Enerjinin Etkin Kullanımının Desteklenmesi İçin Politika Araçları: Dünyadaki Gelişmeler ve Bu Gelişmelerin Türkiye'deki Yansımalarının Değerlendirilmesi*

Gökhan Orhan

Balıkesir Üniversitesi Bandırma İİBF Kamu Yönetimi Bölümü

ÖZET

Bu çalışma enerjinin etkin kullanımının desteklenmesi için geliştirilen ve enerji verimliliği ve tasarrufunu amaçlayan politika araçlarının bir değerlendirmesini yapmayı ve bu gelişmelerin Türkiye'deki yansımalarını tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın başlangıcında dünyada enerjinin etkin kullanımına verilen önemin ardındaki tarihsel nedenler özetlenecektir. Bu çerçevede özellikle enerji sektörü ve çevre sorunları arasındaki ilişkiler irdelenecektir. Sonrasında, enerjinin etkin kullanımının özendirilmesi için dünyada geliştirilen politika araçları ve stratejiler kısaca açıklanacaktır. Dünyada yaşanan gelişmeler ışığında Türkiye'de hangi stratejilerin geliştirildiği ve hangi araçların kullanıldığının değerlendirilmesinden sonra Türkiye'deki kurumsal yapının ve ayrıca idari ve siyasi yapıların ve geleneklerin bu politika araçlarının geliştirilmesi ve uygulanması sürecinde nasıl bir rol oynadığı konusu tartışmaya açılacaktır. Çalışma sadece bu yapıların ve geleneklerin enerji etkinliğinin sağlanması konusunda yarattığı sorunların tespitiyle sınırlı kalmayacak, aktörleri enerjiyi etkin kullanmaya yönlendirebilecek politika araçlarının Türkiye'de uygulanabilme şansını da tartışacaktır.

I. GİRİŞ

1070'li yılların ikinci yarısında enerji kısıtlamaları gündelik hayatın bir parçası haline gelmişti. Elektrik kesintileri, apartmanların fuel oil'siz kalması ve benzin istasyonlarının önünde oluşan araç kuyrukları kanıksanır hale gelmişti. Bu dönemde yaşanan enerji darboğazının en önemli nedenleri 1970'lerde yaşanan petrol krizleridir. Bu krizler yüzünden fiyatı yaklaşık dört kat artan petrol ürünleri, Türkiye gibi ekonomileri ithal ettikleri petrolden elde edilen enerjiye dayanan ülkeleri olumsuz etkilemiş ve aynı zamanda bu ülkelerde ciddi bir dış ticaret açığı meydana getirmişti. Bu krizlerle birlikte belki fuel oil kullanan kalorifer kazanlarını kömürlü kalorifer kazanlarıyla değiştirildi ve otomobiller daha az kullandı. Ancak yaşanan sorunların bir parçası ve hatta önemli nedenlerinden biri olan enerjinin etkin kullanılmaması olgusunun üzerine gidilmedi. Ancak, Türkiye bu konuya gereken önemi vermezken, gelişmiş ülkeler enerji tasarrufunu ve enerji verimliğinin sağlanmasını temel öncelikleri arasına aldılar.

Batı ülkelerinin enerjinin etkin kullanımını desteklemeleri ve özendirmelerinin ardında yatan iki temel nedenden birincisi yukarıda bahsedilen petrol krizleridir. 1970'lere kadar gelişmiş ülke ekonomilerinin ucuz yakıtı olan petrolün fiyatının 1970'lerdeki OPEC müdahaleleriyle gerçekleşen iki petrol kriziyle birlikte 4-5 kat artması batı ekonomilerini enerjinin etkin kullanımına ve alternatif enerji kaynaklarına yöneltti. Buna ek olarak uluslar arası ekonomik rekabetin artması ülkelerin ihracat pazarında yer alabilmeleri için enerjiyi verimli kullanmalarını gerekli kıldı. Böylece enerjiyi daha verimli kullanan ülkeler girdi maliyetlerini azalttıkları için uluslar arası ekonomik rekabette daha avantajlı hale geldiler ve bu yüzden enerjinin verimli kullanılması için bir arayış başladı.

Ancak gelişmiş ülkeler sadece petrol krizi nedeniyle artan maliyetlerini kısmak için enerji tasarrufu uygulamalarına yönelmediler. Petrol krizi insan-çevre ilişkilerinde yaşanmakta olan yeniden tanımlama (ya da yeniden kavramsallaştırma) sürecinin hızlanmasına neden oldu ve belki de bu konuda bardağın taşmasında oldukça önemli bir rol oynadı. Çevre sorunlarının varlığının anlaşılması, daha doğrusu ciddiyetinin anlaşılması ve bunların birer sorun olarak tanımlanması sürecinde ortaya atılan Yeni-Malthusçu kıyamet günü senaryoları ve sıfır büyüme tezlerinin varsayımları arasında yer alan doğal kaynakların ve enerji kaynaklarının kıtlığı (sınırlılığı) fikrinin insanları sarsması ve böylece varolan yapıların, kurumların ve tüketim kalıplarının sorgulanması sonrasındaki gelişmeler de insanlığı bu konuda bir takım önlemler alma yoluna itti.

Ayrıca çevre sorununun küresel boyutunun ortaya çıkması ve bununla doğru orantılı olarak enerji üretim ve tüketiminde varolan kalıpların bu sorunlara yol açtığının anlaşılması ister istemez çevre-kalkınma denklemine enerji sorunlarını soktu. Enerji ve çevre ilişkisini kısaca ve maddeler halinde özetlemek gerekirse;

Enerji üretimi ve kullanımı küresel iklim değişikliğine neden olmaktadır. Özellikle de enerjiyle ilgili faaliyetler sera gazlarının atmosferde yoğunlaşmasına ve dolaylı olarak iklim değişikliklerine neden olmaktadırlar.

Enerji sektörüyle ilgili alanlarda meydana gelen büyük kazalar bu konuyla ilgili risk algılamasının ve muhalefetin artmasına neden olmuştur. Bu kazalara tanker kazalarını, rafineri ve petrol boru hatlarında meydana gelen kazaları, barajların yıkılması ve benzeri kazaları dahil edebiliriz.

Enerjiyle alakalı kaynaklardan meydana gelen su kirliliği de oldukça önemli tehlikeler içermektedir. Bunlara örnek olarak santrallerin soğutma suyunun su sistemleri üzerindeki olumsuz etkisini ve yine madencilikten, jeotermal enerji ve petrol üretiminden kaynaklanan drenaj sularının yarattığı kirlilik verilebilir.

Deniz taşımacılığından kaynaklanan kirliliğe örnek olarak biraz önce verdiğimiz tanker kazaları verilebilir, ancak hiç kaza olmaması durumunda dahi tankerlerin sintineleri önemli bir deniz kirliliği kaynağıdır.

Artan ekonomik faaliyetler tarım, yerleşme ya da koruma alanı olarak kullanılan topraklar üzerinde büyük baskı oluşturmaktadır. Yine enerjiyle alakalı maden işletmeleri, enerji amaçlı barajlar ve enerji santralleri da yarattıkları olumsuz çevresel etkiler bağlamında muhalefete konu olmaktadırlar. Ayrıca büyük ölçekli yenilenebilir enerji operasyonlarına da muhalefet oluşabilmektedir. Bu yüzden enerjiyle ilgili tesislerinin yerlerinin belirlenmesi büyük tartışma yaratan konulardan biridir.

Radyasyon ve radyoaktivite konusunda özellikle nükleer santrallerdeki kaza ve sızıntı riski önemli kaygı yaratan konular arasındadır. Buna ek olarak bu santrallerin atıklarının depolanması da ayrı bir sorun olarak önemini korumakla birlikte, bu santrallerin soğutma sularının da çevreye önemli zararlar verdiği iddia edilmektedir. Son tahlilde nükleer santrallerde yaşanan kazalar bu kazalar sonrası meydana gelen sızıntılar ve serpintiler bu kaygıları meşru kılmaktadır.

Enerji üretiminden kaynaklanan katı atıkların depolanması da çevre üzerine baskı yaratan sorunlardan biridir. Enerji üretiminden kaynaklanan atıkların arasında yer alan termik santral küllerinin, baca gazı arıtmaları tarafından tutulan küllerin ve desülfürizasyon birimlerinde biriken kireçlerin ve benzeri diğer atıkların depolanması ve bertaraf edilmesi de önemli çevresel sorunları beraberinde getirmektedir.

Enerji üretimi ve kullanımı hava kirliliğinin temel nedenleri arasındadır. Buna temel örnekler olarak şehirlerdeki sanayi, trafik ya da evsel ısınma kökenli hava kirliliğini ve kömür vb. yakıtlar kullanan enerji santralleri civarındaki hava kirliliğini verebiliriz.

Enerjiyle ilgili asidifikasyon sorunlarına dünyadan İskandinav orman ve göllerini, Türkiye'den de Yatağan örneğini verebiliriz. Enerji kullanımı sonucu havaya salınan kükürtdioksit (SO2) nemle birleştiğinde sülfrikasit (H2SO4) olarak yeryüzüne inmekte ve beraberinde toprak, hava, su kirliliği ve sağlık sorunlarını getirmektedir.

Beraberinde zararlı ültraviyole ışınların dünyaya ulaşması sorununu getiren ozon tabakasının incelmesinin ardında da enerjiyle ilgili nedenler bulunmaktadır (IEAa).

Yukarıda da belirtildiği gibi enerji ile ilgili hemen her faaliyetin bir çevresel boyutu var ve bu yüzden günümüzde enerji ve çevre konuları birbirinden bağımsız olarak ele alınmıyor. Özellikle enerji üretim ve tüketiminin çevreye verdiği zararlar önemli tartışmalar yarattı ve enerji üretimi yapan tesislerin yarattığı çevresel zararlar ve yine enerji üretimi için planlanan projeler çevreciler tarafından yoğun bir şekilde protesto edildi. Enerjiyle ilgili konular sadece gelişmiş ülkelerde değil aynı zamanda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de kamuoyunda tartışıldı. Sonuçta karşılaşılan çevre sorunlarının çözülmesi, kirliliğin azaltılması ve de yeni çevre sorunlarının ortaya çıkmasının engellenmesi için çevre dostu enerji kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları geliştirilmeye başlandı. Rüzgar ve güneş gibi enerji kaynakları önemli alternatifler olarak gündeme geldiler. Özellikle de karbon kökenli enerji kaynaklarının kullanımının azaltılması için bu alternatiflerden faydalanıldı. Ancak bu önlemlerle yetinilmedi ve bu noktada enerjinin etkin kullanımı da önemli bir kaynak olarak karşımıza çıktı. Hem enerjinin üretim ve dağıtımı hem de kullanımı aşamalarında etkinliği amaçlayan politikalar geliştirildi. Bu anlamda enerjinin etkin kullanımını amaçlayan politikalar özellikle gelişmiş ekonomilerde ekolojik modernizasyon sürecinin bir parçası olarak sunuldu. Enerjiyle ilgili faaliyetlerin çevre sorunlarının temel nedenlerinden biri olduğunun anlaşıldığından dolayı, çevre sorunlarının çözümü için geliştirilen politikalarda enerji sektörüyle ilgili önlemler önemli bir rol oynadı. Özellikle iklim değişikliği konusunda enerji sektörü devamlı eleştiri aldı ve bu nedenlerden dolayı gelişmiş ülkeler emisyonlarını azaltmak için enerjinin etkin kullanımını amaçlayan politikalar geliştirdiler.

Ancak Türkiye'de enerji sektörü üzerine yapılan tartışmalar genellikle ulusal çıkarın ne olduğu (ki bu ulusal çıkar genelde hep yeni bir tesisin inşa edilmesini gerektirdi) ve bunu kimin daha iyi bilebileceği düzleminde gerçekleştiği için ve bu konu da genelde bir enerji tesisinin yapılıp yapılmaması düzleminde tartışıldığı için, enerji etkinliği konusu genelde geri planda kaldı ve hatta bir alternatif olarak gündeme bile gelmedi. 1960lardan beri dayatılan bir olağanüstü hal söylemiyle bütün kaynaklar yeni enerji tesislerinin yapımına yönlendirildi. Ancak son yıllarda bazı çevreci kuruluşlar, üniversiteler ve konuyla ilgili meslek odaları bu konuları gündemlerine aldılar. Hem bu alternatif kaynakların geliştirilmesi, hem de enerji tasarrufunu içeren alternatif politikaları, çevre ve enerjiyle ilgili sorunların çözümünde kullanılması amacıyla, savunmaya başladılar.

