HacıAlinin websitesi.
YENİ ANAYASAMIZDA YARGININ TAM BAĞIMSIZLIĞI |
Hacı Ali Özhan |
* Evrensel hukuk açısından Anayasa |
* Yargı kuvveti açısından Anayasa |
* Adaleti denetleme hakkı |
* Sonuç |
YENİ ANAYASAMIZDA YARGININ TAM BAĞIMSIZLIĞI VE HALK TARAFINDAN DENETLENMESİ.
Hacı Ali Özhan
*Yeni Türkiye Dergisi Ocak 2000 sayısında yayımlanmıştır.
Yeni Anayasa tartışmalarını başlatan sn,Sami Selçuk' un adli yıl açılış konuşması gerçekten ciddi bir tartışma konusu yaratmış, "basında ve kamuoyunda geniş etkilenmeye neden olmuştur. Sn. Selçuk' un güzel türkçesi ile boyutlu, derinliği olan nitelikli konuşması, başta siyasal parti yöneticilerimiz olmak üzere bütün kamuoyunda beğeni ve ilgi uyandırıp genel kabul görmüş ve benimsenmiştir.
Türkiye de askeri ara dönemlerin darbe ürünü olarak yapılan Anayasalar, sivillerce tartışılmaya başlanmış ve sivil bir Anayasa yapılma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu hayırlı tartışmayı başlatan sn. Sami Selçuku, tebrik etmek isterim. Bu başlangıcı genişletmek, geliştirip sonuçlandırmakta başta siyasal partilerimiz olmak üzere hepimize düşmektedir.
Bu makalede; Anayasanın Yargı kuvvetiyle ilgili kısım üzerine düşüncelerimi açıklamanın yanında yargıyla dolayla ilgisi olan mahkemelerin aleniyeti, mahkemelerde haber toplama özgürlüğü konuları üzerinde durulacaktır.
A-EVRENSEL HUKUK AÇISINDAN ANAYASA
l- 1950 yılında imzalayıp onaylanan Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin hükümleri ulusal hukukun üzerinde olup, üye devletlerce sözleşme hükümlerine uyulacağı taahhüdü verilmiştir. 1950 yılından sonra Hükümet ve TBMM'si yasaları sözleşme hükümlerine uydurmak yükümlülüğü altına girmiş olup bu yükümlülük uluslararası bağlayıcılığa sahiptir. Keza 1987 yılında Komisyonun yetkisi ve 19
89 yılında da Divan' ın yetkisi tanınarak sözleşme hükümlerinin ihlali halinde cezalandırılmayı kabul edilmiştir. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine verdiği karar ve gerekçeleri de, doğrudan hüküm ifade etmekte olup, gerek Hükümeti, Gerekse de Mahkemeleri doğrudan bağlayacağını düşünüyorum...2- Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi imzalandıktan sonra, askeri heyetçe yapılmasına karşın 1961 ve 1982 Anayasalarının sözleşmeye uyumlu olması sağlanmak istenmiş ve sınırlıda olsa bu yapılmıştır, hatta bazı hükümler aynen sözleşmeden alıntı yapılmış ancak ülke koşulları denilerek bize özgü istisnalar eklenmiştir.
Temel kanunlarımız 1950 yılından önce yapıldığı için özellikle Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri usuli kanununda sözleşmeye uygun değişiklikler ne yazık ki yapılamamıştır. Türkiye nin mahkum olduğu davaların çoğu da bu iki kanun nedeniyledir. Evrensel hukuk ilkesi olarak kabul görmüş; Sözleşmenin 6 inci maddesinde düzenlenen 'adil yargılanma hakkı', 5 inci maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, 7 inci maddesinde düzenlenen cezaların yasallığı hakkı, 3 inci maddesinde düzenlenen özel hayat ve aile hayatının korunması hakkı, 9 uncu maddesinde düzenlenen din ve vicdan özgürlüğü hakkı, 10 uncu maddesinde düzenlenen İfade özgürlüğü, 11 inci maddesinde düzenlenen örgütlenme hakkına mevzuatımız uyarlanmamıştır. Bu bir yükümlülük olup, Avrupa Birliği adayı ülke olmamız nedeniyle, acil olarak TBMM'nin önünde durmaktadır.
3- Yargı bağımsızlığına dair temel prensipler, Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından 19İ5 tarihinde (1) kabul edilmiştir. Yargı bağımsızlığının çok önemli olması nedeniyle evrensel sayılabilecek bu konferansın kararlarından genişçe alıntı yapmak istiyorum. Buna göre;
"""..........Yargıçlar vatandaşların yaşamı, özgürlükleri, hakları, ödevlerive malları üzerinde nihai karar vermekle yetkili olduklarından... 1-Yargı bağımsızlığı devlet tarafından güvence altına alınır ve Anayasada veya iç hukukta yargı bağımsızlığına yer verilir. Yargı bağımsızlığına saygı göstermek ve gözetmek bütün hükümet kuruluşlarının ve diğer kurumların görevleridir.
5
-Herkes önceden konmuş hukuki usullere göre yargılama yapan olağan mahkemelerde veya yargı yerlerinde yangılanma hakkına sahiptir.7
-Yargı organlarının görevlerini gereği gibi yapmalarını mümkün kılmak için yeterli kaynakları ayırmak her üye devletin görevidir.8-İnsan hakları evrensel bildirisine uygun olarak diğer vatandaşlara olduğu gibi yargı organı mensuplarına da ifade, inanç, örgütlenme ve toplanma hakkı tanınır...
Yargıçlar, kendi menfaatlerini savunmak, mesleki eğitimlerini geliştirmek ve yargı bağımsızlığını korumak için yargıçlardan oluşan örgütler kurabilir, bu örgütlere ve diğer kuruluşlara üye olabilirler.
