HaciAlinin websitesi

Yeni Türkiye Dergisinde yayımlanan Hacı Ali Özhan Siyasi haklar ve önemsiz gibi görülen haklar başlıklı araştırmanın konu başlıklarıdır.

 

*Siyasi haklar

*Hakimin çekilmesi vee reddi hakkı

*Adaleti denetleme hakkı ‘aleniyet ilkesi’

*Haber alma hakkı

*Yaşama hakkı

*Kılık kıyafet (Başörtüsü) hakkı

 

 

 

 

 

 

Siyası Haklar ve Önemsiz Gibi Görülen Haklar

Hacı Ali Özhan

*Yeni Türkiye Dergisi 1988 yılı 22 sayısında yayımlanmıştır.

 

Güzel insan Akın Birdal için (1)

Adaleti Denetleme Hakkı, Hakimin Çekilmesi ve Red Hakkı, Haber Alma Hakkı, Yaşama Hakkı, Başörtüsü Hakkı

Kişinin toplumsallığının cam göstergesi olan siyası hakları: seçme hakkı, seçilme hakkı, üyelik hakkı, siyası parti kurma başlıkları altında inceleyerek eleştiri ve önerilerimizi içtihatlar ve örneklerle sunmak istiyorum.

SPK' nunda değişiklik tasarısının TBMM' nın gündeminde olduğu nedenle. Avrupa insan Haklan Divanı nın Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkında verdiği kararın, sözleşme hükümleri gereği Türkiye Cumhuriyeti Devletini bağlayıcı olması nedeni ile ve düşünce açıklama özgürlüğünün sınırının örneklenmesi amacıyla kısaca veriyorum.

Adaleti Denetleme Hakkı başlığı ile mahkemelerdeki duruşmaların aleni olmasını,

Hakimlerin genellikle de sanıkların güvenlik güçleri olması halinde davalardan çekilmesi ile gazete ve dergileri dağıtmayarak okuyucunun 'Haber alma hakkını' ihlal ettiğini, idam cezasında sanıklar Sivas davası sanıkları da olsa çitte standart düşüncede olunamayacağı ile yargısız infazlar üzerinde durularak son yılların ve özellikle de günümüzün kangren olmuş ve

çok hassas olan başörtüsü' sorununa değinmek istiyorum.

I. SİYASİ HAKLAR

Anayasanın 'temel haklar1 kısmında belirtilen 'siyasi haklar'; - seçme hakkı. - seçilme hakkı, -halkoylamasına katılma hakkı, -bağımsız olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı, -bir siyasi parti içinde siyası faaliyette bulunma hakkı, belirtildikten sonra, -bir siyasi parti kurma hakkı, -bir siyasi partiye girme hakkı, -siyası partiden ayrılma hakkı olarak düzlenmiştir.

A. Seçme Hakkı

Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceği gibi, bu temel haklan yok etmeye yönelik olarak kötüye kullanılamayacağını belirterek "bu hakların" önemi, gerekliliği anayasamızda belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararlar, ile örnekleyelim.

a-Anayasa Mahkemesi bir kararında'-' 1953 yılında çıkarılan ve Abana ilçe merkezinin Abana'dan kaldırılarak Bozkurt' a nakline dair kanunu seçme hakkı yönünden incelemeye almıştır, ( iptal davası üzerine) Seçimlerin serbestliğini doğrudan veya dolaylı olarak bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacıyla konulmuş bütün kuralların anayasaya aykırı olacağını belirtmiştir. Bu davada; ortada ilçe merkezinin değiştirilmesini gerektiren anayasaya uygun bir neden bulunmadığı, TBMM görüşmeleri sırasında bu yasanın yalnızca Abana' lıların muhalefet partisine oy verdiklerinden cezalandırmak amacı ile teklif edildiği ile-

ri sürülmesi üzerinde önemle durmuştur. Bu kanunun kabulü ile seçimde vatandaşların serbestçe oy kullanmalarının sınırlandırılması ve sonraki seçimler bakımından vatandaşın etki altında bırakılması yoluna gidildiği veya böyle bir amaç olmadığı düşünülse bile, bu kanun yüzünden vatandaşlar üzerinde bir korkunun vatandaşlar üzerinde seçim propagandasında ileri sürülmesi ve seçim serbestliğinin rahatlıkla etkilenebileceğini kabul ederek kanunu anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.

b-Anayasa Mahkemesi bir başka kararında1-3' 1036 sayılı kanunla getirilen; bir seçim bölgesinde milletvekili seçtirecek kadar oy alamayan siyasi parti ve bağımsız adayların aldıkları oyların, barajı aşan partilere paylaştırılacağı yönündeki hükmü iptal davası üzerine incelemeye almıştır.

Kanunun, seçimin doğal sonucuna suni bir engel yaratarak müdahale ettiğini, bir kısım oyların seçme ve seçilme haklan bir yana itilmektedir diyerek, her oyun bir milletvekili çıkarmasının düşünülemeyeceği belirtilmiştir.

Kullanılan oylann siyasi partiler ve bağımsız adaylar arasındaki dağılışına göre -bir oyun etkisini ve sonucunu oy sahibinin tutumu ve öteki karşı oylann etkilen belli edeceğinden- kimi oylann milletvekili çıkarmaması olağandır.

Serbest oy ilkesine göre yapılan seçim, seçmenin oyunu baskıya yasadışı bir müdahaleye uğramadan kullanabildiği bir seçimdir. Ancak bir eylemin serbest oy ilkesini zedelemesi için baskının mutlaka fiili ve maddi olması gerekmez. Serbestlik ilkesi aynı zamanda seçmen iradesine dolaylı yollardan müdahalede bulunacak veya etki yapacak bir engel ve önlemin seçmen karşısına çıkarılmamasını da zorunlu kılar.

Kanunda, seçmene kendisiyle aynı doğrultuda kullanılan oyların belli bir sayıyı dol-durmaması halinde bu oyların tümünün nazara alınamayacağını önceden bildirmekte ve seçmen daha başlangıçta bir ruhi baskı altına ve tereddüt içine düşmektedir. Bu müdahale kanunun içinde olan haksız bir müdahaledir denilerek seçim sonuçlarını yapay bir değişikliğe uğrattığı nedenle 'seçilme' hakkına aykırılığı nedeniyle iptal edilmesine karar verilmiştir.

c- Seçim döneminde siyasi partilere radyo ve televizyonlardan parasız propagandanın yanında, paralı propaganda imkanı tanıyan 3330 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.(4)

Propagandanın amacı, siyasi partiler yönünden kendilerini en iyi biçimde tanıtarak olabildiğince çok seçmenin oyunu almak, vatandaşlar yönünden, oyunu serbestçe ve en uygun biçimde kullanabilmesine olanak sağlayacak bilgilerle donatılmasıdır.

Radyo ve televizyonlardan eşit yararlanma hakkı, kişilere siyasi görüşlerini olabildiğince objektif ölçü içinde yansıtılmasını, partilere ise toplumlardaki ağırlıklarına göre orantılı olarak seslerini duyurma olanağının sağlanmasına yabancı olan "para” öğesi bağdaşmaz. Parası ödenerek yapılacak propagandanın ayrıca görüntülü yapılabilmesi de düşünülürse. ' parası daha çok' partilerin faydalanma olanağı artmaktadır. Bu ise siyasi partilerin devlet hizmetlerinden eşit yararlanacağı ilkesine aykırı olduğu, kamuoyunun serbestçe oluşumunu da engellemektedir. Kamuoyu oluşturma da para' nın etkili bir araç olarak kullanılmasının ve bunun yasa kuralı haline getirilmesinin anayasal dayanağı yoktur diyerek anayasaya aykırı bulmuştur.

d- Ara seçimlerde, tören yasaklarının seçim çevresiyle sınırlı olması kanun maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.

Anayasa Mahkemesi kararında1" seçim çevresi dışında yapılan iş ve hizmetlerin basın organlarında yansıtılıp iletilmesi ile seçim çevresindeki vatandaşların etkilenmemesi olanak- sızdır, diyerek tek taraflı faydalanmayı getireceğinden. kamuoyunun serbest oluşumunu gerektiren kurallara ve Anayasaya aykırı bulmuştur.

e- 1987 yılında çıkarılan bir kanunla, milletvekili genel seçimi adaylığı için önseçim yapılmayacağı, seçim kurallarının yönetim ve denetimi dışında siyasi parti organlarınca belirleneceği kuralı getirilmiş ve iptali için Anayasa Mahkemesine götürülmüştür.Anayasa Mahkemesi kararında16' önseçimin yasaklanmasının vatandaşın oy hakkını olumsuz etkileyeceğini, seçmenin siyası partiyle birlikte temsilcisini de seçmenin 'seçme' hakkını kısıtlayacağını, demokratik olmayan yöntemle seçilmiş adaylara oy vermek zorundu bırakılmanın oy hakkını zedeleyeceği belirtmiştir.

Milletvekili seçmenin ilk koşulunun adayları seçmek olması nedeniyle önseçimi yasaklayan kural seçme hakkına ve seçilme hakkına açık aykırılık oluşturmaktadır diyerek iptaline karar vermiştir.

f- Siyasi partilerin seçimlere katılabilmesi için illerin en az üçte ikisinden fazlasında ve bir ilde örgütlenmiş sayılmak içinde o ilin ilçelerinin en az üçte ikisinde teşkilat kurmuş bulunmaya ilişkin kanun hükmünün anayasaya aykırılığı iddiası ile dava açılmıştır.

Anayasa Mahkemesi(7) yapılan sınırlama ile sağladığı yarar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gerektiğini, bu nedenle amaçla araç arasındaki makul ölçüyü aşmış bulunan sınırlamanın uygun olmadığını belirtmiştir. Nasıl il ve ilçelerin tümünde örgütlenmiş olmak sının savunulabilecek bir sınır değilse, ona çok yakın olan bir sınırda aynı şekilde savunulamaz. Bir siyasi partinin seçimlere katılmasını güçlendirmek, engellemek seçilme hakkının özüne zarar verir. Bu nedenle sınırlama amacı asmış ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayacak biçimde zorlaştırdığından Anayasaya aykırı bularak iptaline karar vermiştir.

B. Siyasi hakların kullanımı ve kullanılabilmesinin sağlanması demokrasinin, milli irade ve egemenliğin oluşumunda çok önemlidir. Siyasi hakların sınırlanmasındaki .Anayasa Mahkemesinin titizliği de yerinde olup, siyasi alana, TBMM'nin faaliyetlerine karışmak ola-rak görülemez.

