Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bütün dünyada hızlı bir kalkınma hareketi görülmüştür. Büyük ölçüde sanayileşme ve ekonomik gelişme yaşanmıştır. Erken sanayileşmiş memleketlerle, tarımsal kalmış olanlar arasında ticari ilişkiler sanayi memleketleri lehine oluyordu.
Osmanlı İmparatorluğu
sanayileşmiş memleketlerin dışında kalmıştı. Bu yüzden batının pazarı
durumundaydı. El emeğinin geçtiği yerli sanayide, makine mamulleri karşısında
piyasa koşullarında çökme yolundaydı. Devlet bu sanayileşme politikasını
izleyemiyordu.
Osmanlı İmparatorluğu
döneminde bankacılık Galata sarraflarının faaliyeti ile başlar. Bankalar
kuruluncaya kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün banka ve kredi işlemleri,
bunların elinde toplanmıştır. Hazine bono ve tahvillerini iskonto etmek, altın,
gümüş ve kağıt paranın bir arada tedavülden doğan acyo farklarından
yararlanmak, memur maaşlarını iskonto etmek, iltizam şeklinde vergi toplamak
bunların belli başlı işlemleri arasındaydı. Bu bankerler, saray erkanının
pek çoğuna şahsi borçlar vererek devlet idaresinde dolaylı olarak söz
sahibi olmak emelleri vardı. Kısmen de başarıya ulaşmışlardır.
Memleket
Sandıklarının kuruluşundan sonra, 1868 yılında yine Midhat Paşa tarafından
İstanbul’da “Emniyet Sandığı”
adıyla bir mali müessese daha kurulmuştur. Amacı, halkı tasarrufa alıştırmak,
halka dar zamanlarda tüketim kredisi sağlamaktır. 1907 yılında Ziraat
Bankası’na bağlanmıştır.
Ziraat
Bankası’nın tarım alanındaki faaliyetleri, Osmanlı Bankası’nın Devlet
kesiminden başka ticaret alanındaki çalışmaları ve İmparatorluğun son yıllarında
kurulan “İtibarı Milli Bankası”
gibi birkaç diğer bankanın sınırlı faaliyetleri dışında Osmanlı
ekonomisi yeterli bir bankacılık sisteminden yoksundu.
Memleket
ekonomisinin çeşitli kollarını destekleyecek milli bir bankacılık
sisteminin oluşması, bu sisteme reeskont olanaklarını sağlayacak bir Merkez
Bankasının kurulması için Cumhuriyet dönemini beklemek gerekecektir.
Cumhuriyet’in
ilk yıllarında iktisat bilimi bugünkünden çok farklı, “İktisat
Politikası Teorisi” hemen hemen hiç yok gibiydi, “İktisadi Planlama” büyük
ölçüde ampirik bir karakter taşıyordu.
Cumhuriyet’in
ilk dönemlerinde Batı Ekonomileri hızlı 1920’leri yaşıyor ve kapitalist
modelin başarısı belli ölçüde devam ediyordu. Buna rağmen, büyük dünya
ekonomik bunalımı yavaş yavaş oluşuyordu. Batı alemi ekonomistleri,
sosyalist yaklaşım dışında, piyasa modelinin kurucusu ve savunucusu
“klasik iktisat modelini” eleştirecek sebebe, bilgiye ve isteğe sahip değillerdi.
Böyle şartlar
altında, Türkiye Cumhuriyet’i ekonomisindeki rahatsızlığın tedavisi için
güçlü reçeteleri çıkaracak bilimsel ortam oluşmamıştı. İzmir
Kongresi’nin büyük başarısı, Türk ekonomisinin sorunlarını çözecek
reçetelere temel teşkil edecek fikir ortamının yetersiz, bu alandaki
uygulamanın çok sınırlı olduğu şartlarda, akılcı, tutarlı ve gerçekçi
fikirlerin oluşturulmasına zemin yaratmıştır.