10-
Yargıçlar gerekli hukuk eğitimini ve niteliklerini almış, dürüst ve ehliyetli kişiler arasından seçilir. Yargısal göreve seçim yöntemleri düzenlenirken uygunsuz saiklerle atama yapılmasına karşı koruyucu tedbirler getirilir. Yargıçların seçiminde ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal veya başka bir fikir, ula sal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum, statü gibi nedenlerle bir kimseye karşı ayırımcılık yapılamaz.13
-Yargıçların görev süresi bakımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı yasada yeterli biçimde güvence altına alınır...17
-Mesleki sıfatları nedeniyle bir yargıç hakkında yapılan bir suç isnadı veya bir şikayet, uygun bir usule göre hızla ve adil biçimde takip edilir. Yargıçlar adil olarak yargılanma hakkına sahiptir...19
-Butun disiplin, görevden alma ve göreve son verme işlemleri yargısal faaliyetin yerleşik standartlarına göre karara bağlanır.20
-Disiplin, görevden alma ve göreve son verme kararları bağımsız bir denetime tabidir........... """ denilmektedir.4-Yargının çok önemli bir ayağı olan iddia makamı yani savcılık kurumunun da tarafsızlığı kuşkusuz çok önemlidir. 1990 yılında Birleşmiş milletler konferansında savcıların rolüne dair yönerge kabul edilmiştir.(2) Adil ve hakkaniyete uygun bir ceza adaletine ve vatandaşların suçlara karşı etkili şekilde ko
runması ve adalet dağıtımında savcıların çok önemli rolünün olduğunu belirten Yönergemin hakimlerin bağımsızlığı için tesbit edilen koşulların savcılar içinde geçerli olmasını hükme bağlamıştır.Göreve seçilmeleri, eğitimleri, statüleri, hizmet şartları ile ifade ve örgütlenme özgürlüğü konusunda hakimlere özgü tesbitleri aynen benimsenmiştir. Görevlerine ilişkin olarak ta ;
"".......13
- işlerini tarafsızlıkla ve her türlü siyasal, sosyal, dinsel, ırksal, kültürel, cinsel veya başka herhangi bir ayrımcılıktan kaçınarak yürütürler.15
- Savcılar kamu görevlileri tarafından işlenen suçları özellikle rüşvet, yetki suistimali, ağır insan hakları ihlali... suçların soruşturmasına yeterli özeni gösterirler.16
-Savcılar işkence,zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza gibi ağır insan hakları ihlali oluşturan hukuka aykırı yollara başvurularak veya başka bir biçimde insan hakları ihlal edilerek elde edildiğini bildikleri veya bu yollarla elde edildiğine makul sebeplere dayanarak inandıkları delilleri, bu yollara başvuranlara karşı kullanmanın dışında, başka hiçbir biçimde kullanamazlar; bu durumdan mahkemeye haberdar ederler ve bu yolların kullanılmasından sorumlu olanların adalet huzuruna çıkarılmalarını sağlamak için gerekli tüm işlemleri yaparlar.21
-Savcılar adil yargılanma hakkına sahiptir. Savcılar hakkında verilen kararlar bağımsız bir yargısal denetime tabidir...........""" denilmektedir.Evrensel hukuk açısından Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi belgeleri, yerleşik içtihatları ve genel kabul görmüş uygulamaları, üye devletlerin anayasalarında üzerinde sayılabileceğinden bu temel ilke ve amaçlara uygun olarak yargı kuvvetinin anayasada düzenlenmesi gerekmektedir.
B- YARGI KUVVETİ AÇISINDAN ANAYASA:
l- Yargı ayrı bir kuvvet olarak belirtilmesine karşın, fiilen ve işleyiş olarak ayrı bir kuvvet olmaktan çok uzaktır. Hatta bir Bakanlık düzeyin-da dahi ayrıcalığa tabi değildir. Yürütme organının içinde olan Adalet bakanlığının bir kısmına sıkıştırılmış, bütün özlük hakları, bütçesi, alt yapısı ve ma
li ödemeleri Adalet hakanlığı içinde olan, bütün personeli ile Bakanlığa doğrudan bağlı özerk dahi olmayan bir yapıdadır. Diğer yandan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluma . ayrı kuvvet olarak nitelenebilecek hiçbir yapısal statü verilmemiştir. Yine bütün mahkemeler ve özelliklede yüksek mahkemelerin personel, altyapı ve mali ödentileri Adalet bakanlığınca düzenlenmektedir.Bahada önemlisi yüksek mahkeme niteliğindeki Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay üyelerinin bir kısımları ve özelliklede HSY Kurul üyeleri yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanınca seçilmektedirler. Bu nasıl ayrı kuvvet olmaktır.?.
Öncelikle HSY Kurulu bütçesi, personeli, altyapısı ile tam bağımsız olmalı ve kendi üyelerini kendi arasından seçebilmelidir . Hakimlik ve savcılık mesleğine giriş konusunda da Adalet bakanlığının her türlü ilişkisi kesilmeli tamamen her şeyiyle kurulca yapılmalıdır .Bu durum AİH Sözleşmesinin 6 inci maddesinin zorunlu bir gereği olduğu gibi Birleşmiş milletlerin prensiplerinin de gereğidir.