TCK'nun 174 üncü maddesi 'siyasi hürriyet aleyhinde cürümler1 başlığını taşıyarak haklara yönelik müdahaleyi suç olarak kabul etmiştir. Maddede, siyasi hakların kullanımının tamamen veya kısmen-tehditle-şıddetle-gösteri yaparak-gürültü yaparak, alıkonulması halinde 7 aydan 30 aya kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı belirtilmiştir

Eğer alıkoyan devlet memuru olupta. görevini kötüye kullanma yoluyla suçu işlerse l yıldan 5 yıla kadar hapsedileceği düzenlenmiştir.

Maddenin uygulama güçlükleri, anlık ve takibi zor suç türü olmasına karşın konunun önemi gereği suç olarak düzenlemesi ve cezalandırması 'siyasi hakların seçme hakkı da dahil kullanılmasının demokratik sistem için can alıcı önemini göstermektedir.

174 üncü maddenin ilk düzenlemesine göre cezası l ay hapisten başlıyor iken, 1961 yılında çıkanları 235 sayılı kanunun gerekçesinde açıkça belirttiği üzere, ‘arzettiği ehemmiyete rağmen ceza pek çok cüzidir' denilerek 7 aydan başlayan hapis cezası ile değiştirilmiştir

C. Seçilme Hakkı

Siy. Par. Kan. 13. inci maddesinde siyasi partilere üye olamayacakları görev ve meslekleri itibari ile belirtikten sonra, bazı suçlardan mahkum olmuş kişilerinde üye olamayacağını düzenlemiştir. Kanımca anayasaya aykırılık taşıyan bu düzenleme en azından anayasaya aykırılığı ciddi olan bu yasaklayıcı hükümlerin üzerinde durulması 'seçme' ve 'seçilme' hakkı yönünden faydalı olacaktır.

Maddeye göre; -Kamu hizmetlerinden yasaklılar,

- TCK m. 312/2 maddesinden mahkum olanlar,

-TCK m. 536/1,2,3 ile 537/1,2.3,4,5 maddesinden mahkum olanlar,

-TCK m. 125 den 173 kadar suçlardan mahkum olanlar,

- Herhangi bir suçtan dolayı ağır hapis ( l gün olsa dahi)

- Taksirli suçlar hariç 3 yıl hapis cezasına mahkum olanlar ile, zimmet, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, gibi yüz kızartıcı suçlar ile. kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma ve devlet sırlarını açığa vurma suçlarından birisiyle mahkum olanlar ceza miktarına bakılmaksızın bütün yaşamları boyunca bir siyası partiye üye olamayacaklardır.

Milletvekili seçimi kanunu (MSK/nun 11 maddesinde de ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, askerlik yapmayanların milletvekili seçilemeyecekleri belirtilmiştir. Ayrıca, kamu hizmetinden yasaklılar ile süresi ne olursa olsun ağır hapis cezası alanlar ile taksırlik suçlar hariç l yıl hapis cezası alanlar milletvekili seçilemeyeceklerdir. Yine 11 inci maddeye göre; TCK' nun 125-173 arası maddeleri ile. 312/2 ve 53Ğ. 537 nci maddeleri ile yüz kızartıcı suçlardan mahkum olanlar 'affa' uğramış olsalar dahi milletvekili seçilemeyeceklerdir.

Anayasada hakların yasada belirtilen biçimde kullanılacağı hükmü, bu konunun yasa koyucunun takdirine bırakıldığını gösterir. Yasa koyucu bu düzenlemeyi demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun biçimde yapmak zorundadır. Bu sınırın asılması siyasi hakların kullanımını engeller. Kanundaki sınırlayıcı hükümlerin diğer anayasal haklan zedelememesi ve demokratik esaslara uygun olması şarttır. Hakkın özüne dokunan sınırlamalar gerçek anlamda seçme ve seçilme hakkını kaldırır.

Yukarıda adı geçen SPK ile MSK 'nun daki siyasi haklara ilişkin sınırlayıcı hükümler ka-

nımca anayasaya aykırıdır. Kanunun amaç ve araç arasındaki hakkaniyete, demokratik gereklere uygun dengeyi korumadığı ve makul sınırın aşıldığı ve sistemi zedelediği düşüncesindeyim.

Seçilme hakkı, birey açısından önemli olduğu gibi toplum açısından da. topluma faydalı olacak bireylerin korunması nedeniyle önemli iki boyutlu bir haktır.

Anayasada temel insan hakları olarak görülen siyası haklar geniş alanda ve bütün zamanlan kapsar şekilde hem de bazı soyut tartışmalı hükümlerle yasaklanması birey ve toplumsal gereklere uygun değildir. Örneğin,

Sn. Recep Tayyıp Erdoğan'ın davasında çok açıkça görüleceği üzere 312/2 inci maddenin soyut, tartışmalı içeriği nedeni ile savcının beraat talebine karşın i'e karşın 2 oyla mahkumiyet kararı verilmesi ile, bütün yasamı boyunca milletvekili olamaması toplumsal fayda açısından nasıl savunulabilir. ?

526 ve 537 nci maddeden izinsiz olarak afiş asan. bildiri dağıtan, duvarlara yazı yazan, resmi daire ve üniversitelerdeki afiş, belge ve levhaları söküp, çıkarıp, bozana 3 ay hapis cezası verildikten sonra, bu kişilerin ömür boyu bir siyasi partiye üye olamayacakları ve milletvekili olamayacakları yasağı hangi vicdan ve toplumsal gereklilik ile savunulabilir?

169 uncu maddedeki bir çeteye yiyecek yardımı yapılmasından dolayı 3 yıl hapis cezası alan bir şahsın. 172 nci maddedeki suç işlemek için tahrik eylemi sonucu 2 yıl hapis cezası alan şahsın. 165 inci maddedeki yabancı bayrak veya flamayı yerinden alan. bozan kişiye 3 ay hapis cezası verilen şahsın, 159 uncu maddede Devlete, Türklüğe hakaret nedeniyle l yıl hapis cezası alan şahsın, 158 inci maddede Cumhurbaşkanına hakareti nedeniyle l yıl hapis cezası almış şahsın ömür boyu bütün zamanlar için siyasi partiye üye olamaması ve milletvekili seçilememesi 'yerindelik' anlamında nasıl izah edilebilir?

155 inci maddede halkı kanunlara karşı gelmeye teşvik eden, halkı askerlikten soğutan kişiye 2 ay hapis cezası verilmesi, 154 üncü maddede halkı itaatsizliğe yönelik bildiriyi yayımlayana l yıl hapis cezası verilmesi, 153 üncü maddede askerlere yönelik hakaret eden şahısa l yıl hapis cezası verilmesi suçlan ile bir siyasi partiye girilmesi veya milletvekili olması arasında doğrudan nasıl bir bağlantı kurulabilir.

Devlet aleyhine işlenen suçlan öğrenipte 151 inci madde gereği ihbar etmeyenlere 6 ay hapis cezası verilmesi, yabancı ülkeden ödül kabul eden (Türkiye ile savaş halinde bir ülkeden) 144'e göre l yıl hapis cezası verilmesi, 'siyasi haklar' ile nasıl doğrudan ilişki konusu yapılabilir?

143 üncü maddeye göre, yabancı derneğin Türkiye de şubesini açanlara 15 gün hapis cezası verilmesi, müsaade alınmışsa ilgili evrakta noksan beyanat varsa l yıl hapis cezası verilmesi, ile böyle bir demeğe üye olanlara para cezası verilmesi hali, bir sıvası parti üyeliği ile ve milletvekili seçilme engeli hangi hak duygusu ile bağdaştırılabilir?

3u örneklerdeki suçların işlenip işlenmediği tartışması kuşkusuz ayrı bir konudur. Gerçekte işlenmemiş, veya suç olup olmadığı tartışmalı konularda veya kişiye göre suç sayılıp sayılamayacak konularda yargılanıp mahkum olmuş kişiler hukuken yasak kapsamına gireceklerinden hatalı kararların, kanun dışı nedenlerle verilmiş kararların mağdurların ömür boyu siyası haklarından mahkum etmek, kanımca toplumsal vicdanı yaralayıcı ve kanatıcı olacaktır.

Siyasi partilere istisnasız herkes üye olsun, hangi suçu işlerlerse işlesinler herkesin milletvekili seçilebilmesi görüşü çok doğru kabul edilmeyebilir. Ancak, sınırlamanın dar tutulması, somut ve tartışmasız konularda tutulmasının yanında mutlaka 'zaman sının' ile anayasadaki temel haklan zedelemeyecek derecede yapılması uygun olacaktır.

Yaşamının bir zaman diliminde kötü hayat sürmüş örneğin rüşvet almış, hırsızlık yapmış yüz kızartıcı bir suç işlemiş vatandaşımızın bütün zamanlara özgü olarak yaşamı boyunca suçu "affa" uğramış olsa dahi siyasi hakları kullanamaz olmasını doğru kabul edemiyorum. Hem bu vatandaşımıza yeniden topluma dönebilmesi imkanı verebilmek, suç işlemeyi önleyeceği gibi yeniden suçluyu kazanmak hem de bu vatandaşımızdan bundan sonrası için toplumun faydalanması her zaman mümkündür. Yanlışlıkla bir kereye özgü böyle bir suça katılmış kişiye böylesine katı bir yasak uygulamak makul orantı sınırının ötesinde vatandaşı yok saymaktır.

Gençlik döneminin ateşi ve hızlılığı içerisinde duvarlara yazı yazmış, bildiri dağıtmış, afiş yapıştırmış bir kişiye üstelik bir üniversite öğrencisine topluma en faydalı olabilecek konumda iken. bütün yaşamı boyunca siyasi haklarını alarak, siyasi yaşam dışına yitmek adeta Türkiye yi terk edin demek kamu düzeni ve toplumsal faydayı korumak yerine aksine zedelemekten de öteye tamamen kaldırmak değil midir?

Yukarıdaki örneklerden anlaşılacağı üzere, SPK' nu ve MSK' nun daki üye olamama ve seçilememe yasakları, anayasanın amacı ile orantılı makul olmayıp amacı yok eder genişliktedir.

Bu nedenlerle kanımca anayasaya aykırılık mevcut olup. yasakların çok dar olarak belirli ve siyasi hak kavramı ile doğrudan ilgili maddelerle sınırlı tutulması, hırsızlık dahil yüz kızartıcı suçların ömür boyu yasak kapsamına girmesi hali mutlaka 'belirli zamanlar' sınırı ile yeniden düzenlenmeli affa' uğramış olsalar dahi yasakların uygulanacağı hali kaldırılmalıdır.