Ancak sivil toplum kuruluşları ve bazı üniversitelerin sahiplendiği bu konuya hükümet kuruluşlarının hala daha ikincil bir önem verdiği görülmektedir. Burada tabi ki bu konulardan sorumlu EİEİ'ni müstesna tutulabilir. Ancak yine de Türkiye'nin bu konularda pek çok aşama kaydettiğini kağıt üstünde gösterenlere de kısaca hangi politikaların uygulandığını ve bunların ne kadar tasarrufla sonuçlandığını ya da kağıt üzerindeki bu politikaların uygulanması için ne kadar bütçe ayrıldığı sorulmalıdır. Halbuki enerjinin etkin kullanımı çevre ve enerji politikalarının en önemli araçlarından biridir ve ülke ekonomisi üzerinde de etkisi olduğundan dolayı özellikle üzerinde durulması gereken politika alanlarından biridir. Bu araçların kullanımı sayesinde ülkede yaşandığı iddia edilen enerji sorunu çözülebilir, çevreye verilen zararlar daha azaltılabilir, ve ayrıca ülkenin kaynakları daha verimli kullanılacağından ekonomik refaha katkıda bulunulabilir. Gelişmiş ülkelerde enerjinin etkin kullanımına önem verilmektedir ve bu nedenle enerji tasarrufunu özendirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla temel bazı politika araçları geliştirilmiştir ve bunlar yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Diğer ülkelerde hal böyleyken bu araçların Türkiye'de pek de kullanılmadığını, ya da biraz daha geri plana atıldığını görmekteyiz. Bunların Türkiye'de neden uygulanmadığını görmek ve Türkiye'deki enerjinin etkin kullanımı sürecine katkıda bulunmak için öncelikle dünyada uygulanan politika araçlarının neler olduğunu tespit etmek gerekiyor.

II. DÜNYADA İZLENEN ENERJİ TASARRUFU POLİTİKALARI VE BUNLARIN UYGULAMADA KULLANDIĞI TEMEL ARAÇLAR

Bu aşamada Uluslararası Enerji Ajansının bu konuda yaptığı çalışmalardan (IEAb) hareketle diğer ülkelerde izlenen enerji tasarrufu politikalarının neler olduğu ve bunların uygulamada kullandıkları temel politika araçlarının neler olduğu özetlenecektir. Bu bağlamda kullanılan muhtelif araçlar var ve bunların sınıflandırılması da ayrıca sorunlu ancak literatürde karşımıza çıkan temel araçlar sırasıyla Bilgilendirme ve Teknik Yardım; Etiketleme; Yasal Düzenlemeler ve Standartlar; Doğru Fiyatlandırma; Mali Politikalar ve Vergiler; Talep Yönlü Enerji Yönetimi; Gönüllü Anlaşmalar; Araştırma, Geliştirme ve Uygulama; ve Diğer Bazı Ekonomik Araçlardır. Bunların kullanımı hakkında bazı temel bilgileri ve uygulamalardan bazı temel örnekleri aşağıda kısaca açıklanacaktır.

Yasal Düzenlemeler ve Standartlar: Yasal düzenlemeler ve standartlar pek çok alanda akla ilk gelen politika araçlarıdır. Örneğin çevre politikalarının kullandığı ilk grup araçlar doğrudan düzenleme ve standart belirleme tarzı araçlardır. Enerjinin etkin kullanımı konusunda uygulamaya konulan doğrudan düzenlemeler ve standartlar genellikle binalar, motorlu taşıt araçları ve (enerji kullanan) ev aletleri üzerinde uygulanmaktadır. Standartlar bir minimum verimlilik seviyesi belirlerler ve bu seviyeye ulaşamayan aletlerin piyasaya sürülmesi yasaklanır. Alıcılar da piyasadaki ürünler arasında yapacakları karşılaştırmayı bir önceki maddede bahsettiğimiz etiketler sayesinde yaparlar. Bu araçlar enerji tasarrufu konusunda oldukça etkili olabilirler. Ancak istenen sonuçları almak biraz zaman alabilir. Çünkü bu uygulamalar genellikle yeni ürünlere uygulanabildiği için, istenen sonuçları almak halihazırda kullanılan eski (teknolojiye sahip) ürünlerin yenilenmesi için geçen zamanla doğru orantılı olabilir. Standartların belirlenmesi oldukça gelişmiş bilgi seviyelerine ulaşmış olmayı gerektirmekle birlikte, belirlenen standartlar ve standart belirleme süreci teknolojik gelişmelere ayak uydurabilecek esneklikte olmak zorundadır. Aynı zamanda endüstriyi de sanayiciyi de enerjiyi daha verimli kullanan teknolojiler geliştirmek için yatırım yapmaya teşvik etmelidir.

Bu konuda da öncülüğü Kanada ve ABD yapmıştır. ABD'de ev aletleri için belirtilen verimlilik standartlarına uyulması zorunludur. Avrupa'da da bu uygulamaların öncülüğünü Hollanda ve Danimarka yapmışlardır. AB'de önce 1992'de kalorifer kazanları için performans kriterleri belirlemiş ve sonrasında buzdolabı ve dondurucular için minimum performans standartları belirlemiştir. Bu standartlar 1999da yürürlüğe girmiştir. Ancak bu düzenlemelerin sınır aşan bir etkisi de vardır. Enerjiyi verimli kullanan ürünler hem ihraç edildikleri ülkelerdeki enerji tüketimini etkilerler hem de uluslar arası ekonomik ve ticari rekabette kendilerini üreten ülkelere bir karşılaştırmalı avantaj sağlarlar.

Standartlar sadece ev aletleri için değil aynı zamanda ofis, ev ve binalarda da uygulanmaktadır. Bu alandaki düzenlemeler daha çok binaların dış yüzey kaplaması-yalıtımı, pencerelerin ve kullanılacak malzemenin ısınma performansına etkileri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu standartlar yerel yönetimler tarafından sağlık ve güvenlikle ilgili düzenlemelerle beraber uygulanmaktadırlar. Bir anlamda bina yapım sürecinin ekolojik modernizasyonu beraberinde enerjiyi daha verimli kullanan ve sonuçta çevreye daha az zarar veren binaların yapımını da getirecektir. Bu tip düzenlemeler ulaşım sektöründe de uygulanmaktadır. Hız limitleri öncelikle güvenlik ve trafik düzenini sağlamayı amaçlasa da yüksek hızla yakı tüketimi arasında da bir ilişki vardır. Aynı zamanda bazı ülkelerde araçların periyodik testleri sırasında yakıt verimliliği de ölçülmektedir. Halen ABD motorlu kara taşıt araçları için yakıt ekonomisi standartlarını belirleyen ve uygulayan tek ülkedir.

Etiketleme: Etiketler kısaca alıcılara satın aldıkları ekipmanın performansı ve enerji tüketimi hakkında bilgi verirler ve enerji tasarrufu konusunda göz ardı edilemeyecek araçlardır. Bu etiketler özellikle elektrikli ev aletlerinin ve enerji tüketen diğer aletlerin kullanma süresi boyunca maliyetlerinin ne olacağı konusunda tüketiciyi bilgilendirirler. Alıcılar ürünlerin sadece ilk maliyetleri hakkında değil işletme ve kullanma maliyetleri hakkında da bilgi sahibi olurlar. Etiketleme aynı zamanda üreticileri de enerjiyi daha verimli kullanan ürünleri üretmeye teşvik eder. Enerji tüketimi ile ilgili etiketler sadece araçlara değil aynı zamanda binalara ve otomobillere de uygulanabilir. Etiketleme uygulaması Kanada'da 1978 ve ABD'de 1980 yıllarında uygulamaya konuldu. Yine Avrupa Birliği de 1995'te yayınladığı bir direktifle buzdolabı ve dondurucularda etiketlemeyi zorunlu tuttu ve o tarihten bu yana uygulama diğer ev aletlerini de içine alacak şekilde genişletildi. Burada diğer bir örnek olarak Danimarka'da evlerin ve apartman dairelerinin etiketlenmesi politikasını verebiliriz. Danimarka'da zorunlu olan bu uygulama sayesinde potansiyel alıcılar almak istedikleri evin yıllık enerji tüketiminin ve bu tüketimin çevresel etkisinin ne olacağını etiketlerden öğrenirler. Bu etiketler aynı zamanda bir danışman tarafından hazırlanan ve enerji-su tasarrufunun nasıl sağlanacağını ve bunların maliyetlerini belirten bir enerji planıyla desteklenirler. Etiketleme uygulaması da diğer araçlarla desteklendiği takdirde daha etkili olan bir araçtır.

Bilgilendirme ve Teknik Yardım: Enerji tasarrufu politikalarının uygulanması büyük ölçüde bireylerin davranış-larına bağlıdır ve burada tüketici davranışlarının değiştirilmesi temel araçlardan biridir. Bu değişimi sağlamanın yollarından biri de tüketicilerin enerji tasarrufu konusunda bilgilendirilmesi ve gerekli durumlarda tüketicilere teknik yardım sağlanmasıdır. Bu bilgilendirme çalışmalarında tüketicilere enerjiyi daha verimli kullanmaları için yapmaları gerekenler hakkında bilgi verilir. Bu tip çalışmaların dikkatli bir şekilde hedeflerin belirlenmesi, pozitif ve uzun süreli olma durumunda başarılı olma şansları vardır. Kitle iletişim kampanyaları, atölye çalışmaları, bilgi merkezleri ve eğitim bu aşamada kullanılabilecek araçlardır. Tabi ki bahsedilen faaliyetlerde kullanılan bu araçlar tüketicilerin işine yarayacak uygulamalar konusunda bilgi verip bu uygulamaları hayata geçirdikleri ölçüde başarılı olurlar. Ayrıca bu çalışmalar da tek başlarına bir anlam ifade etmezler ve diğer politika araçlarıyla desteklenmesi gerekmektedirler. Bilgilendirme faaliyetleri sonrasında, eğer tüketicilerin daha verimli ürünlere ulaşabilmesi sağlanamıyorsa, ya da enerji verimliliği konusundaki modernizasyon çalışmalarına finansman desteği verilemiyorsa bunları bilmek yeterli olmayacaktır. Bilgilendirme çalışmaları enerji tasarrufu konusunda tek başına başarılı olabilecek araçlar değillerdir, ancak diğer politika araçlarının uygulanmasının desteklenmesi ve bütüncül bir plan dahilinde diğer araçların tamamlayıcısı olma anlamında enerji tasarrufuna daha fazla katkıda bulunacaklardır.

Mali Politikalar ve Vergiler: Enerji tasarrufunu teşvik etmek için uygulanan vergiler ve harçlar ülkelerde farklı formlar alırlar. Bunlar enerjiyle ilgili satışlardan alınan vergiler, gümrük vergileri, CO2 ve SO2 vergileri formunu alabilir. Bu vergilerin temel amacı vergi toplamak olmakla birlikte az da olsa 'kirleten öder' ilkesiyle doğru orantılı olarak tüketicinin daha az kirleten ürünlere yönlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu uygulamaya bazı ülkelerde kurşunsuz benzinin daha az vergiyle satılması, belirli bir sınırın altında elektrik kullananlardan daha düşük bir elektrik bedeli tahsil edilmesi ya da yüksek motor hacmine sahip araçlardan daha fazla yol vergisi alınması örnek verilebilir. Bunlara ek olarak enerji tasarrufunu amaçlayan projelere daha düşük vergiler uygulanabilir. Ancak bu ekonomik araçların, ve özellikle vergilerin, hedeflenen enerji tasarrufu amacına ulaşabilmesi için en etkili yol enerjiyle ilgili satışlardan elde edilen gelirin belirli bir yüzdesinin yenilenebilir enerji ya da enerji tasarrufuyla ilgili çalışmalara aktarılmasıdır. Örneğin İngiltere'de ve Norveç'te bunun uygulamaları mevcuttur. Bu aktarımın yapılmaması durumunda enerjiden alınan vergiler sadece regresif vergilendirmenin ve bütçe açıklarını kapamanın bir aracı olacaktır. Yani amaç sadece bütçe açıklarını kapamakla sınırlı olmamalı, bu vergilendirme hem tüketiciyi enerjiyi verimli kullanan araçlara ve teknolojilere yönlendirmeli hem de bu konuyla ilgili araştırma ve geliştirme çabaları bu kaynaklardan finanse edilmelidir. Aynı zamanda bu vergiler ideal piyasa koşullarında tüketicileri tasarrufa yöneltecektir. Bu koşullar oluşmamışsa maliyetler tüketiciye yansıtılacaktır. Son olarak bu araçların da diğerleriyle birlikte kullanılması onları daha etkin kılacaktır. Tüketicilerin bilgilendirilmediği ve onlara daha verimli alternatiflerin sunulmadığı bir ortamda sadece vergilendirme istenen amaçlara ulaşmada yeterli olmayacaktır.