2- Söz
leşmenin 6 inci maddesi l inci pragrafın da 'bağımsız ve tarafsız bir yargı yerince' yargılanmak hak olarak tanınmıştır .Mahkemesi, bağımsız ve tarafsızlığından ciddi şekilde objektif kuşku duyulacak bir yapıya, statüye sahiptir.
a-Anayasanın 146 ve 2949 sk.nun 4 üncü maddesince Any.Mah. üyeleri Cumhurbaşkanınca belirlenmektedir. Şöyle ki ; Mahkemenin 11 asıl, 4 yedek üyesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, AYİM, STY, YÖK 'ün gösterdiği üyeler arasından ve . üst kademe yönetici ve avukatlar arası
ndan bizzat Cumhurbaşkanınca seçilmektedir.Yine yüksek mahkeme üyeleri de Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunca seçilmektedir. HSYK üyelerinin de Bakan ve Müsteşar hariç Yargıtay ve Danıştayca gösterilen (Anayasa m. 159) adaylar arasından bizzat cumhurbaşkanı
nca bireysel tasarruf olarak seçilmektedir.Anayasanın 146 inci madde gerekçesinde "...bu nitelikleri taşıyan kişiler her nerede ve hukuk bilimine dayalı hangi kuruluşta olursa olsun oradan alınıp getirilmesinde kamu yararı vardır. Bunu da en iyi biçimde yapabilecek makamın cumhurbaşkanlığı gibi bir yüce makam olduğu düşünülmüştür." diyerek, cumhurbaşkanına-neden görev verildiği anlatılmıştır.
b-Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında Askeri Yargıtay dan ve AYİM' den asker kökenli hakimler arasından seçilmesi, her ne kadar askeri kurumuyla ilişkisi kalma şada keza As. Yargıtay ve AYİM üyelerinin de Cumhurbaşkanınca seçilmesi mahkemenin tarafsızlığını objektif olarak kuşkulu hale getirmektedir.
Yine üç asıl ve bir yedek üyenin 'üst kademe yöneticiler ve avukatlar" arasından seçimi , l üyenin YöK' ce gösterilen adaylar arasından CB' nınca seçilmesi bazen de hukukçu olmayan üyelerin seçilmesi bir mahkeme teşkilinde hem de en yüksek bir mahkeme teşkilinde bulunması objektiflik ve tarafsızlık kuşkusunu artırmaktadır. Keza Sayıştay bir yargı kurumu sayılmamasına karşın bir üyenin Sayıştay kökenli olması ve genelliklede hukukçu sıfatı olmaması haklı bir eleştiri konusu olmaktadır. İdari bir kurula benzemesi doktrinde de eleştiri konusu olmuştur. Anayasa Mahkemesinin
asıl görevi olan 'anayasaya uygunluk1 denetiminin çok boyutlu ve her alana yayılmış olması böyle bir mahkeme teşkilini haklı çıkarabilirse de, hukukçu olmayan üyelerin varlığı Anayasa Mahkemesinin mahkeme olma vasfını ciddi olarak zedelemektedir.Anayasa gi
bi en yüksek yargı organında, hukuk eğitimi almamış hakimlerin bulunması BM' lerin temel prensibinin 10 uncu maddesine aykırıdır.(1) Kaldı ki kanunları bilmek, hukukçu olmak, hakim olmak için yeterli değildir. Uzmanlık kavramının geliştir! ve derinleştiği günümüzde herkes kendi uzmanlık alanında görev yapmalıdır. Bir hukukçunun iktisatçı olması, kamu yöneticisi olması da aynı derecede sakıncalıdır. Yine idari Yargıda hukukçu olmayan hakimlerin mesleğe alınması da kanımca yanlıştır. AİHS' nin hakim önüne çıkmak hakkı, hukuk eğitimi almış hakim sıfatı taşıyan bir kişinin önüne çıkmayı zorunlu kılar. AİH Sözleşmesinin 6/1 inci maddesine İHKKH meslekten olmayan hakimlerin kararlarının aykırı olduğunu düşünüyorum. Keza Askeri Yargıda hakim olmayan subay üyelerin varlığı her durumda sözleşmeye ve yönergeye aykırıdır.c-Cumhurbaşkanı seçilebilmek için TBMM' si üyesi bulunması zorunluluğu bir siyasi partinin üyesi veya yöneticisi olması sonucunu doğurmaktadır Nitekim, Turgut Özal, ANAP' in genel barkanı olup, TBMM’ de seçildiği 1989 yılında 292 üyesi bulunmaktadır.( ANAP’in)
Yine Süleyman Demirel DYP Genel başkanı olup TBMM' de seçildiği 1993 yılında DYP'nin 178 üyesi bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanının seçimi usulü nedeniyle, siyasi parti üyeleri veya genel başkanı arasından seçilmektedir. Her ne kadar seçildikten sonra partisinden istifa edip, tarafsız, olacağına dair yemin etse de tarafsızlığı konusunda her zaman kuşku yaratmış ve tartışmalara neden olmuştur.
Bu kuşku nedeniyle Anayasanın 102 inci maddesine muhalefet şerhi koyan°Komisyon üyesi Prof .Dr .Kemal Dal
"...Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmiştir. Anayasa tasarısında bu yetkiler tanındığına göre bununla bağdaşacak bir seçim sisteminin uygulanması gereklidir. Bu nedenle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi daha tutarlı ve tasarıda sahip olduğu yetkilerin gereğidir. Bunun için maddenin düzenlenmesine karşıyım." demektedir. (Any.m.102 gerekçesidir) Gerçekte tamamen siyasi geçmişi olan ve kamuoyunda siyasi fikirleri ile tanınan bir kişinin tarafsız bir görev için seçilmesi, gerçekte tarafsız olsa dahi, tarafsızlığından objektif olarak her zaman kuşku duyulacaktır. Böylesine kuşkulu bir görev sonucu, yargı organlarının üyelerinin bu kişi tarafından seçilmesi, seçilmiş mahkeme üyelerinde kuşkulu yaklaşılması sonucunu zorunlu olarak doğuracaktır. Nitekim türk kamuoyunda da her zaman tartışma konusu olmuştur. Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçiminde basına yansıyan derecede haber ve yorumlarla üyelerin seçilme nedenleri, siyasi fikirleri vb. konular tartışma konusu olmuştur. Örneğin Samia Akbulut, Cumhurbaşkanınca üye seçildiği yılda dönemin Başbakanının eşi olup sn. Yıldırım Akbulut halende TBMM' başkanlığı yapmaktadır. Yine üye Haşini Kılıcı hakkında neden seçildiği hakkında basına yansıyan geniş tartışmalara yapılmıştır.Cumhurbaşkanlığının görev süresinin 7 yıl olması da dikkate alındığında , bu süre içinde mahkeme üyelerinin yarısına yakınını seçebilecek kadar uzunlukta olması da ayrıca üzerinde durulması gereken önemdedir.
