|
BİN YILLARIN İÇİNDE KARAÇAY
"Binyılların İçinde Karaçay" adlı bu çalışma şöyle bir soru akla getirebilir: "Bu çalışma eldeki bilgi ve belgelere uygun olarak yapıldı mı?" Bu soruyu cevaplandırmadan önce hatırlatmak isteriz ki, "Karaçay-Balkar halkı, Koban kültürlü Kafkas kabilelerine çeşitli devirlerde Alanlar, Bulgarlar, ve Kıpçakların karışması ile ortaya çıkmıştır" şeklindeki varsayım, Kafkasyanın tarihini inceleyen bazı bilim adamları tarafından benimsenmektedir. Bu çalışmamızda yukarıda sözü edilen varsayımdan da istifade ettik. Büyük Kafkas dağ silsilesinde eski büyük Bulgariya hakkındaki kaynakların bildirdiklerine göre, Karaçerkeslerin (yani Karaçaylıların) kendilerinin yazıları olmuştur. Karaçay'da ve Karaçay'a komşu yerlerde bulduğumuz 74 anıttaki runik metinlerin dilinin eski Bulgar dili (bize göre eski Karaçay-Balkar dili) olduğu, paleoğrafya ve dil yönünden İtil - Don, Tuna Bulgar runik anıtlarına olan uygunlukları belirlenmiştir. Karaçay'da böyle anıtların bulunduğu pek çok yer, o bölge halkınca kutsal bir yer olarak kabul edilmektedir. Bir diğer husus da Karçay-Balkarlıların birbirlerine "alan!" diye hitap etmeleridir. Bu kelimenin, Alanların eski Türkçedeki adı olduğu şüphesizdir. Bu kelime milatdan iki asır öncesinden günümüze zincir gibi nesilden nesile aktarılarak gelmiştir. Kafkasya sıradağlarında "Kafkas -tatar dilinde konuşarak yaşayan" Alanların bugünkü Karaçay-Balkar halkı olduğu düşünülmektedir. Bu konuda pek çok buluntu mevcuttur. Günümüzden 5-6 bin yıl önce kil kitaplarda kullanılan yüzlerce Sumerce kelimenin ses ve mana bakımından Karaçay-Balkar kelimelerine benzemeleri, Karaçay-Balkar mitolojisindeki Sumerce büyü kelimeleri, Karaçay-Balkar pagan tören ve bayramlarının Sumer törenleri ile benzerlikleri şaşırtıcıdır. Bilim adamlarının Karaçay-Balkar halkının menşei konusundaki çalışmaları, halkın anlayabileceği şekilde ve sade bir ifade ile yayınlanmayıp, dar bir alanda ve ilmi ifadelerle yayınlanmıştır. Bundan dolayı halkın çok az bir kısmı konu hakkında bilgi sahibidir. Bundan dolayı Karaçay-Balkarların büyük bir kısmı efsanelere atıfta bulunarak, "Karaçay halkı Karça'dan meydana gelmiştir" demektedirler. Halk, binlerce yıllık zorlu, buzlu, taşlı, dikenli, kanla yoğrulan bir hayatın lirik şekilde anlatıldığı runik yazıtları anlamamaktadır. Bu çalışmamız sade bir ifade kullanılan denemelerden oluşmuştur. Çalışma içindeki ana başlıklar şöyledir: "I.Bölüm: Kutsal yerler-eski tarihin muhafızları", "II.Bölüm: Bu kelimeler-altıbin yıldan daha fazla", "III.Bölüm: Eski Bulgariya - eski Karaçay -Balkariya; ulu Kafkas dağlarının zincirinde", " IV.Bölüm: Alan; Karaçay-Balkar halkının kendi kendisine verdiği öz adı". Bu denemeler,okuyucunun,tarihin binlerce yıllık derin karanlıklarından günümüze fışkırırcasına çıkan ve sırat köprüsü gibi zor yolu şiirimsi bir ifade ile anlatan runik yazıtları anlamasına yardımcı olacaktır.
