Ramazan Özey, Dünya Denkleminde Ortadoğu, Öz eğitim Yayınları, İstanbul 1987, s. 314

(3) Aynı eser, s. 316

(4) Sabahattin Şen, Türkiye ve Ortadoğu, Bağlam Yayınları, İstanbul 1993, s. 123-124

(5) ) Ramazan Özey, a.g.e., s. 317

(6) Raif Karadağ, Petrol Fırtınası, Divan Yayınları, Bayrak Matbaası, İstanbul 1991, s. 11

(7) Milliyet Gazetesi, 17 Eylül 2001, s. 20

(8) www.kanal7.com.tr/z.dosya/dosyaana.htm

(9) Haluk Ülman, Ekonomi ve Politika, Dünya Gazetesi, 22 Eylül 2001, s. 5