d-Demokrasilerde kuvvetler
ayrılığı ilkesi gereği yasama, yürütme ve yargı erkinin birbirinden bağımsız olması şarttır. Yasama ve yürütme organı arasındaki bağımsızlık her zaman tartışma götürürse de, yargının bağımsızlığı tartışma konusu olamaz. Cumhurbaşkanının siyasi olması yanında, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmemesi ve yasama organının siyaset tercihleri sonucu seçmesi nedeniyle yargı organlarının üyelerinin Cumhurbaşkanlığınca seçimi kuvvetler ayrılığına aykırıdır. Yargı ayrı bir kuvvet ise ki öyledir, bütün üye ve başkanlarını kendi içinde seçebilmelidir.Mahkemeler doğrudan millet adına karar verdiklerine göre, milletle mahkemeler arasana hiçbir aracı kurumun germemesi, özelliklede siyasi makamların girmemesi gerekmektedir.
Yargı organları kendi üyeleri arasından seçim usuli ile önceden belirlenmiş usul ve ilke kurallarına uyularak seçilmelidir kanısındayım. Mahkemeleri duruşmaların aleniyeti ile yapılan işlem ve kararların kamuya açık olmasıyla yalnızca halk denetleyebilmelidir. Hatta en yüksek yargısal kurum olan
HSY Kurulu üyelerinin halk tarafından seçimle belirlenmesi dahi düşünülmelidir. Kuşkusuz Adalet Bakanı ve Müsteşarın kurulda varolması tamamen Yargı kuvvetiyle bağdaşmaz, açık bir çelişki olup derhal çıkarılmalıdır. Keza, hakim ve savcıların mesleğe girişlerindeki görev yerinin tesbitin deki 'kura usulü' gerçekten en uygun yöntemdir. Bu kura usulünün sonraki görev yerlerinin tesbitinde benimsenmesi kanımca çok isabetli olacaktır. Verdikleri kararlar nedeniyle hakim ve savcıların tayinlerinin çıkarıldığı tartışmaları ne yazık ki basına yansımaktadır. Böyle bir ihtimal olması doğrudan bağımsızlığı, tarafsızlığı öldürecek derecede yok etmektedir. Yine Hakim ve Savcıların düşüncelerini ifadelerine ve örgütlenme özgürlüğüne kavuşturulma sıda bağımsızlığını korunabilmesi için zorunludur kanısındayım. Ayrıca Yönergelerde .(1) (2) bu hak tanınmış olup Anayasada da verini almalıdır.C- ADALETİ DENETLEME HAKKI
Halkın adaleti denetlemesine imkan veren duruşmaların aleniyeti ilkesi AİH Sözleşmesinde de özellikle vurgulanmıştır. Hatta duruşmaların aleni yapılması yanında, kararında aleni olarak okunmasını zorunlu hale getirmiştir. Halk adına yargılama yapan Mahkemelerin aleniyeti üzerin de durulacaktır.
1-Anayasanın 141 inci maddesinde, mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır hükmünün gerekçesinde '(DM-1982) aynen; "Duruşmaların açık olması yargılamanın tarafsızlığının etkin bir teminatıdır. Bu açıklık kamuoyunda ve ilgililerin gönüllerinde huzur ve güven yaratır. İnsan tabiatının gereği olarak en çok gözünün gördüğüne
inanır. Bu itibarla duruşmanın açık olması ilgililerin inan beslemesi bakımından gerekli ve hatta zorunludur." dedikten sonra, duruşmanın kapalı yapılmasının 1961 Anayasasının gerekçesini aynen alarak, "genel ahlak ve kamu güvenliği anlamlarının en dar manalarıyla nazara alınmaları gerektir...; bu sebeplerin duruşmanın kapalı yapılması" karar verilirken de( kesin olarak gerekli olması şartına dayanması lazımdır denilmektedir.2-CMUK hükümlerine göre Aleniyet ilkesinin niteliği ve kapsamını açıklamak gereklidir.
Açıklık, duruşmaya isteyen herkesin girebilmesi, yapılanları görmesi, konuşulanları işitebilmesidir. Ayrıca isteyenlerin görmesi, duyması kadar gördüklerini, duyduklarını başkalarına yayabilmesini de gerektirir. Buradaki herkes doğaldır ki, duruşmada bulunması zorunlu olanların dışındakileri kapsar. Çünkü zaten duruşmada bulunması gereken sanık, vekili, bilirkişi, şahit, savcı, müdahil bulunmazsa duruşmadan bahsedilmez. Yani herkes üçüncü kişiler yönündendir.
Duruşma salonuna girişte engel olunmamışsa, kimsenin gelmemesi aleniyete aykırı değildir. Önemli olan salona girişte engel çıkarılmamasıdır. Hatta girişe engel olacağı düşünülerek, duruşma salonunun kapısının da açık olması aleniyet ilkesi gereğidir. Ancak gürültü, soğuk v.b. gibi makul nedenlerle kapının kapalı olması aykırılık oluşturmaz.