Burada hem birey korunduğu gibi bireyin korunması ile toplumun korunması ve toplumsal faydaya maksimum derecede ulaşılması hedefi üzerinde titizlikle durulmalıdır. Siyasi hak kavramının hem birey açısından hem de toplum açısından önemi nedeniyle, ancak

mahkemelerce kamu haklarından yasaklılık içinde belirli süreli olarak verilmesi benimsenmelidir. Kanundaki belirtilen herhangi bir madde tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. Hakim, önündeki davada sanığın eylemini, rolünü şakından bilip görerek bu şekilde belirli süreli bir yasaklama getirmesi her yönden uygun bir düzenleme olacaktır.

D. Siyasi hak kavramı öneminden dolayı -kanunlarda gelişi güzel ve bolca kullanılmasına karşın- Anayasada 69 uncu maddede çok dikkatli olarak yasaklayıcı düzenleme yapılmıştır.

Anayasanın 69 uncu maddesinde; bir siyasi partinin kapatılması halinde, kurucuları dahil her kademedeki bütün yöneticilerinin yeni bir sıvası partinin kurucusu, yöneticisi, deneticisi olamayacakları hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme 1995 yılındaki anayasa değişikliği ile-, daraltılarak, yalnızca partisinin kapatılmasına neden olan üyelerin 5 yıl süre ile (çok isabetli olarak süre sının getirilmiştir) bir başka siyasi partinin kurucusu, üyesi, yönetici, deneticisi olamayacakları hükümleri getirilmiştir.

Anayasamızın doğrudan siyasi haklarla ilgili bir konuda mahkum olanların, siyasi haklarının bir kısmını belirli süreli olarak mahkeme Kararına istinaden kullanılmayacağına ilişkin düzenlemesindeki titizlik ve isabet SPK ve MSK' nun da da devam edeceğini umuyorum.

l"95 tarihli anayasa değişikliğinin 1983 tarihli SPK' nün 95 inci maddesindeki 10 yıl ve milletvekili seçilemeyeceği yönündeki yasaklayıcı kuralı örtülü olarak kaldırdığı görüşündeyim. Çünkü anayasa hem üst norm olduğu gibi hem de sonraki kanun olarak ve hem de belirttiği özel kanun düzeyindeki hükümlerinin bağlayıcılığı açıktır.

Konuya örnek olması bakımından, RP'nin kapatılmasına neden olan kişilerin anayasadaki temel hak olarak belirtilen siyasi haklar demetinin bir kısmından yasaklı oldukları, yasaklı olmadıkları diğer siyasi haklarını kullanabilecekleri görüşündeyim. Örneğin, seçme

hakkını, halkoylamasına katılma hakkını, siyasi faaliyetlerine bağımsız olarak katılma hakkını kullanımına engel bir kanun ve anayasa hükmü yoktur.

Anayasadaki yasaklayıcı kuralın amacı, bir siyasi parti içindeki faaliyetlerin yasaklanması olup açıkça belirtilmiştir. Bu belirtilen vaşak haklar, diğer temel haklan kapsar şekilde genişletilemez. Amaç hasıl olacak kadar yorumlanmalıdır. RP'si davasında yasaklı kişilerin örneğin 'seçme' haklarını, 'halkoylamasına katılma haklarını' kullanamayacaklarını düşünemeyiz. Belediye meclis üyeliğine bağımsız aday olamayacağını düşünemeyiz.

Özgürlük kural yasak istisnadır. Yasak hal açıkça belirtilir ve açık kapsamı kadar uygulanır. Dolayısı ile bu kişilerin bir siyasi parti mensubu olarak milletvekili olması mümkün değilken, bağımsız olarak milletvekili olmasına engel yoktur.

E, Anayasal siyasi hakların bireyden öteye toplumsal yönünün ağırlığı görülmeli, birey önemsenmeli. 'seçme hakkı1 üzerinde titizlikle durulmalıdır.

Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim ki. demokrasilerde siyasi partilerin -istisnasız- kapatılmaması görüşünün doğruluğu yanında, kapatılan herhangi bir siyası partinin 'seçme hakkını' ihlal ettiğini düşünüyorum. Seçmenin oyunu yönlendirmek, seçeneklerini azaltmak gibi yasaklayıcı kuralların demokrasiyi özürlü kılacağını düşünüyorum. Bu parti çok küçük sayıda oy alan bir siyasi parti olsa dahi bu duyarlılığı önemsemek kanımca zorunludur. Kaldı ki RP'si gibi büyük bir partinin hem de iktidar partisinin kapatılabilmesi -hukuk kuşkusuz herkese işler- siyasi açıdan tarihi bir vakıa olup üzerinde önemle durulacak boyuttadır. RP'sinin siyasi görüşlerini benimsemiyor olmama rağmen. Anayasa Mahkemesine 'seçmen vatandaş' olarak 'seçme hakkım' ihlal edildiği gerekçesi ile davalı RP'sinin yanında olmak üzere müdahale dilekçe verme davranışımın en önemli nedeni tamamen 'seçme hakkı' duyarlılığıdır. Kuşkusuz buna bağlı olarak demokrasi, milli irade ve egemenlik kavramlarına saygılı ve inançlı olmaktır.

Vatandaşı oy vermeye zorlayan, seçimlere katılmama halinde para cezası uygulamasının da 'seçme hakkını' zedelediği kanısındayım. Çünkü oy vermek kadar oy vermemekte bir tercih olup bir hakkın kullanılması zorlaması yapılamaz. Sn. Mümtaz Sosyal hocamız bir (8) eserinde aynen, "..oy sahibi olmak ve seçmenlik bir haktır, ödev değil,, oy kullanmayı zorunlu kılan ve kullanmayanları cezalandıran hükümler koymak, hak kavramına ters düşen çelişkili bir durum yaratmak demektir." demektedir.

Dolayısı ile seçmenin boykot tercihi de bir demokratik haktır. Seçmen seçmeye zorlanamaz. Herhangi bir zorlama hakkın kullanımı ile bağdaşamaz.

F- Üyelik Hakkı

Anayasamız, vatandaşlara bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma, usulüne göre siyası partilere girme hakkını temel bir hak olarak tanımıştır.

Bir siyasi partinin ilçe yönetim kurulu, üyeliğe engel kanuni bir neden bulunmadıkça üyelik talebini kabul etmek zorundadır. SPK' nunda üyelik talebi sebep gösterilmeksizin reddedilebilir kuralını getirse de anayasada tanınmış bu temel hak, keyfiliğe, kötü niyete kaçılmadan, objektif ve hakkaniyete uygun olarak kullanılmalıdır, ilçe yönetimlerine tanınan bu takdir hakkı kanımca 'üyeliğin reddi' hakkını değil, yalnızca üye olmaya engel kanuni bir nedenin varlığının tespiti içeriklidir.

Esasen kanun koyucu, her başvuran vatandaşın üyeliğinin kabul edildiği, edileceği kanısı ile bu konuda açık düzenleme yapmamakla beraber, Anayasa ve SPK' nun herkesin dilediği an üye olabileceği ve dilediğinde ayrılabileceği hükmü, zımnen üye yapma zorunluluğunu gerektirir.

Üye adayının talebi reddedilirse, üye yapılmayan adayın teşkilatın bir üst organına itiraz hakkı olduğu gibi, bu kurulun itirazı kabul etmemesi halinde kuşkusuz Adli yargıda mahkemede dava konusu yapma imkanı her zaman vardır, üyelikten çıkarılan partilinin çıkarma kararı üzerine yargı yolunu tanıyan hükmün, üyelik başvurusu reddedilen aday üye içinde geçerli olacağından kuşku duymamak gerekir. Disiplin işlemlerine özgü kuralların burada da kıyasen uygulanması zorunludur.

Siyası Partiler Kanununda boşluk halinde Medeni kanun ve Dernekler kanunu hükümlerinin uygulanacağı kuralı da, üyelik talebi reddedilen aday üyenin özellikle de Medeni Kanunun başlangıç ilkeleri içerisinde yorumlanarak, yargı hakkı verilerek bu anayasal hak güvence altına alınmalıdır, üyenin parti suçu işlemesi halinde, disiplin kurulunca verilen çıkarma karan yargı denetimine tabi ise. üyelik talebinin reddi doğal olarak yargı denetimine tabidir. Aksı halde disiplin kurulunun görevine müdahale edilmiş olunur.

Siyasi partilerin bir ticari kuruluş olmayıp, kamuya açık ve kamu hizmeti görülen nitelikte yer olmaları, kamu düzem adına üyeliğin kabulünü zorunlu kılmaktadır.

Kuşkusuz herkes vem bir parti kurabilir, bir sıvası parti üve kabul etmezse diğerine başvurulabilir denilebilir. Ancak hu seçeneklerin varlığı bir vatandaşın uygun bulduğu partiye üyelik başvurusunu ortadan kaldıramayacağı açıktır.

Bir vatandaşça, programını benimsediği siyasi partiye üyelik başvurusunun kabulü zorunlu olup, bu anayasal temel hak engellenemez. Üyeliğe kanuni engellerin dışında hiçbir gerekçe ile başvuru reddedilemez. Üyeliğinin kabulü ile parti içinde siyasi faaliyette bulunma, yönetim organlarında aday olma vb. hakkı sınırlanamaz ve yok edilemez. Siyasi partilerin bütün faaliyetlerinin demokratik esaslara uygun olması zorunludur. Üyeliğin reddi işle-

(8) Mümtaz Soysal, 100 Soruda Any. Anlamı Gerçek y. 10 Baskı 5. 178.

mı TCK' nun 174 üncü maddesi şartlan oluşmuşsa ilçe yönetim kuruluna, suç ihbarı ile ceza verilebilmesi de mümkündür.

üyelik kabulünden sonra, ancak parti sucu işleyen üyenin disiplin kararı ile partiden çıkarılması mümkündür. Aksi halde üyenin çıkarılması da mümkün değildir. Bir kimse ancak bir sıvası partiye üye olabilir. Birden çok partiye üve olan kişinin bütün üyelikleri geçersiz olacaktır. Herkim birden fazla partiye üye olursa veya aynı partinin birden çok teşkilatına üye olursa hafif para cezasına mahkum edilir. Aynı kişiyi bilerek tekrar kayıt edenler, başvurusu bulunmayanları kayıt edenler veya mevcut olmayanları üye gibi kayıt edenler l yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.