|
|
|
I.BÖLÜM KUTSAL YERLER - ESKİ TARİHİN MUHAFIZLARI İki başlı Mingi Tav (Elbrus), Kafkasya Dağlarının karlı zirvesinden övünerek bakıyor.Karlı , buzlu zirvelere tepeden bakan bu dağ ve çevresindeki ovalara uzanan vadiler Karaçay-Balkar adını taşıyor. Karaçay-Balkar halkı bugün müslümandır. Ama onlarda diğer milletler gibi eski tarihlerinde paganlık ve hıristiyanlık devrelerinden geçmişlerdir. Profesör V.P.Nevskaya, bu yerlerde yaşayan her Karaçay sülelesinin kendisine ait "Çoppa Kaya" adı verilen kutsal bir dağları olduğunu söylemektedir(1). Mingi tav, kendisi de bir tanrı olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden de ona "Mingi Tav" (eski Türk dilinde benngü, bengkü, bengü, mengi, mengkü, mengü) adı verilmiştir.Bu ad, "ebedî, anıt" manâsındadır.Yukarıda bahsettiğimiz Çoppa Kayalar'ın kutsal sayılmalarının sebebi ise bugüne kadar açıklanamamıştır ama halkın eski tarihinin koruyucuları onlardır. Bu tanrılaştırma geleneği binlerce yıl geriye gidiyor. Bu konuda, 1940 yılında 108 yaşında olan Tekelanı Nauk'un anlattıklarına kulak verelim: "Uçkulan köyünde, ilkbaharın başında "Çoppanı Taşı" denilen kutsal taşın çevresinde bütün halk toplandı. Taşın üstüne sırıklar dikildi, onların üzerine, enine bir sırık uzatdılar. Bayrama adayarak ,özel bir bakımla semirtilen bir oğlağı ayaklarından yukarıya astılar. Oğlağı boynuzlarından, ama daha çok kulaklarından sallamışlardır. Oğlak ne kadar çok bağırırsa, tanrı o çok kadar sevinir diye düşünürlerdi. Bayram, töreni yöneten bir ihtiyar kişinin duası ile başlamıştır. Bu duada tanrıya adaklar adanmış, buna karşılık da tanrıdan bir çok dilekte bulunulmuştur. İhtiyarın yaptığı duanın metni şöyledir: "Ama boğa dub Bii baian şi Şeyrqat ulu iman İmanım cumel boldu." Törene katılanlar daire yaparak ve birbirlerinin ellerinden tutarak, "Elliri-Çoppa" diye bağırarak taşın çevresinde dans etmişler, sonrasında çeşitli eğlenceler düzenlemişlerdir. Bu arada tanrı için adanan oğlağı ve daha başka hayvanları keserek hep beraber yemişlerdir (2)."Elliri Çoppa bayramını kutlamanın değişik şekilleri olmuştur. Bunlardan birinde kurbanlık oğlağın derisi otla doldurulmuş ve kutsal taşa yerleştirilmiştir. Erkekler ile kadınlar kol kola girerek taşın çevresinde zıplıyarak koşmuşlar ve "Elliri-Çoppa", "Elliri-Çoppa" diyerek bağırmışlardır. Daha sonra kollarını indirmişler, dizleri üzerine çökmüşler, yüzlerini elleriyle iki deşa sıvazlamışlar ve oğlağın derisini üç defa öpmüşlerdir. Sonra oldukları yerde havaya sıçrıyarak ; "Ongda da Davle, solda da Davle, kökte da Davle, cerde da Davle" (sağda da Tanrı Davle, solda da Tanrı Davle, gökde de Tanrı Davle ve yerde de Tanrı Davle; yani Tanrı Davle her yere yetişendir) sözleri ile dans etmişlerdir. Sonra yine taşın çevresinde "Elliri Çoppa, Elliri çoppa"diyerek aynı sözleri tekrarlıyarak koşmuşlardır(3). Yukarıdaki duanın Sumer dilinde de olduğunu bir çalışmamızda gösterdik(4). Bu törenin bir özelliği burada bizi daha fazla ilgilendiriyor: "Oğlağı boynuzlarından, ama daha çok kulaklarından sallamışlardır. Oğlak ne kadar çok bağırırsa Tanrı o kadar sevinecektir diye düşünmüşlerdir". Bu olayı Sumer mitolojisinde de görmekteyiz. Sumer