HacıAlinin websitesi

Demokrasi, siyasi partiler ve kapatma davaları

Hacı Ali Özhan

-Giriş

-Çifte standart, istisnalı demokrasi, özgürlük

-Demokraside siyasi partilerimizin durumu

-Siyasi açıdan siyasi parti yasaklamaları

-Siyasi parti içi demokrasi

-Hukuki açıdan siyasi parti kapatma davaları

-Geçici 15 madde yorumu

-Siyasi partilerin yargılama usulü, duruşma

-SPK nun 9 madde yorumu

-Başsavcının konumu

-Kararların kesinliği

-Sonuç

 

Demokrasi, Siyasi Partiler ve Kapatma Davaları

Hacı Ali Özhan

*Bu araştırma Yeni Türkiye Dergisi 1997 yılı 17 sayıda yayımlanmıştır

Giriş

Herkesin demokrasiyi istediği ve herkesin demokrat olduğunu söylediği bir ülkede, ne yazık ki demokrasi nerede ve ne yazık ki demokrat nerede diye düşünmek sanıyorum üzücü ama gerçek.

Ne kadar demokrasi, kime demokrasi, istisnaları ve ancak’ ları ile tartışır dururuz demokrasi yi. Aslında demokrasiyi farklı anladığımız, daha doğrusu içini farklılaştırdığımız bir başka gerçeğimiz. Demokrasiyi nasıl biliyorsak öyle tanımlıyoruz, biraz da istediğimiz gibi tanımlayarak demokrasiyi başkalaştırıyor hatta ona yabancılaşabiliyoruz.

Demokrasiye ne zaman ulaşırız bilemiyorum, ancak bu kadar çok tartışmaktan, içini dışını farklılaştırmaktan demokrasi bizden çok mu uzaklaşıyor onu da bilemiyorum ama demokrasinin bizi sıkıcı bulduğunu biliyorum.

Siyasi açıdan, demokrasinin yönetim biçimi olarak tarihi yeni olmakla beraber aslında iki insanın barış içinde bir arada olmasının, en basit insan ilişkilerinde bile olması gerekenin

adıdır demokrasi dersem herhalde pek yanlış söylemiş olmayacağım.

İki insanın, hukuksal yönetim ilişkisinden, insan ilişkisinden çok insanın, insan ilişkisi ve hukuksal yönetim ilişkisine geçerken siyasal olarak demokrasi karşımıza çıkıyor Yani bir arada yaşayan çokça insanın kurallar koyarak birlikte yaşama ihtiyacı demokrasi kavramını doğuruyor. Bu zorunlu ihtiyacın yönetimde gerçekleşmesi bir insanın istediği gibi çokça insanın yaşamak zounda kalması diktatörlük dönemi acılı ve kötü deneylerinden sonra.

Çokça insanın, içindeki çoğunluğun istediği gibi bütün herkesin yaşaması yani çoğunluğun diktatörlüğü denebilecek düzeyin çok gelişmiş olduğu söylenemese de bir şahsın diktasından daha iyi bir aşama okluğu açıktır. Sanıyorum çoğunluğun diktasından sonra bütün herkesin maksimum ortak mutabakatlarının yaşama geçirilmesi günümüzden başlayarak önümüzdeki yüzyılların sorunudur.

Çifte Standart

Çifte standart, diktatör olmaktan daha kötü değil mi?

Demokratım deyip, demokrat olamamak, demokrat olmadığını bilmemek, demokratlıktan çok uzakta düşünceleri bilerek veya en kötüsü de bilmeyerek savunmak, öyle davranmak.

Aslında kişinin kendisini savunmasının demokrasi açısından bir anlamı yoktur. Çünkü, zaten kişi kendi lehine olanları savunacak tabi ki bir haksızlık karşısında mağdur olduğuna tepki gösterecektir.

Bütün canlılar aynı şeyi yapıyorlar.

O nedenle kişinin kendisi için, kendisi mağdur olduğunda demokrasi istemesini hiç mi hiç anlamlı bulmuyorum. Ne zaman başkası için hak istiyoruz, ne zaman başkası mağdur olduğunda yanındayız, ne zaman başkasına yapılmış haksızlığı kendimize yapılmış haksız-

lık kadar önemseyip öne çıkıyoruz, her halde anlamlı olan budur. Her halde demokratlıkta buradan başlamakta, demokratlığımızın ölçüsü de bu olmalıdır.

Çifte standart konumuna düşenlerce savunulan "o benim özgürlüğümü savunmuyor, hatta beni yok etmek istiyor, ben şurada mağdur iken beni savunmadı hatta özgürlüğümü kısacak şekilde davrandı bu nedenle de onun özgürlüğünü bende savunmuyorum" görüşü, bir kere demokrasinin kendisine aykırı, yasaklamaktan fayda gören anlayış olup, kaldı ki gerçekte bizi savunmayan, bizi sınırlayan konumda olanları bizim demokrasi adına -onlar için değil- onlarında özgürlüğünü savunmamız, onların çifte standart yanlışına bizim düşmememiz gerekmez mi? Çifte standart ayıbı o konuma düşene aittir. Karşı tarafın yanlışı bizimde yanlış yapmamızı haklı çıkaramayacağı gibi bizim inandığımız demokrasiye aykırı olup demokrasiye zarar verecektir.

İstisnalı Demokrasi

Aslında, tartışma demokrasinin soyut kurallarında değil, pratikte, istisnalarda yoğunlaşmakta. Herkes birilerini bir gerekçe ile istisna yapmakta ve istisnalar o kadar çoğalmakta ki kurallar yok olmakta, istisnaların sonu gelmemekte çoğu zaman demokrasinin özü kaybolduğu gibi tamamen yok olduğu durumlar da bile hala demokratlık ve demokrasi sıfatımız kaybolmamaktadır.

Artık, demokrat değilim demek sanıyorum biraz ayıplı hale geldi. Herhalde biraz da bu nedenle demokrat sayısı fazla. Demokratlığı ve demokrasiyi bilinç altında o kadar çok benimsemişiz ki, iki lafımızın biri demokrasi olduğu gibi, demokrat olmakta övücü bir kavram haline geldi.