Doğru Fiyatlandırma: Bu araç aslında enerji tasarrufu konusunda kullanılan ekonomik araçlar arasında sayılabilir. Doğru fiyatlandırma kullanıma sunulan enerjinin gerçek fiyatının tüketiciye yansıtılmasını gerektirmektedir. Bazı ülkelerde, muhtelif nedenlerle, belirlenen enerji fiyatları maliyetlerinin altında kalmaktadır. Bu da kullanıcıları enerji tasarrufuna yöneltmeyecektir. Ancak doğru fiyatlandırma sayesinde firmalar kendilerine uzun vadeli bir yol çizip gerçekten yarışmacı bir ortamda kendilerine yer bulabileceklerdir. Eğer doğru fiyatlandırma yoksa firmalar enerji verimliliği konusunda fazla çaba gösterme zahmetine girmeyebilirler. Yine elektrik faturalarının gerçek maliyetleri yansıtması durumunda ev kullanıcıları da daha verimli elektrikli ev aletleri kullanma yoluna gidebilirler.

Diğer Ekonomik Araçlar: Bazı ülkelerde düşük faizli krediler, bağışlar ve teşvikler enerji tasarrufuyla ilgili faaliyetleri desteklemede kullanılmaktadırlar. Ancak bu projeler zaman zaman etkili olsa da, dikkatli bir şekilde odaklanılmaz ve iyi yürütülmezlerse israfa neden olurlar. Diğer taraftan bu alana akıtılan kaynakların enerjiyi verimli kullanan teknolojilere yatırımı artırdığı ve bu alandaki yeniliklere katkıda bulunduğu net bir şekilde görülmektedir. 1980ler boyunca bu programların çoğu azaltılmış olmakla birlikte bugünlerde tekrardan gündeme gelmiş bulunmaktadır. Çünkü hükümetler enerji tasarrufu konusunu iklim değişikliği ile ilgili stratejilerinin temel taşı olarak görmektedirler. Bu aracın kullanımına örnek olarak bazı hükümetlerin, konuyla ilgili uluslar arası kuruluşların ve AB'nin verdiği kredi, teşvik ve bağışlardan bahsedebiliriz. Bu ekonomik araçlar bilgilendirme ve araştırma-geliştirme başta olmak üzere hemen her alanda kullanılabilirler. Ancak burada da bu projelere harcanan kaynakların karşılığında sağlanacak getiriler iyi hesap edilmelidir. Çünkü bu kaynaklar bir araç olarak harcanırken amaç enerji tasarrufudur. Amaç-araç dengesinin iyi kurulmaması kaynakların verimsiz kullanılması sonucunu doğuracaktır.

Talep Yönlü Enerji Yönetimi (Talep Yönetimi): Genelde enerji yönetiminde arz yönlü stratejilerin izlendiği görülmüştür. Verimlilik konusunda da ilk akla gelen enerji üretiminde ve dağıtımında verimliliğin sağlanması olup bunlar daha öncelikli hedefler olarak belirlenmiştir. Ancak günümüzde Talep Yönlü Enerji Yönetimi de gündeme gelmiştir. Kısaca DMS (Demand Side Management) olarak adlandırılan bu araç daha çok entegre kaynak planlamasıyla birlikte kullanılır ve aslında tüketicilerin enerji gereksinimlerini karşılamak için hem arz yönlü hem de talep yönlü seçenekleri kullanır. Bu yöntem özellikle elektrik ve doğal gaz alanlarında kullanılır. Şirketler açısından baktığımızda talep yönlü enerji yönetimi şirketlerin tüketicilere verdiği hizmeti en ucuz şekilde vermesini sağlamayı içselleştirmiştir. Toplumsal olarak ise çevre ve sürdürülebilir kalkınma açısından bazı açılımları beraberinde getirir. Ancak her iki durumda da temel amaç enerji verimliliği ve enerji sisteminde ödenen paranın karşılığının alınmasıdır. Yani daha az girdiyle daha çok hizmet.

Geleneksel olarak elektrik dağıtımında üretim, iletim ve dağıtım ağı tahmin edilen en yüksek talebe göre inşa edilir. Ancak 1970lerle birlikte ABD ve Kanada'da firmalar talepteki artmayı azaltma ve sistemdeki yükü azaltmak için talep yönlü enerji yönetimi stratejilerinden faydalanmaya başladılar. Bu bahsettiğimiz çalışmalarda enerji tüketimini azaltmak için oldukça geniş yelpazede bir enerji tasarrufu ve enerji verimliliği programları uygulamaya konuldu. Buna ek olarak tüketimi en yoğun saatlerden diğer saatlere kaydırmak için bazı stratejiler geliştirildi. Bu stratejiler arasında farklı elektrik tarifelerinin geliştirilmesi örnek olarak gösterilebilir. Bazı ülkeler yoğun talep olmayan saatlerde (örneğin gece yarısından sonra) kullanılan elektriğin fiyatını ucuzlatarak, ve bilgilendirme kampanyalarıyla tüketicileri yönlendirerek (örneğin çamaşırlarını ve bulaşıklarını gece yıkamaları konusunda) sisteme fazla yüklenilmesinin önüne geçmeye çalışmışlar ve bu sayede varolan üretim kapasitelerini kullanarak (ek yatırıma ve yeni borçlanmalara gerek duymadan) hizmet vermeye devam etmeyi amaçlamışlardır.

Yine bu stratejiye örnek olarak Britanya'daki bazı elektrik firmalarının, diğer bazı kamu kurum ve kuruluşlarının desteğiyle, eski teknolojiye sahip ve aşırı enerji tüketen elektrikli ev aletlerini bedavaya değiştirmesini verebiliriz. Britanya'daki bu uygulamada düşük gelir grubu ailelerin kullandığı aşırı enerji tüketen buzdolapları bedelsiz olarak yenileriyle değiştirilmişlerdir. Bu sayede elektrik üreten firma enerji talebini belirli bir seviyede tutarak ve ek yatırıma gitmeden operasyonlarını sürdürmüştür. Yatırım maliyetlerinin oldukça yükseldiği ve yine çevresel duyarlıkların arttığı günümüzde bu tip yaklaşımlar firmalar için oldukça akılcı görünüyor. Aynı zamanda bu strateji Britanya'nın iklim sözleşmelerinde verdiği CO2 emisyonlarıyla ilgili taahhütleri tutmasına da katkıda bulunmuştur. Hükümetlerin bu konuyu desteklemelerinin nedenlerinden biri de budur. 1980lerde gelişen bu strateji 1990larda kısmen bir düşüş yaşadı ve gelecekte neler olacağı belirsiz. Ancak hala daha rekabetçi ortamlarda çalışan bazı enerji üreticisi firmalar enerji verimliliği ile ilgili önlemleri standart paketlerinin bir parçası olarak sunuyorlar. Ayrıca diğer firmalar için talep yönlü enerji yönetimi hala daha yeni kapasite inşa etmekten daha düşük maliyetli olarak görülebilir. Özellikle yeni enerji üretim tesislerine karşı duyulan tepkiler ve her geçen gün gelişen müşteri ilişkileri ve pazarlama teknikleri de bu araçların kullanımını teşvik edebilirler. Bu konuda son bir örnek vermemiz gerekirse, Fransa'da herhangi bir bölgede voltaj sorunu yaşanıyorsa, orada şebekenin yenilenmesi gerekmekte. Ulusal elektrik şirketi düzenli bakım ve işletmeden sorumlu ancak hatların güçlendirilmesi ve uzatılması yerel yönetimlerin sorumluluğunda ancak yerel yönetimler bu maliyetleri karşılayabilecek durumda değil. Burada gündeme talep yönetimi gelmiş ve sonuçlar kimi yorumculara göre başarısız olsa da, projelerin uygulandığı yerlerde sorunlar çözülmüş ve bu çözümler hatlar için yapılacak yatırımların oldukça azına mal edilmiştir.

Gönüllü Anlaşmalar: Nasıl çevre politikası yasal düzenlemeler ve standartlarla başlayıp ekonomik enstrümanlara, oradan da gönüllü anlaşmalara doğru geçtiyse enerji tasarrufu konusunda da benzer bir gelişim çizgisi görmek mümkün. Gerçekten de sanayi ve hükümetler arasında imzalanan gönüllü anlaşmalar enerji verimliliğinin teşvik edilmesi, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve diğer çevresel ve ekonomik amaçlara ulaşılmasında kullanılan ortak mekanizmalar haline geldiler. Gönüllü anlaşmalar enerji ve çevreyle ilgili hedeflerin belirlenmesi ve bu hedeflere ulaşılmasında sanayinin önderliğine dayalı girişimleri teşvik etmeyi, çevre konusunu şirketlerin karar verme organlarında daha fazla gündeme getirmeyi ve bu sürece dahil olan firmalara çevre ve enerjiyle ilgili konulardaki hedeflerine ulaşmada aha fazla esneklik sağlamayı amaçlar. Enerji ve çevre bağlamında beklenen toplumsal faydalar toplumun ve ilgili şirketlerin bilinçlendirilmesinden, sera gazı emisyonlarındaki düşüşe kadar değişebilir. Katılımcıların çıkarları daha katı bir düzenlemenin önünün kesilmesi, daha fazla kar etmek ya da kamuoyunda çevre dostu bir imaj elde etmek olabilir. Gönüllü anlaşmalar doğası gereği hükümet inisiyatifi olmadan (ya da NGO inisiyatifiyle) olmazlar, ancak sadece hükümetlerin direktifiyle de olmaz. Temel olarak üç tip gönüllü anlaşmadan bahsedebiliriz.

Hedefe Dayalı Gönüllü Anlaşmalar (Negotiated Agreements): Bunlara pazarlığa dayalı anlaşmalar da denir. Burada verimlilik hedefleri üzerinde pazarlıklar yapılır, ve belirlenen hedefler yasal olarak bağlayıcıdır. Bu anlaşmalar ya gelecekteki bazı düzenlemeleri engellemek için yapılır, ya da yapılmaması durumunda katı yasal düzenlemeler öngörülür.

Performansa Dayalı Gönüllü Anlaşmalar: Buradaki gönüllü anlaşmalar yine pazarlığı yapılmış performans hedeflerine dayalıdır ve yasal olarak pek bir bağlayıcılığı yoktur.

Ortak Araştırma-Geliştirmeye Dayalı Gönüllü Anlaşmalar: Bu tip anlaşmalarda en iyi uygulamanın geliştirilmesinde ziyade,en iyiyle ilgili sınırların daha da ileriye çekilmesi amaçlanır. Yani piyasa koşullarındaki en gelişmiş teknolojinin üzerinde durup onu geliştirmek ya da onunla yetinmek yerine çizgiyi daha ileriye çekerek teknolojik gelişmelerin önü açılır.

Burada gönüllü anlaşmalarla ilgili bir değerlendirme yapmamız gerekirse, gönüllü anlaşmalar ve yasal düzenlemeler birbirlerini dışlamazlar, tersine tamamlayıcıdırlar. Gönüllü anlaşmalar üzerinde uzlaşılan hedeflere ulaştıklarında aynı zamanda çevresel ve ekonomik bazı hedeflere de ulaşmış olurlar. Bu konudaki başarı etkinliklerin nasıl yapılandırıldıklarına ya da nasıl izlendiklerine bağlıdır. Düzenleme tarzına göre daha çabuk sonuç alınabilir, ama burada da pazarlık aşaması oldukça uzundur ve hedeflerin belirlenmesi ve diğer pazarlıklar zaman alır. Ayrıca sektörün tamamının sürece katılımı başarı için oldukça önemlidir. Ancak sektörün tamamı için bazı hedefler konmuşsa, bu beraberinde bazı firmaların ağır davranıp diğerlerinin aleyhine avantaj sağlamalarına neden olabilir. Ayrıca izleme ve rapor etme de oldukça önemlidir, her ne kadar firmalar için bir yük gibi görülse de katı düzenlemelerin getireceği yükten daha az bir yük getirecektir.