mitolojisinde bayramı yapan paganların düşüncelerine göre oğlağın çığlığı onların çok sevdiği bir kelimeyi yeniden üretiyor. O kelimede Sumerce "siba", Karaçay-Malkardaki Çoppa'dır. Sumerlerde aynı adı bağırarak oynamışlardır. Bundan dolayı Sumer tarihinde "ga-abbayı, oğlağın çağırdığı yıl (5)" (Gabba;Karaçay-Malkarda isim, soyisim manasındadır.S.B.), "Tanrı Bau'nu Ulu kocasını oğlağın çağırdığı yıl(6)", "Gökler hakimi Tanrı İşkur'un adını oğlağın söylediği yıl (7), "Tanrı inanna'nın ulu kocasını oğlağın çağırdığı yıl(8) Bu konudaki örneklerdir. |
|
|
Sumerlerin bir kahramanlık destanındaki şu parça yukarıda bahsettiğimiz Karaçay-Balkar töreninin Sümerlerdeki yankısıdır(9): Gılgameş temiz, parlak oğlağı aldı, Kızıl sarı, kurbanlık oğlağı bağrına bastı, Dua ile ellerini ağzına götürdü, Tanrıya-Utu'ya, göklere bağırıyor: "Utu, ben dağlara atılıyorum,bana yardımcı ol." Karaçay-Malkar halkının bu eski pagan töreni Sumer törenine benzediği gibi, pagan tanrıları da benziyorlar mı ? Bunları karşılaştıralım:
KBal: Çoppa "ev hayvanlarını koruyucu tanrı" Sum : siba "çoban; ev hayvanlarını koruyucu tanrı Dumizi`nin sıfatı"
KBal: Teyri "diğer Türk dillerinde tengri/Tangrı/Tangar/Tanrı gibi.Gök tanrısı" Sum : Dingir "Gök tanrısı"
KBal: Absatı "avcılık tanrısı" Sum : Ab-zid-da "kutsal inek"
Kbal: Gollu "pağan tanrılarından biri" Sum : Gallu "şeytan"
KBal: İnay "dokumacılık tanrısı" Sum : İnanna "başka işlerle beraber,dokumacılığında tanrısı"
KBal: Totur "pağan tanrılarından biri -bu adın feodor'dan geldiğini ileri süren bilim adamları vardır-" Sum : Turtur"tanrılardan biri" Eski Karaçay törenlerinin, pagan panteonuna uzandığı Sumerler kimlerdir? Bu ilişkiler nereden kaynaklanmaktadır? Sumerler veya kendilerine "sag-gig-ge"(Karabaş) adını veren topluluk, milattan dört bin yıl önce gemilerle Mezopotamya`ya giderek, orada sulama sistemini kurmuş, çölleri sulayarak, oraları hoş kokulu vahalara dönüştürmüşlerdir. Kendilerinin kurduğu yüksek tepelere gösterişli mabedler yapmışlardır. Resimlerden yazıyı yaratarak çivi yazısına dönüştürmüşlerdir. Mabedlerinde kil tabletlerden meydana gelen büyük kütüphaneler bulunmuştur. Sumer edebiyatı, bugün bütün düyada incelenmektedir. Milattan iki bin yıl önceki devre kadar Sumer medeniyeti, büyük bir uygarlığın örneği olmuştur. Sonradan tarihin akışı içinde yok oldu ve onun yerini Sâmi dilli Akadlar aldı. Fakat Sumer dili o devirde ölmüş sayılsa da, miladın birinci asrına kadar dini bir dil olarak kullanıldı. Sumer dilinin hangi dil ailesinden olduğu tam olarak bilinmemekle beraber, bir çok örnek, kelimelerinin Türkçe bitişimli olduğunu gösteriyor. Ayrıca aşağıda verdiğimiz pek çok kelime benzerlikleri, Sumercenin bir Türk dili olduğu düşüncelerini doğrulamaktadır (bkz.bölüm III). Sumer dili milattan önce üçbin yıllarında Kuzey Kafkasya`ya ve onun içinde de Karaçay`a geldi. Karaçayların Sumer törenleri ile ilişkisi; "Elliri-Çoppa" pagan rituel törenlerinden, Kafkas-Kuban ve ondan da eski olan Maykop dönemindeki cetlerinden geliyor. Kuzey Kafkasya`daki arkeolojik çalışmalar ile elde edilen veriler milattan önce üçbin yıllarına kadar giderek bölgemizin, Sumerlerle genetik ilişkisini de ortaya