Burada 2 ye daha çok sayıda dinleyicinin gelmiş olması, yeterli sayıda dinleyicinin bulunması, salonun küçük olması nedeniyle dolması ve içeri girmek isteyenlerin salona sığmaması v.b. gibi durumlar aleniyetin sağlandığını göstermez. İDDİA EDİYORUM Kİ DURUŞMA SALONUNA GİRMEK İSTEYİPTE BİR KİŞİ DAHİ GÎREMEMÎŞSE ALENİYET İLKESİ İHLAL EDİLMİŞTİR. Bu nedenle salonda bir kısım dinleyicinin bulunması değil salona l insan dahi girememişse, istediği halde engellenmişse açıklık sağlanmamıştır. İçeride kaç dinleyici olursa olsun aleniyet sağlanmaz.
Duruşma salonu hakimin odası, kalem v.b. değildir. Duruşma salonunun biçimsel koşulları ve mutlaka da dinleyiciler için yer ayrılması zorunludur. Bu yer kuşkusuz belirli miktar olacaktır. Oda davanın özelliğine göre, bölgenin koşullarına göre tesbit edilir. Kamuoyunun yakından takip ettiği bir davayı 10 m2 lik bir salonda duruşmanın yapılması kanımca aleniyet ilkesine aykırıdır. Bu nedenle davanın özelliği büyük salonlarında duruşma yapılmasını gerektiriyorsa bu sağlanmalıdır. (Örneğin Metin Göktepe davası).
Büyük salonlardaki duruşmalarda dinleyicilerin duyabilecekleri, görebilecekleri teknik önlemlerin alınması aleniyet ilkesi gereğidir. Büyük salondaki savcı ve hakimin konuşmalarının dinleyenlerce duyulamıyor olması aleniyet ilkesine aykırıdır.
Duruşma salonunda sorun çıkaran dinleyiciler, küçük çocuklar, pejmur da giyimli serseriler v.b. mahkeme başkanınca CMUK hükümlerine göre dışarı çıkarılırlar. Bu aleniyete aykırı değildir.
Uygulamada rastlanılan, bazı davaları takip etmek için şehir dışından gelen dinleyicilerin şehirlerarası yolda indirilerek şehire girilmesinin engellenmesi duruşmanın' aleniyetine aykırıdır. Yine Askeri Mahkemelerde, duruşma salonunun kışla içinde olması nedeniyle nizamiyeden içeriye değişik nedenlerle duruşmaya gelenlerin alınmamasının aleniyete aykırı olduğunu İDDİA EDiYORUM
Buna benzer bir engel olan, Ankara DGM Başsavcılığının televizyon kameralı basın mensuplarının bina girişinden içeri alınmayarak duruşma salonu kapısına kadar gelebilmenin engellenmesi aleniyet ilkesine aykırıdır. Çünkü duruşma salonuna girmek isteyen bir kişinin girişine salon dışında engel çıkarılmaktadır. Mahkeme başkanının görev alanına müdahale olduğu gibi, salon kapısının açık kalması da anlamsız hale gelmiştir. j
Salona girişin serbest olması, salon önüne kadar gelebilmenin mümkün olmasını gerektirir. Dışarıdan bir engelle salona yaklaşmak mümkün olmazsa, dinleyici olmak isteyen kişi nasıl girecektir. Mahkeme Başkanı nasıl ki salonun kapısına gelmiş kişinin içeri alınmasını sağlamakla görevli ise, salonun önüne gelmenin engellenmesi hallerinde de görevlidir. Özellikle duruşmada sanık vekillerince bu engeller hatırlatılmasına karşın ve sanık hatırlatmasına karşın MAHKEME BAŞKANLARI SALON DIŞI SORUNLAR BİZİ İLGİLENDİRMEZ denilerek hatalı yorum ve karar vermektedirler. Aleniyet hakkı sanığın ve dinleyicilerin hakkıdır. Mahkemenin bu hakkı sağlamak görevi olup; engellemeleri kaldırmalıdır. Burada görevsiz yorumu yapılarak soruna sessiz kalınması doğru ve kanuna uygun değildir.
Basın mensupları da herhalde bir kimsedir ve dinleyiciler statüsüne sahiptirler. Ayrıca dinleyicilerin mesleki ayırımı da yoktur.
Salona, sanık tarafından bizzat kamera getirilip görüntü alınmak istenirse bu durumda ne olacaktır. Sanığın yakını fotoğraf makinası ile salona girip görüntü alamayacak mıdır?
Sanık isim belirterek bir basın mensubunun kamerası ile görüntü almasını 'talep ederse ne olacaktır? Mahkeme Başkamda kamera gelsin derse bu karar nasıl uygulanacaktır?
Başsavcılık uygulaması bu borulara cevap verebilmelidir.
Gerçekte, duruşma salonunda teknik kayıt edici aletlerin olmaması nedeniyle uzun savunmaları mahkeme başkanı aynen tutanağa geçirememekte, özet yaparak tutanağa yazdırmaktadır. Sanık açısından bir arşiv olması yanında, mahkemeye kayıt edici cihazların çözümü yapılarak savunmanın tam şekli sunulabilmesi faydası da göz ardı edilemeyecek önemdedir.
3-Ayrıca üzerinde özellikle durulması gerekir bir konuda, Başsavcılık kameraları içeriye, bina girişinden içeri almayabilir mi? Kanımca böyle bir yasağın kanuni dayanağı yoktur. Çünkü en genel anlamda Adliyeler kamu kurumlarıdır, kamu hizmetlerinin yürütüldüğü yerlerdir. Bir vatandaşın girmesinin yasaklanması ve hem de basın mensuplarına yasaklanması düşünülemez. Çünkü basın mensupları kamu hizmetleriyle ilgili kamuoyunu bilgilendirmek görevleridir.