Siyasi partilerimizin isimlerinde bile, demokrasi kelimesini koymakta yarış ediyoruz. 1903 yılından bu yana kurulan 93 adet siyasi partilerimizin isimlerine bakıldığında demokrasi, demokrat ismi birinci sıraya gelmekte. Katı bir düzeni dikta düzeyinde savunabilmekte ayıplanmamalı, dinlenebilmeli onlara da demokrasi hoşgörüsü -demokrasinin kendisi için gösterilmelidir. Aksi şekilde dikta düşünceli ama demokrat görüşlü kişilerle fuzuli tartışmalarla, kavramları karmakarışık yapmakta hiçbir fayda yoktur.

İstisnaların sınırı, istisnanın istisnası her halde çok önemli bir konu. Sorunun burada düğümlendiği tartışmaların burada kilitlendiği görülüyor. Aslın da her şey kendi haline bırakılsa, doğal denge içinde hiçbir sorun olma dan tartışma düğümlenmeden kendiliğinden sonucuna ulaşır. Ancak kendi haline bırakılmayan, ön yargılı, şuna buna ayarlamalı olununca kısır döngü ve düğümlenme kaçınılmaz oluyor.

Özgürlük

Demokrasinin bir adı özgürlük denebilir mi ?

Kişi islediğini konuşacak, sonra da toplumda bu toplum da bu istekler uzlaşacak ve kişinin davranışları bu mutabakat çizgisinde oluşacak ve.......kendisinin iradesi mümkün olmadığında adeta kişinin kendisine diktatörlüğü oluşacak, kendi kendine diktatörlük yapan bireylerin toplamından toplum olarak ne kadar demokrasiyi yaşayabiliriz. Dolayısıyla özgürlük demokrasinin kendisi, onun yatağıdır.

Siyasi olarak toplum, kendisini yöneterek egemen olacak ve egemenlik kayıtsız şartsız milletin olacaktır. Doğal olarak demokrasi böyle bir sonuç ortaya çıkarıyor. Zaten amaçta budur.

Peki millet kendi kendisini nasıl yönetecek. Bir örgütlenme ile yani bir siyasi parti ile Yani siyasi bir parti egemenlik amacının aracı. Bir araç olmadan amaca ulaşmak mümkün değilse, o zaman siyasi partiler amaca ulaşmanın aracıdırlar. Öyle ki bir otomobilin tekerleği yoksa kasası hiçbir işe yaramadığı gibi o otomobil arlık bir otomobil de değildir. Ve öyle ki siyasi parti deyince demokrasi, demokrasi deyince siyasi parti anlaşılır. Hatta cağımız demokrasi ve siyasi partiler çağıdır. Demokrasi ve siyasi partiler zorunlu, gerekli iç içe geçmiş

etkileşim halinde olup biri olmadan diğeri olmaz dır. Siyasi partiler demokrasinin varlığı ile özdeş adeta demokrasiyi var eden kurumlardır.

Demokrasi kavramını, yukarıdaki şekilde konuşma diliyle sohbet biçiminde anlatmak, soyut ve kitabi tanımlarla giriş yapmayarak basit düzeyde sade bir şekilde anlatarak ve özellikle de bazı tanımların üzerinde durarak makale tadı vermek istedim. Umarım yanlış anlaşılmamışımdır.

Bu yazıda, demokrasi ve siyasi parti ilişkisini ve siyasi parti kapatma davalarının demokrasiye aykırılığının yanında yargılama usul kurallarının demokrasiye ne kadar uygun olup olmadığını incelemek istiyorum.

Demokraside herkesin özgür olması gibi her Fikrin her örgütlenmenin de özgür olması mutlaka zorunludur. Aksi şekilde milli iradenin oluşumundan bahsetmek güçlüğü çekilir. Her fikir konuşulacak, örgütlenecek ve milletin karşısına çıkıp....siyasi yaşamını devam ettirecek ki egemenlik oluşabilsin.

Buna istisna getirilmeli mi, yani demokrasilerde siyasi partiler kapatılmalı mı? Peşinen ve kesin kez inanıyorum ki, siyasi partiler yasaklanmamalı, kapatılmamalı ve hatta zaten kapatılamaz, yok edilemez ki. Eşyanın doğasına ters, anlamsız güya bir çözüm yanılgısıdır bu. Anayasamızda ancak' lar, ama' lar, istisnalar bolca var. Bir istisna da 9 maddeye koyalım. Mahkemelerin Türk Milleti adına karar vermesi kuralına siyasi partiler hariç diyelim ve siyasi partilerin kapatılmasına Türk Milleti adına mahkemeler değil de, bizzat Türk Milleti karar versin diyelim. Her halde çok makul ve mantıklı bir yasal öneri. Vekil değil asıl karar versin, doğal olarak seçimlerde.

Ne kadar demokrasi yerine, en çok mümkün olan maksimum demokrasiyi amaçlamalıyız. Siyasi pillilerimize bakarken de bunu esirgememeliyiz. insanların samimi olarak değişik düşündüğünü kabul etmeliyiz. Birbirimizi ikna yerine öncelikle farklı düşünceli bizlerin bir arada olmasının yolunu bulabilmeliyiz. Zaten mesele de budur. Düşünceye değer vermek, kendimize değer vermekte böyle olur. Bir arada olamadan ikna ya çalışırsak, oradan çatışma ve dikta çıkmaktadır. Bugün bizim doğrumuz bize doğru gözüken bizim tekelimizde değilse- gerçekte en doğruda olabilir ancak şu an için bundan ne kadar emin olabiliriz. Dolayısı ile zararlı fikir, bölücü fikir zehirleyici fikir gibi tanımlamalarla yasaklamalar getirilmesi demokrasiyi tek kurşunla öldürmek demektir. Kaldı ki iktidar olmak. Anayasa, kanun yapmak size bir çerçeve çizme ve onu değişmez yapma, değiştirmeyi düşünenleri yasaklama hakkını vermez. Böyle bir hak verilemeyeceği gibi aslında böyle bir hakta yoktur.