koyuyor.Milattan önce üç bin yılının birinci yarısında Mingi Tav çevresindeki bölgede bulunan kurganlara ölü ile beraber Sumer eşyaları da gömülmüştür(10).O kurganlara, Maykop şehrine yakın ilk kazının yapıldığı hüyüğün adını vererek "Maykop Kültürünün Mezarlıkları" demektedirler. Onları inceleyen R.M.Munçaev, "Maykop kültürünün erken dönemlerini belgeleyen anıtlarda kullanılan seramiğin kaynağı Mezopotamya`dır" (11) demektedir. Maykop`a yakın o kurganda hayvanların hayatlarından kesitlerin işlendiği gümüş kaplar bulundu. T.B.Turgiyev bu konuda "Maykop kültüründeki gümüş kaplarda rastlanan hayvan resim dizilerinin bir çok benzerliklerine Sumer-Elam sanatında rastlanmaktadır" (12) demektedir. R.M.Munçaev`e göre belki de Sumerler veya Hurriler Kuzey Kafkasya`da altın aramışlardır(13). N.A.Nikolaeva ve V.A.Safronov da bu konuda : Maykop`un maddi kültürü ile Tel-hueyra`nın (Sumer`in eyaleti) kültürünün uygunluğu, Tel-hueyra nüfusunun tamamının göçmüş olduğunun isbatını ve onların etnik-kültür birliğini ortaya koyar(14) demektedirler. İ.M.Dyakonov, "Maykop yazısının Sumer hiyeroglifiği olduğunu ve bu şekillerin oradan öğrenildiğini ileri sürer(15). Sumer-Elam uygarlığının bu tip vasıfları Orta Asya kurganlarında da görülür(16). Karaçay-Balkar halkında görülen törenler, sadece Sumer`in mitolojisine değil, arkeolojik araştırmaların ortaya koyduğu gibi, Sumer nüfusunun (halkının) göç ettiği Kuzey-Batı Kafkasyanın ve ona bağlı olarak Karaçay`ın, tunç devrine kadar uzanıyor. Karaçay Özerk bölgesinde bulunan Amğata şehrinin dolmen gibi bodrum mezarlarının birisinin taş levhasında tören dansının resmi, bir başka levhada koşan geyiklerin resmi, bir diğerinde ise atlı bir okçu görülmektedir(17). "1940 yılında Karaçay Özerk bölgesinde tarihi-arkeolojik çalışmalar yapan bir heyet, Oğarı Teberdi köyünün sakinlerinde Amğata`dan götürülmüş üç levha buldu. Bunların hepsi uzun, dikdörtgen şeklindeydi.Birinci levhadaki resimde yedi adam vardı. Bunlar bir saf oluşturmuş ve ellerini kaldırmışlardı. Bu resim belki de bir tören seromonisini göstermekte idi. Oynayan yedi kişinin de üzerinde bugünküne benzer Kafkas giyimi-yamçı bulunmaktadır.İkinci levhada buzağıları ile beraber koşan dört geyik resmi vardır. Üçüncü levhada ise, elinde yayı ile bir atlı resmi vardır. Resimde yatay bir asa ve bu asanın ucunda da yarım daire şeklinde bir damga yer almaktadır(18)". Bulgulardan anladığımıza göre, Karaçay-Balkar halkının "Elliri-Çoppa" pagan töreni, onun Koban, Kuzey Kafkasya, Maykop atalarının kültürlerinin içlerine, oldukça eskiye giderek, ta Sumer törenine kadar uzanmaktadır.Bütün bu eski kültürün merkezi olan Karaçay-Balkar`ın kutsal topraklarının, onun benzersiz tarihinin muhafızları olduklarını görüyoruz. Karaçaylar ve Balkarlar o kutsal yerlerde yüzlerinde kompleks resimlerin olduğu sunakları, toprakların kutsal olduğunu belirten runik yazıtları ve tanrılaştırılmış insanların taş anıtlarını buldular. "Petroglifı Biyçesına" (Biyçesının Taşlardaki Resimleri) ve "Pamyatniki İzobrazitelnogo İskusstva Drevnıh Biyçesıntsev" (Eski Biyçesınlıların Mimarlık ve Plastik Sanatlara Ait Anıtları) adlı yazılarımızda Mingi Tav çevresinin eski sakinlerinin