Araştırma, Geliştirme, Uygulama ve Tanıtım Çalışmaları: Hükümetlerin araştırma, geliştirme, uygulama ve tanıtım programları yeni teknolojilerin geliştirilmesi, bu teknolojilerin teknik uygunluklarının tanıtılması yoluyla enerji tasarrufu programlarını destekleyebilirler. Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalışmaların çoğunluğu varolan ekipmanların, materyallerin ya da proses tasarımlarının verimliliğini artırmayı amaçlayan çalışmalardır. Buna ek olarak yeni teknolojilerin tanıtılması yoluyla yeni ürünlerin pazara girmesinin hızlandırılması da amaçlanmaktadır. Teknoloji politikaları kendilerini sadece araştırma ve geliştirmeyle sınırlamamalıdırlar. Bunların pazara girebilmeleri için bazı destekler geliştirilmelidir. Pek çok Ar-Ge programı yeni ve gelişmiş teknolojilerin pazara girebilmesi için geniş çaplı bilgilendirme programları düzenlemiş, sanayi ve ticaret kesiminin eğitilmesi, finansal bazı desteklerin sağlanması, teknoloji transferi ve üçüncü partiler aracılığı ile finansal destekler sağlanması gibi önlemlerle desteklenmişlerdir. Bazı alanlarda düzenleme ve standartlar da yeni teknolojilerin pazara girebilmesi için kullanılmışlardır. Bu yöntem özellikle evsel ve ticari kullanıcıların verimliliğini artırmada önemli sonuçlar getirmiştir. Yine bazı ülkelerde verimli enerji üretim tekniklerine (kombine ısı-elektrik üretimi tesisleri) verilen bazı garantiler enerji üretiminde verimliliği artırmak amacıyla ortaya atılmışlardır. Son yıllarda stand by durumundaki elektrikli aletlerin elektrik tüketimi konusunda çalışmalar sürdürülmektedir. Bazı öngörülere göre bu konuda yaklaşık %10'luk bir enerji tasarrufu olasılığı vardır ve bu konudaki araştırma ve geliştirme çalışmaları sürdürülmektedir (IEAc).

Pazarın Dönüştürülmesi ve Talep Yönlü Stratejiler: Burada talep yönlü aktiviteler yoluyla tüketicilerin teknolojik gelişme üzerinde etkili olmaları amaçlanmaktadır. Amaç pazarın ve tüketicilerin daha ziyade ürünün performansına odaklanması olmakla birlikte, bu ürünlerin pazara yayılması, ürünlerin işlevlerine odaklanılması ve tüketicilerin yeni ürünlere yönlendirilmesi de amaçlanmaktadır. Amaç eski teknolojiye sahip ürünlerin pazardan kaldırılıp yerlerine hızla yeni teknolojiye sahip ürünlerin getirilmesidir. Bu yeni eğilim etiketlemeyle birlikte Avrupa beyaz eşya pazarında görülmeye başlamıştır. En verimli olan A ve bunu takip eden B ve C kategorilerindeki ekipmanların pazar payı daha az verimli olan D ve G kategorilerindekine kıyasla artmıştır. Yani A, B ve C kategorilerinin artması D ve G'nin pahasına olmuştur. Pazarın dönüştürülmesi için teknolojiyi geliştirmeyi amaçlayan çalışmalar da pazardaki enerji verimliliği performansını ve bu da enerji tasarrufunu etkiler. Verimsiz modelleri piyasadan silmeyi hedefleyen bu yaklaşım standartlarla beraber kullanıldığında daha etkili olabilir. Standartlar tek başlarına verimsiz teknolojileri piyasadan silebilir, ancak alternatifler piyasada varolan alternatiflerle sınırlıdır ve bu yüzden daha önce bahsettiğimiz, teknoloji transferi ve verimli teknolojilerin ticari hale getirilmesi piyasadaki ürünlerin enerji verimliliği ortalamasının artmasına neden olacaktır. Yani burada bu stratejilerin bir arada kullanılmasının önemi bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Ancak bu alanlarda talep gelişmiş ülkelerde doyma noktasına çok yakındır ve bu nedenle yeni açılan pazarlarda bu konuda daha dikkatli olunmalıdır.

Finansman Yöntemleri: Enerji tasarrufu bugünden yarına bir çırpıda gerçekleştirilecek bir hedef değildir. Enerji tasarrufu sağlamak için eski teknolojilerin modernizasyonu yani bir anlamda ekonominin ekolojik modernizasyonu gerekmektedir. Bu modernizasyon yatırımlarının finansmanı sorun yaratabileceğinden dolayı bu sorunları aşmak için bazı alternatif stratejiler de geliştirilmektedir Bu stratejiler arasında finansal kiralama, performans kontratları ve modernizasyonun finansmanının üçüncü şahıslar tarafından karşılanması sayılabilir.

Leasing-Kiralama: Bu yöntem sayesinde müşteri yatırım yapmak için borçlanmaya gerek duymayacaktır. Bu konuda ofislerde kullanılan fotokopi makineleri güzel bir örnek oluşturmaktadır. Enerji verimliliği hesaplanarak girilen bu kontratlarda müşterinin yaptığı aylık ödemeler yaptığı enerji tasarrufundan daha azdır ve makinenin mülkiyeti ve bakımı kiralamayı yapan şirkete aittir. Macaristan'da uygulanan bir sistem, bazı kamu binalarının ısıtma sistemlerinin modernizasyonunda kullanılmıştır. Sonuçta önceden aylık olarak yakıta ödenen para modernizasyondan sonra hem aylık yakıt ücretini hem de leasing'in taksitlerini ödemiştir.

Performans Kontratları: Bu yöntemde müteahhitler enerji tasarrufu sağlayacak ekipmanları gereken montajı yaparak tüketicinin kullanımına sunarlar ve finansmanı da kendileri sağlarlar. Müteahhitlere yapılan ödeme yapılan enerji tasarrufu üzerinden yapılır. Yapılan kontrat ortaklaşa kontrat ise enerji tasarrufundan elden edilen paylaşılır. Bazı durumlarda da tüketici sabit bir ücret belirler ve alınan önlemlerle tüketim azalırsa aradaki farkı müteahhit alır, fazla harcama olursa müteahhit bunu cebinden öder.

Üçüncü Şahısların Finansmanı Üstlenmesi: Burada da gündeme giren üçüncü parti işin tamamlanmasını, finansmanını ve sonucunu garanti eder. Yaptığı yatırımın karşılığını işletme sırasında yapılan tasarruflardan alır. Risk üçüncü parti tarafından üstlenilir.

Enerji Sistem Verimliliği: Burada da enerji sisteminin verimliliğini artırmayı amaçlayan bir programlar seti karşımıza çıkıyor. Tabi buradaki temel hedef toplam performansın artırılması karşılığında daha az girdi kullanılması şeklinde özetlenebilir. Ancak bu tip programlar pahalı altyapı programlarının uygulanmasını gerektirebilir ve ancak hükümetlerin katılımı ya da uzun vadeli bir perspektife sahip yatırımcılarla gerçekleştirilebilir. Örnek olarak tüm bir yerleşim birimine hizmet verebilecek merkezi ısıtılma-soğutma sistemleri ve kombine ısı ve elektrik üretim tesisleri verilebilir. Enerji sistem verimliliği alanında değerlendirilebilecek olan diğer yaklaşımlar ise varolan sistemin daha etkin kullanılmasını amaçlar, buna örnek olarak ağ yük yönetimi ve iletim-dağıtım verimliliğinin artırılmasına yönelik çalışmaları verebiliriz.

Yeni Geliştirilen Stratejiler:

a. Sera Gazı Emisyon Ticareti: Bu stratejide amaç sera gazı emisyonlarının düşürülmesi hedeflerine ulaşmada katılımcıların bunu en ucuza nerede gerçekleştirebilirlerse orada gerçekleştirebilmeleridir. Bu da enerji tasarrufu ile ilgili çabaları artıracaktır. Yani eğer gelişmiş bir ülke kendi emisyonlarını düşüremiyorsa ya da artışları sınırlandıramıyorsa, dünyanın başka yerinde emisyonun düşürülmesi durumunda oradaki emisyonu satın alabilecektir. Yani ille de bir ülkede düşürülmesi yerine maliyet nerede ucuzsa orada düşürme stratejisi izlenir. Ancak bunun kusuru da tabi ki emisyonda bir azalmanın olmaması ve çevrenin metalaştırılmasıdır.

b. Ortaklaşa Uygulanan Faaliyetler: Burada da sera gazı emisyonlarının en ucuz maliyetle azaltılması amaçlanmaktadır. Özellikle Uluslar arası İklim Değişikliği Paneli Ek 1'deki ülkeler diğer ülkelerdeki sera gazı emisyonlarının azaltılmasını sağlayacak projeleri destekliyorlar. Bu tip projelerin teknoloji transferi, ek yatırım getirmesi gibi avantajlarının yanında çevresel ve ekonomik faydaları da vardır.

Sonuç olarak, gelişmiş ülkeler tasarruf edilen enerjinin en ucuz enerji olduğunu anlamışlar ve bu yüzden enerjinin etkin kullanımı ve tasarrufunu teşvik edici uygulamalara geçmişlerdir. Küresel çevre sorunlarının çözümü için sera gazı emisyonlarını azaltmak durumunda olan gelişmiş ülkeler, bu hedeflerine ulaşmanın en önemli araçlarından birinin enerjinin etkin kullanılmasının ve tasarrufunun teşvik edilmesi olduğunu gördüklerinden, genelde, yapılan enerji tasarrufunu atmosfere ne kadar az sera gazı bırakıldığıyla ölçer hale gelmişlerdir. Bu ülkeler enerjinin etkin kullanımıyla ilgili hedeflerine ulaşmak için temel bazı politikalar kullanmışlardır. Bu bölümde enerjinin daha verimli kullanılması amacıyla geliştirilen politikaların kullandıkları araçların ve stratejilerin neler olduğunu gördük. Yukarıda da belirttiğimiz üzere doğrudan düzenleme ve standartlar, etiketleme, talep yönetimi, araştırma geliştirme ve gönüllü anlaşmalar temel politika araçları olarak karşımıza çıkmıştır. Bunlara ek olarak mali politikalar, vergiler ve doğru fiyatlandırma gibi muhtelif ekonomik araçlar da gündeme gelmiştir. Bu konuda izlenen bazı stratejileri de özetlememiz gerekirse, pazarın ve piyasaların dönüştürülmesi için özellikle talep yönetimini kullanan bazı stratejiler geliştirilmiş, yine bu projelerin finansmanı için bazı finansman yöntemleri geliştirilmiş, enerji sisteminin verimliliğini amaçlayan ve soruna bir bütün olarak bakabilen yaklaşımlar ve son olarak emisyon ticareti ve ortaklaşa uygulanan faaliyetlerle emisyonun azaltılması bu konuda uygulamaya konulan stratejilerdir. Ancak kullanılan bu araçlar ve geliştirilen stratejiler tek başlarına uygulamaya konulmamışlardır.

Buradan çıkarmamız gereken sonuç, hiçbir aracın tek başına sorunların çözümü için yeterli olmayacağıdır. Enerji politikası ve bunun bir alt alanı olarak gördüğümüz enerjinin etkin kullanımını hedefleyen politikalar doğası gereği pek çok alanla etkileşim halindedir. Hem bu alanları etkiler hem de bu alanlardan etkilenir. Bu nedenle enerjinin etkin kullanımını teşvik etmek için geliştirilmesi düşünülen politikaların ortadaki sorun(sal)a bütüncül olarak bakabilme yeteneğine sahip olması ve entegre çözümler getirmesi gerekmektedir. Yani hem farklı politika alanları birbirine entegre edilmeli hem de farklı politika araçları entegre bir şekilde kullanılmalıdır. Bilgilendirilme faaliyetleriyle bilinçlendirilmiş bir tüketici satın almak istediği teknolojik özelliklere sahip ve daha verimli bir ürünü piyasada bulamıyorsa bilgilendirme çalışması enerjinin etkin kullanımına yol açmayacaktır. Bu yüzden araçların gerektiği yerlerde hepsinin kullanılması amaçlanmalı yine bütüncül bir yaklaşımla diğer politika alanlarının etkileri de göz ardı edilmemelidir. Ayrıca kişi ve kuruluşlar bir arada ve uyumlu olarak çalışmalıdırlar.

