Moskova, terörün sonuç getirmeyeceğini anladı ve halkı "böl ve yönet" prensibi ile sınıflara ayırdı. Bu sınıflar arasına düşmanlıklar sokmak için mümkün olan herşeyi yaptı. Bu arada aydınlar, din adamları ve halkın ileri gelenleri ortadan kaldırılıyor, bu suretle halkın başsız bir sürü olması için çalışılıyordu. 1937 yılında yeni bir katliam hareketi ile komünist partisi üyeleri de dahil bütün aydınlar birkaç gün içinde yok edildi. 1937 yılının 31 Temmuzunu 1 Ağustosa bağlayan gece, sadece Çeçen-İnguş eyaletinde 14.000 kişi tutuklandı ve ortadan kaldırıldı. Evet! Bir gecede tam 14.000 kişi!.. Bu şekilde komünizmin halka kabul ettirileceği sanılıyordu. Ama bu katliam hareketinden sonra halkın kin ve nefreti iyice arttı. Yine Karaçay ve Çeçen bölgelerinde kıpırdanmalar başlamıştı. 1939 yılında başlayan kıpırdanmalar kısa sürede diğer bölgelere yayıldı ve "Kızıl Üniversite"yi bitirmiş eski bir komünist olan İsrail Bey liderliğinde patladı. 1941`de Almanlar Kuzey Kafkasya`ya dayandıklarında İsrail Bey de bildirilerle halkı isyana çağırıyordu. Nihayet Almanların yenilerek geri çekilmesiyle beraber, Rus kızıl orduları Kafkasya`ya yöneldi. 1943 yılında Kuzey Kafkasya`da kan ve vahşet dolu yeni bir devir açıldı. Polit büronun basit bir kararnamesi ile binlerce Kırım Türkü ve Kuzey Kafkasyalı (özellikle de Çeçen-inguş ve Karaçay-Malkar Türkü) sürgün ve katliama maruz kaldı. 1943 Şubatında başlayan facia, 8 Mart 1944 de en yüksek noktasına ulaştı. Artık insanlık tarihinin en korkunç zulüm ve katliamı başlamıştı. Karaçay-Malkar ve Çeçen-İnguş halkları toptan sürgün ve katliama tabi tutuldu. 2 Kasım 1943`da Karaçay bölgesi neredeyse tamamen boşaltıldı. Sovyetlerin kuruluşundan sonra kitle halinde ilk olarak katliam ve sürgüne maruz kalanlar Karaçay Türkleridir. İki saat gibi kısa bir zaman içinde bütün Karaçay Özerk bölgesi NKVD askerleri tarafından tamamen boşaltıldı. Evini terk etmek istemeyenler derhal orada öldürüldüler. İçinde kim olduğuna bakılmaksızın evler ateşe verildi. O kanlı günü yaşayan Sovyet subayı G.Burlutskiy şunları anlatmaktadır: "Ben o zaman NKVD ordusunda asteğmen idim. 1943 yılının Ekim ayında, Kuzey Kafkasya cephesinin arka cephesini korumakla görevli alayımıza, hükümetin son derece önemli bir kararını uygulamak için Kuban'dan hareket emri verildi. Sovyet vatandaşı bir milleti topyekün yurdundan çıkarmak gibi şerefsiz bir görevin ifasına memur edildiğimiz kimsenin aklına gelmemişti. Neler yapılmış olduğu ve nelerin yapılmasının gerektiği alay subaylarına "Karaçay Özerk Bölgesi" arazisine girildikten sonra bildirildi. Bütün subay arkadaşlarım gibi ben de Karaçay halkının zorla sürgünü hakkındaki emri yerine getirmeye giriştim. NKVD subayları yanlarında silahlı askerlerle evlere giriyorlar ve Sovyet hükümetinin sürgün emrini okuduktan sonra halkı toplama merkezlerine gönderiyorlardı.Karaçaylılar burada adi yük vagonlarına dolduruluyordu..." Sabaha karşı erken saatlerde başlayan toplama hareketi saat 10.00 da tamamlanmış, 32.929 u çocuk olan 63.323 kişi hayvan vagonlarına doldurularak Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan çöllerine sürgün edildiler. Böylece Karaçay Türkleri Sovyetlerin bütünlüğüne katılmış oldular(!). L.Tolstoy`un "Elbruz