Her vatandaşın bir siyasi partiye üye olarak girmesi, üyelikten çıkması hakkına sahip olması bu haklarının kullanımında kendisine çıkarılan engeller karşısında yargı yoluna gitmemesi düşünülemez. Aksı halde haktan bahsedilemez. Ancak, partimizin fikirlerini benimsemiyor gerekçesi ile üyelik başvurusunun reddi makul kabul edilebilirse de bu konu üyelik dönemi içerisinde ve parti suçu işlenmesi halinde disiplin kurulunun görevine giren bir konu olup, üyelik başvurusunun reddi aşamasında üçe yönetim kumlunun takdirinde delildir.

d- Siyası Parti Kurma Hakkı

Anayasa herkesin siyası parti kurma hakkı olduğunu temel hak olarak belirtmesine karşın. Siyasi Partiler Kanunu da 4 Kısım olarak düzenlenen'm.78 ile 98 arasında bir kısım amaç ve faaliyet yasağı getirmiştir. Anayasaya açıkça aykırı bulunan çok sayıda yasak bulunmasına karşın, anayasanın geçici 15 inci maddesi gereği 12 eylül dönemi kanunu olması nedeni ile anayasaya aykırılığı iddia edilemeyen Siyasi Partiler Kanunu, anayasa mahkemesinin de katı yorumları ile ihtilal hukuku olarak devam etmektedir.

Yine. SPK' nun 9 uncu maddesi kanımca Anayasa Mahkemesince yanlış yorumlanarak ,;

tüzük ve programlarının Anayasaya ve SPK' nun 4 üncü kısım yasaklarına aykırılık halinde, kuruluşu ile beraber kapanıma davası ile yüz yüze bırakılmışlardır.

9 uncu maddenin açık hükmüne karşın, aykırılığın giderilmesi için 50 günlük bir uyan süresinin verilmesini çok gören Anayasa Mahkememizin yorumu nedeniyle, ne yazık ki birçok partimiz kurulduğu günlerde kapatma davası ile karşılaşmış ve siyasi yaşamına son verilmiştir. Bir tüzük hükmünün veya programın bir kısmının aykırı olup olmadığında tereddüt edildiğinde Başsavcılıktan görüş isteme imkanı olmaması yanında kanunlara veya anayasaya aykırılık varsa ve Başsavcılıkça da partiye bildirildiğinde iş bu aykırılığın giderilmesi mümkün iken, bu yolu tıkayan Anayasa Mahkemesi kararı tarafımca 'yerinde değildir.

4 üncü kısım yasakları genellikle 'düşünce açıklamayı' yasaklamak hükümleriyle dolu olduğu gibi, bir maddesinde "... komünist, anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din. dil. ırk, mezhep, ve bölge adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarla da siyası partiler kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz." hükmü ile kuruluşta parti isim yasaklan getirilmiştir.

Türkiye Birleşik Komünist Partisi. 1991 yılında adında komünist ismi olması ve programında Kürtlerin ayrılma ve kendi kaderlerim rayın hakkının tartışılarak barışçıl çözüm bulunması nedeniyle bölücülük yaptığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır. TBKP' ince AİHK' na yapılan başvuruda kabul edilebilirlik karan verilerek Avrupa insan Hakları Divanına intikal ettirilmiş ve Divan oybirliğiyle TBKP' ni haklı bularak Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum etmiştir.

1956 yılındaki Almanya Komünist Partisi davasından sonraki ilk parti kapatılması davasına bakan Avrupa insan Haklan Divanının, bu kararı bundan sonraki siyası parti kapatma davaları için önemli bir örnek olduğu gibi, SPK' nun daki aykırılıkların tespiti açısından da

büyük öneme sahiptir. Türkiye'yi de bağlayan sözleşmenin hükümlerini yorumlamaya yetkili olan Divanın kararından kısmen alıntılar yapmak istiyorum.(9)(10)

".... Divanın görüşüne göre tek başına bir partinin kendisine verdiği ad ilke olarak kapatılma gibi radikal bir tedbiri haklı göstermez.... TBKP' nin komünist adını seçerek.... tehlike oluşturan somut kanıtların yokluğunda. Divan sadece ismin partinin kapatılması için yeterli bir sebep olduğunu kabul edemez...ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan bir davranış cezalandırılmış olmaktadır. ..programa göre Kürt sorunu ancak ilgili taraflar düşüncelerini özgürce ifade edebilirlerse, sorunları çözmek için her türlü şiddete başvurmayı reddetmekte anlaşırlarsa öz ulusal kimlikleri ile siyasal hayata katılabilirler-se, çözüm bulabilir... sadece bir kısım halkın kaderini aleni olarak tanışmak istemesi ve demokratik kurallara saygı içinde, mm ilgilileri tatmin edecek çözümler bulma amacı ile politik yaşama katılmak istemesi nedeni ile endişe duymamalıdır...TBKP' nin derhal ve nihai olarak kapatılması gibi radikal bir tedbir, hedeflenen amaca göre orantısızdır ve demokratik bir toplumda gerekli değildir. Sonuç olarak bu tedbir sözleşmenin 11. m. ihlal edicidir..."

Divanın yorumuna göre SPK' nun 96/3 fıkrasının tümden kaldırılması zorunludur. En azından 'komünist1 kelimesinin kaldırılması mutlaka gereklidir. Divan karanımı bütününden çıkarılan sonuca göre, SPK' nun daki 4 üncü kısımda belirtilen 78-98 arası maddelerdeki düşünceyi yasaklayan ifadeler 'amaçlayamaz', savunamaz, 'ileri süremez' hükümleri sırf düşünce açıklama olması nedeni ile yasak olmaktan çıkarılmalıdır AİHD göre, Şoke eden görüşlere hoşgörü(11) de bunu gerektirir.

II. HAKİMİN ÇEKİLMESİ VE REDDİ HAKKI

Yargılamada hakimin objektifliği, kararlarının tarafsız olması yargı bağımsızlığının bir

gereği olduğu gibi taraflar açısından bir güvencedir.

Adalet sembolü terazinin gözü kapalı bir kişi tarafından tutulması, yargılama görevinin amacına uygun olarak tarafsızlık içinde hiçbir dış faktörün etkisinde kalmadan yerine getirilmesini göstermek içindir.

Hakimin tarafsızlığının, kararlarının objektif olmasının pratik olarak mutlak anlamda sağlanması imkansızdır. Kararların mümkün olabilecek en üst düzeyde objektif ve tarafsız olabilmesi için, usul kanunlarımız hakimin reddi veya çekilmesi kurumunu düzenlemiştir.

A. Mevzuat Yönünden

Yargılama usul kanunlarımızın hepsinde red ve çekinmenin şartlan ve usulü ayrıntıları ile belirtilmiştir, İdari Yargılama usulünde. Hukuk usulünde, Ceza Yargılama usulünde ve Anayasa Yargısı usulünde birbirine paralel düzenlemeler getirilmiştir.

44 sayılı Anayasa Yargısı usul kanunen 43 maddesine eklenen 6. Bend ile (12) mali denetimi yapılan veya kapatılması istenilen siyası parti ile Anayasa mahkemesi üyeliğine seçilmeden önceki 5 yıl içerisinde üyelik ilişiği bulunan üyenin davaya bakamayacağına dair hüküm isabetli olarak getirilmiştir.

2949 sayılı Anayasa yargısı usul kanunu yapılırken 43 madde aynen alınmış olmasına karşın maalesef eklenen 6. bend ayrılmış ve halen yürürlükte bulunan mevzuatımıza konulmamıştır.

1982 Anayasamız Yargı bölümünde, genel hükümler başlığı altında mahkemelerin bağımsızlığını, Hakimlik ve Savcılık mesleğinin niteliği ve teminatım ayrıntılı olarak isabetli olarak düzenlemiştir. Buna göre hakimler ve savcıların azlolunamayacağı, kendileri isteme-

dikçe emekliye ayrılamayacağı, aylık ödenek ve diğer özlük haklarından hiçbir halde yoksun kılınamayacakları belirtilmiştir.

Ülke mevzuatımız arasında bulunan insan Haklan Evrensel Bildirgesinin 10 maddesi ile Avrupa insan Haklan Sözleşmesinin 6 maddesi adil yargılanma hakkı içerisinde tarafsız bir mahkeme gereğini önemle belirtmiştir.

B. Uygulama Yönünden

Yargı bağımsızlığı her yönü ile sağlanmaya çalışılırken hakimin tarafsızlığının objektif ve sübjektif iki yönü vardır. Hakimin baktığı dava ile ilgili konumu, objektifliğini doğrudan etkiyeceği için kanundan dolayı tarafsız olamayacağı kabul edildiğinden red ve çekinme nedenidir. Örneğin. Hakimin taraflardan birisi ile akrabalık derecesinin bulunması, dava konusu kararın menfaatini etkiler boyutta olması, davanın önceki aşamalarında görev üstlenmiş olması v.b. durumlarda kanun peşinen hakimin tarafsız olamayacağını kabul ederek yargılama yapmama mecburiyeti getirerek tarafsızlığı sağlamaya çalışmaktadır.

Hakim sübjektif olarak, kendi görüş ve fikirlerinden sıyrılarak tamamen dosya kapsamı içerisinde dosya ile sınırlı karar verebilme-lidir. Terazi kimin elinde olursa olsun tanının değişmemesinde olduğu gibi. hakimde karar verirken kişisel görüşlerine ve değer ölçülerine göre hareket etmemeli, onun yerinde başka bir hakim olsaydı nasıl karar verecek idiyse o kararı vermelidir.1'131 Kanun herkes için eşittir denirken belirtilmek istenen de budur. Bir diğer söyleyişle karar, hakimin kendisinin değil makamın karandır.

Hakim kararında kişiliğinden sıyrılarak karar vermediğinde kasden. ağır kusur derecesinde veya suç sayılan bir davranışı veyahut disiplin suçu işlediğinde kişisel sorumluluğu söz konusudur.

Avrupa insan Haklan Mahkemesi^41 bir kararında Sözleşmenin 6. maddesinde sözü geçen tarafsızlığın iki yönlü olduğunu belirterek bu tezin esasım değişik biçimde de olsa benimsemiştir. Kararda tarafsızlık, genellikle peşin hüküm sahibi olmamak diye tanımlanmış, fakat bununda sübjektif ve objektif iki yönü olduğu, sübjektif tarafsızlığın yetmediği, zira demokratik toplumlarda dış görünüşler bakımından da hakimden şüphe edilmemesi yani ob-jektif tarafsızlık arandığı bu durumlarda davaya bakılmaması gerektiği belirtilmiştir.