yaşantı ve inançlarının yansıtıldığı kompleks resimlerin bulunduğu otuzdan fazla sunak, tanrılaştırılmış insanların taş anıtları, şu veya bu olay için dikilmiş büyük taş direkleri inceledim(19). Buluntuların içinde, bir yüzlerine şematik çizimlerin de yapıldığı sunakların ilginç bir tarafı vardır. Sunaklardaki çizimlerde kurban edilen hayvanın kanı yere akarak onu sulamaktadır.Bundan da anlaşılıyor ki;çok eskiden beri atalarımız vatanımızı kutsal olarak görmüşlerdir. Kutsal olarak kabul edilen bütün bölgeler, runik yazıtlarda belirtilmişlerdir.Bunlar; Karaçay`ın Calancık (Zelençuk) ilçesindeki Arhız köyünün doğusunda Töben Arhız şehrinin eskiden bulunduğu yerde, Karaçay`ın Urup ilçesinin Sutul adı verilen küçük yarda, Urup ilçesine bağlı Ahmat-Kaya köyü yakınındaki mağara mezarlarında, Karaçayda eski Humara şehrinin bulunduğu yerdeki İnal adındaki küçük yarda, Karaçay`ın Cögetey Ayağı ilçesinin Gnakızı vadisinde, aynı ilçenin Temirtüz ve Sarıtüz mevkilerinin ortasındaki Tokmak-Kaya`da, Gitçe Karaçay ilçesinin Shavat Vadisinde, o ilçenin eskiden bulunduğu Ullu-Dorbunla şehrinde, aynı ilçenin Krasnıy Vostok köyüne yakın eski Kalej şehrinde, ona yakın Pokun-Sırtı platosundaki Teşikle vadisinde, Balkariyada Oğarı Çegem köyü yakınındaki Bitikle adlı yerde, Balkariyada Bashan ve Çegem vadileri arasında, Gesenti vadisinin girişindeki Ak-Kaya`dadır. Bu anıtların hepsini "Drevnetürkskiye Runiçeskiye Pamyatniki Evropı"(Avrupanın Eski Türk Runik Anıtları) adlı kitabımızda inceledik(20).
Bunlardan başka da kutsal olarak kabul gören yerler vardır. Calancık ilçesindeki Arhız köyü yakınındaki Eski Curt (Rusçada Staroye jilişçe, Tserkovnaya polnaya)da bulunan "Sıylı Taş"(Kutsal Kaya).Aynı bölgede "Qarça Qala" (Karça Kale), Zelençuk ilçesi yakınlarında eski Töben Arhız şehrinde mabet kalıntıları, aynı ilçe yakınlarında eski Kyafar şehrinin kalıntıları ve daha başka eserler. Karaçay ilçesinde "Karaçaynı Kadav Taşı"(Karaçay`ın Tırkaz Taşı), Hudes Nehri`nin Koban`a döküldüğü yerde "Karçanı Kelileri" (Karçanı havanları), Karaçay`ın Urup İlçesinde Laba Nehri`nin kaynağı yakınlarında "Garalı kol" (Mineral kaynaklı vadi), Zağzan (efsaneye göre, Karça`nın Laba başında kurduğu ilk köy), Zağzan`ın yanında "Karçanı Buday Sabanı"(Karça`nın Buğday Tarlası) (yabanileşmiş buğday günümüzde de insanı şaşkınlığa ve hayrete düşürmektedir) ve daha başka eserler. Balkarya`da Bashan vadisinde "Karça Taş", aynı yerde "Kamğut Keşene" (Kamğut`un mozolesi) ve "Kara Taş". Yukarıda belirttiğimiz bütün bu yerler, eskiden Karaçay Halkının ziyaret ettikleri yerlerdir. Paganizmden Hristiyanlığa geçtikleri devirde (Karaçay`da öyle bir devrin varlığına, Ortaçağınh erken dönemlerinde yapılan çok sayıda Hristiyan mabedleri,( sözgelişi Sıntı`daki, Töben Arhız`daki Çuvana`daki mabedler) tanıklık etmektedirler) eski kutsal değerler tekrar hristiyan ruhu ile donatılmış ve hristiyanlık adına kullanılmıştır.Kyafar şehrindeki tanrılaştırılmış insan anıtları bunu doğrulamaktadır.Hristiyanlık devrinde bu anıtların omuzlarına, alınlarına haç işaretleri vuruldu(24). Benzer olaylar dinler tarihinde de az değildir. Mesela, önemli Hristiyan mabetlerinden biri olan Ayasofya, bir