III. TÜRKİYE'DEKİ ENERJİ TASARRUFU UYGULAMALARI

Türkiye 1980den sonra hızlı bir ekonomik büyüme göstermiştir. Enerji politikasının önceliği de artan talebi karşılayacak ölçüde enerji arzı artışıdır. Bu özellikle elektrik sektörü için geçerlidir. Ancak Türkiye'de kişi başına enerji tüketimi rakamları oldukça düşüktür. Bu yüzden hemen her yorumcu kişi başın düşen elektrik tüketimi rakamlarını gelişmişliğin ve uygarlığın bir gereği olarak kabul edip, daha fazla kapasite ve daha fazla tüketim tezini savunmaktadır. Ancak tüketim rakamları düşük olmakla birlikte enerji yoğunluğu OECD ülkeleri arasında en yükseklerden biridir. Bu da özellikle verimsiz ve enerji-yoğun sanayi sektörü nedeniyledir. Bu bağlamda enerji verimliliği yönünde oldukça önemli bir potansiyel vardır. Zaten bu konu da beş yıllık planlarda vurgulanmış ve özellikle CO2 emisyonlarının azaltılması için enerji verimliliği ve enerji tasarrufu uygulamalarına ağırlık verileceği belirtilmiştir. Ancak yine de bir saptama yapmamız gerekirse, diğer ülkelerde 1970lerde başlayan çalışmalara kıyasla uzun yıllar boyu bu konuda ciddiye alınabilecek çalışmalar yapılmadığını görmekteyiz. Her ne kadar Türkiye İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşmasını imzalamasa bile bu konuyla ilgili genel hükümlere uyma konusunda bir sorununun olmadığını uluslar arası kuruluşlara bildirmiş durumda. Bu konuyla ilgili olarak uluslar arası kuruluşların raporlarında Türkiye'nin enerji verimliliğini hedefleyen önlemler aldığı; yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artırdığı; yüksek CO2 içeriği olan yakıtlardan düşük CO2 içeren yakıtlara geçtiği; emisyonu düşürücü sistemleri (temiz kömür-kojenerasyon) uygulamaya aldığı; enerji kullanımını sınırladığı (yaz saati önlemleri - kış aylarında kaloriferlerin yanma saatlerinin kısıtlanması); enerji dağıtım sistemlerindeki kayıpları azaltıcı önlemler aldığı; belirtiliyor. Konunun biraz daha ayrıntılarına girmemiz gerekirse konuyla ilgili olarak Türkiye'de hangi kurum ve kuruluşların enerji tasarrufu ile ilgili olduğunu belirtmekle başlayabiliriz.

Kurumsal Düzenlemeler: Türkiye'de enerji tasarrufu ile ilgili olarak görevlendirilen kurumlar arasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ), EİEİ Ulusal Enerji Tasarrufu Merkezi (UETM) ve Enerji Tasarrufu Koordinasyon Kurulu (ETKK) sayılabilir. Bunların arasında EİEİ UETM bu konudaki uygulamaların çoğunun altına imzasını atmıştır. Ayrıca DPT'de beş yıllık planların hazırlanması bağlamında konuyla ilgilidir ve yine Türkiye'nin iklim değişimi konusundaki çalışmalarını eşgüdümlemek amacıyla ve ilgili kurumların temsilcilerinin katılımıyla bir Ulusal İklim Koordinasyon Kurulu kurulmuştur.

Sanayi Sektörüne Yönelik Olarak Yapılan Çalışmalar: Enerji etütleri ve denetimleri yapılıyor; elemanlar eğitiliyor ve özellikle enerji yönetimi ile ilgili elemanlar yetiştiriliyor; eğitim otobüsü programı var ve bu otobüsle fabrikalara gidilip eğitim veriyor; bilgilendirme faaliyetleri dahilinde broşür ve kılavuzlar hazırlanıp dağıtılıyor; sanayideki enerji tüketimiyle ilgili olarak bir veri tabanı hazırlanıyor.

Standart ve Etiketleme Çalışmaları: Yeni binalarda ısı yalıtımı ile ilgili standartlar gündeme alınmış olup, Haziran 2000 itibariyle uygulamaya konmuşlardır. Daha doğrusu 1985te gündeme alınmış olan standartların revizyonu yapılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 1982 ve 1983 yıllarında İmar Yönetmeliklerinde yaptıkları değişikliklerle pencere boylarının küçültülmesi yoluyla ısı tasarrufunun artırılması amaçlanmıştır. Kazanlar ve sobalar için standart getirilmiş olup bu standartlara uymayan ürünlerin piyasaya sürülmesi yasaklanmıştır. Ele alınması düşünülen konular arasında elektrikli ev aletlerinin verimliliğinin de bir standarda bağlanması vardır ve bu konuda bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Cadde aydınlatması için standart ve düzenlemeler hazırlanmaktadır. Apartman bloklarının ısı yalıtımları için uzun vadeli ve düşük faizli krediler için planlar hazırlanmaktadır. Ayrıca ev aletlerinin etiketlenmesi için bir alt komite çalışmalar yapmaktadır. Bu komitede EİEİ, Türk Standartları Enstitüsü, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları ve Dış Ticaret Müsteşarlığı temsilcileri yer almaktadırlar.

Bilgilendirme ve Eğitim Çalışmaları Enerji tasarrufu ile ilgili posterler hazırlanmış ve bunlar tüm Türkiye'ye dağıtılmıştır. Periyodik bilgilendirme çalışmaları mevcuttur.

Ulaşım Sektöründe Yapılan Çalışmalar: Motorlu taşıt araçlarında emisyon testleri yapılıyor ama verimlilik kontrolü yok. Metro ve benzeri raylı toplu taşıma sistemlerine geçiliyor. Demiryolu ulaşımında dizel lokomotifler yerine elektrikli lokomotifler kullanan trenler kullanıma konuldu. Toplu taşımacılıkta doğal gaz kullanan otobüsler kullanıma sunuldu.

Talep Yönlü Enerji Yönetimi (DSM) ya da Talep Yönetimi: Bu konuda bir çalışma grubu kurulmuş olup, farklı tarifeler kullanılmaya başlanmıştır. Bazı fabrikalar gece elektriğin daha ucuz olmasından hareketle çalışmalarını gece vardiyalarına kaydırmışlardır. Akıllı sayaçların kullanıma girmesiyle de talebin gece 22.00 den sonraki saatlere kaydırılması amaçlanmaktadır.

Finansal Teşvikler: Sanayide oto prodüktör uygulaması başlatılmış olup, bu konu teşvik kapsamına alınmıştır. Bu konuda EİEİ de bazı çalışmalar sürdürmektedir. Ancak bu teşviklerin ortaya çıkmasının ardındaki neden enerji verimliliğinin sağlanması ya da çevrenin korunmasından ziyade varsayılan enerji krizini aşmak için devlete zahmet vermeden ek elektrik üretim kapasitesi yaratılmasıdır. Apartmanların ısı yalıtımını finanse etmek için düşük faizli ve uzun vadeli kredilerin sağlanması için hazırlanan planlar var. Yine enerji verimliliği ile ilgili modernizasyon yatırımları teşvik kapsamında olup vergi ve gümrük indirimlerine tabidirler. Ancak burada da çevre modernizasyonu adı altında verilen bu teşvikler, diğer ülkelerin anti-damping suçlamalarından kaçınmak için bu halde verilmektedirler.

Vergilendirme: Özellikle verimlilik ve tasarrufu teşvik etmek için uygulanan bir çevre vergisi yok. Ancak çevre vergisi olarak adlandırılabilecek bazı tüketim vergileri mevcut.

Enerjinin Fiyatlandırılması: Ferro-krom tesisleri, kalkınmada öncelikli yörelerdeki sanayi tesisleri için belli başlı indirimler vardır. Ayrıca farklı tarifelere geçilmiş olup talebin yoğun olmadığı saatlerde indirim yapılmaktadır.

Enerji Tasarrufu Politikalarının Finansmanı: Ciddi bir finansman sorunu var, varolan projeler çok küçük bütçelerle idare etmek durumundalar. Hele bugünlerde kamu maliyesinin yaşadığı sorunlar bu konuya kaynak ayrılmasını da zorlaştırıyor. Ancak şunu da gözden kaçırmamalıyız ki krizden çıkışın yolu olarak da tasarruf gösteriliyor.

Türkiye'de yapılanlara ek olarak bir de yapılması önerilenler var. Bu konularla ilgili olarak, örneğin Ulusal Gündem 21 Raporu, binalar için yalıtım ve ısıtma sistemlerinin performanslarının artırılması; ısı yalıtımının düşük faizli ve uzun vadeli kredilerle desteklenmesi; kojenerasyon için finansal teşviklerin sağlanması; doğal gazın ısınma ve elektrik üretiminde daha fazla kullanımı; ulaşım sektöründe alternatif enerji kaynaklarının daha fazla kullanılması, örneğin doğal gaz kullanan belediye otobüsleri ve elektrikli trenler; yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı için yapılan Ar-Ge çalışmalarının desteklenmesi, gibi öneriler içermektedir.

Yine Uluslar Arası Enerji Ajansı uzmanları Türkiye'nin enerji politikası hakkındaki raporlarında enerji verimliliği ile ilgili olarak enerji fiyatlarının gerçek maliyetlerini yansıtması gerektiğini; sosyal amaçlı enerji fiyatlandırılmasına son verilmelisini; şehirlerde toplu taşımacılığa yapılan yatırımlar artırılarak sürdürülmesini; beyaz eşyalar için etiketleme uygulamasına başlanmasını ve beyaz eşyalar için minimum enerji performansı standartları getirmesini; farklı iklim bölgelerinin ve kırsal alanların koşullarına adapte edilmiş zorunlu yapı standartları belirlenmesini ve bu standartların yeni binalarla ciddi tadilat gören binalarda uygulanmasını; ko-jenerasyon uygulamalarının geliştirilebilmesi için idari prosedürlerin azaltılmasını ve merkezi ısıtma sistemlerinin ele alınmasını; büyük sanayi kuruluşlarını enerji verimliliği programlarına dahil edecek adımların atılmasını ve bu programların sonuçları dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini tavsiye etmektedir. Ayrıca küçük işletmelerin de enerji tasarrufuna yönlendirilmesini; enerji verimliliğinin artırılmasının faydaları ve bunlara ulaşmak için alınması gereken önlemler hakkında halka bilgi verilmeye devam edilmesini ve yatırım kararlarında enerji tasarrufu konusunun göz önüne alınmasını sağlamak için gereken adımların atılmasını ve idarenin kendi bünyesindeki çalışmaları daha iyi eşgüdümlemesi gerektiğini belirtip önermişlerdir.

Bu konuda bir değerlendirme yapmamız gerekirse Türkiye enerjinin etkin kullanımı konusunda sorunlu ama önünde açık kapılar bulunan bir ülke. Bu konuda da, "aklın yolu bir" olduğu halde biraz geriden gelindiği söylenebilir. Diğer ülkelerin yıllar önce keşfettiklerini Türkiye daha yeni fark etmekte, ya da 1985te uygulamaya sokulan yasal çerçeveler bugün yenileyip tekrardan uygulamaya sokulmaya çalışılıyor. Sorun, ne yapılacağının bilinmemesinden, bilgi ya da teknoloji eksikliğinden kaynaklanmıyor. Ülkedeki mühendislik fakülteleri ve mühendislik firmaları dünyayı takip ediyorlar. Neler yapılması gerektiği konusunu hem Türkiyeli uzmanlar hem de uluslar arası kuruluşlar ayrıntılı olarak yayınlıyorlar. Hatta bürokrasi neleri yapmayı planladığını açıklıyor ve bunları uluslar arası kuruluşlara bildiriyor. Ama eksik kalan bir şeyler var ki sorunlar ya çözülmeden kalıyorlar ya da bu sorunları çözme süreci oldukça yavaş işliyor. Bazen de enerjinin etkin kullanımı konusu bir sorun olarak dahi algılanmıyor. Hep olayın başka bir boyutuna, elektrik tüketimimizin ne kadar az olduğuna, hızla büyüdüğümüz için üretim kapasitesini artırmamız gerektiğine referans veriliyor. Peki bütün bu bilinenler neden uygulanamıyor? İşte bu konuda işin içine diğer bazı değişkenler giriyor. Bu değişkenler temel olarak siyasal değişkenlerdir ve özellikle ülkenin idari ve siyasi ve kurumsal gelenekleri olarak kendilerini gösterirler ve kamu politikalarının uygulanmasında bir filtre işlevi görürler. Bir sonraki bölümde hem bu konu hakkında geliştirilen temel bazı yaklaşımları ve Türkiye'nin bu alanda yaşadığı sorunları irdeleyeceğiz.