Ancak bir kamu kurumu belirli usul ve şartlarda girişi sınırlandırabilir, örneğin akredite alma şartına, belirli saat vb. günlere özgü içeri girme veya girmeme sınırlanması, bir dava veya bazı davalar için yasaklayıcı kural konulması, Adliye içinde belirli yerde bulunma zorunluluğu getirilebilir, sanığın isteğinin olup olmaması v.b gibi koşullarda sınırlandırılması 'kötüye kullanılmamak, keyfi, olmamak' şartıyla aleniyeti ihlal etmeyebilir ve anayasaya uygun olabilir.
Yasaklamanın gerekçesi ne ise ona uygun bir çözümle sınırlanması! mümkünken, bir hakkın varlığını tümden ortadan kaldırmak hem de herkes için (bütün tv ve gazeteler için) tümden yasaklamak doğru kabul edilemeyeceği gibi Anayasada uygun değildir.
Gerçekte bazen özelliklede kamuoyunun yakından ilgilendiği
kişi ve kurumların davalarında, basının aşırı ilgisi duruşma salonunda bir huzursuzluk yaratmakta, duruşmanın selametini olumsuz etkilemektedir. Nitekim bu gibi durumlarda da, mahkemeler, duruşma başlamadan öncelikle görüntü aldırmakta ve kameraları dışarı çıkardıktan sonra duruşmaya başlamaktadırlar. Yine mahkeme pekala huzurun bozulacağı nedenle kameraları salona hiç almayadabilir. Mahkemenin takdiridir ve anayasaya uygundur. Mahkeme başkanının görevi olan bu konuda, binanın girişinden içeri almayarak mahkemenin görev alanına girilmiştir. Başsavcılık koridorlardaki duruşma salonu dışındaki diğer alanlarda görevlidir. Bu hal hiç durumda herkesi kapsar şekilde ve hakkı tümden kaldırarak uygulanamaz. Başsavcılık burada hatalı yorum yapmıştır. Huzuru bozan, kurallara uymayan kameramanların içeri alınmaması, haklarının sınırlanması normal olup, herkesin hem de gerekçe göstermeden bütün zamanlar için yasaklanması doğru ve makul kabul edilemez.Basından öğrenildiğine göre İstanbul DGM'de de aynı uygulamanın yapıldığı kanımca aynı hatalı ve anayasaya aykırı uygulama İstanbul içinde geçerlidir. Diğer DGM'ler içinde örnek teşkil edebilecek bu uygulama bir anlamda 'düzenleyici işlem' niteliği kazanmaktadır.
Ankara ve İstanbul DGM Başsavcılıklarının kanuni dayanağı olmayan ve duruşmanın aleniyeti ilkesine aykırı bu yasaklayıcı uygulamalarını yeniden gözden geçirerek kaldırmalarını, hiç olmazsa belirli objektif kriterlerle sınırlanması gereklidir. Millet adına karar veren mahkemelerin, 'asıl' olan milletin adaleti denetleme hakkını ortadan kaldırması düşünülemez. Duruşmanın teknik cihazlarla tesbiti ve millete, yayımlanarak duyurulması 'adaleti ' denetleme hakkının' özel biçimi olup keyfi engellenmesi düşünülmemelidir.
4-Basın özgürlüğü yönünden de duruşmaların aleniyeti büyük önem taşımaktadır. Teknik cihazların gelişimi nedeniyle halka duruşma salonunda olanların anlatılması, halkın denetimini büyük oranda sağlayabilme imkanı vermektedir. Buradaki denetim kuşkusuz bilgilenme ile sınırlıdır.
Anayasanın 26 inci maddesinin gerekçesinde aynen: Gerçekten günümüzde ifade özgürlüğü ancak kitle iletişim araçlarıyla kullanılmakta, ancak bu yoldan etkili olabilmektedir. Bu nedenledir ki, serbest kitle haberleşmesinin sağlanması bir anlamda, düşünceyi açıklama özgürlüğünün varlığı için zorunludur... televizyon yayınlarında serbesti sistemi yerine 'izin sistemi' kabul edilebilecektir... haber ve düşünceleri yayma amaçlarının kullanımını :: düzenleyici hükümler getirilebileceği dolaylı olarak ifade edilmiş, FAKAT BUNLARIN HİÇBİR ZAMAN DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ENGELLEYEMEYECEĞİ VURGULANMIŞTIR..." demektedir.