Bir Yargıtay Içtihadi Birleştirme kararında115' hakimin red nedenlerini kendiliğinden bildirmesinin ve ilen sürülen nedenlerin niteliğinin ve yerindeliğinin incelenemeyeceğine ve doğaldan kabulü yolunda karar vermiş, kararının hüküm bölümünde, kanunun red sebeplerini saymasına karşın esasında hakimin reddedilmeden kendiliğinden çekilmesinin yerindeliği üzerindeki durulmuştur.

Sn. Hocamız Nurullah Kunter eserinde (16) Hakimin iyi bir hakim gibi hareket edemeyeceğinin önceden kabul edildiği hallerde, hakimin iyi bir hakim gibi davranması imkansız değildir. Fakat bir taraftan ihtimal ölçüsü 1053 fazla olan tehlikeyi önlemek amacı ile. diğer taraftan da muhakeme hukukunda hakkaniyete uygun davranılmadığı şüphesini dahi uyandırmamak gerektiğinden bu hallerde hakimlerin yargılama işlemlerini yapmaması kabul edilmiştir.

Hakimin davaya bakamaması hali olan buradaki şüphe, kanun koyucunun kabul ettiği şüphe olup. kanun koyucunun önceden kabul etmeyip takdirini taraflara ve hakime bıraktığı hakimin reddi sebebi olan şüpheden farklıdır.

Hakimin görev yapmaktan kaçınmasını "çekilme hakkından" ayırmak zorundayız. Genellikle siyasi boyutlu, kamuoyunun yakından takip ettiği davalarda veya sıkça karşılaşılan 'sanıkların emniyet mensubu olmaları' halinde a davalardan; hakimin görev yapmaktan kaçınması hali. kanımca 'çekilme hakkının' kötüye kullanımıdır.

C. Hakimi Red Hakkı

Bütün usul kanunları, adaletin. doğru oluşabilmesi kaygısıyla hakimlerin reddi hakkını vermişlerdir. Hakimin kendiliğinden çekilmesi koşulları oluşmuşsa, davanın taranan muvafakat etseler dahi hakimin çekilmesi gerektiği kamu düzeni adına gereklidir. Hatta çekilme nedenleri var iken davaya bakan hakimin yapacağı işlemler, bir üst mahkemece iptal edilebileceği kuralı konunun hassaslığını göstermektedir. Hakimin çekilmesinin yanında, taraflara hakimi red hakkı verilmesinin objektif koşulları vardır. Hakim davada: tararlardan birine nasihat etmiş, yol göstermiş ise. veya dava hakkında görüşünü beyan etmişse, tarafların birisi ile arasında dostluk veya düşmanlık bulunması halinde, aile ve akrabalarına ait davalarda objektif olarak hakim reddedilebilir. Sübjektif olarak ta, genellikle hakimin tarafsızlığını koruyamadığı, şüpheye düşüldüğü hallerde hakimin reddi hakkı vardır.

Hakimin taraflı davrandığı, önyargılı olduğu iddiaları ciddi olmalı, bu iddiayı destekleyecek maddi olay ve delillere dayanmalıdır. Aksı halde talepleri reddedilen herkes hakimin taraflı olduğu iddiasında bulunabilir. Hakimin tarafsızlığı gibi bir konu objektif olarak mantıki veri ve vakıalara bakılarak değerlendirilmelidir. Hakimin reddi hakkı, istenilen hakimin seçilmesi hakkı değildir. Taraflarca red hakkının kullanımı "kötüye kullanıldığın da” doğal hakim ilkesi zedelenmiş olur

Red hakkı keyfi olarak kullanıldığında, yeterli gerekçeden yoksun olduğunda, hakimin tazminat hakkı doğmaktadır. Bir yanı ile hakimi mağdur eden bu hakkın kullanımında tarafların titiz olması zorunludur.

Doğal hakim ilkesi, tarafların hakimi seçemeyeceği gibi, hakiminde tarafları seçmesini engelleyen doğal, önceden belirlenmiş hakimin davaya bakmasıdır. Hakimin çekilmesi ve

red hakkı, de Sal hakim ilkesini zedelemeden objektif olarak istisnai koşulları oluştuğunda kullanılmalı ve adaletin en .yi oluşması amacı unutulmamalıdır.

III- ADALETİ DENETLEME HAKKI ‘ALENİYET İLKESİ’

Duruşmanın aleni (açık) olması, duruşma da bulunması zorunlu kişi ve makamların dışındaki kişilerin, dinleyicilerin hazır bulunmasıdır. Açıklık, isteyenin hazır bulunması ve yapılanları görmesi kadar söylenenler: işitmesi ve gösterilenleri görmesidir. Ayrıca isteyenin görmesi ve duyması kadar, gördüklerini ve duyduklarını başkalarına yayabilmesini de gerektirir.

Büyük salonlarda yapılan duruşmalarda, dinleyicilerinde duymasını ve görmesini sağlayacak teknik önlemlerin alınması gereklidir. Duruşmada savcının hakim ile konuşmalarının dinleyicilerce duyulamıyor olması aleniyet ilkesine aykırıdır. Duruşma salonuna hiçbir dinleyici gelmeden yapılan duruşmalar, gürültü veya soğuk nedeni ile kapılar kapalı olsa bile. salona isteyenin girmesine engel olunmamışsa açık yapılmış sayılır.

Duruşmanın aleniliği, adalet dağıtımının halk tararından kontrolünü sağlayarak insanları gizli yargılamalara karşı koruduğu, adaletle yargılamayı gerçekleştirdiği, mahkemelere güveni sağladığı için hukukun genel ilkelerinden olup sanık için esaslı teminattır

Aleniyet duruşmayı izlemek isteyenlerin bazılarına belirli şartlarla yasak getirilmesine engel değildir. Örneğin küçük çocuklar, durulmanın huzurunu bozan şahıslar salondan çıkarılabilir. Sunun gibi sarhoşlar, mahkemenin ciddiyetine yakışmayacak pejmürde giyimli serserilerin salona alınmaması aleniyet ilkesini ihlal etmez.

A- Aleniyet, kural olarak herkesin dinleyici olarak mahkemelerde duruşmayı takip edebilmesini gerektirir iken, istisna olarak duruşmaların gizli yapılmasına karar verilebilir. Bu istisnalar, genel ahlakın ve kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerdir. Bu maddenin gerekçesinde de. bu istisnai kavramların dar yorumlanması gerektiği açıklanarak kesin olarak gerekli kılması şartı titizlikle belirtilmiştir.

Aleniyet ilkesi ile doğrudan ilgili alarak Anayasa Mahkemesi kararıyla. 1631 sayılı AMUK’ nün 165/ l inci bendi aleniyet ilkesini zedelediği için iptal edilmiştir. Bu Askeri Yargılama usul kanununun 165/ l bendi 'Kadınların, on beş yaşını bitirmemiş olan çocukların ve hukuku ammeden memnuniyete mahkum olanların ve askeri mahkemenin haysiyeti ile mütanasip olmayan şahısların aleni duruşmada bulunmaları men edilebilir" hükmünün Anayasanın 'duruşmalar herkese açıktır' kuralına aykırılığı iddiası ile iptali istenilmiştir. Maddenin 15 vasini bitirmemiş çocukların dışındaki sınırlayıcı hükümlerin müphem ve elastiki olduğu, kadınlar konusundaki aykırılığın izaha gerek olmadığı gerekçesi ile 26-06-'1963 tarihinde iptaline karar vermiştir.(1963/ 144 E. 1965/ 167 K nolu karar).

Anayasa Mahkemesi kararından da anlaşılacağı üzere ‘aleniyet ilkesi’ öneminden dolayı CMUK 308/6 maddesinde, 53 sayılı Askeri Mahkemeleri yargılama usul kanununun 207/f maddesinde açıkça belirtildiği üzere herhalde kanuna aykırılık sayılıp mutlak bozma temyiz sebebidir. Öyle ki adaletin gizli dağıtılması sonuca tesir edebileceğinden kararın bozulması yeniden açık duruşma yapılması kabul edilmiştir. Bozma üzerine acık duruşma yapılarak zararın tamiri mümkündür denilmektedir.

Anayasanın mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır amir kuralını düzenleyen 141 inci maddesinde Danışma .Meclisi gerekçesinde aynen : "Duruşmaların açık olması yargılamanın tarafsızlığının etkin bir teminatıdır. Bu açıklık kamuoyunda ve ilgililerin gönüllerinde huzur ve güven yaratır, insan tabiatının gereği olarak en çok gözünün gördüğüne inanır. Bu itibarla duruşmanın açık olması ilgililerin inan beslemesi bakımından gerekli ve hatta zorunludur”

" denilmiştir.

İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi (madde 10). Avrupa insan Haklan Sözleşmesi (madde 6/1 ) hükümleri duruşmanın aleni yapılmasının adıl yargılamanın vazgeçilmez şartı olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Divan İsviçre Askeri Yargıtayının duruşmasız baktığı bir davada verilen Kararı yazılı bildirmesini inceleme konusu yapmış, önemli kararların yayımlandığını, yayımlanmayanlarında ilgi duyanların inceleyebileceklerini aleniyet kapsamında kabul ettiği yorumunu yapmıştır. (Sutter/isviçre-22/1/1984)

B- Anayasamız 'Basın hürdür, sansür edilemez dedikten sonra Devlete basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alma görevi vermiştir. Yine düşünce açıklama ve yayma hakkını belirttikten sonra bu hürriyetin resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsayacağını vurgulamıştır.

Anayasa koyucu bu maddelerin gerekçesinde aynen. (DM-1982) "..... serbest kitle haberleşmesinin sağlanması bir anlamda, düşünceyi açıklama özgürlüğünün varlığı için zorunludur... basın özgürlüğü, düşünceyi yayma özgürlüğünün belli bir kullanım şeklini ve hatta yaygınlığı nedeniyle uzantısını teşkil etmektedir... basın özgürlüğü önünde Devletin olumlu tutumunu yanı özgürlüğün gerçekten sağlanmasında devletin yardımcı olmasını, bu amaçla gerekli tedbirlerin alınması ihtiyacını öngörmektedir. Bu cümleden olmak üzere basına devlet yardımı yanında, basın özgürlüğünü tehdit eden 'tekelleşme yahut 'yoğunlaşma eğilimlerini önleyici tedbirleri sayabiliriz..." denmektir.

Hiçbir özgürlük gibi basın özgürlüğü de sonsuz olmayıp kaynağı olan düşünce açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırlayıcı hükümleri ile sınırlanabilir.