IV. KAMU POLİTİKALARININ UYGULANMASI ALANINDA GELİŞTİRİLEN BAZI TEMEL TEORİK YAKLAŞIMLAR IŞIĞINDA TÜRKİYE ÖRNEĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Geldiğimiz noktada enerjinin etkin kullanımıyla ilgili araçların ve stratejilerin bazılarının uygulandığını, bazılarının hiç gündeme dahi gelmediğini, bazılarının ise kağıt üzerinde kaldığını gördük. Bu noktaya kadar anlatılanlar genelde saptamalardan ibaretti. Burada tartışılan konunun doğası gereği fazla teorik değerlendirmelerde de bulunulmadı. Bu noktadan sonra amaç bu basit "ne yapıldı, ne yapılmadı, nelerin yapılması gerekir" tarzı sorulardan ziyade "neden yapılmadı, yapılmamasının ardındaki nedenler nelerdir, Türkiye'nin hangi özgül koşulları bunları beraberinde getirmektedir ve bunları uygulamanın koşulları nelerdir" tarzı soruların yanıtlanması olacaktır. Bunu yaparken konu önce daha soyut bir alana çekilecek. Yani teorik bazı bilgilerin ışığında bu araçların Türkiye'de neden uygulanamadığı-kullanılamadığı, bu araçların Türkiye'de uygulama şansı ve bunların uygulanmasının koşulları nelerdir sorularına da yanıt aranacak.

Kamu politikaları aslında sorun çözmeyi amaçlayan stratejilerdir. Sorunlara odaklanmış bu yaklaşım varolan sorunların çözümü için belli başlı bazı basamakları izleyen bir yol izler. Buradaki temel amacımız enerji ve çevre ile ilgili sorunlara çözüm getirmek isteyen bazı politikaların incelenmesi ve özellikle de bunların Türkiye'de neden uygulanmadığı olduğuna göre bu alandaki temel yaklaşımların neler olduğundan hareket etmek oldukça uygun olacaktır. Öncelikle ussal-rasyonel yaklaşıma göre politika belirleme ve uygulama sürecinin aşamalarının neler olduğuna bakmamız gerekirse, her şeyden önce bir sorun ya da sorun alanı var ve buradan hareketle adım adım gidiliyor ve ilk adım sorunun tanımlanması, bunu alternatif çözümlerin belirlenmesi, seçeneklerin değerlendirilmesi, izlenecek politikaların belirlenmesi ve politikaların uygulanması ve uygulanan politikaların (sonuçlarının) değerlendirilmesi adımları takip ediyor (Parsons, 1995:77). Eğer bu modeli fazla mekanik bulduysak, bu konuda biraz daha gelişmiş ve detaylı bir model kullanarak çerçeveyi çizmek istersek Hugwood ve Gunn tarafından geliştirilen aşağıdaki modele göz atabiliriz. Bu modelde de temel aşamalar karar vermeye karar verme (konu araştırması ve gündem belirlenmesi); nasıl karar verileceğine karar verme ( issue filtration-konunun arındırılıp netleştirilmesi) konu ve sorunun tanımlanması (issue definition) tahmin (forecasting) hedeflerin ve önceliklerin belirlenmesi; seçeneklerin çözümlenmesi (options analysis); politikaların uygulanması-uygulamanın izlenmesi ve denetlenmesi; değerlendirme ve gözden geçirme (evaluation and review) izlenen politikaların hiç değiştirilmeden devam ettirilmesi-yeni bir politikanın takip etmesi- politikanın sona erdirilmesi (Parsons, 1995:79). Her iki çerçeveye de getirilen muhtelif eleştiriler var. Bu yaklaşımlara tepeden inmeci (top-down) diyenler olduğu gibi, bu modelin günlük hayatta neler olup bittiği konusunda yetersiz olduğunu iddia edenler de var. Ancak yine de bu modeller bize Türkiye'de neler olmadığı konusunda bazı fikirler verebilir.

Bu noktada bahsettiğimiz sorun çözmek isteyen kamu politikaları analizine nasıl yaklaşmamız lazım? Yani bütün dünyada benzeri konularla ve sorunlarla karşı karşıya kalan hükümetler aynı yöntemleri mi izliyor, yoksa izledikleri yollarda bazı temel farklılıklar var mı? Eğer sorunlara yaklaşma ve sorunları çözme konusunda temel bazı farklılıklar varsa acaba bu hangi nedenlerden kaynaklanıyor? Konumuz olan enerjinin etkin kullanımına dönecek olursak, bazı ülkeler bu konuyu bir sorun olarak kabul edip üzerine giderken bazı ülkeler enerji tasarrufunu bir sorun olarak dahi algılamıyor. Konuyu bir sorun olarak algılayanlar ise farklı araçlar kullanarak sorunun çözümü yoluna gidiyorlar. Burada yanıtlanması gereken temel soru budur. Yani konumuza dönecek olursak "neden Türkiye enerjinin etkin kullanımı konusuna gereken önemi vermiyor, bu araçları neden kullanmıyor?" sorularını yanıtlamamız gerekmektedir.

Bize bu soruların yanıtını yeni-kurumsalcı (new institutionalist) yaklaşım vermekte. Sosyal bilimlerdeki bu yaklaşım kamu politikalarının analizinde de kullanılmaktadır. Bu yaklaşım özellikle kamu politikalarının uygulanması konusunda oldukça açıklayıcı olabilmektedir. Gelişmeleri tarihi perspektif içinde sunmamız gerekirse, 1960lara kadar siyaset konusundaki çalışmaklar ya siyaset teorisi üzerineydi ya da anayasa, yasama ve yürütme gibi organlar çalışılıyordu. 1960larla birlikte siyasal sistem ya da politika belirleme süreci hakkındaki çalışmalar baskın hale geldi ve kurumların çalışılması geri plana atıldı. O yıllarda baskın olan çoğulcu anlayışa göre kamu politikalarının belirlenmesinde, dışsal baskılar etkili olmaktaydı. Yine Marksist yaklaşıma göre kamu politikalarının belirlenmesinde egemen sınıfların çıkarları belirleyici oluyordu ve devlet sadece bu çıkarlara hizmet için oradaydı.

Ancak 1980lerle beraber tekrardan gündeme gelen yeni kurumsalcı yaklaşım bize kurumların önemini tekrardan hatırlattı. Siyaset bilimindeki yeni kurumsalcı yaklaşım kamu politikalarının belirlenmesinde ve devlet toplum ilişkilerinde devletin bir otonomisi olduğu savı üzerine oturur. Bu yaklaşıma göre kamu politikaları genelde karar vericiler üzerine dışarıdan gelen baskılar nedeniyle değil devlet kurumlarının kendi iç gündemleri tarafından belirlenir. Yani ille de dışarıdan muhtelif çıkarların baskısı belirleyici olmamaktaydı. Sosyolojik yaklaşımların bu konuyla ilgili temel savları ise "siyaset ve kamu politikalarının belirlenmesi kurumların belirlediği bir ortamda yapılır" şeklinde özetlenebilir. Bu süreçlerde kurumların etkisi göz ardı edilebilecek bir etki değildir ve bu bağlamda "sorunlar" ve "çözümler" anayasal ve kurumsal bir çerçeve içinde yer alırlar. March ve Olsen'e göre kurumlar sorunların tanımlanması ve kararların alınması aşamalarını etkileyen parametreleri sunarlar. Kurumlar her zaman etraftaki değişkenlerden etkilenmezler hatta çıkarlar ve bazen de yeni fikirler içinde yer aldıkları kurumlar tarafından formüle edilip belli bir çerçeveye alınırlar. Yine o kurumun kendine göre belirlediği lensler sayesinde sorunlar tanımlanır ve bunların çözümü için politikalar geliştirilir. sorunların tanımlanması ve çözüm yollarının belirlenmesinde kurumların ulaşılması planlanan hedefler ve kullanılması planlanan araçlar bağlamında neyi kabul edilebilir, meşru ve adil gördüğü de oldukça belirleyicidir. Bu görüşe göre bireylerin rasyonel olduğu düşünülen tercihleri bile içinde yer aldıkları kurumun kuralları, çıkarları, değerleri ve kaynakları tarafından belirlenir. Bu yüzden varolduğu düşünülen bir problem karşısında nasıl ve niçin belirli bir politika geliştirildiğinin açıklamasını yapabilmek için öncelikle bu sorunun çözümünde yer alan kurumların yapısı, tarih içindeki gelişimleri, içindeki kişisel ilişki ağları ve zaman içinde aldığı kararlar araştırılmalıdır. Bu yaklaşım kısaca bize gündem belirleme, sorun tanımlama (yapılandırma) süreçlerinin siyasetin ve oyunun kurallarını belirleyen (anayasalar, yasalar, kurallar, kaynaklar ve kurumlar) tarafından belirlendiğini öğretir. Bu süreçte aktörler kimler, meşru taraf olarak kabul edilebilme kriterleri neler, hangi sonuçlar iyi sonuç olarak kabul edilebilir gibisinden sorular da karşımıza çıkar. Bu aşamada denkleme o kurumların içinde yer aldığı ya da kurumların içinde varolan fikirlerin de dahil edilmesi gerekebilir. Özellikle yeni fikirlerin alınıp uygulanması sürecinde o ülkedeki kurumların işleyişini belirleyen fikirler ya da o özel sorun alanı hakkında geçerli olan (baskın olan) fikirler yeni gelen fikirlerin nasıl karşılanacağı konusunda da etkili olabiliyor. Yine geçmişte uygulanan politikaların etkileri de oldukça önemli bir değişken. Politikaların belirlenmesi sürecinde sadece o anki koşullar belirleyici olmaz. Aynı zamanda geçmişteki politikaların belirlediği parametreler, onların temel tercihleri ve eski düzenlemeler de kamu politikaları üzerinde etkilidirler. Geçmişte uygulanan politikalar o an problemlerin nasıl tanımlanacağı, hangi strateji ve araçların kullanılacağı ve hangi hedeflerin belirleneceği konusunda da belirleyici olurlar. Politikalar ve programlar hemen ortadan kalkmazlar. Yeni sorunlar bile geçmişteki sorunlarla ilgilenen yasal çerçevelerde değerlendirilirler. Bu da bize varolan geleneklerin yeni sorunların çözümü yolunda yeni yaklaşımlar geliştirilmesini engelleyebileceği olasılığını ve varolan politikaların yeni koşulların daha bütüncül, kapsamlı ve rasyonel bir değerlendirilmesinin yapılmasını engelleyebileceğini gösterir. Sonuçta süreç küçük bazı değişikliklerle devam eder. Bu bağlamda politikaların belirli bir soruna dayanmak yerine kendilerinden menkul nedenlerle ortaya çıktıklarını iddia edebiliriz. Yani varolan politikalar yeni ortaya çıkan sorunların içinde değerlendirilebileceği gündemi belirlerler ve yeni sorunların içinde tanımlanabileceği söylemi sağlarlar. Kimi zamanlar da yeni seçilen politikacılar kendilerinden öncekilerin verdikleri taahhütleri yerine getirmek durumunda kalırlar. Çünkü genelde alınan kararlar uzun vadelidir ve oraya seçilenlerin görev süresinden daha fazla zamanı bağlarlar (Parsons, 1995:223-231).

Bu bağlamda kamu politikalarının uygulanmasında da konu olan ülkenin belli başlı kurumsal geleneklerinin ilgili kamu politikasının uygulanması sürecinde belirleyici olabileceğini iddia edebiliriz. Bahsettiğimiz kurumsal geleneklerin bir filtre işlevi gördüğü ve bu politikaların uygulanması sürecinde belirleyici olduğu iddia edilebilir. Hatta hangi araçların ve politikaların seçileceği ve hangi politikaların uygulanacağı bile baştan böylelikle belirlenebiliyor. Bazı durumlarda kağıt üzerinde yürürlüğe giren bazı düzenlemelerin uygulanıp uygulanamayacağını ya da başarı şansının ne olacağını bu gelenekler bize söyleyebiliyor. Ancak burada konuyla ilgili kurumun kendi gelenekleri de oldukça önemli. Yani konuyu sadece o ülkedeki makro değişkenler üzerinden değerlendirmemeli, aksine bu karar alma mekanizmasının içinde yer alan kurumların işleyişi büyüteç altına alınmalıdır. Türkiye'ye özgü bazı kurumsal gelenekler bu konuda geri kalınmasına neden olabiliyor. Ancak burada "biz bize benzeriz"ci bir yaklaşım sergilemek gereksiz. Türkiye'dekilere benzer koşullar diğer ülkelerde de mevcut, ama buradaki amacımız Türkiye'deki hangi idari, siyasi ve kurumsal geleneklerin bu resmin ortaya çıkmasında etken olduğunu bulmaya çalışmak.