Anayasanın 28 inci maddesinin gerekçesinde de aynen: "Üçüncü fıkra basın özgürlüğü önünde devletin 'olumlu tutumunu' yani bu özgürlüğün gerçekten sağlanmasında devletin yardımcı olmasını, bu amaçla gerekli tedbirlerin alınması ihtiyacım öngörmektedir... Dördüncü fıkrasında, gerçekten basın özgürlüğü düşünceyi yayma özgürlüğünün belli bir kullanım şeklinin ve hatta .yaygınlığı nedeniyle, uzantısını teşkil etmektedir... genel esasların - ve özellikle bu özgürlüğün sınırlanmasında geçerli özel sebeplerin, basın özgürlüğü konusunda da uygulanması doğaldır... Altıncı fıkrada, olaylar hakkında yayım yasağı konamayacağını koymakta ve bu kurala bir tek istisna yetirmektedir. Bu istisnada yargılama görevinin etkiden uzak tutulması amacına yöneliktir. Gerçekten yayım yasağı basın özgürlüğünü tıpkı sansür gibi ağır şekilde tehdit eden bir önleyici tedbirdir. Bu nedenle uygulama alanının gayet dar tutulması, dar biçimde sınırlanması gerekir. Kabul edilen istisnanın meşruluğu üzerinde şüpheye yer yoktur..."demektedir. Temel haklardan sayılan Basın özgürlüğünü de kapsayan Anayasanın temel hakların genel hükümlerle ilgili genel gerekçesinde de: "Temel hak ve özgürlüklerden herkesin yararlanabilmesi, yani bunların herkes tarafından kullanılabilir hale gelebilmesi için devletin 'müdahale etmez' tutumunun yetersizliği nedeniyle, hak ve özgürlüklerin devlet tarafından desteklenmesi yani devletin hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesine yardımcı olması gereği de benimsenmiştir. Hak ve özgürlüklerin topluma mal edilmesi (sosyalleştirilmesi) şeklinde ifade edilen bu husus..." demektedir. |
Temel haklar bir lütuf değil, devredilemez, vazgeçilemez bir haktır, (madde 12 gerekçesi). Temel hakların genel ve özel sınırlanması mümkün olduğunu ancak bunun mutlaka 'kanunla' yapılacağını Anayasanın 13 üne maddesi ve gerekçesi açıkça belirtmektedir. Temel hakkı kötüye kullananlar için1 hakkın kaybı söz konusu: olabileceği gibi bununda ancak mahkeme kararı ile verileceği Any.14 üncü madde ve gerekçesinde belirtilmiştir, Yine temel hakkın kullanımının durdurulmasının da ancak savaş, seferberlik, sıkıyönetim, olağanüstü halde uygulanabilecektir.(m. 15) Yine Anayasanın 29/3 üncü maddesinde, aynen" ... kanun haber düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali, teknik şartlar koyamaz." demekte, 31/2 fıkrasında da, aynen "Kanun... halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamu-1 oyunun serbestçe oluşmasını engelleyici kayıtlar koyamaz." demektedir.Yukarıdaki anayasa hükümlerinden açıkça anlaşılacağı üzere;. Basın özgürlüğü, halkın haber alma hakki; kamuoyunun bilgilendirilmesi gibi temel haklar ancak Anayasanın 12-15 madde hükümlerine uygun olarak sınırlanabilir. Bu sınırlama keyfi olamayacağı, kötüye kullanılamayacağı gibi ANCAK KANUNLA yapıla-! bilir. Bu hakların sınırlanması yönetmenlikle, genelge ile talimatlarla YAPILAMAZ. Bizzat TBMM'de ve Kanunla yapılabilir. |
Yine Anayasanın 29/3 üncü maddesinde, aynen" ... kanun haber düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali, teknik şartlar koyamaz." demekte, 31/2 fıkrasında da, aynen "Kanun... halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamu-1 oyunun serbeste oluşmasını engelleyici kayıtlar koyamaz." demektedir. Yukarıdaki anayasa hükümlerinden açıkça anlaşılacağı üzere;. Basın özgürlüğü, halkın haber alma hakki; kamuoyunun bilgilendirilmesi gibi temel haklar ancak Anayasanın 12-15 madde hükümlerine uygun olarak sınırlanabilir. Bu sınırlama keyfi olamayacağı, kötüye kullanılamayacağı gibi ANCAK KANUNLA yapıla-! bilir. Bu hakların sınırlanması yönetmenlikle, genelge ile talimatlarla YAPILAMAZ. Bizzat TBMM'de ve Kanunla yapılabilir. Basın özgürlüğü, haber toplama işlemlerinden başlayarak, yayımlanma işlemine kadar olan her aşamayı kapsar. Dolayısı ile Adliyede duruşma salonlarındaki haber alma, toplama hakkı basın özgürlüğünün bir gereğidir. Yalnızca tele vizyon i yayım aletlerine müdahale edilmemesi kadar olduğu düşünülemez. Orası son işlemdir. Müdahale ilk işlemden son işleme kadar yapılmışsa bu anayasaya aykırıdır. Ayrıca Anayasa da belirtilmiş bir yasaklama yoksa o hakkın serbest olduğu genel kuralıda göz ardı edilemeyecek önem taşımaktadır.
|
5-Adliye duruşma salonlarındaki haber toplama faaliyeti, AİHS' sindeki 10. ÎMEB' nin 19 uncu maddesindeki 'haber almak, vermek' hakkı kapsamına girer. Doğaldır ki kamu hizmeti görülen bir kamu kurumunda yapılan işlemin kamuoyuna duyurulması haber sayılmalıdır. Hatta yargı haberleri aleniyetinde bir gereğidir. Şöyle ki; Aleniyet halkın mahkemeleri denetleme hakkının sağlanmasıdır. Günümüzdeki teknik cihaz ve yayımlar bu hakkın kullanımı çok genişletmiş ve süratlendirmiştir. Aleniyetin amacı olan halkın adaletii denetleme hakkının gelişmiş teknoloji kullanılarak ' yapılması yadırganamaz, engellenemez. Ancak kanunla ve Anayasaya uygun şekilde sınırlanabilir. TÜMDEN HİÇ KALDIRILAMAZ.