Atatürk 16
Ocak 1923 tarihinde İzmit’te İstanbul basınının temsilcileri ile yaptığı
konuşmada ekonomi konularına şu şekilde yer vermişti:
“Ekonomi çalışmaları, dayandıracağımız esaslar, ülke gerçeklerine
uygun olacak, bu topraklarda yaşayan ve çalışan insanların düşün-
düklerine, söylediklerine kulak verilerek
tespit edilecek ve yürütüle-
cektir. Sanayide de, ticarette de bu böyle olacaktır. Bunun içindir ki
önümüzdeki günlerde İzmir’de büyük bir İktisat Kongresi
toplana-
caktır. Bu kongre, hem milletimize, hem de diğer milletlere şunu an-
latacaktır : Yeni Türkiye Devleti, temellerini süngü ile değil, süngü-
sünü bile dayandıracağı yepyeni bir ekonomik anlayışla kuracaktır.
Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat, bir eko-
nomi devleti olacaktır. Bunu yaparken de kendisinden önce yapanlar-
dan daha az becerikli olmadığını gösterecektir.”
Atatürk’ün
18 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisadi Kongresi’ni açış nutku bu bakımdan
çok önemlidir. Türk ekonomisinin temel ve çatısını belirleyen sözlerinden
bazıları şunlardır :
“Ülkemizin bayındır duruma geleceği, fakirlikten kurtulacağı
bir ekonomik düzen dönemine girmeliyiz. Bu ekonomik düzen,
fakirliği fazilet bilmek felsefesine artık son versin. Bu felsefe-
yi yanlış yorumlamak yüzünden ülkeye ve halka büyük kötülük
edilmiştir. Eğer vatan denilen şey kupkuru dağlardan, taşlar-
dan, çıplak ovalardan oluşsaydı, onun zindandan farkı olmaz-
dı. Vatanı cennet haline getirecek olan, bayındır hale getirecek
olan, ekonomik faaliyetlerdir. Ülkenin, kişilerin çalışkanlığı ve
zenginliğidir. Tarih,
milletimiz için böyle bir devri de yazacak-
tır.
Yabancı sermayeye düşman olduğumuz sanılmasın. Ülkemizin
olanakları geniştir. Çok işe ve sermayeye ihtiyaç vardır. Kanun-
larımıza saygılı olmak üzere yabancı sermayeye gereken garan-
tiyi vermeğe her zaman hazırız.
Bizim çalışmamıza ve sermaye-
mize yabancı sermayenin de katılması,
hem bize, hem onlara ya-
rar sağlaması, isteklerimiz
arasındadır. Ancak, yabancı serma-
yeyi eskisi gibi istemiyoruz.
Geçmişte, yabancı sermayeye seçkin
haklar tanındı. Öyle ki,
devlet onun koruyuculuğundan başka
hiçbir şey yapmadı. Artık
her uygar devlet gibi, yeni Türkiye de
buna izin veremez. Ülkemizi
bir esir ülkesi yaptıramayız. Lozan
Konferansının şimdilik
ertelenen son görüşmeleri de, bu
nokta
ile yakından ilgilidir.”
İzmir İktisat
Kongresi’nde memleket ekonomisinin çeşitli dalları ile ilgili olarak kabul
edilen esaslardan ve tavsiyelerden bankacılık konusuna ait olan kısmı ise :
“Münasip bir isim altında ve Anonim Şirket olarak bir ticari
ana bankası kurulması... “
İzmir İktisadi
Kongresi zamanın şartlarına ve Türk Ekonomisinin gerçeklerine uyan bir
model çalışması veya denemesidir. Temel yaklaşım, temel felsefesi ve en
geniş çizgileri ile özellikleri şunlardır:
-Tarım
ürünleri dışında hemen her malı ithal etme zorunda
bulunan; şekeri, basmayı bile dışarıdan alan bir ülke
durumundan kurtulmak;
dayanan
ampirik
bir yaklaşımla “sanayileşen ülke ilerlemiş ülkedir”
tezini benimsemek;
- Sanayileşme ile kültür ve medeniyet seviyesinin yüksekliği arasında
yakın bir korrelasyonun
varlığını kabul etmek;
- Nihayet; sanayileşmeyi, romantik bir ideal, milli bir övünme kaynağı
olarak kabul etmek;
Atatürk,
ilk sanayileşme hamlelerinde bu romantik idealizmi o devrin milli heyecanı çerçevesinde
en güzel biçimde işlemiştir.