civarında Karaçay adlı asil ve cesur bir Türk kabilesi yaşıyordu" dediği insanlar için Stalin:"Aksi inkilapçı Karaçay hiç bir zaman benden yardım göremez" diyerek katliamı teşvik ediyordu. Yıllarca süren savaşlarla yorgun düşen ve nüfusu gitgide azalan Karaçay Türkleri hayvan vagonlarına doldurularak sürgün edildi. Aradan bir kaç ay geçmişti ki aynı kıyamet günü Çeçen-İnguşlar için başladı. Daha önce provası Karaçay Türklerinde yapılan katliam ve sürgün hareketi Çeçenistanda yeniden sahnelendi. Yüzlerce insanın merhamet isteyen çığlıkları, annelerinden ayrılan çocukların yürekleri parçalayan feryatları Kızıl Ordu askerlerinin makineli tüfek ateşi ile susturuldu. Sürgüne karşı çıkan Çeçenler, tıpkı Karaçaylar gibi oracıkta acımasızca öldürüldüler. Kalanlar, hayvan vagonlarına doldurularak vatanlarından uzak bölgelere sürüldüler. Çok geçmeden Rus kızıl ordu askerleri Malkar Türklerinin bölgesine girdiler. 1944 yılının soğuk 11 Şubatında, Dünya Kadınlar gününü kutlama bahanesiyle yığınak yapmaya başlayan Kızıl ordu, 8 Mart 1944`de Malkar Türkünü, eşyalarını bile almalarına fırsat vermeden askeri kamyonlara doldurarak sürgüne gönderdi. "Nereye ve ne için?" sorularına tabanca ve tüfek ateşi ile cevap veriliyordu. Ağlayan kadınlara ve çocuklara bile merhamet edilmemişti. Çocuklar adeta av hayvanları gibi vurulup öldürülüyordu. Rus vahşeti Kuzey Kafkasyada Çeçen-İnguş ve Karaçay-Malkarları toptan sürgün ve imhası ile en yüksek noktasına ulaştı. Çeçen-İnguş ve Karaçay-Malkar halkı tarihin en vahşi techir ve katliamına maruz kalırken, onların çocukları, ailelerinin başına gelenlerden habersiz cephede kızıl Rusya için hayatlarını veriyorlardı. Ne acıdır ki cephede yaralanıp evlerine gelen yaralı askerler de derhal sürgüne gönderiliyordu. O devirde sürgün edilen Kafkaslıların sayısı bir milyonu geçmektedir. Bu zavallıların çoğu kadın, çocuk ve ihtiyar olup suçları güya "vatana ihanet ve düşmana yardım etmek" idi. Fakat bunların çoğu Almanların yüzünü bile görmemişti. 20 Şubat 1944`de Beria, yanında General Kobulov, General Serov ve NKVD sorumlusu General Memulov ve daha başkaları olduğu halde Grozni`ye gelir. Geliş sebebi ise Çeçen-İnguşların sürgününe bizzat nezaret etmektir. Nitekim 23 Şubatta Grozni, Gudermes ve Orhonikidzade (Vladikafkas) şehirlerinin tren istasyonlarında toplanan halk, yük vagonlarına doldurularak Kazakistan ve Kırgızistan`a gönderildi. Bundan önce Karaçay (2 kasım 1943) ve Kalmuk Türkleri doğdukları yerlerden alınarak sürgün edilmişlerdi. Şimdi de Çeçen-İnguşlar sürülüyordu. Bundan sonra, Beria ve yanındakiler 24 Şubatta Orhonikidzade`ye gelirler. Sıra Malkar Türklerine gelmiştir. Ertesi gün, Kuzey Kafkasya`daki otonom cumhuriyetlerin birinci sekreterleri ve diğer üst düzey yetkilileri, bu arada Kabartı-Malkar`dan da Z.D.Kumehov da Beria tarafından çağrılır. Kumehov o uğursuz günü şöyle anlatıyor: "25 Şubatta, sabah saat 09.oo da Kobulov beni vagon-salona götürdü. Salonda Beria, Serov, Bzieva ve Kabartı-Malkar`ın üst düzey yetkilileri vardı. İçeri girdiğimde Beria bana kızgın bir ifade ile baktı. Kabartı-Malkar için söylenmedik kötü söz bırakmadı. Küfür etmekten de utanmadı. "Elbrus civarını elinizde tutamadan Almanlara verdiniz" diye tersledi. Bildiği