Egemenlik sınırsız ve sonsuzdur.

Demokrasiyi korumak için yasağa gerek yok. O kendisini kendi içinden korur. Demokrasiyi yine demokrasinin kurallarına uyarak koruyabiliriz. Başka bir usulle mümkün değil koruyamayız. Hele yasaklamakla. İçimden kargalar bile güler demek geliyor. Demokrasiyi diktatörlük yöntemleri ile korumak ne acı bir çelişkidir.

Demokraside Siyasi Partilerimizin Durumu

Ülkemizde siyasi partiler kapatma davalarına baktığımızda, 1961 yılından bu yana 36 adet siyasi parti kapatma davası açılmış bunlardan 2 dava halen devam etmekte, 13 adet partiyi Devletin ülkesi ve milleti ile bölünme?, bütünlüğüne aykırılıktan (bölücülükten) kapatma kararı verilmiş, 2 adet parti Laiklik ilkesine aykırılıktan kapatılmış, 10 adet parti de SPK' nın muhtelif hükümlerine aykırılıktan kapatılmış, 9 adet açılan kapatma davası da reddedilmiştir.

Bu davalarla 16 siyasi partimiz kurulduğu günlerde karşılaşmış 18 siyasi parti de faaliyet dönemi çalışmaları nedeniyle dava konusu olmuştur.

1983 yılından bu yana kurulan 93 siyasi partiden 19 tanesi Anayasa Mahkemesinin karan ile kapatılmıştır. 93 partiden faaliyetini sürdüren 33 siyasi parti olup, bunlardan 20 siyasi

parti ara parti (hülle partisi) konumunda olup siyasi yaşamları 2 ila 10) gün arasında olmuş, kurucularınca fesih edilmiş, 21 siyasi parti ile bir başka parti ile birleşme veya diğer bir partiye katılma seklinde siyasi yaşamlarına son vermişlerdir.

Kısaca, siyasi faaliyette bulunma amacı ile kurulan partilerimizin yarısı kapatma davası ile yüz yüze kalmış ve çoğu da kapatılmıştır. Bu rakamlar siyasi partilerimizden vaz mı geçi-yoruz sorusundan çok vazgeçildiği anlamı taşımaktadır.

Bu kapatma davalarının sonucunda, kapatılan siyasi partilerimizin çoğu yeniden siyasi parti kurarak siyasi yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Hatta bazıları dava devam ederken, davanın açıldığı günlerde bütün yönetim kadroları ile istifa ederek bir başka parti kurmuşlar, bir kısmı da dava devam ederken partilerinin feshine karar vererek davayı sonuçsuz bırakmak istemişlerdir. Kapatmalar üzerine varlığını devam ettirememiş siyasi partiler genellikle diğer partilerin içine sızarak siyasi yaşamlarına devam etmişler, kendi fikirleri ve partileri ile topluma eleştiri ve yorumları ile katkıda bulunamadan siyasi yaşamlarından kapatmalarla koparılmışlardır.

Türlü imkansızlıklarla kurulamamış, partileşmiş devamı sağlanamamış veya kapatılarak siyasi yaşamına son verilmiş siyasi partilerimizi desteklemiş, özendirmiş, gelişmelerine yardımcı olsa idik, şimdiki siyasi hayatımız nasıl olurdu?

Tam cevabı olmayan bu soru sanıyorum yerinde ve düşünmeye değer önemdedir.

Bugün belki ilk kapatılan işçi Çiftçi Partisi milletçe kabul görecek TBMM'de temsil edilerek sisteme katkıda bulunacaktı. Belki Bayrak Partisi bugün ana muhalefet partisi olacaktı, iki dönem seçime giremeyen Diriliş Partisi, önümüzdeki seçimlerde belki de grup kuracak kadar milletvekili çıkaracak yasama faaliyetinde bulunacaktı. Yine değinmeden geçemeyeceğim. Kapatma davası reddedilen DYP iktidara gelmiş ve genel başkanını Cumhurbaşkanı yapmıştır. Bu örnek bizi, kapatma davalarını yeniden tartışılmasını ve düşünmeye yetecek kadar önemdedir.

Kapatmalarla, yasaklanmak istenilen fikirler yok olmamakta, fikir gerçeği yok edilememektedir. Kendilerini başka bir isim ve amblemlerle yasal ortama tekrar dönüştürmüşlerdir. Yaşadığımız olaylar bunun çok açık örnekleri ile doludur. Bu bile tek başına siyasi partiler kapatılmamalı demek için yeterlidir.

Kaldı ki, yasaklayarak aslında mücadele edilmiş değil aksine mücadele edilmemiştir. Hiçbir yerde, hiç bir olayda yasak mücadele yöntemi değildir. Mücadele edildiği sanılır, gerçekte mücadele yönetimi değildir Psikolojik bir mücadele edildi tatminliği dışında bir faydası da yoktur. Adeta, tıptaki ağrılı, sancılı bir alanımızın esas tedavisi yerine ağrı kesici ile tedavisi gibidir. Tedavi sayılırsa.

Kişinin beynindeki düşüncesini yasaklamak mümkün değilse, bir fikir partisini de yasaklamak mümkün değildir. Fiilen mümkün olmayan bir şeyi yasakladık sanısı. Yasaklamak yerine aksine özgür olmasını sağlamak ve yasal yoldan mücadele etmek gerekmez mi ?

örneğin: 1994 yılında taşra örgütünün mali hesaplarını, muhasebe kayıtlarını veremediği için Yeşiller partisinin kapatılması ile demokrasi ne kazandı.

Aynı anda iki değişik partiye üye olan taşra örgütündeki şahıs için ciddi bir kapatılma tehlikesi yaşayan ve kıl payı usulsüz tebligat yapıldığı nedeniyle kapatılmayan Milliyetçi Çalışma Partisi kapatılsa idi demokrasi bundan ne kazanacaktı.

Mali sorunlar yaşayan ve genel merkez teşkilatını kuramayan Yeni Düzen Partisi, Ankara'da genel merkezi yok diye kapatılınca demokrasimiz bundan ne kazandı?