Öncelikle sorunun uluslar arası boyutunu ele almamız gerekirse, her şeyden önce hemen tüm ülkelerde uygulanan enerji tasarrufu politikalarının Türkiye'yi etkilememesinin imkansız olduğunu iddia edebiliriz. Özellikle üyesi olunan uluslar arası kuruluşların etkisi tartışılmaz. Burada hem diğer ülkelerde ve hem de uluslar arası kuruluşlarda geliştirilen fikirlerin Türkiye'deki politikaları etkilemesi anlamında hem de bazı objektif koşuların dayatması anlamında Türkiye diğer ülkelerde olup bitenlerden etkileniyor. Bu etkileşim kaçınılmaz, ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu bazı uluslar arası anlaşmaların etkilerini belirtmeden de geçmemeliyiz. Bu bağlamda Türkiye hem enerji verimliliğinin ne kadar önemli olduğunun farkında, hem enerji konusunda dışa bağımlı ve zaten kıt olan kaynaklarını enerji ithaline harcıyor hem de İklim Değişikliği sözleşmelerinden kaynaklanan taahhütleri var. Buna rağmen hala daha farklı politikalar geliştirmek yerine ya da diğer ülkelerde denenmiş yolları izlemek yerine elde varolan politikalarla devam ediliyor. Yani neden dünyada olup bitenler Türkiye'ye sirayet etmiyor? Gelişmiş ülkeler talep yönlü enerji yönetimi politikalarıyla ek yatırımlar gitmeden sorunlarını çözmekteyken Türkiye neden hala daha fuel oil santrallerini tartışıyor.

Modernleşme Geleneği: Yeniliklerin ve yeni fikirlerin dışarıdan alınıp getirilmesi konusunda Türkiye'nin olumlu sayılabilecek bir geleneği var. Bu da kökenleri 19.yüzyıla dayanan modernleşme geleneği. Bu modernleşme hareketi Türkiye toplumunun hemen her alanda dönüştürülmesinde temel bir rol oynamış. Ayrıca bu modernleşme geleneği dışarıdan yasal kurumsal çerçeve ithalinde, oldukça etkin bir şekilde çalışıyor. Ancak tabi ki Türkiye'nin bu geleneği ille de sorunların çözümüne katkıda bulunamayabiliyor. Çünkü bazı durumlarda hedefler tam belirlenmeden ve ülke koşulları göz önüne alınmadan diğer ülkelerin yasaları Türkiye'nin yasal çerçevesi olarak karşımıza çıkabiliyor. Maalesef bu yaklaşım sorun çözme alanındaki çalışmalara da sirayet etmiş durumda. Türkiye'de karşılaşılan sorunların çözümündeki temel yaklaşım sorunları yasal ve kurumsal düzenlemelerle çözmek şeklini almaktadır. Yani ortada sorun olarak görülen bir konu olduğunda bununla ilgili bir yasal çerçeve hazırlanır ve gerekiyorsa bazı kurumlar bu konunun uygulamasından sorumlu tutulur, ya da konuyla ilgili yeni kurumlar kurulur. Ancak uygulamayla ilgili olarak çıkabilecek sorunlar pek de göz önüne alınmaz. Burada uygulamaya sokulan yasal çerçeveler de genellikle yabancı mevzuatların çevirileridir. Ancak yasal çerçeve getirip yürürlüğe koymak bu çerçevenin uygulanması için tamamlayıcı bazı önlemler alınmadan, kaynaklar tahsis edilmeden, diğer araçlarla desteklenmeden ve de uygulanabilirliği tartışılmadan hemen hiçbir işe yaramaz.

Ayrıca varolan sisteme yapılan her müdahale taşları yerinden oynatacağı için bütünü özeten bir yeniden yapılanma gerekmektedir. Ancak Türkiye'de bu yeniden yapılanma gerçekleşmediği için aynı konuyla ilgili yetkili kurum ve kuruluşlar arasında muhtelif çatışmalar meydana gelebilir. Bu durumda ya bütün kurum ve kuruluşlar kendilerinin yetkili olduğunu iddia edip bir diğerinin işine karışmakta ya da bir diğerinin sorumlu olduğunu iddia ederek sorunu ortada sahipsiz bırakmaktadırlar. Konumuza dönecek olursak, uluslar arası kuruluşlara gönderilen raporlarda hep yapılan, planlanan çalışmalara referanslar var, yani bir şeyler yapılmış gibi davranılmış. sorunların farkında olan bürokrasi konuyu beş yıllık planlara almış, muhtelif çalışma grupları kurulmuş, yasal çerçeveler yürürlüğe girmiş, ancak bu noktada bir tıkanma başlamış ve yapılan çalışmalar karar verme pozisyonunda olanlar tarafından daha ileriye taşınmamış. Yani bu politikalar nasıl uygulanacak, finansmanı nasıl sağlanacak ve benzeri sorular hep ikinci planda bırakılmış.

Merkeziyetçi İdari ve Siyasi Sistem: Tarihsel olarak devamlılık gösteren bu gelenek aslında Türkiye demokrasisinin sorunu ve hemen her alana sirayet edebiliyor. Ülkenin merkeziyetçi idari ve siyasi yapısı sorunlara tepeden inme (top-down) yaklaşımlarla çözüm üretmeye çalışıyor, farklı çabaların ve çözüm önerilerinin önünü kapatıyor ve hatta zaman zaman onları sürecin meşru unsurları olarak dahi görmüyor. Oldukça dışlamacı bir karakteri var. Alternatiflerin ya da diğer görüşlerin gündeme getirilmemesi, dışlanması ya da meşru tezler olarak görülmemesi de varolan standart prosedürlerle işlemlere devam edilmesini beraberinde getiriyor. Yani yeni sorunlara eski metotlarla çözümler bulunuyor.

Karmaşık sorunlara tepeden inme çözümler getirmek, merkezin alandaki değişkenlerin pek azını kontrol edebildiğinden dolayı zordur. Bu yüzden Türkiye'nin tez elden aşağıdan yukarı yapılanan bir karar verme süreci geliştirmesi gerekmektedir. Bahsetmemiz gereken diğer bir nokta ise merkeziyetçiliğin ve bahsettiğimiz diğer patolojilerin uzantısı olan bir konuyla ilgili. Burada Charles Lindblom'un kullandığı bir anolojiyi kullanmamız gerekirse, "state use its thumbs but unable to use his fingers" yani devlet bazı sorunların çözümünde yumruğunu çok rahat vurabilir ama ince ayar için parmaklarını kullanamaz (Lindblom,1977) . Enerji tasarrufu ile ilgili uygulamalar tepeden inmeci bir mantıkla uygulanamaz, katılım şarttır ve yumruk yerine parmaklar kullanılmalıdır.

Kurumlar Arası ve Kurum İçi Fragmantasyon (Çok Parçalılık) ve Rekabet: Bu konuda hemen her ülkenin bazı şikayetleri olabilir. Hemen her ülkede kurumlar kendi çıkarlarını ve tabiki bütçelerini maksimize etmeye çalışabilirler. Ancak Türkiye'de bu durum bir aşama daha ileriye gitmiş durumda. Türkiye'de sadece kurumlar arası değil, kurum içi fragmantasyonu (çok parçalılık) ve rekabette mevcut. Bu yaklaşımın uzantısı olarak Türkiye bürokrasisinde birlikte iş yapma geleneği gelişmemiş. Türkiye bürokrasisi içinde hemen her kurum kendi işlevini temel ve vazgeçilmez olarak görüyor. Ayrıca bu kurumlar kendi asli işlevlerine herhangi bir müdahaleyi de kabul etmiyorlar ve böyle bir durum "onların işlerine burun sokulması" olarak algılanıyor. Böyle olunca de varolan sorunlara ortak çözümler bulma gibisinden bir çalışma beklemek imkansız hale geliyor. Halbuki günümüzde birbirinin alanına girmeyen bir politika alanından bahsetmek imkansızdır.

Çevre politikası alanında gösterilen bu tavır enerji sektörünün kendi iç işleyişine de sirayet etmiş durumda. Halbuki enerji alanı ve özellikle de enerjinin etkin kullanımı konusu birden çok sektörü ilgilendirir ve bu bağlamda kurumların beraber çalışması, ortak projeler üretmesi, gerektiğinde kendi otoritelerini paylaşmaları ya da delege etmeleri gerekir. Enerji politikası diğer politika alanlarıyla entegre olarak ele alınmak durumundadır. Ne tek bir politika aracıyla ne de tek bir organın vereceği kararlarla sektör sorunlarını çözemez. Ancak sektör tek bir anlayış tarafından domine edilmiş durumdadır. Bu da sorunların çözümünü kapasite artırımı yoluyla çözmeye çalışan yaklaşımdır. Bu yaklaşım kurum içinde de oldukça baskın olup diğer sesleri bastırabilmektedir. Örneğin, TEAŞ ve TEDAŞ ayrılmadan önce sorunlar eksik kapasite sorunu olarak tanımlanıp hep bu bahsettiğimiz çözümler gündeme gelmekteydi. Ancak bu iki kurum ayrıldıktan sonra TEDAŞ'ın ilk Genel Müdürünün yaptığı açıklama elektrikte yaşanan sorunun elektrik üretimindeki eksik kapasiteden değil dağıtımda yaşanan sorunlardan kaynaklandığına işaret etmekte ve çözüm olarak bir an önce dağıtım şebekesinin modernizasyonunu önermekteydi. Bu görüşler daha önceden kurum içinden bu kadar altı çizilerek savunulmamıştı.

Bu noktada Türkiye'ye gereken daha katılımcı bir politika belirleme ve uygulama sürecini hayata geçirmek olmalıdır. Katılım tek başına demokratik bir değer ifade etmekle birlikte oldukça da işlevsel olabilmektedir. İşte bu süreçte farklı görüşler ve alternatif çözümler seslendirilmez ve bunlar sürece dahil edilmezlerse karmaşık sorunlara gerçek çözümler bulmak imkansızdır. Modern toplumların sorunları karmaşık sorunlardır ve bu sorunların çözümü sorunların hemen her boyutunu ele almaya çalışan politikalar geliştirme yoluyla olur. Sorunun farklı boyutları ele alınmalıdır ve tek bir bakış açısı, kıymeti kendinden menkul bir rasyonalite ve "vatan millet çıkarını en iyi biz biliriz" tarzı söylemlerle sorun çözmek imkansızdır. Yaratılan yapay olağanüstü haller sayesinde bu konularda karar verme konumunda olanların hali inandırıcılığını kaybetmiştir diyebiliriz.

Politika çeşitliliği (policy diversity) kavramı da bu konuda değinilmesi gereken bir diğer kavramdır. Çevre politikası araçlarının kullanımından bir paralel kurarsak bu alanda da kullanılan araçların ve uygulanan politikaların çeşitlendirilmesi gerektiğini iddia edebiliriz. Çünkü hiçbir enstrüman tek başına sorunları çözemez, bazı alanlarda o alana özel araçların kullanılması daha iyi sonuçlar verebilir ya da bu araçlar birlikte kullanılarak daha iyi sonuçlar elde edilebilir. Yine bu sayede başka alternatifler geliştirilebilir, ve daha rasyonel çözümlere ulaşılabilir. Zaten doğası gereği de enerji tasarrufu konusu tek bir kurumun geliştireceği bir politikayla altından kalkabileceği bir sorun alanı değildir. Birden çok kurumu ilgilendirir ve bu kurumların birlikte çalışmasını gerektirir.

Sorun Çözme Alanında Yaşanan Güçlükler: Türkiye'de politika belirleme ve uygulama süreci nasıl işler sorusu ise fazla sorulmayan ve bu yüzden yanıtı olmayan sorulardan biridir. Yani Türkiye'de kamu politikaları nasıl belirleniyor, kararlar nasıl alınıyor bu konularda yapılmış fazla çalışma yok. Çünkü bu konu siyasetten bağımsız olarak görülmüyor. İşte burada karşımıza çıkan en önemli nokta Türkiye'de policy sözcüğünün bir karşılığı olmamasıdır. Dil iktidarın kurulduğu alandır dersek ve bu anlamda dilin yapılandırılmış ilişkileri anlamamıza yarayan önemli bir gösterge olduğunu kabul edersek,bu ülkede hem siyaset (politics) için hem de belli bir amaca yönelik, belli bir sorunu çözmeyi amaçlayan stratejiler için (policy) politika sözcüğünün kullanılması bize bazı ipuçlarını vermektedir. Modern anlamdaki siyaset toplumsal hayatın örgütlenme ve işleyişinde farklı çıkar ve iddiaların ifade bulması, karar alma mekanizmalarını etkileyecek şekilde örgütlenmesidir. Ancak böyle bir tartışma ve pazarlık alanının olamayacağı geleneksel toplumun değerlerinin ve ülkemizdeki yönetim geleneğinin günümüzde hala daha etkisini sürdürmesi nedeniyle böyle bir ayrışma gerçekleşmemiştir. Maalesef Türkiye'de siyaset hala daha bir idare faaliyeti gibidir ve siyasal partiler ekipleriyle birlikte bu faaliyete taliptirler ve seçimler farklı ekiplerin "hizmet yarışı" şeklini alır. Siyaset yapmak kötüdür, önemli olan hizmet etmektir, ve bu yüzden "aman birlik beraberlik içinde olalım" söylemiyle farklı çıkarların ve fikirlerin tartışılması dahi göz ardı edilir (Mert, 2001).