Aleniyet; isteyenin duruşmayı izlemesi, görmesi, duyması kadar bunların başkalarına

anlatabilmesi ve yaymasını gerektirir. Açık duruşmada olanların yayımlanması bu nedenle serbesttir. Bu serbesti anayasaya göre kanunla sınırlanabilir. Nitekim Basın Kanunu m. 30 hükmü bu nedenle konulmuştur. 30 uncu madde duruşmada olanların yayımlanmasını engellemediği için, hakimleri tesir altında bırakmamak için konulan bu madde, aleniyet ilkesine aykırı değildir.

Uluslararası sözleşme olan (Unesco' nun Paris 1978 tarihli kitle iletişim araçları bildirgesinde (m. 2/2) haberleşmenin özgürce akışı daha geniş kitleye daha dengeli ulaşmasının önemi belirtilerek insan haklan ve temel özgürlüklerin bir parçası olduğu kabul edilmiştir. Bildirge kişilere olayların doğruluğunu saptama ve objektif olarak değerlendirebilme olanağı vermek için eldeki bilgi ve belgelerin kamuya iletilmesini güvence altına alınmasını emretmekte, bu amaçla gazetecilerin bunları en geniş şekilde açıklayabilme özgürlüğüne sahip olmasını belirtmektedir.

insan Haklan Evrensel Bildirgesi (m. 19) Avrupa insan Haklan sözleşmesi (m. 10) ve Anayasamız Basın özgürlüğünü; düşünceyi açıklama, düşünceyi yayma, kamuoyunu bilgilendirme, haber alma gibi temel hakların bütünü olduğunu açıkça belirtmiştir.

C- Aleniyet ilkesinin uygulamasında bazı güçlükler yaşandığı görülmektedir. Örneğin: genellikle siyasi davalarda veya kamu oyunun yakından ilgilendiği davalarda, adliye çevresi emniyet güçlerince çevrilerek dinleyicilerin duruşma salonunun kapısına kadar gelmeleri engellenmektedir. Hatta yakın bir tarihte HA-DEP davasına Ankara dışından dinleyicilerin gelmesi, Ankara girişinde bekletilerek duruşma salonunun kapısına kadar gelebilmeleri engellenmiştir. Öyle ki, davayı takip için Ankara dışından gelen Avukatlar dahi bir engelleme nedeni ile duruşmaya katılamamışlardır. Bu uygulama açık. bir hak ihlalidir. Açıktan aleni-yet ilkesine aylandır.

Yine, Askeri mahkemelerde de aleniyet ilkesinin ihlal edildiği görülmekledir. Şöyle ki;

askeri mahkemeler genellikle kışla içerisinde bulunmaları nedeniyle, girişler nizamiyeden kontrollü olarak yapılmaktadırlar. Nizamiyeye gelen her vatandaşın ve her basın mensubunun 'mahkemede duruşmaya geldiğini söylemesi halinde' mutlaka duruşma salonuna kadar getirilmeleri zorunludur. Kanun hükmü böyle olmasına karşın ve açıkça Anayasa emri olmasına rağmen nizamiyede sanki herhangi bir askeri idari birime gelinmiş gibi işleme tabi tutulmaktadırlar. Hatta bir davada, başörtülü bir bayan yargılanan sanığın eşi olmasına karşın nizamiyeden içeri alınmamış, babası sakallı olduğu için içeri alınmamıştır. Nizamiyede çıkarılan bu sorun mahkemenin görevine müdahale olduğu gibi, halkın adaleti denetleme hakkını ihlal etmektedir Duruşma salonunun kapısının açık olması, tek giriş olan nizamiyedeki giriş yasağıyla ne anlam taşıyacaktır.

IV. HABER ALMA HAKKI

Anayasa kişinin haklan başlığı ile düzenlediği 2 inci bölümde basın ve haber alma özgürlüğünü, bilgi edinme hakkını temel hak olarak tanımlamış ve koruyucu hükümlerle düzenlemiştir.

Unesco bildirgesinde; insan haklan ve temel özgürlüklerin ayrılmaz bir parçası olduğu kabul edilen düşün, anlatım ve haberleşme özgürlüğünün kullanımı barışın pekiştirilmesi ve uluslararası anlayışın sağlanması için yaşamsal bir öğedir, dedikten sonra bu bilgilerin kamuya iletilmesini haber alına hakkı olarak görmektedir. Bu nedenle de haberlerin yayıla-bilmesinin koşullarının yaratılmasının önemi ve zorunluluğunu belirtmiştir.

Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden açıkça görüleceği üzere Basın özgürlüğü, içerisinde düşünceyi açıklama, düşünceyi yayma, örgütlenme hakkı, kamuoyunu bilgilendirme ve haber alma haklarını taşıması ile çok boyutlu öneme sahip temel anayasal bir haktır.

Basın özgürlüğü, bir gazetenin satış noktasında okuyucuya ulaşmasını sağlayan

dağıtım faaliyetini de kapsar. Bu dağıtım işlemi sıradan bir faaliyet olarak, ticari konu olarak görülemez. Bir gazetenin dağıtımının engellenmesine, dağıtılmışsa toplatılmasına bazı usul kurallarına uyularak mahkemelerce karar verilebiliyor olması da bunu açıkça göstermektedir. Bir işin kamu hizmeti olması için taraflardan birisinin mutlaka devlet olmasını gerektirmez, işin niteliğinde özel hukuk tüzel kişileri arasındaki ilişki olması, dağıtım işini şahsi ticari ilişki olarak görmemize yeterli değildir. Aksi halde 'basın sansür edilemez' kuralı izah edilemez.

Hukukumuzda kamu düzeni, kamu hizmeti olarak nitelenen konularda sözleşme süresinin bitimi ilişkiyi kendiliğinden bitirmediği gibi ancak çok önemli, zorunlu hallerde biteceği usulü getirilmiştir. Örneğin Gayrimenkul kiralanmasında kıra süresi sona ermesine karşın kendiliğinden tahliye zorunluluğu olmamakta, ancak kiralayanın ihtiyacı olması ve ihtiyacında samimi olmasının mahkemece tespiti halinde tahliye karan verilmektedir.

Konu yalnızca ticaret özgürlüğü ile sınırlı özel, şahsi bir ilişki olarak düşünülse bile bir hakkın kötüye kullanımını kanun korumaz. Örneğin: küçük bir kasabadaki tek fırının ekmeği istediğine satma veya satmama özgürlüğü olamaz. Yine bir eczanenin bir ilacı bir hastaya satmama özgürlüğü olamaz. Kamu kurumu niteliğinde bulunan ASKl' nin. TEK'in suyu, elektriği istediğine verme, vermeme hakkı olamayacağı gibi. PTT'nin bir vatandaşın telgrafını çekmemesini düşünemeyiz.

Kaldı ki. TCK' nun 401 inci maddesi, gıda maddeleri ve kamuya gerekli şeylerin satışının -birden çok satış yeri olmasına rağmen- zorunlu olduğunu, satıştan kaçınmanın dağıtımı yapmamanın 2 yıldan başlayan önemli bir ceza ile mahkum edilmesinin bu tip olaylara kanunun nasıl baktığını göstermektedir.

Kanun, bir ticari faaliyette tüketicinin birden çok seçme hakkı bulunması halinde bile kamu düzeni adına müdahale ettiğine göre 'tekel' konumunda bulunan kurumlara bu zorunluluk haydi haydi getirileceği gibi, kamu hizmeti nitelikli konularda da zorunluluk doğal olarak ortaya çıkmaktadır.

Ülkemizde, gazete ve dergi dağıtımın çok boyutlu ve masraflı olması nedeni ile çok sayıda dağıtım firması kurulamadığı ve dağıtım firmaları ile gazete ve dergi sahipleri arasında muhtelif nedenlerle dağıtım sorunu yaşandığı görülmektedir. Bunlar arasındaki ilişki ticari konulu sayılsa dahi bu sorun gazete tüketicisinin 'haber alma hakkına1 yönelik bir müdahale olduğu gibi, doğru bilgilenme, objektif bilgilenme hakkını da ihlal edicidir.

Basın kanununa 1996 yılında eklenen ek 7 ve ek 8 inci maddelerle sorunun niteliği ve çözümü ihtiyacı açıkça görülmüş ve ceza hükümleri getirilerek kısmen çözülmüştür. Bir okuyucu olarak okuyucusu bulunduğum bir gazetenin, dağıtım firmasınca gerekçesiz olarak dağıtımının yapılmaması üzerine, haber alma hakkımın' ihlali nedeni ile yapağım şikayetim117' halen görülmekte olup konuyu örneklemesi açısından belirtiyorum.

Konunun çözümü kanımca: Anayasanın 47 inci maddesinde ifadesini bulan, kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüslerin kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebileceği hükmüne göre, gazete, dergi, vb. süreli yayınların 'dağıtımının' devletleştirilmesidir.

Dağıtım firmalarına teşvikler vererek dağıtım firması çoğalmasını teşvik etmekte sorun çözülemez. Tipik bir devletleştirme alanıdır.

V. YAŞAMA HAKKI

Ölüm cezası (idam) mahkûmun asılması suretiyle hayatının izalesidir. Türk ceza kanunu böyle diyor ve ölüm cezasını diğer tutukluların göremeyeceği gizli bir şekilde, güneş doğmadan önce infaz edilir gibi hükümlerle infazın usulünü ayrıntılı olarak düzenlemiştir.

Toplumların gelişmesi ile cezaların türü de"8-19' değişmekte olup geçmişteki yırtıcı hayvanların önüne atma, kızgın demirle vücudun delinmesi, at arkasından süründürme türündeki cezalar tarihte kalmıştır.

1950 yılında Roma da Avrupa konseyi ülkeleri arasında imzaya açılan 'ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin ö sayılı protokola bir çok ülke onaylayarak katılmasına karşın ne yazık ki Türkiye halen bu protokole katılmamıştır.

idam cezasının kaldırılması tanışmaları doğrudan ceza hukukunun konusu olmakla beraber çok boyutlu felsefi, sosyolojik niteliğe sahiptir, îdam cezaların kaldırılması görüşü yer yer tartışılmakta olmasına karşın mevzuatımızda 30 maddeye yakın hükümle yürürlükte bulunmaktadır. Mevzuat hükümleri yürürlükte bulunmasına karşın uygulamada dönem dönem farklılık göstermekte ve gene! olarakta normal koşullarda ölüm cezasının infazında duraksamalar olmaktadır.