Diyanet İşleri Başkanlığının devlet kurumu olmaktan çıkarılıp cemaatlere teslim edilmesini programına alan Demokratik Barış Hareketi kurulduğu günlerde kapatılma davası ile karşılaşmış, aynı tarihlerde genel başkanları dahil bütün yönetim kadroları istifa ederek

Barış Partisini kurmuşlar zoraki program değişikliği ile siyasi yaşamlarına devam ederken 7 ay sonra da DBH davası reddedilmiş sahipsiz ve ortada kalan partinin usulen ve resmi yöneticilerince fesih kararı alınmak zorunda kalınmasından çıkarılacak çok ders vardır kanısındayım.

Yine ilginçtir, aynı tarihlerde iki demokrat isimli parti bulunması nedeni ile sırf isim değişikliği amaçlı mahkeme ihtar kararı vermiş davalı demokrat parti, diğer demokrat partinin ismini değiştirmesi gerekir. Demokrat ismi bizim kazanılmış hakkımız diyerek ismini korumakla direnmiş ve Anayasa Mahkemesince de demokrat ismini değiştirmediği nedenle de kapatılmıştır. Komünist ismini kullandığı nedenle TBKP kapatılmıştır.

Genel başkanının yurt dışındaki iki yerdeki konuşması ve bir bildiri yüzünden kapatılan DEP kapatılarak, 13 milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülmesinde ülkemiz ne kazandı.

Bütün bunlardan, diğer kapatılan bütün siyasi partilerimizin kapatılmasından ülkemiz hiçbir şey kazanmamıştır. Aksine kaybettiği şey çok büyüktür. Bu kayıbı gerçek demokratlar çok iyi anlarlar.

Siyasi Açıdan Siyasi Parti Yasaklamaları

Yukarıdaki anlatımlarıma, çok ideal olması gereken demokrasiyi özlediğimi ve onu anlattığımı biliyorum. Ülke gerçeklerimiz buna elvermiyor cevabının verildiğinin de farkındayım. İstisnalı demokrasi düşüncesinin çoğunlukça benimsendiğinin de farkındayım, İstisnalı demokratlığa bir sorum var. istisnanızın gerekçesi, demokrasi ile ne kadar uyuşuyor. Yani milli egemenlik ile ne kadar uyumlu. Yoksa dikta duygularınızın oluşturduğu gerekçelerle mi, istisna görüşündesiniz.

Örnekleyeyim, mevzuatımızda bölücü parti kurulması, bölücü propaganda yapılması, şeriat savunuculuğu, diktatörlük ve sınıf taahkümünü savunmak suç ve parti kapatma nedenidir. Bu amaçlı partilerin kapatılabileceğine dair istisna ne kadar demokratça? Kim adına, hangi egemenlik adına istisna diyorsunuz? Milletten bunun istisna olacağına dair bir onay alındı mı? Zaten alınması da mümkün değil, dolayısı ile yasaklamanın, istisnanın gerekçesinin demokratik yollardan oluşmadığını görüyoruz. Yani dikta gerekçemizle istisnalar üretip demokrasiyi savunmaya, korumaya çalışıyoruz. Demokrasiyi diktatörlükle savunmak...

istisna bir haklılık, zorunluluk, genel kabul görmüş bir neden, vicdani bir duygu, hakkaniyet sonucu ortaya kendiliğinden çıkar, adeta hissedilir ve kendiliğinden istisna olur kabul edilir. Artık istisnaya karşı çıkmak, karşı çıkışı izah etmek zordur. Siyasi parti kapatmalarında böyle istisna gerekçesi nerede? Adeta zorlamalı suni şekilsel ve bizim isteğimize göre istisna, sübjektif istisna.

Aslında, yasaklama psikolojik bir yanılgıdan ibarettir. Sanılıyor ki yasaklamayınca ülke bölünecek, ülkeye şeriat veya komünizm gelecek. Bunun en güzel örneği TCK'nin 141, 142, 163. maddelerin kaldırılması ile gördük ki ülkemize ne komünizm geldi ne de şeriat. Bunlar tabanını bulmuşlarsa, geleceklerse zaten gelirler. Bu olağan dönemlerin değil olağanüstü dönemlerin sorunudur. Demokratik olağan sistemde beklenilmeyen, öngörülmeyen, olağanüstü hal durumlarını düşünerek kararlar verirseniz farkında olmadan diktatör olursunuz. Aslında demokrasinin kendisi ele kendisini değiştirmeyi gerektirmez mi? Değil mi ki millet egemen, doğaldır ki millet barışçı yollardan istediğini getirecektir. Barış ortamında her gün savaş çıkacakmış gibi savaş ortamı gereklerini yaşamak yerinde midir den öteye barışı ne kadar barış yapacaktır?

Yapılması gereken siyasi mücadeledir. Tabi ki görüşler arasında yarış ve mücadele olacaktır. Karşı olduğumuz siyasi partilerin düşüncelerini her yerde her zaman eleştirelim, çürütmeye çalışalım ve kendi düşüncemizin doğruluğuna inandırmaya, ikna ya çalışalım. Yapılacak şey budur. Başka da yapılacak bir şey yoktur.

Burada, konu oldukça her fırsatta belirttiğim bir konuşmayı aktarmak istiyorum. Yaklaşık 4 yıl kadar önceki bir televizyon programında, Sayın Aydın Menderes görüşlerini aktarırken, bölücü partilerin de özgür olmasını, kurulmasını savundu, ama onlar ülkenin bölünmesini istiyorlar sorusuna karşılık, olsun onlar ülkenin bir bölümünün bölünmesini isterlerse biz de o bölgeye gideriz bölünmemesi gerektiğini propaganda ederiz demiştir. Yapılması gereken şeyin ne olduğu güzelce bir cümle ile izah edilmiştir.