Muhtemelen bu nedenlerle Türkçede bu iki kavramın karşılığı tektir. Siyasi erke sahip yöneticilerimizin belirlediğinden bağımsız politikalar akla bile gelmez, yani bu iki süreç bir bütün olarak görülür. Halbuki gelişmiş ülkelerde kamu politikalarının belirlenmesi süreci biraz daha teknik bir süreç olarak görülmüş ve (en azından kağıt üzerinde) siyasal süreçten bağımsız tutulmaya çalışılmıştır. Yapılan çalışmalar gelişmiş ülkelerde de karar verme durumunda olanların sahip olduğu değerlerin aldıkları kararları etkilediğini, ve bu kişilerin teknokratik çözümlerini dayatabildiğini göstermektedir. Ama yinede aldıkları kararlar değeri kendilerinden menkul kararlar olmamaktadır.

Burada yapılabilecek diğer bir saptama da Türkiye bürokrasisinin asıl amacının hizmetten ziyade kontrol olduğu yönünde. Kurumsal ve kişisel çıkar maksimizasyonu ve hala daha yönetenler yönetilenlerden daha iyi bilir yaklaşımı var. Amaç gerçek anlamda kamu hizmeti sağlamak, hizmet etmek, sorun çözmek olmayınca sorunların çözülmemesini normal karşılamak gerekmekte.

Sorunların Yanlış Tanımlanması: Şimdi daha önce kullandığımız modelleri hatırlarsak, ve burada bir karşılaştırma yaparsak sanırım bu aşamaların çoğunun karşılığını bulamayacağız. Bu aşamaların pek çoğuyla karşılaşamasak da yokluğu en çok hissedilen aşamalardan birinin de 'sorun tanımlama' aşamasıdır. Yukarıda bahsedilen nedenlere ek olarak Türkiye'de yaşanan sorunun ardında temel olarak "sorun tanımlama" aşamasından kaynaklanan sorunlar olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'de yaşanan pek çok sorun aslında sorunlar yanlış tanımlandığı için çözülememektedir. Bunların arasına rahat bir şekilde enerji sorununu da ekleyebilirsiniz. Eğer bir sorun yanlış tanımlanırsa sonuçta belli bir noktaya gelebilirsiniz ve tanımladığınız sorunu çözmüş olursunuz ama gerçek sorun orada hala çözülmemiş olarak sizi beklemektedir. Örneğin 1970'lerde hava kirliliğinin nedeni olarak kısa bacalar görülmüştü, ve bu nedenle uzun bacaların inşası yoluna gidildi. Ancak sorunun yanlış tanımlanması beraberinde bacanın hemen yakınındaki insanların sorunlarının kısmen de olsa azalmasını getirirken, hava kirliliği azalmamış ama ortam değiştirerek daha uzaktaki insanları etkilemiştir. Yani "problem displacement" dediğimiz sorunun yok olmaması, yer değiştirip başka bir ortamda karşımıza çıkmasıyla karşılaşıyoruz.

Bu bağlamda Türkiye örneğine dönecek olursak, enerji alanındaki "sorun tanımlama"da temel bir güçlükle karşılaştığımızı iddia edebiliriz. Sorunlar yanlış tanımlandığı için beraberlerinde uygulanan politikalar doğru çözümleri getirmeyeceklerdir. Eğer Türkiye'de yaşanan enerji sorunu bir "eksik kapasite" sorunu olarak tanımlanırsa, ve diğer çözüm önerileri gündeme dahi getirilmezse, bu sorunu çözmek için geliştirilen projeler doğal olarak yeni enerji üretim tesislerinin yapılması şeklini alacaktır. Ancak eğer sorun eksik kapasite sorunu değilse (ya da sadece eksik kapasite sorunu değilse) burada yanlış bir sorun tanımlanmasıyla karşı karşıya kalırız ve Türkiye'nin enerji sorunu devam eder. Ancak daha önce de belirttiğimiz üzere Türkiye'de sorunu doğru tanımlayan kurum, kuruluş ve kişiler var. Ancak merkeziyetçiliğin ve fragmantasyonun bir uzantısı olarak bu alternatiflerin gündeme alınmaması, dinlenmemesi ve optimal bir sonuca ulaşılamamasını da yaşanan sorunların ardında yatan nedenler arasında gösterebiliriz. Yukarıda verdiğimiz örnek bu konuda d oldukça açıklayıcı olmaktadır. TEK'in ikiye bölünmesi sonrasında daha önceden kurum içinde pek öne çıkamayan dağıtımdan sorumlu birimin hemen ülkedeki enerji sorununu farklı bir şekilde tanımladığını görürüz. Dağıtımdan sorumlu olan TEDAŞ'ın genel müdürü ilk açıklamalarından birinde Türkiye'nin enerji sorununun ardında iletim hatlarındaki yetersizliğin olduğunu belirtmiş ve sorunun çözümü için hatların yenilenmesi gerektiğini belirtmişti. Bu da bize geliştirilebilecek olan alternatiflerin kurum içinde dahi bastırılabileceğini gösteriyor. Muhalif grupların, alternatif proje geliştirenlerin politika belirleme sürecinde meşru birer unsur olarak dahi görülmemeleri ve dışlanmaları ülkedeki dışlamacı siyasi sistemin de bir uzantısıdır.

Karar Alma Sürecinde Yapılan Hatalar: Burada Tanay Uyar'ın çalışmalarına referansla Türkiye'de enerji sektöründeki karar alma sürecinde temel bazı yanlışlar olduğundan bahsedebiliriz. Kullanılan WASP modeli geçmişe ait varsayımlarla çalışan bir modeldir ve bu modeli seçmek dahi kararın baştan alındığını geriye kalanların formaliteden ibaret olduğunu bize gösterir. Modelimizde gördüğümüz üzere, karar alma aşamasında tüm seçenekler göz önüne alınıp değerlendirildikten sonra karar alınmalıdır. Ancak Türkiye'de konuyla ilgili görüşlerin seslendirilmesi amacıyla hayata geçirilmiş olan şurada bile alternatifler dışlanmıştır. Bu da daha önce teorik kısımda anlattıklarımızı doğrular niteliktedir (Uyar, 2001).

Öğrenme Sürecinin Yavaş İşlemesi: İlgili diğer kavram ise İngilizce de "policy learning" olarak kullanılan 'öğrenme süreci' kavramı. Bazı araştırmacılara göre politikalardaki değişimi bir öğrenme sürecinin fonksiyonu olarak ele alma eğilimi vardır. Yani başta bilinmeyenler bugün bilinir hale geldiğinde sürece dahil edilir. Ancak Türkiye'de mesele bunların bilinip bilinmemesinde değil. Çünkü özellikle DPT'nin ilgili komisyonları pek çok değişikliği anında beş yıllık planlara yansıtmakta, TUBİTAK ve üniversitelerin ilgili birimleri gelişmeleri takip etmekte. Ancak sorun bu yeniliklerin kurumsallaşamamasından kaynaklanıyor. 1990'lı yılların ortalarında çevre politikasının uygulanması ile ilgili yaptığım araştırma sırasında görüştüğüm TEK mensupları kurumda çevreye daha duyarlı uygulamaların yavaş yavaş başladığını ve bunu bir öğrenme süreci olarak değerlendirebileceğimizi belirtmişlerdi. Yetkililer "geçmişte enerji üretiminin çevre üzerine olan etkileri fazla bilinmiyordu, ancak bugün biliniyor ve geliştirilen projelerde bu boyut göz önüne alınıyor" ifadesini kullanmışlardı. Bu ifadeleri ihtiyatla karşıladım ve aradan geçen yıllar fazla bir şeyin değişmediğini gösterdi. Ancak geçenlerde Enerji Bakanlığının internet sitesini açtığımda karşıma ilk çıkan slogan "en ucuz enerji tasarruf edilen enerjidir" diyordu. Muhtemelen öğrenme süreci işliyor, bazı fikirler dolaşıma giriyor ancak ve lakin bu süreç biraz yavaş işliyor. Ancak daha alınması gereken çok yol var, çünkü bu söylem dolaşım girmiş olsa bile zihniyet hala eski zihniyet ve uygulamalar hala eski uygulamalar. Yeni fikirler ancak kurumsallaştığı ve o kurumun içindeki operasyonlarda standart hale geldiği ölçüde bir değişimin varlığından bahsedebiliriz.

V. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME

Yaptığımız değerlendirmelerden de anlaşılmaktadır ki varolan kurumsal geleneklerin enerji tasarrufunu özendirme konusunda izlenilmesi gereken politikaları ve bu politikaların uygulanabilmesi için gereken araçların kullanımını olumsuz etkilemektedir. Burada Türkiye'ye özgü bazı sistemik diyebileceğimiz değişkenlerin oldukça önemli olduğunu görmekteyiz. Yani ülkenin modernleşme geleneğinin getirdiği olumsuzluklar, sorun çözme anlayışının sorunları, merkeziyetçilik ve kurumlar arası çok parçalılık ve rekabet, ülkedeki siyaset anlayışı ve yönetim geleneği oldukça belirleyici olmakta. Ancak bu değerlendirmelere ek olarak Enerji Bakanlığına bağlı birimlerde sorun tanımlama ve karar verme aşamalarında görülen temel bazı sorunlar var. Yani hem ülkedeki makro belirleyenlerin ortaya çıkardığı hem de enerji sektörüne özel bazı sorunlar mevcut. Bu bağlamda enerjinin etkin kullanımının sağlanması için alınması gereken önemli bir mesafe var. Bunun için de Türkiye'deki idari ve siyasi sistemin sorunlara odaklanmış ve sorun çözmeyi amaç edinmiş bir anlayış geliştirmesi gerekmektedir. Günü kurtarmak adına varolan sorunları yeniden üreten kararlar Türkiye'nin sorunlarına çare olmamaktadır. İlgili tarafların katılımı ve katkılarıyla ve bütüncül bir yaklaşımla tanımlanacak sorunlar ve şeffaf bir süreç sonunda alternatifleri hakkıyla değerlendirerek alınacak olan kararlar bu konuda atılacak ilk adımlar olmalıdır. Bütün bu değişiklikler ise her alanda yaşanmakta olan demokratikleşme ve şeffaflaşma sürecinin bir uzantısı olacaktır.

VI. KAYNAKLAR

EİEİ (http://www.eie.gov.tr/ETProje.html).

EMO (http://www.emo.org.tr/merkez/sempozyumlar/enerji_sempozyumu.htm).

Enerji Bakanlığı (http://www.enerji.gov.tr/etc.htm).

IEAa ( http://www.iea.org/pubs/studies/files/danish13-dan1.htm ).

IEAb (http://www.iea.org/pubs/studies/files/danish/10-dan1.htm ).

IEAc (http://www.iea.org/standby/outcomes.htm).

IEAd ( http://www.iea.org/pubs/newsletter/eneeff/turkey.pdf).

IEAe (http://www.iea.org/pubs/studies/files/danish/DAN2/58-dan2.htm).

IEAf (http://www.iea.org/pubs/reviews/files/turksum.htm).

Lindblom, C. E. (1977) States and Markets: The World’s Political-Economic Systems (New York:Basic Books).

Mert, Nuray (2001) "Güncel tabular (4)" Radikal 15.3.2001.

Parsons, Wayne (1995) Public Policy (Cheltenham: Edward Elgar).

TUSİAD (http://www.tusiad.org/turkih/rapor/enerji/html/sec15.tml).

Uyar, Tanay Sıtkı (2001) Türkiye Enerji Sektöründe Karar Verme ve Rüzgar Enerjisinin Entegrasyonu.

* "Enerji Tasarruflarının Desteklenmesi İçin Politika Araçları: Dünyadaki Gelişmeler ve Türkiye'deki Yansımalarının Değerlendirilmesi" başlıklı bildiri 4-6 Nisan 2001 tarihlerinde toplanan 1. Sarıgerme. Enerjinin Etkin Kullanımı Çalışma Grubu Toplantısında sunulmuştur ve yakında yayınlancaktır.