1901 yılında Mendereslerin idamından g sonra 1971 yılında Denizlerin idamı infaz edilmiş î 980 - 1984 tarihlerinde askeri dönemde ise 54 vatandaşımızın cezası infaz edilmiştir. 1984 Ekim ayından 1991 Nisan ayma kadar Meclise tezkeresi gelen 500 civarındaki ölüm cezası dosyasının hiçbiri işlem görmemiş 1991 tarihli Kanunla ':0< idam cezalan 10 yıl ağır hapis cezasına dönüştürülmüştür. 1991 sarihinden bu güne kadar (Kasım 199~) meclise gelmiş idam cezası tezkeresi 20 adet olup 28 kışının idam cezası mecliste beklemektedir,

A. Sivas Davası Örneği

Kamuoyunda Sivas davası olarak bilinen Ankara Devlet Güvenlik mahkemesinde görülen davada 33 kişiye idam cezası verilmesi konuyu gündeme getirmiş ve sıcak tartışmalara neden olmuştur.

Bir kısım islami gazetelerde mahkeme karan şok karar, el insaf, kin dolu karar tanımlamaları ile eleştirilmiş bir kısım sol basınca da cezaların yerinde olduğu, hatta Sivas katliamı

boyutuna göre cezaların hatif kaldığı daha da ağırlaştırılması yorumları yapılmıştır.

Sanıyorum ki, Sivas katliamı gibi Türk tarihinde hatta dünya tarihinde görülmemiş bir vahşeti kınamayan, kötü cümlelerle eleştirmeyen hiçbir kimse yoktur. Bir insanın öldürülmesi olayı hiçbir haklı gerekçeyle izah edilemez. Soruna mağdurların sol görüşlü olması veya sanıkların sağ görüşlü olması nedeniyle siyasi açıdan bakılamaz. Hiçbir siyasi veya başka kaynaklı düşünce, bir insanın öldürülmesini emredemeyeceği böyle bir davranışı öneremeyeceği gibi aksine kınayarak cezalandırır. Ölüm hakkı üzerine bir tartışma yapılamaz.

Sol veya islami basında siyasi açıdan bakılarak yapılan tartışmaların yanlışlığını belirtmek için yukarıdaki vurgulan yapmak zorunda kaldım. Sorun ve çözüm mağdur veya sanık olup olmamamız değildir. Sorun bir ilke sorunudur.

islami basında haklı olarak, idam cezalarına tarihi boyunca karşı çıkmış sosyalist solun, Sivas davası sanıklarının cezalarının daha da ağırlaştırılması ile idam cezalarının sayısının azlığı ve idam cezası talebi çelişkisini, dile getirmektedir.

Gerçekten birçok nedenle idam cezalarına karşı çıkan bir kısım sosyalist aydınlarımızın. sivas davası sanıkları için idam cezalan ile cezalandırılmalarını istemeleri bir çelişkidir. Bu çelişki neden idam cezalarına karşı çıktığımız gerekçelerimizi yeniden gündeme getirmektedir.

idam cezası, ceza olma özelliğini yitirmiş, caydırıcılık, suçlunun ıslahı gibi çağdaş değerlerle uyuşmayan, günümüz toplumsal gelişmesi karşısında ilkelleşmiş, adeta planlayarak devletçe işlenen taammüden bir adam öldürmedir. Ölüm cezalarının meydanlarda halka ibret olsun diye caydırıcılık amaçlı infaz biçimi, bugün artık gizlice kimsenin görmeden yapıldığı bir biçime dönüşmesi de ceza olma özelliğini yitirdiğim göstermektedir. Kaldık! birçok gelişmiş toplumda kaldırılmış olmasına karşın Türkiye'de mevzuat hükümlerinde bulunmasına karşın infazda duraksama içerisinde olunması da, caydırıcılığı, cezalandırmadaki amacın ortadan kalktığının bir işaretidir.

Bu görüşlerin sahibi, sanığa acıma duygularıyla böyle düşünüyor değildir. Tabi ki kamu düzeni adına kurallara uymayanlara gerekil cezalar verilecek herkeste cezasını çekecek-tır. Görüşüme dayanak gerekçemin bu olmadığını yanlış anlaşılmamak için belirtmek istedim.

Sivas davasında, hangi sanık suçludur, suçuna orantılı ceza almış mıdır? Hangi sanık suçsuzdur? Cezaların takdirinde, hesabında hukuki hata var mıdır? gibi sorular kuşkusuz tarafları ilgilendirir ve haksızlığa uğradığını düşünen sanık temyiz yolu ile kararın düzeltilmesini sağlayabilecektir.

Ancak şunu belirtmek isterim ki. ilke bazında ölüm cezasına karsı çıkan sosyalist solun Sivas davasının sanıklarının ölüm cezası almalarını istemeleri, arzu etmeleri, sayılarının artırılmasını talep etmeleri açık bir çelişki halidir. 3u çelişkiye mazeret aranamaz.

tike düzeyinde tutarlı olabilmek için. sanıkların idamla cezalandırılmalarını talep etmeyi 'bırakınız aksine Mahkemenin takdirinin 59 uncu madde uygulanarak müebbet hapis cezasına dönüştürülmesi talep edilebilmeliydi. Sivas katliamından yüreğinde en az mağdurlar kadar üzüntü duygusu yaşayan ve sağ ve islami çevrelerce kötü tanımlamalar yapılan Aziz Nesın' i çok seven birisi olarak bu görüşlerimi taşıdığımı özellikle belirtmek isterim.

Hükümetçe TBMM'sine sunulan yeni ceza kanun tasarısında idam cezalarının kaldırılması çok isabetli bir düzenlemedir, insani olmayan, çağdaş değerlerle uyuşmayan ve caydırıcılığını ve ceza olma özelliğini yitirmiş ve fiilen de uygulanmayan 'idam' cezasının kaldırılması iradesi ve girişimi isabetlidir. Kuşkusuz idam cezasına bağlanan suç kaldırılmamaktadır. TCK' nun da ki 30 adet maddeye yakın suçun cezası müebbet hapis cezasına dönüştürülmüştür. Kanımca müebbet hapis cezası, idam cezasından daha ağır olup yeni tasan ile en ağır suçlar en ağır ceza olan müebbet cezası ile cezalandırılmıştır.

B. Yargısız infaz Örneği

Ülkemizde özellikle belirli dönemlerde faili meçhul vakıaları görüldüğü gibi. emniyet güçlerince 'ölü ele geçirme' vakıaları görülmektedir. Suç işlediği varsayılan ve takibe alınan bir şahsın, evinde, apartman dairesinin katında, "silahla karşılık verdi, teslim olmadı" gerekçeleri ile emniyet güçlerince silahla müdahale edilip bir insana 40, 50 adet kurşun yarası gelmiş şekilde öldürüldüğü vakıaları , kamu oyunda yargısız infaz olarak nitelenmekte ve emniyet güçlerini suçlayıcı yorumlara neden olmaktadır.

Güvenlik güçlerinin kuşkusuz silah kullanma ve suçluyu yakalama ve gerekirse silahla müdahale yetkisi vardır. Ancak bu hakkın kullanımı çok önemli şekil kurallarına bağlıdır bağlı olmak zorundadır. Mahkeme kararlarından önce herkes masum olduğuna göre , önceden kimse suçlu sayılarak cezalandırılamaz. Kaldı ki her durumda bir insanın öldürülmesi savunulamayacağı gibi hukuka da uygun değildir.

Emniyet güçlerince, sağ ele geçirme imkanları sonuna kadar kullanılmadan, teslim olmadı, ateşle karşılık verdi şeklinde gerekçelerle insanların ölü ele geçirilmesi kamu vicdanını kanatmaktadır.

Etrafı sarılmış bir evin içinde bulunan suçlunun hiçbir şey yapılmasa bile yalnızca bekleme ile (Örneğin 5 günlük 10 günlük bekleme) sağ olarak ele geçirilmesi mümkün iken adeta 'ölüm' istenir gibi silah kullanma hakkının kötüye kullanılması hukuken savunulamaz. Suçluların aşırı sol görüşte olması yanın da, sağ görüşlü vatandaşların Türk bayrakları ile emniyet güçlerini kutlamaları toplumsal barışa hizmet edemez. Toplumun huzurunu içten kemiren bu gibi hukuk dışı eylemlere özellikle de emniyet güçlerinin dikkat etmesi zorunludur.

VI. KILIK KIYAFET (BAŞÖRTÜSÜ) HAKKI (21)

Üniversitelerimizin bazı birimlerinde yeni öğretim yılı başlaması nedeniyle, gergin tartışmalara neden olan hassas bir konu olan "Türban" sorunu büyüyerek devam etmektedir. Bir kısım bayan öğrencilerin başörtüsüz fotoğraf vermemeleri ile başlayan, kayıtların yapılmayarak kimlik verilmemesi yanında üniversite girişlerinde içeri alınmamalarla devam ettiği: derslere, uygulamalı stajlara alınmadıkları, gibi sınavlara yalnızca 'başörtüsü' nedeniyle alınmadıkları bir vakıadır.

Bir öğrencinin konu üzerinde açıklama isteyen dilekçesi üzerine verilen cevapta aşağıdaki mevzuat hükümlerine atıf yapılmaktadır.

1- 2527 sayılı kanunun 12/1 maddesi,

2- 2413 sayılı "Bilimum devlet memurları kıyafetleri ile ilgili kararname" hükümleri,

3- 2596 sayılı "Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanunun 6 inci maddesi,

4- 1958 sayılı "Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanunun" tatbik suretini gösterir nizamname hükümleri.

5- 65" sayılı Devlet memurları kanununa istinaden yürürlüğe giren "Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık ve kıyafetine dair yönetmelik" hükümleri,

6- Yüksek öğretim genel kurulunun 21 -12- 1998 tarihli karan,

7-Hacettepe Üniversitesi Yönetim kurulu 31-5-1989/89-219 kararı,

8-Yüksek öğretim yürütme kurulunun 6-2-1992/92-6141 kararı,

9-Anayasa Mahkemesini 7-3-1989/1-2 sayılı kararı,

10-Anayasa Mahkemesinin 9-4-1991/ 36-18 sayılı kararı.

A. Mevzuat Yönünden

2547 sayılı kanunun 12/1 maddesi yüksek öğretimin uygulamalı yapılmasına ait eğitim, öğretim esaslarını geliştirmek, döner sermeye işletmelerini kurmak, verimli çalıştırmak ve bu faaliyetlerin geliştirilmesine ilişkin düzenlemelerin yapılması hükmünü getirmektedir. Konunun başörtüsü yasağı ile hukuken bir ilgisi bulunmamakta, tamamen sorunun dışında bir hüküm düzenlenmektedir. Maddenin çok açık ifadesinden anlaşılacağı üzere bu konuda tereddüt edilemez.