Yine, Turan Güneş bir eserinde "Siyasi Partiler Kanunu Atatürkçülük dışında hemen her çeşit partiyi yasaklamıştır... Bütün bu yasaklar neyi önledi? Hiç bir şeyi... ters saydığınız akımlarla savaş siyasal yollarla olur. Yasaklarla değil. Dünyanın hiçbir yerinde bu islerin üstesinden yasaklarla gelinmiş değildir" diyerek açık bir şekilde yasakçılığın gereksizliğini dile getirmiştir.

Siyasi Parti îçi Demokrasi

Demokrasiyi bu kadar mutlak ve gerekli anlattıktan sonra demokrasi bütününün parçalarının iç işleyişinin de demokrasiye yani bütününe uyumlu olması tabi ki yine mutlak anlamda kesin olarak zorunludur.

Siyasi partilerimizin geçmişlerine ve günümüze baktığımızda, belirgin derecede u yomsuzluklar olduğu, herkesin demokrasi il kelerine aykırı gördüğü çelişkiler vardır.

Bir siyasi parti bir fikir etrafında düşünenleri toplayın aynı ana fikrin ara fikirlerinde, ayrıntıda değişik düşünenleri ihraç ederek kapılarını gösterirse, parti içinde diktadan söz etmemek elde değildir. Ne yazık ki, Türk siyasi yasanı deneyimiz bunlarla doludur. Özellikle sol fikir partilerinde bütünde aynı düşünüp,küçücük bir parçada farklı düşünmeye başlanınca ya ihraç edilme ile karşılaşılmakta ya da partiden istifa ile ayrılınmaktadır. Ayrı partilerde aynı fikirleri savunanlar güçleri zayıflayarak siyasi yaşamlarını sürdürmekte veya siyasi yaşamdan kopmaktadır. Kuşkusuz ana konulardaki farklılık böyle bir sonucu haklı çıkarabilir. Ancak, ayrıntıdaki küçük bir konu nedeniyle ayrılma veya ayırılma ne kadar demokrat olduğumuz ve parti içi demokrasimizle açıklanabilecektir.

Aynı parti içinde, paydası bir olanlar bile bir arada olmanın yolunu bulamıyorlarsa, demokrasi içinde çok farklı fikirli partilerin, şahısların bir arada olmasının güçlüğü açıkça anlaşılıyor. Demokrasinin kendisi zaten bu güçlüğü ifade ediyor.

Burada yeri gelmişken değinmek istiyorum, parti disiplini adına parti düzenliliği amaçlı grup kararı alınmasının ila demokrasi ile ne kadar uyuştuğu ciddi bir tartışma konusudur. Gerçi, bu parti milletvekilinin seçimlerde liste oluşumlarında liderlerinin doğrudan veya dolaylı olarak istekleri ile hazırlanması da demokrasiden ne kadar uzakta olduğumuzu da açıkça göstermektedir. Bu acı gerçeğin egemenlik ile milli iradeye tecavüzü vahimdir. Milli iradenin oluşumunu çarpıtan bu vahim hata demokrasinizdeki azgelişmişliğimizin de

bir ürünü olup başlı başına bir trajedi konusudur. Bu vahim hata o kadar belirgin ki karşı çıkacak bir haklı görüş bile ileri sürülemeyecek düzeydedir.

Hukuki Açıdan Siyasi Parti Kapatma Davaları

Anayasa Mahkemesi ve Siyası Partiler Kanunumuzun bulunmadığı 1960 öncesinde, siyasi partiler hakkındaki davalarda medeni kanun ve Dernekler Kanunu hükümleri kıyasen uygulanıyordu.

Çok partili döneme geçtiğimiz 1950'li yıllarda siyaset tecrübesi fazla olmayan ülkemizde Millet Partisi bazı faaliyetleri ve büyük kongresinde aldığı bazı kararlar yüzünden Sulh Ceza Mahkemesince 1954 yılında "din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan ve gayesini saklayan dernekler durumunda bulunduğu" nedenle kapatılmıştır.

Yine Demokrat Parti Asliye Hukuk Mahkemesince 1960 yılında "dini siyasete alet ettiği, zümre taahkümü kurduğu, esas gayesinden ayrıldığı" gerekçesi ile kapatılarak bütün mal varlığına el konulmuştur.

Konu dışı olmakla beraber Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes'in idam cezasının infazı anında dini merasimden sonra söylediği son sözlerini belirtmek istiyorum. "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum." Darağacına yürürken "Hiç küskün değilim, evet hiç bir dargınlık duymuyorum" demişti 17.9.1961 tarihinde.

Siyasi partilerin 1961 Anayasasında vazgeçilmezliği belirtilerek kapatılma davalarına Anayasa Mahkemesinde bakılacağı, maddenin gerekçesinde de "bir sulh mahkemesince değil en yüksek mahkeme tarafından kapatılabilmesi onların arz ettiği önemin tabi neticesidir" denilerek isabetli bir düzenleme yapılmıştır. 1981 yılında, 2533 sayılı kanunla bütün siyasi partiler, feshedildikten soma 1982 Anayasasında özel düzenlemeler getirilmiş vazgeçilmez

unsurlar denilmesine rağmen yasaklayıcı, sınırlayıcı hükümleri çoğaltılmış, Mahkemece de katı yorumlarla sınırlayıcılık artırılmıştır.

Anayasamızda siyasi parti kapatma nedenleri gösterilerek "... Siyasi partilerin... kapatılmaları... usulleri yukarıdaki esaslar çerçevesinde kanunla düzenlenir" amir hükmüne karşın 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunumuzda (SPK) Anayasa yasakları dışında, hatta Anayasaya aykırı yasaklar getirilmiş ve 11 adet siyasi .parti kapatma davası bu nedenle açılmıştır. Örneğin, Yeşiller Partisi taşra teşkilatının birleşik kesin hesap çizelgesini sunamadığı Diriliş Partisi iki donem genel seçimlere katılamadığı nedenle kapatılmış, Milliyetçi Çalışına Partisi aynı anda iki partiye birden üye olan şahsı ihtara rağmen üyelikten çıkarmamaktan tebligat sorun yaşanmıştır, Doğru Yol Partisinin kapatılan siyasi partinin devamı olduğu ve MGK'ya karşı tutumu nedeniyle kapatma davası ile yüz yüze kalması, ilk kapatılan parti olan işçi Çiftçi Partisinin genel kurulunu yapmadığı nedenle kapatılması kaynağını Anayasa' dan almayan yasaklamalar olup, SPK' nın Anayasaya aykırı bir kısım hükümleridir.