Unesco Bildirgesinde de, adliye haberleri de dahil her türlü haberlerin kamuya iletilmesi güvence altına alınmalı olduğu belirtilmiş, bu amaçla gazetecilere (fotoğraf makinası ve kameralarla) bilgi toplayabilmek için en geniş olanaklara sahip olması gerektiği açıklanmıştır. Gazetecilerin mesleklerini en iyi koşullarda yapması için mümkün olan her türlü kolaylığın sağlanması zorunluluğu belirtilmiş ve anayasal ve kanun hükümleriyle düzenlenmesi, gerektiği açıklanmıştır. Buna karşılık bu konuda anayasa ve kanunlarda açık düzenlemeler olmadığı gibi konuyu doğrudan düzenleyen hükümlerde yoktur. Dolaylı 'hükümlerden çıkarılan sonuç ve yorumlar Adliye içine girilmesine duruşma salonlarına girilmesine engel olunmamasını gerektirmektedir. Yine konuyu doğrudan düzenleyen hüküm olmamakla beraber herhangi bir yasaklayıcı hükümde! yoktur. Yasaklamaya dayanak olabilecek bir anayasa ve kanun maddesi mevzuatımızda bulunmamaktadır. Genel hukuk kurallarına göre bir halkın yasaklanmaması onun serbest olduğunu gösterir. Dolayısıyla Adliye bina içine girilemeyeceğine, duruşma salonlarında görüntü alınamayacağına ilişkin yasak yoksa, bu hak SERBESTTİR. Kaldı ki dolaylı olarak anayasa hükümleri serbestliği düzenlemektedir.
6- Kanunların yapıldığı 1926 yıllarındaki teknolojinin düzeyi ile günümüzdeki fark, 1926 yılındaki kanun koyucu tarafından görülüp tahmin edilememesi gayet normaldir. Kaldı ki m. 30 hükmü gayet açık olarak yasağı düzenlemiştir. Kayıt edici ve görüntü alıcı cihazlardaki teknik gelişmelerden faydalanmak doğaldır ki gereklidir. Duruşmada okunan bir belgenin, duruşmada olanların yazılmasının yasak olmamasının, fotoğraf makinasıyla çekilmiş bir görüntünün veya kameralı görüntünün alınması ve yayınlanmasının yasaklanması mantiken açıklanamaz. bir yazının yayınlanmasının serbest, görüntüsünün yayınlanması nın yasaklanması izahtan yoksun bir çelişkidir.
Yukarıdaki anlatılanların sonucu aleniyetin önemi, boyutu kendiliğinden anlaşılmaktadır „ Uygulamada yeterince önemsenmeyen aleniyet ilkesini sınırlayan her türlü yasaklayıcılıktan kaçınılmalı anayasamıza daha açık ve kesin hükümleriz konularak sözleşme ve uluslararası belgelere uyarlık sağlanmalıdır.
Yargıtay daki ağır cezalık davalar dışındaki duruşma yasağı kaldırılmalı (CMUK m. 318) ve karar mutlaka duruşmada aleni olarak yüze karşı okunarak verilmelidir. Sözleşmenin 6/1 inci maddesi açıkça buna amirdir. Yine tutuklamada, hakimin bizzat sanığı görerek karar vermesi asıl olduğu için, tutukluluk süresinin uzatımı kararlarında keza hak kayıbı doğuracak kararlarda bizzat sanığın yüzüne karşı aleni olarak karar verilmesi gerekmektedir .
Anayasanın ayrıntılı olmaması ve genel olması doğru bir tercih olmakla beraber, Yargısal konularda özellikle kişi haklarını ilgilendiren ayrıntılarda, közleşmede tanınan hakların anayasal güvenceye kavuşturulması yerinde görülmelidir.
Anayasalar en üst temel normlar olmaları nedeniyle, mümkün oldukça mutabakatları yansıtmalı ve tartışma dışı kalabilmelidir. Artık yasama organı, sivil ve çağdaş anayasa yapabilmeyi başarabilmelidir. Siyasi partiler, farklı düşündükleri konular dışında genel kabul görmüş ve mutabakat sağlanmış konularda birbirini destekleyebilmelidir. Toplumsal gelişme ve beklentiye uygun anayasal metinler, artık meclisin eseri olmalıdır.
Yeni anayasada yargı kuvvetini düzenleyen kısım, gerçekten bilimsel tartışmaya muhtaçtır. Farklı sistemler, karşıt öneriler objektif olarak değerlendirildiğin de en doğru çözüme yaklaşılabilecektir. Tartışma dışı kalması ve sık sık değiştirilmemesi gereken kısım kuşkusuz yargı kuvvetiyle ilgili kısımlardır.
Yukarıda kısaca değinildiği üzere, Mahkemelerin yapısı, HSY kurulunun oluşumu ve yönetimi, bağımsızlık kavramını zedelememeli, bu konuda en küçük bir haklı kuşkuya imkan vermemelidir. Bu konuda gerek AİH Sözleşmesi, gerekse BM yönergesi, (l) (2) ve diğer BM ve Avrupa Konseyi belgeleri yeterli, çağdaş usul ve ilkeleri belirlemiştir.
Yargının bütün kurumları tüm süreçlerinde, tam bağımsız olmalı ve yalnızca halk tarafından denetlenmelidir. Halkın denetimi, duruşmaların aleniyeti ve tüm yargı işlem ve belgelerin kamuya açık olmasını gerektirir. Ayrıca jüri sistemi, HSY kurulu üyelerinin halk tarafından seçimle tespiti, davaya müdahale hükümlerinin genişletilmesi, davada şikayetçiye karara etk
i yapacak yetkilerin verilmesi, hakimlerin görev yerlerinin kura çekme ile belirlenmesi, HSY kurulunun, hakimlerin görev suçlarında objektif yerleşik kurallarla denetimi, vb. gibi öneriler bilimsel olarak tartışılmalı ve ülke gerçeklerine en uygun yargı kurumu ve yargılama usulü tespit edilmelidir.Hacı Ali Özhan
....................................................................................................
main page / ana sayfa hacialiozhan2000@yahoo.com......................................... hacialiozhan@mynet.com