2596 sayılı kanunun 6 inci maddesi kanunun uygulamasına yönelik tüzük yapılmasına amir olup, 8 maddeden oluşan bu kânun, yüksek öğretim kurumlan ve öğrencilerin statüleri ile tamamen ilgisizdir. Din adamlarının kıyafetleri ile yabancıların kıyafetleri ve spor topluluklarının kıyafetlerini düzenlemektedir.

Yine bu kanuna istinaden çıkarılan 1958 numaralı tüzük kanunun uygulanışını açıklayan hükümler içerip, başörtüsü sorunu ile ilgisizdir. Kısmen , 8 inci maddesi eğitim kurumlan ile ilgili olup, içerik olarak ta eğitim kurumlarının kendilerine özgü amblem, özel kıyafet, işaret vb. şekillerin yönetmelikte düzenleneceği konulu olup, başörtüsü sorunu ile ilgili değildir.

657 sayılı Devlet memurları kanunu ve yönetmeliğinin adından anlaşılacağı üzere; 20 maddeden oluşan hükümleri ile kamu personeli, işçi, memur, sözleşmeli personel tanımlarım ve ilişkilerini düzenlemekte olup, üniversite ve öğrencileri ile ilgili değildir. Çok zorlama bir yorumla bu kanun ve yönetmelik kapsamında- düşünüldüğünde, o zamanda 5 inci maddenin tamamının herkese uygulanması eşitlik, ayırımcı olmamak ilkeleri gereğidir.

Şöyle ki; 5 inci maddede belirtilen kadınların, elbiselerin sade olacağı, tırnakların normal kesilmiş olacağı, pantolon ve kolsuz çok açık yakalı gömlek, buluz, elbise giyilemeyeceği yasaklarının da başörtüsü yasağı gibi uygulanması zorunlu olmaktadır. Üniversitelerde bu şekilde bir denetimin yapılıp yapılmadığı sorusu haklı bir merakla sorulabilir. Amaç yönetmelik hükümlerini uygulamaksa kuşkusuz bu kurallarında uygulanması hukuki zorunluluk gösterir. Başörtüsü mağdurları da haklı olarak böyle bir beklenti içerisinde olacaklardır. Yasakların bir kısmının uygulanıp, bir kısmının uygulanmaması hali 'yönetmelik hükmünü uyguluyoruz uygulamak zorundayız' gerekçesine inanmakta güçlük çekilecektir.

Yüksek öğretim kurumlarının aldığı bütün kararların başta anayasaya uygunluğu ile kanun ve diğer mevzuat hükümlerine uygunluğu hukuken zorunludur. Üst normlara uymayan kararlarınızın ve yorumlarınızın hukuki geçerliliği özürlü olacağı gibi başörtüsü yasağına doğrudan dayanak yapılamaz.

Keza. Anayasa Mahkemesinin kararlarının yorumunda da dava dosyası kapsamı ile yorum yapılması zorunludur. Mahkeme kararlarının konu ile ilgisi olmasına karşın hukuk tekniği açısından bir kanunun iptali karartan olup başörtüsü uygulamasının yasakçılığın dayanağı yapılamaz. Konu ve maksût yönünden hukuk tekniği açısından fark vardır. Anayasa Mahkemesi karan gibi kimse düşünmek veya inanmak zorunda değildir. Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı yalnızca taraflarını bağlar.

B. Demokrasi Yönünden

Demokrasi ancak özgürlükle oluşabilir. Kişilik haklarına giren kılık kıyafetle çağdaş toplumlar uğraşmayı çoktan bırakmışlardır. Türkiye bu yönden ne yazık ki olması gerekenin uzağındadır.

Devlet memurları kanunu ile ilgili yasaklan, Üniversiteleri ve öğrencilerini kapsar

şekilde yorumlamak ve uygulamak hukuken ne kadar uygundur dan öteye bilim kurumlan ve eğitim-öğretimle nasıl bağdaşabilir. Bu yasaklayıcı mantığı doğrusu çağdaşlık adına 'iddialı bir çağdaş olarak' ben kavrayamıyorum.

Anayasa Mahkemesi kararlarında, sanki başörtüsü bütün öğrencilerce kullanılması zorunlu imiş gibi yorum yaparak kanımca hatalı karar vermiştir, isteyenlere verilen bir hakkın isteği bağlı kullanımı demokratik bir tarz olduğu gibi. herhangi bir davranışı zorunlu hale getirmek özgürlükle, demokrasi ile bağdaşmaz.

Özgürlük açık giyinmekten kapalı giyinmeye kadar istenildiği gibi giyinmektir. Tamamen kişinin özel yaşamı ile ilgili böyle bir konuda yasak getirilemez. Çağdaşlık adına yasaklayıcı kural savunulamaz. Kapalı giyinme zorunluluğu yanlış olacağı kadar, açık giyinme zorunluluğu da yanlıştır. Kişinin özel dünyasına müdahale hiçbir çağdaş değerle bağdaştı-rılamaz. Giyinmenin, çağdaşlıkla doğrudan ilgisi kurulamaz. Açık giyinmenin çağdaşlık olduğu iddia edilemez. Aksi halde hayvanlar insanlardan daha çağdaş değil mı?

Sorunların kaynağı yasaklamadır. Çözüm özgürlükle başlar Özgürlük insan doğasına en uygun denge davranışını, doğal yaşam biçimini kendiliğinden kurar. Aykırılıkları eler, taklitsiz, önyargısız ve orijinal biçimler üretir. Çağdaşlık da bu orijinalliğin kendisidir.

Basında yer alan açıklamalara bakıldığında, başörtüsünün dini değil siyasi sembol olduğu iddiası ileri sürülmektedir. Başörtüsü Kuranı Kerimde yer aldığı gibi Diyanet işleri Başkanlığınca da dinsel bir gerek olduğu açıklanmıştır. Kaldı ki, başörtüsünün kaynağının ne olduğu tartışması tamamen demokrasi, özgürlük, çağdaşlık ile bağdaşmayacağı gibi bunun takdiri başörtüsünü kullanana aittir. Kişiye ait bir davranışın hem de kişilik hakkının kullanımı ile ilgili özel bir konuda, gerçek nedenin ne olduğu kişinin sadece kendi açıkla-maları olabilir. Bu tartışılamaz.

Kaldı ki, başörtüsü takanların hepsimi siyasi amaçlı takıyor. Bunu nasıl ayıracağız. Dini amaçlı takanlara serbest, siyasi amaçlı takanlara yasak mı uygulanacak? Siyasi amaçlı takanlara hangi gerekçe ile yasak getirilecek? Yasaklama bir sonuç vermeyeceği gibi sorun yaratılmış olunur. Yanlış bir davranış; fikir varsa yasaklamakla değil, aksine serbest bırakılarak fikirleri ile fikir düzeyinde mücadele edilmelidir. Yasaklama ile mücadele edilmediği gibi aksine yasaklanan düşünce yapay olarak güçlendirilmiş ve sorun kaynağı yaratmış olunur.

Başörtüsü sorununun 3-5 kişi olduğu, abartıldığı söylenmektedir. Bir kişi olsa bile binlerce insanın sahip çıkma duyarlılığı toplumsal güzelliktir. Bir kişiye yapılan haksızlığa -haksızlıksa- sahip çıkmak, kendimize yapılmış gibi önemsemek, toplumsal gelişmenin bir ölçütü olup çağdaşlığında insanlığında kendisidir. Bütün dinlere %1 lik azınlıkta olsalar bile, toplumsal geleneklere, değer yargılarına saygı duymak onların kendi gerçeklerini kabul etmekle olur. inancı gereği örtünen yalnızca bir insanın bile baskılardan dolayı başörtüsünü çıkarmasının sıkıntısı neyle değiştirilebilir ?

Başörtüsü giyilmesi taraftan olmadığım halde, başörtüsü yasağı mağdurlarının üzüntülerini yaşıyor ve çağdaşlık adına yapılan bu yasaklamaların eğitim hakkının ihlali olduğunu, suç olduğunu ve son bulmasını diliyor ''mutlak özgür" güzel günleri bekliyorum.

Hacı Ali Özhan

hacialiozhan@mynet.com

 

Dipnotlar.

(1.) Bu makale Akın Birdal üzüntüsü ile yazılmıştır. Çok sevinçliyiz

ki: yine beraberiz.

2) Any. Mah. Kar. 27-06-1967 tarih 1963/145 E, 1967/020 K.

(3) Any. .Mah. Kar. 06-05-1968 tarih İ~968/015 E. 1960/013 K.

(4) Any. Mah. Kar. 22-05-1987 tarih 1987/OO3 E, !987 '013 K.

(5) Any. Mah. Kar. 22-05-1987 lanh 1987/10 E. 1987 .'014 K.

(6) Any. Mah. Kar. 09-10-1987 tarih 1987/023 E. 1987 /027 K.

(7) Any. Mah. Kar. 22-05-1987 tarih 1987/17 E, 1987/011 K.

(9) Av. Boran Çiçeldi-Cagdaî Hulcuk Der. Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) 3-1- 1998/752-951 s. 60

(10) Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) Divan karan Any. Man. Üyesi Hasım Kılıç özeti. Resmi Gazete-22-2-1998

(11) Avrupa insan Haklan Divanı 3 adcı karan Any. Man. Üyesi

Hasım Kılıç özeti Resmi Gazete-22-2-1998 C12) 13-7-1965 tarihli SPK' nun 129 uncu maddesi ile eklenmiştir.

(13) N. Kunter CMUK Kazancı y. 8 baskı s. 327

(14) Avrupa insan Haklan Divan'nın 21-9-19B4 tarihli Piersack davasi age. s. 326

(15) Yargıtay 1BK- 25-6-1941/40-46 E, 41-24 K.

(16) N Kunter ade. s. 330

(17) Siyah- Beyaz isimli gazetenin dağıtılmaması nedeniyle Cum. Sav. Yapılan şikayet üzerine takipsizlik karan verilmesi nedeniyle tarafımca Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edilmiştir.

(18) Sürgün cezası 647 sk. geçici 2 inci maddesiyle kaldırılmıştır.

(19) Ölüm cezasının Anayasaya aykırı olmadığına dair 1-7-1962/207-175 K.

(20) 3713 sayılı TMK' nun geçici t/a maddesi

21) Ank. 25 Noterligince 26-11-1997 tarihinde Hacettepe ve istanbul Üniversitesi rektörlerine çekilmiş, tarafıma ait görüşler ihtarname ile iletilmiştir.

.........................................................ana sayfa / main page