Geçici 15. Madde Yorumu

Nitekim, siyasi partilerce savunmalarında SPK 'nın Anayasa' ya aykırılığı iddiaları yapılmış, Anayasa Mahkemesince bu iddia ciddi görülse bile Anayasanın geçici 15. maddesince anayasaya aykırılığı iddia edilemez 12 Eylül mevzuatından olması nedeniyle inceleme yapılmadan reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi burada yasayı şekilci ve katı yorumuyla uygu layarak adeta iki başlı anayasa yaratıp kendi işleviyle uyumsuz duruma düşmüştür.

Geçici 15. maddeye göre 12.9.1980 tarihinden ilk genel seçim sonucu toplanarak TBMM başkanlık divanı oluşuncaya kadar (6.12.83) geçecek süre içindeki MGK'yı, Hükümetleri ve Danışma Meclisinin çıkardıkları Kanun, KHK, kararlarının Anayasaya aykırılığı iddia edilemez hükmü ihtilalin korunma kaygısıyla çıkarılmış bir düzenlemedir. Bu düzenleme kendi mantığınca normal olup, 1961 Anayasasının......dönem arası MBK ve hükümetlerinin kararları yargı denetimi dışında bırakılmıştı. Normal olmayan, Anayasa Mahkemesinin bu 28 aylık dönem içinde çıkarılan 670 Kanun, 90 KHK, 76 MBK kararından oluşan toplam 836 adet bir çoğunun temel konuları düzenlediği yasama işleminin geçici bir maddeyle Anayasanın hükümlerini süresiz işlemez hale getirmesi geçiş dönemi dışında da adeta Anayasa hükmü düzeyinde korunmasıdır. Yine değişikliği gündemde olan SPK 'nın 13 kez değişmesine karşın bir geçici maddeyle küçümsenmeyecek sayıda mevzuatın geçiş dönemi dışında anayasa gücünde korunması Anayasa koyucunun atımcına aykırı olduğu gibi, Anayasanın temel esprisine de aykırı olup Anayasa Mahkemesinin varlık işlevi ile de çelişmekte, Anayasanın üstünlüğünü fiilen tartışmalı hale getirmektedir.

Anayasa Mahkemesinin geçici 15. madde yeminin ne yazık ki, ihtilal hukukunun bütün zamanlara uygulanmasına yol açmakta, MGK'nın bile konunun tam metni içinde değil de sonunda geçici maddeyle düzenleme amacının da ötesinde bir ihtilal uygulamasına dönüşmektedir.

Siyasi Partilerin Yargılama Usulü Duruşma

Duruşmanın aleni olması, kuralı en basit düzeydeki davalarda bile bütün mahkemelerde uygulanmakta olup, duruşmanın taraflara güven verici ve halk tarafından adalet dağıtımının kontrolünü sağlaması, dosyadaki belgelerden çıkarak somut canlı hale gelmesi faydalarının yanında, taraflara usul işlemleri tanıması, gerçeğin ortaya çıkması adaletin olusumu anındaki rolü ve önemi kuşkusuz büyüktür.

Kapatma davaları kadar özetlerinde görüleceği üzere, davalı siyasi partilerce ısrarla duruşma yapılması talep edilmiş olmasına karsın Anayasa Mahkemesinin yine şekilci ve katı yorumuyla talepler reddedilmiştir. Hatta, 618 sayılı SPK ile 44 sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluş ve Yargılama Usul Kanununda, siyasi partilerin kapatılma davalarının duruşmalı yapılacağı hükmü gereği MNP' nin kapatılma davasında yapılan 3. duruşmada Anayasa Mahkemesi kendiliğinden duruşma yapılmasına dair kanun maddelerinin anayasaya aykırı olduğunu düşünerek duruşmayı ertelemiştir.(Hakiniz MNP davası)

Anayasa Mahkemesinin itirazen yine Anayasa Mahkemesinde açtığı -kendi kendine- bu davada dosyayı MNP' nin davasından ayırarak yargılama yapmış 648 ve 44 sayılı kanunların duruşma yapılması hükümlerini Anayasaya aykırı bulup 7 muhalefet oyuna karşı 8 oyla, oy çokluğuyla iptal etmiş, MNP' nin tensiple duruşma yapılması yolundaki kazanılmış hakkını hiçe sayarak duruşmayı kesip dosya üzerinde görmeye devam etmiştir. Bu Anayasa Mahkemesinin kararının uygunsuzluğu belirgin gözüktüğünden, 1973 yılında 1699 sayılı kanunla Anayasa değişikliği yapılarak siyasi parti kapatma davalarının duruşmalı yapılacağı hükmü getirilmiş ve TEP' in kapatma davasında 15 duruşma yapılarak uygulanmış ilk ve son olmuştur. Maalesef 1982 Anayasamız, 2820 sayılı SPK ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usul Kanunu, duruşma uygulanmasını açıkça düzenlememiştir.

Düzenlememiş diyorum, çünkü açıkça duruşma yapılmasını yasaklamamıştır. Anayasa Mahkememiz açıkça yasaklanmış olmadığından dolayı, duruşmanın faydası, yerindeliği, nedenleriyle kanunu şekli ve katı yorum dan vazgeçerek bu davalarda duruşma yapına kararı vermesini diliyorum. Mevzuatımız gereği bu mümkün olup, duruşma yapılmasının davayı bir süre geciktirmesinin dışında bir kamu zararı olmadığı gibi kararın oluşumunda da doğruya yaklaşılacak mutlak faydası vardır.