süre sonra camii oldu. Mekke`de putperestlerin kutsal olarak gördüğü taş müslümanlar için de kutsal oldu. Karaçaylar, eski kutsal hedeflerini yeniden İslâm ruhu ile kutsallaştırmaya başladıkları sıralarda, Kuzey Kafkasya ve onun içinde yer alan Karaçay da Rus sömürgeciler tarafından işgale uğradı. İşgalciler halkımızı ruhsal kültür anıtlarından uzaklaştırdı. O kutsal ziyaret yerlerine gidilmesini yasakladı. Kutsal yerlere giden yollar üzerine kontrol noktaları inşa edildi. Rusça pregradnenskaya stanitsa denilen engelleme merkezleri, storojevaya stanitsa denilen durdurma noktaları, kordonikskaya stanitsa denilen ve ziyaret yerlerini çembere alarak, ziyaretçilerin ulaşmasını engelleyen birimler oluşturuldu. Milli ve kutsal olarak bilinen yerlere ulaşma uzunca bir zaman imkansızlaştı. Sovyet iktidarı yıllarında Karaçaylılar o kutsal yerlerine yeniden kavuştular. Ama yeni rejim de onların bu kutsal yerlerine gereken önemi vermedi. Yani onların gerçek değerlerinin halk tarafından öğrenilmesini engelledi. Böylece bu benzersiz tarih, unutuldu. Halk miskinleşti, insanlığın ilk uygarlıklarından birine ait olan bu emsalsiz eserleri, herhangi bir kimsenin mezarı gibi düşünmeye başladı. Bu durum karşısında,biz yaptığımız geniş karşılaştırmaların da yardımı ile tarihimizi açıklamak ve onu halkın anlayacağı bir ifade ile, halkımıza kim olduklarını düşündürmeyi ve hatırlatmayı amaç edindik.1922 yılında İ.S.İvanenkov "Karaçaevtsı"(Karaçaylar) adlı denemesinde "Cangız Terek" (Kutsal ağaç) olarak bilinen kutsal ağacın yaşını 1200 yıl olarak belirtti(22).Bu ağaca XII. yüzyılın başından itibaren niçin "kutsal" sışatı verildi? Gardizi`nin X. asırda yazdıklarına göre: Hazariyada halkının kutsal ağaca tapındığı Humara adlı bir şehir vardır(23). Humara şehrinin eskiden bulunduğu Kubran denilen bölgeye (ki bu bölge Karaçay`dır) Kabartaydan göç eden Çermesler"Humeren"demişlerdir.Humara`nın, Karaçay-Balkarların ataları olan Hazar Bulgarlarının bir şehri olduğunu arkeoloğ Hanafiy Bicioğlu açıklamıştır(24). Ağacı kutsal saymak cetlerimizin baş törenlerinden biri olmuştur. Kagankatvatsi, X.asırda yazdığı eserinde, Kuzey Kafkasya`daki Hunların kutsal koruluklarının olduğunu açıklamaktadır(25).VX. asrın başında İoann de Galonifontibus, Karaçaylıların (Kara çerkeslerin) yaşayışlarını ve törelerini anlatan eserinde, onların kilisenin yanına ağaçlar diktiklerini ve bu ağaçları kutsal olarak kabul ettiklerini,sonraları kiliseler yakılıp, yıkılıp ortadan kalktığında da bu ağaçlara tapındıklarını yazmaktadır(26).Ancak böyle bir şey olsa idi, savaşlarda ve çeşitli olaylar sonunda yanan veya yıkılan kiliselerin kalıntılarının olması gerekirdi. "Curtta Cangız Terek"in (Yalnız ağacın) çevresinde böyle bir kalıntı aradık ama bulamadık. Ağacın çevresinde, aynı ağacın fidanları vardı. Belki de Karaçay-Balkarlar, Hunların bu törenlerini kendilerininki gibi günümüze kadar sakladılar. XIX yüzyılın başında Y.Klaprot, "Karaçayların kutsal su kaynakları ve onların yanında kutsal korulukları vardı" demektedir(27). Bütün bu anlatılanlar gösteriyor ki; kutsal yerler ve eşyalar Karaçay-Balkar halkının eski ve benzersiz tarihinin koruyucuları olmuşlardır.
|
|