Sanayileşme
hedef alındıktan sonra, ikinci adım bu hedefe ulaşmak için alınacak
tedbirleri belirlemek olmuştur. Atatürk’ün milli iktisadi hedefini tayin
eden slogan olarak özetlenen ana gaye “çağdaş
medeniyet seviyesine ulaşmak” dır. Atatürk, medeniyet seviyesi ile
iktisadi gelişmişlik arasındaki iki yönlü bağlantıyı çok iyi gördüğü
için, iktisadi kalkınmaya büyük ağırlık vermek zorunluluğu duymuş ve
bunu gerçekleştirme yolunda ilk adımları atmıştır.
Hedef,
iktisaden kalkınmadır. Sanayileşme başta olmak üzere tarım ve hizmetler
sektörü de geliştirilecektir.
İzmir İktisat
Kongresinin ardından 24 Temmuz 1923’de Lozan Antlaşması imzalanmış, 29
Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilanı ile yeni Türk Devletinin siyasal kuruluşu
tamamlanarak memleketin iktisadi ve sosyal sorunlarının çözümlenmesi dönemi
açılmıştı. Öncelik taşıyan sorunun ekonomik olduğu için ülke çapında
bir uğraş başlamıştır. Amaç, ekonominin düzenlenmesi, geliştirilmesi, hızlı
sanayileşmenin sağlanmasıdır.
Bu dönemde,
tasarrufu teşvik ederek, toplayarak, bütün ekonomik faaliyet kollarını
finanse edebilecek, gerektiğinde çeşitli alanlarda sanayileşme hareketinin
başlatılmasına kendi kaynaklarıyla katılabilecek milli bir kuruluşun doğması
ve böylece bir milli bankacılık sisteminin oluşturulması ihtiyacı duyulmuştur.
Türkiye İş Bankası A.Ş. bu ortam içinde doğmuştur.
Türkiye İş Bankası'nın ilk tabelası
Türkiye İş Bankası'nın ilk binası
İzmir İktisat
Kongresi’nde belirlenen eğilim doğrultusunda, 26 Ağustos 1924 yılında
Atatürk tarafından kurulan Türkiye
İş Bankası A.Ş.
1 milyon lira olan nominal sermayesinin fiilen ödenen
250 bin liralık bölümünün tamamının Atatürk tarafından karşılanması
ile faaliyetine başlamıştır. Bankanın ilk yönetim kuruluna Mahmut (Soydan)
bey başkanlık etmiş, üyelerini ise Fikret (Dr.) bey, Fuat (Bulca) bey, İhsan
bey, Ali (Kılıç) bey, Rasim (Başaran) bey, Rahmi (Köken) bey, Salih (Bozok)
bey, Şakir (Kınacı) bey ve
Genel Müdür Mahmut Celal (Bayar) bey oluşturmuştu.
Atatürk’ün
Türkiye İş Bankası A.Ş. İdare
Meclisi Üyelerine söyledikleri şunlardır:
“Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın.
Böyle kurumlar için en kuvvetli sermaye, zeka, dikkat ve iffettir. Teknik ve
metodik çalışmasını bilmektir. Bu inançla işe sarılınız, mutlaka başarırsınız.
Bu işte başarıyı kazanmayı, eğer şahsi bir onur meselesinden daha ileri,
milli bir gurur, milli bir onur meselesi yaparsanız çalışmak için, amacınıza
ulaşmak ve daha yükselmek için muhtaç olduğunuz ateşi, enerjiyi bol bol yüreklerinizde
bulacaksınız.”