Keza, Anayasa koyucunun, Yüce Divan sıfatıyla bir bakanı yargılama davasında, duruşma yapılması zorunluluğu onlarca bakanı (örneğin RP'nin) milyonlarca üyesi bulunan bir partinin kapatılma davasında duruşmayı esirgediğini düşünemeyiz. Yine Anayasa Mahkemesi açısından da kararların siyasi olduğu hukuki olmadığı tartışmaları bir ölçüde duruşma yapılarak aza inebileceği faydası da mevcuttur.

SPK ve 2949 sayılı Kanunun ilgili ve bilgili olanların sözlü çağırılıp dinlenilmesi hükmü içermesine rağmen, Anayasa Mahkemesince şimdiye kadar bu takdir yetkisi hiç kullanılmamış kısmen kanun koyucunun duruşmaya yaklaştıran düzenlemesi, hiçbir davada uygulanmamış ilgili ve bilgili olanlar sözlü açıklamaya çağırılmamıştır. Güncelliği nedeniyle örneklemek istiyorum, RP'nin laiklik ilkesine ay kırı eylemlerin odağı olduğu iddiasıyla açılan davada 6 milletvekil, 1 belediye başkanının konuşmaları delil olarak alınmıştır. Bu partinin 150 milletvekili, yüzlerce belediye başkanı ve il başkanlarının ilgili ve bilgili olarak en azın- dan temsilcilerinin dinlenilmeleri kanun koyucunun amacına uygun olmaz mı ? Kaldı ki odak olma iddiası bu dinlemeyi zorunlu kılıyor kanısındayım. Kendine özgü bu dava türünde yine kendine özgü usul kurallarını içtüzüğün gereğince -genel hukuk kurallarınca- Anayasa Mahkemesi koyabilir, buna hiçbir engel yokken kapatma davasında neden gösteilen ve kapatmaya neden olan şahısların dinlenilmemesini anlamak mümkün değildir. Nitekim HEP' ın kapatma davasında eski genel başkan Fehmi Işıklar, partisinin kapatılması davasında neden gösterilen –fail- sıfatı taşımasına karşın, sözlü açıklamada Anayasa Mahkemesi salonunda olması ve konuşma talebinde bulunmasına rağmen, dinlenilmemiştir.

SPK' nın 9. Maddesi Yorumu

Bütün kapatma dava savunmalarında görüleceği üzere, SPK 'nun 9. maddesince uyarı yapılmayıp noksanlıkları giderme şansı verilmeden açılan kapatma davalarının öncelikle bu nedenle reddi istenilmektedir.

Kanun koyucu, bir partinin kuruluşun da hemen kapatma ile yüz yüze kalmasını istemediğinden, program ve tüzük hükümlerinin de Anayasa ve yasalara uygunluğunun sağlanması imkanı verilmesini amaç edinerek 9. Maddeyi düzenlemesine rağmen, Anayasa Mahkemesi maddeyi, ikiye bölerek kuruluşta bir kısım basit bilgi ve belge noksanlığı durumunda 9.maddenin uygulanacağını, tüzük ve programın kuruluşunda SPK' nun 4 kısım yasaklarına aykırılığı halinde 9. maddenin uygulanması zorunluluğu bulunmadığından yorumuyla talepleri reddederek davaları esasla incelemektedir. Dolayısıyla bir çok siyasi partimiz kurulduğu günlerde tüzük ve programı nedeniyle kapatma davası ile karşılaşmakta, halkın önüne çıkıp düşüncelerini anlatamadan siyasi hayattan kapatılarak çekilmek zorunda bırakılmaktadır. Örneğin, halen davası devam eden DKP, davası reddedilen DBH, davası kabul edilen ÖZDEP, TBKP, Huzur Partisi programları nedeniyle kuruldukları günlerde kapatılmışlardır.

Anayasa Mahkemesinin bu ayırımı yaparak 9. maddeyi davanın ön şartı görmemesi kanunu şekilce ve katı yorumlamaktan ela öteye kanun koyucunun amacına aykırı bir uygulamadır. Kuruluşta tüzük ve programının kanuna uygunluğu konusunda başsavcılıktan görüş isteme imkanı olmadığından aykırılığı tartışmalı konuların tüzük ve programda yer alması ve buna dayanarak bir davanın açılması ve kapatılmaya neden görülmesi yalnızca 30 günlük bir gecikme yaratacak uyarının esirgenmesini anlamak zor olduğu kadar kuruluş emek ve masrafı yanında vazgeçilmezlik unsuru özelliği ile nasıl bağdaşacaktır

Kaldı ki, demokrasilerde siyasi partiler kapatılmamalı görüşünün yanında, faaliyet dönemindeki 4 kısım yasaklamalarına aykırılık halinde de uyarı yapılması, gereği yapılmadı ğın da ihtar davası açılması ihtar gereğinin de yerine getirilmemesi halinde de kapatılma davasının açılması demokrasiye daha uygun düşecektir. Bu düşünceler ile Anayasa Mahkemesinin 9 maddeyi kuruluşta ikiye ayırarak kapatmalara neden olan uygulama anlayışını kanun koyucunun amacına aykırı buluyor bu anlayışını değiştireceğini diliyor, vazgeçilmezliğin içini doldurarak siyasi partilerin önemseneceğini umuyorum.

Başsavcının Konumu

Kapatılma davasının açılmış olmasının bile önemi ve etkisi nedeniyle, yalnızca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açılabilen bu kapatma davalarında titiz olunmasının yanında hukuk içinde kalınması RP'nin kapatılma davasının bize hatırlattığı bir konudur.

Açılan 36 davanın 9'unun reddi yanında, bir partinin kurulduğu günlerde kapatma ile yüz yüze kalmasının etkileri sanıyorum önemsenecek derecededir. Örneğin DBH' i kurulduğu günlerde kapatma davası ile karşılaştığında genel başkanları dahil bütün yöneticileri istifa ederek dava konusu program aykırılığını giderip BP' ni kurmuşlar, davanın reddinden sonra da DBH nin fiilen devamı anlamsız kalmış ve kağıt üzerindeki resmi yöneticilerince fesih kararı alınmıştır.

