29 Mart 2001
Kemal Derviş'in ABD'den bir rivayete göre 40, bir başka rivayete göre 25 milyar dolar getireceği beklentisi vardı. Şimdi bu rakam 10 milyar dolar düzeyine indi.
Türk-Amerikan Konseyi toplantılarından çıkan izlenime göre bu paranın da yakın bir zamanda verilebileceği kuşkulu görünüyor.
Oysa Türkiye'ye bir "genel vali" tayin edercesine gönderdikleri Derviş'i bizimkiler bu paraların hatırına bağrına basmışlardı.
Şimdi "para yok" derlerse ve bugünkü kriz biraz daha derinleşirse Amerikalıların adamını çiğ çiğ yerler. Bunu herkes biliyor.
Sonuç Türkiye-ABD ilişkileri açısından da olumlu olmaz.
ABD'nin Türkiye'ye desteğinin gerekçesi olan birtakım riskler dünya siteminin başını ağrıtabilir.
Öyleyse, Amerika'nın bu konuda nazlanması neye yorulmalı?
Bu noktada, benden bekleneceği şekilde, komplo teorisi üretmek yerine somut gelişmeleri analiz etmek daha yararlı olur diye düşünüyorum.
Dünkü New York Times'ta (27. 03. 2001) dış politika yorumcusu Jane Perlez'in bir yazısı vardı. "Bush'un Danışman Ekibi Dış Politika Konusunda Bölündü" (Bush Team's Counsel Is Divided on Foreign Policy) başlığını taşıyan yazıda "Bush yönetiminde iki rakip dış politika kampının olduğu, bunların ideolojik bakımdan muhafazakar Pentagon ile ılımlı Dışişleri Bakanlığı olduğu" öne sürülüyor.
Perlez'e göre Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, "Iraklı muhaliflerin silahlandırılarak Saddam'ın devrilmesini savunan ve Avrupa'nın NATO bünyesinde kendi silahlı gücünü oluşturma girişimlerine kuşkuyla yaklaşan sertlik yanlısı bir danışmanlar grubunu yanında topluyor."
"Diğer yanda Dışişleri Bakanı Colin Powell, Irak'a uygulanan müeyyidelerin tadil edilmesi fikriyle işe başlamıştı, ancak projelerinin Pentagon'da budandığını gördü."
Irak muhalefetinin en hızlı müzahiri olarak tanımlanan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz de Avrupalı diplomatlara Dışişleri'nin müeyyide siyasetindeki değişiklik önerilerini kabul etmeyeceklerini, Dışişleri Bakanlığı'nın Avrupa silahlı gücü konusundaki lütufkar duruşuna da ihtiyatla baktıklarını söylemiş.
Diğer yandan Amerika'daki en popüler konulardan biri olan Kuzey Kore ile füze müzakereleri konusunda Dışişleri Pentagon'a göre daha yumuşak bir yaklaşım içindeymiş. Rusya ve Çin ile ilişkiler konusu da aynı şekilde...
POWELL- RUMSFELD KLİKLERİNİN ÇATIŞMASI
Baba Bush döneminde Savunma Bakanlığı yapan Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin de çevresinde bir dış politika uzmanları grubu oluşturduğu, bu grubun şimdiye kadar başkan yardımcılarının yanındaki danışman gruplarının hiçbirinin olmadığı kadar güçlü olduğu ve Cheney'nin Pentagon'a yakın olduğu belirtiliyor.
Aslında, ordu ile dışişleri arasında dış politikaya bakış noktasında farklılık olması son derece normal. Bütün dünyada bu böyledir, bizim ülkemizde de farksız değildir.
Ancak, bugün ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğunda bir eski general oturuyor. Körfez Savaşı'nın genelkurmay başkanı Powell.
Savunma Bakanlığı'nda ise bir sivil var. Rumsfeld.
General Powell, Richard Haass gibi ılımlı isimlerle çalışırken, Rumsfeld ise Douglas Feith veya Peter Rodman gibi muhafazakar isimleri yanına topluyor.
Powell ile Rumsfeld klikleri arasındaki çatışma, Reagan dönemindeki Shultz-Weinberger çatışmasına benzetiliyor.
Amerika'daki en etkili yayın organlarının başında yer alan ve geleneksel olarak Demokratlara yakın bilinen, Yahudi patronajındaki New York Times gazetesinde çıkan yorumda özet olarak, Başkan Bush'un dış politika konularında bilgisiz ve deneyimsiz olduğu, danışmanlarının ise en temel konularda fikir ayrılığı içinde oldukları, neredeyse her kafadan ayrı ses çıktığı anlatılıyor.
Anlatılanlar doğruysa, -ki en azından kısmen doğru olduğu anlaşılıyor- yeni Bush yönetiminin dış politika yaklaşımlarının henüz yerli yerine oturmadığı anlaşılıyor.
Bu durumda Kemal Derviş'e söz verildiği söylenen paraların gelmesinin gecikmesinin anlamlı bir gerekçesini bulmak mümkün olabilir.
Muhtemelen bir kanadın girişimi diğer kanat tarafından engelleniyor.
NOT: DIŞ POLİTİKA BELİRLEME YETKİSİ BUSH'TA
Buraya kadar anlatılanlar, Kemal Derviş'in meselesini -belki- açıklayabilir. Ama ABD'nin dış politikasının bugününü ve yarınını açıklayamaz.
Şunu özellikle söylemek gerekir ki, yönetim içindeki kliklerin kendi aralarındaki çatışmaları bir ülkenin, hele hele ABD gibi bir küresel gücün dış politikasının yönünü belirleyemez.
Belli konular üzerinde farklı birimlerde farklı görüşlerin savunulması da olmayacak bir şey değildir.
Cumhuriyetçilerin ve münhasıran Bush ailesinin dış politika yaklaşımları ve öncelikleri bellidir. Oğul Bush'un neler yapabileceğini öngörmek için Baba Bush döneminde uygulanan politikalardan daha iyi bir ipucu bulunamaz. Ancak tabii, bugünkü dünyanın o günkünden bambaşka olduğunu Bush ve ekibi bizden daha iyi biliyor. Onun için nihai uygulamalarından çok çıkış noktalarını iyi değerlendirmek gerekir.
Arkadaşlarla kendi aramızda bu konuları tartışırken, Bush'ların çıkış noktasını bir fıkra yardımıyla açıklamaya çalışıyorum:
TEKSASLI'NIN DÜNYASI
Teksaslı bir petrol zengini gezmek için İngiltere'deki Buckingham sarayına gitmiş. "Nasıl buldunuz burayı?" diye sormuşlar. "Harika" demiş. "Teksas'ın bu kısmını daha önce hiç görmemiştim."
Teksaslılar hakkında Amerika'da buna benzer çok fıkra anlatılır. Ortak nokta, Teksaslıların dünyayı Teksas'tan ibaret görmesi...
Şimdi, biliyorsunuz, ABD'nin yönetiminde de Teksaslılar var.
Onların dünyaya bakışlarında da benzer bir yaklaşım sözkonusu. Stratejik bölgesel dengelerden çok "somut" ulusal çıkarlar peşinde bir anlayıştan sözediyorum.
Şimdiki yönetimin İsrail konusunda olsun, Bakû-Ceyhan konusunda olsun geçmişteki Clinton yönetiminden farklı yaklaşımları bu bakış açısından kaynaklanıyor.