bütün kötü sözleri söyleyip bitirdikten sonra " Kabartı-Malkar halkını sürgüne göndermek gerekiyor" diyerek konuşmasını bitirdi." Ancak Stalin`den daha başka emirler de alan Beria`nın görevi henüz tamamlanmamıştı. Kumehov, anlatmaya devam ediyor: "2 Mart 1944 de Beria, Kobulov ile Mamulov`u da beraberine alıp, Nalçik`e geldi. Ben, Bziova ve Filatov onları karşıladık". Bu günkü Kabartı-Malkar Cumhuriyeti`nin başkenti olan Nalçik`de bir araya gelen grup, Elbrus`a doğru hareket eder. Yolda Baksan ve Tırnavuz şehirlerine uğrarlar. Elbruz`a yaklaştıklarında Beria, Kumahov`a :"Elbruz`un çevresinin Gruziya`ya (Gürcistan`a) verilmesi söz konusu" der. Enteresandır ki, Gürcistan ve Ermenistan'ın sınırlarının genişlemesi de bu yıllara rastlamaktadır. Bunun ne demek olduğunu kavrayamayan Kumahov, bu bölgenin niçin Gürcistan`a verilmesinin gerektiğini sorar. Sert bir ifade ile Kumahov`a bakan Beria, "BURALARI MALKARLILARDAN ARINDIRILACAK. KABARTILAR DA BURALARI DEĞERLENDİRECEK KAPASİTE YOK. BURALARI YETERİNCE DEĞERLENDİREMEZLER. AYRICA BU BÖLGENİN GÜRCİSTAN SINIRLARI İÇİNDE OLMASI DAHA İYİ. NİÇİN DERSEN, KABARTILAR SAVAŞTA BU BÖLGEYİ ELLERİNDE TUTAMAYIP, ALMANLARA VERDİLER" diye cevap verir. Beria`nın bomba etkisi yapan cevabını dinleyen Kumahov, "gerek görülürse bu bölgeyi Sovyet Federasyonu da koruyabilir" derse de Beria, Kumahov`un bu sözlerini duymazdan gelir. Nalçik`e döndükten sonra, Beria yine sınır bölgelerinden bahseder. Elbrus ve çevresinin (Karaçay-Malkar bölgesinin), Kabartı Cumhuriyeti içine de alınabileceğini söyler. Buna itiraz eden Kumahov`u, Kabulov azarlayarak susturur. Bu acı sohbetin sonu bellidir. 2 Kasım 1944`de Karaçay Türklüğünün ortadan kaldırılmasından sonra sıra Malkar Türklerine gelmiş ve 8 Mart 1944`de, birkaç saatin içinde binlerce kişi, istasyonlarda önceden hazırlanan hayvan vagonlarına doldurularak Sibirya, Kazakistan ve Kırgızistan çöllerine uğurlandı(!). Bu sürgünde, 200 binden fazla Çeçen-İnguş, 20 bin Dağıstanlı, 120 bin Kalmuk, 80 binden fazla Karaçay-Malkar Türkü ölmüştür. Bu ölümlerin sebebi soğuk, açlık, hastalık ve sovyet askerinin sürgüne gönderilenler üzerine rasgele açtıkları ateşlerdir. Ve bu rakamlara savaşta ölenler dahil değildir. Kuzey Kafkasyalıların katliamı Kafkasya ile sınırlı kalmamış, Almanlarla beraber Avrupaya geçen ve oraya yerleşen Kafkasyalılara kadar uzanmıştır. Bu hadise tarihe "DRAU FACİASI" olarak geçmiştir. Bütün bu katliamlardan beklenen bir tek sonuç vardı: Kafkaslının mücadele azmini kırmak! Rusya bütün gaddarlığını göstererek pek çok insanın kanına girmiş, pek çok vücudu ortadan kaldırmıştı. Ama dağlı ruhundaki "hür yaşama" arzusunu yok edememişti. İşlediği cinayetlerle insanları sindirmişti. K.Kafkasya'da kurulan sözde otonom cumhuriyetlerin yönetimine ve bütün kilit noktalara, okullara komünistler yerleştirildi. Böylece milli birlik, "sovyet birliğine" dönüştü. Karaçay ve Malkar Türklerinin otonomluğu kaldırıldı, halk katliam ve sürgünlere tabi tutuldu. 