Y. Cumhuriyet Başsavcılığının siyasi saiklerle -veya öyle sanılması- dava açması halinde Anayasa Mahkemesince takdir edilmekle beraber davanın incelenip karara bağlanmasından başka seçenek yoktur. iktidar olmuş (RP iktidarda ve sn. Erbakan Başbakan iken dava açılmıştır). Büyük bir kitle partisine karşı kapatılma davasının açılmış olması bile çok boyutlu öneme sahiptir. SPK değişikliğinin gündemde olduğu bu günlerde naçizane bir önerimi belirtmek istiyorum.

Bilindiği gibi, SPK' nın 100. maddesinde Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanı ve bir siyasi partinin istemiyle Başsavcılıktan kapatılma davası açılması talep edilebiliyor. Başsavcılık kapatma istemindeki delilleri yeterli bulursa davayı açıyor, yeterli bulmazsa dava açamayacağını talep sahibine bildiriyor. Bu halde dava açılması kararına karsı şikayet ulunan partinin itirazı düzenlenmemiş olmasına karsın, dava açılması kararına karsı talep sahipleri "siyasi partilerle ilgili yasakları inceleme kuruluna" itirazlarını düzenlemiştir. Bu madde isabetli olarak hiç uygulanmamış, bu nitelikli hakimlerden oluşan Yargıtay Ceza Daire Başkanlarından oluşan bu kurulu düzenleyen 99. ve 100. maddeler hükmü kıyasen 98. maddeye uygulanarak Başsavcının re' sen davayı hu kurulun onayından geçirdikten sonra (oy çokluğuyla) dava açabilir olması değişikliği günümüz gerçekliğine uygun düşecektir. Burada CMUK gereği Savcının takipsizlik kararı verdiğinde, itiraz halinde Ağır Ceza Mahkemesince itirazın kabulü durumunda, takipsizlik hükmü kalkmakta ve savcının dava açmak zorunda olduğu hükümlerini hatırlatmak istenim.

En azından, iddianamenin hazırlanması üzerine davalı partice itirazen "kurulun" incelemesi ve itirazın reddi halinde davanın açılması da düşünülebilir. Uygulamanın gösterdiği hu gereklilik ve 1983 tarihli SPK' nun 99. ve 100 maddeleriyle amaçlananın günümüz içinde 98. maddeye kıyasen uyarlanması yerinde olacaktır kanısındayım.

Kararların Kesinliği

Genel yargıda ve bütün mahkemelerde kararlara karsı, temyiz, karar düzeltme, yargılamanın yenilenmesi, yazılı emir, itiraz gibi kanun yolları açık iken siyasi parti kapatma davalarında Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olması hukuken haklı ve anlaşılır değildir, En yüksek mahkemenin kararına karşı hangi makamın incelemesi amaçlı itiraz, temyiz edilebilir pratik güçlüğünden söz edilebilirse de bu durum hukuki değil fiili bir sorun olup pekâla giderilebilir.

Kanun yolunun açık olması, kararların bir kez daha düşünülmesini, yapılmış halalardan dönülebilmesini, kararı temyiz edenlerin karar ve gerekçesi hakkındaki düşüncelerinin ne olduğunun öğrenilebilmesi, tarafların kararı benimsemesi yanında yalnızca bu süre gecikmeye neden olmasından başka olumsuz bir yanı yoktur.

Toplumsal yaşamındaki öneminden, milli iradenin oluşumundaki rolü ve anayasadaki vazgeçilmez unsur özelliklerin den dolayı siyasi parti kapatma davalarında kanun yolunun açık olması her yönü ile faydalı gerekli olacaktır.

Mevcut kanun yollarından sisteme en uygun olanı, karar düzeltme dediğimiz temyiz yolu olup, kararın düzeltilmesini isteyen davalı partice (Doğal olarak davanın reddi halinde Başsavcılıkça) aynı heyete yeniden kararlarını incelemek üzere temyiz hakkı verilmesi kanımca uygun olacaktır.

Böyle bir hak verilmiş olsaydı, 1961 yılından bu yana kapatılan 25 siyasi partiden kaç tanesi (kararların bir kısmında muhalefet şerhi vardır) muhalefet şerhleri de dikkate alındığında kapatma kararı temyizen karar düzeltme yoluyla düzeltilebilirdi, sanıyorum düşünmeye değer bir sorudur.

Sonuç;

Kısaca, yukarıdaki anlatımlarımızdan görüleceği üzere 9. madde gereği bir uyarı yapılmadan, duruşma yapılmadığı gibi ilgili ve bilgili olanlar sözlü açıklamaya çağrılmadan ve en önemlisi de kapatmaya eylemleri ile neden olanlar dinlenmeden geçici 15 maddeyi

bütün zamanları kapsayacak şekilde yorumlayarak kağıt yığınları arasında bir siyasi partinin kapatılması gerçeği ile karşı karşı yayız.

Demokrasinin mutlak anlamda vazgeçilmezi, ekmeği suyu gibi özdeşi, varlık nedeni olan siyasi partiler gerek mevzuat olarak gerekse Anayasa Mahkemesi'nin katı yorumları ile kesin ve geri dönülmesi mümkün olmayan hu kararlardan siyasi partilerimizin önemi ve rolü anlaşılarak, SPK' nın değişiklik tartışmalarının yapıldığı bugünlerde umarını ilkel yargılama yöntemi de terk edilir. Kapatma davalarının demokrasiye aykırılığının yanında hiç olmazsa uyarı ve ihtar yöntemi ve de çağdaş, demokrasiye uygun yargılama yöntemine kavuşuruz. Kapatılan her bir parti ile demokrasimiz biraz daha azalmakta, demokrasimiz kaybetmektedir. RP kapatma davasına demokrat bir vatandaş olarak RP yanında davaya müdahale ederek, davanın reddini isteyen talebimin güzel bir demokrat örneği olduğunu düşünüyorum.

Hacı Ali Özhan

Not: Bu araştırma Yeni Türkiye Dergisi 1997 yılı 17 sayıda yayımlanmıştır.

hacialiozhan2000@yahoo.com-----ana sayfa/main page----- hacialiozhan@mynet.com