1957 de, itibarların iadesinden sonra Karaçaylar Çerkes Özerk Cumhuriyetine dahil edilerek, Karaçay-Çerkes O.C. oluşturuldu. Malkarlar da Kabardeylere dahil edilerek, Kabarday-Balkar O.C. oluşturuldu. Şimdi sıra, beyinleri, çürümüş Marksist ideoloji ile yıkamaya gelmişti. Bir süre sonra Sovyet siyasi coğrafyasında yaşayan herkes komünist olmuştu. Gerçekte ise herkes öyle görünüyordu. Bu durum Sovyetlerin ortadan kalkmasından sonra daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Karaçaylı Şair ve yazar Soslan Bayçora'nın bir şiirinde yazdığı gibi, bir kısım insanlar "korkak tavşanlara" dönmüştü, bir kısmı ruhunu ve bedenini satmıştı ama ekseriyetin gönlünde hürriyet rüzgarları esiyor, atalarının öcünü almak için fırsat kolluyordu. Sovyet rejimi içerisinde de güya rejimi benimseyip de, rejimin kuyusunu kazanlar da az değildi. Bütün bunların yanında Kafkaslı, gelecekteki hesaplaşma için içten içe hazırlık da yapıyordu. Özellikle genç nesil işleniyordu. Sovyetlerin ortadan kalkmasından hemen sonra yapılan yayınlarda bu durum açıkça görülmektedir. Yeni nesil, geçmişte atalarına yapılan haksızlıkları görmekte ve Rusların kendileri hakkındaki düşüncelerini daha iyi anlamaktadır. Bugün, Ruslar adeta tarihi yeniden tekerrür ettirmek için elinden geleni yapmaktadır. Ama unuttuğu bir şey vardır: Kuzey Kafkasyalılar tarihten ders almışlardır! 1943-44 yıllarında uygulanan sürgün ve katliamlardan sonra, 1957 de bu insanların suçsuzluğu açıklandı ve "itibarları iade edildi(!)". Bu sözde affın bir oyalama olduğu aşikardır. Zira 1957'den sonra yerlerine geri dönenler sefalete terk edilmiş, adeta vatanlarına döndüklerine pişman edilmişlerdir. Ne evleri ne de arazileri geri verilmiştir. Bu gün sürgün edilen halkların, Almanlara yardımcı olmadığı hem Sovyet döneminde, hem bu günkü Rusya tarafından açıklanmıştır. Ancak hala topraklarında kendi devletlerini kurarak yaşamalarına da izin verilmemektedir. Bunun da ötesinde sürgün öncesi ellerinden alınan topraklar ve diğer gayri menkul şu günlere kadar tazmin edilmiş değildirAncak hem Gorbaçov döneminde hem Yeltsin döneminde, bütün zararın tazmin edileceği hususunda meclis kararı çıkarılmış, kanunlaşmış, ancak bu kanun bugüne kadar hayata geçirilmemiştir. Tarih boyunca Kafkasya'da yaşanan bütün bu hadiselerin esas amaçlarından birinin de bu bölgeden Türk unsurunu temizlemek olduğu görülmektedir. Ama herşeye rağmen Türklük bütün varlığıyla vatanseverliğin ne olduğunu, Ruslara, onların anlayacağı ve fakat tarihleri boyunca görmedikleri, yaşamadıkları hatta hiçbir zaman yaşayamayacakları bir şekilde bu gün Çeçenistan'da göstermektedirler. Burada yazılanlarla, bu gün Çeçenistan'da yaşanılanlar karşılaştırıldığında Rusların ezeli siyasetleri ve Kafkasya'da nasıl bir bataklığa saplandıkları görülecektir. Ve şu husus da görülecektir ki, Rusya, uyuyan arslanı uyandırmıştır! Çeçenistan ve bütün Kuzey Kafkasya üzerinde askeri hakimiyetini sağlasa dahi artık rahat yüzü görmeyecektir. Cahar Dudayev'in yardımcısı Selimhan Yandarbayev'in de dediği gibi, her Çeçen, her Kafkaslı Rus emperyalizmine karşı gerek Rusya içinde ve gerekse Rusya dışında başka yerlerde ve çeşitli şekillerde savaşa devam edecektir ve Rusya'nın sınırları içinde ve sınırları dışında sürekli başı ağrıyacaktır. Taa ki "Kuzey Kafkasya Birleşik Cumhuriyeti" kuruluncaya kadar. Dün gerçekleşen bir rüyanın, yarın yeni ve süreklilik taşıyan bir gerçek olmaması için hiç bir sebep yoktur. Yeter ki, yürekler toplu vursun!.. |
. |