Ateş yağdıran canavar

HAARP: ‘High Frequency Active Auroral Research Program’ isminin baş harflerinden oluşan ve yüksek frekans araştırma programı çalışmalarının yürütüldüğü ABD’nin gizli askeri projelerinden biri...

Amerikan kamuoyunda uzun zamandır geniş çevrelerle tartışılan ve büyük yankılar uyandıran bu projeyle nelerin gerçekleştirilebileceği konusunda kısa bir zaman öncesine kadar fazla bir bilgiye sahip değildik. Zaten teknolojinin büyük bir ivme kazandığı zamanımızda neleri takip edebiliyoruz orası da ayrı bir tartışma konusu. Ancak isterseniz HAARP projesiyle nelerin hedeflendiğini kısaca özetleyelim:

“Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek, denizaltılarda haberleşmeyi kolaylaştırmak, radar sistemlerini en üst noktaya kadar çıkartmak, çok geniş bir alanda, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek, büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek, Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek...”

Şimdi neden bu projeyi bu sayfalara taşıdığımızı merak mı ediyorsunuz? Hemen söyleyelim. Silahın ülkemiz üzerinde kullanıldığı ve bir süre önce yaşadığımız felaketin sorumlusu olduğunu iddia eden bir ithamla karşı karşıyayız. Henüz bu konuya geçmeden tartışma oluşturan bu projenin bazı bilimadamları tarafından şiddetle eleştirilmesine neden olan birtakım olumsuz durumlarını sıralayalım:

“İklimleri değiştirebilir, kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir, ozon tabakası ile oynayabilir, DEPREM oluşturabilir, okyanus dalgalarını kontrol edebilir, dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir, radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir...”

'Deprem Makinası'

17 Ağustos Gölcük depreminin üzerinden neredeyse bir yıl gibi bir süre geçti. Bu felaketin ardından fay hattı üzerinde yaşadığımız gerçeğinin kabul edilmesi gerektiği, depreme dayanıklı yapıların inşa edilmesi, muhtemel yeni deprem zamanları konuları gibi pek çok düşünceyle karşılaştık. Fakat bu kabusun öncesinde ve deprem sırasında yaşanan bir takım hadiseler çok daha farklı ve uç noktalara kalan iddiaları da gündeme getirmişti; sun’i deprem...

İsterseniz kısaca bu iddiadan da bahsedelim. Yukarıda HAARP projesinin hedeflediği sonuçları açıklamıştık. Projeye karşı oluşturulan olumsuz kamuoyunun da bir ölçüde etkisini kırmak isteyen Amerikan hükümeti bu çok güçlü silahı ‘deprem indirgeme’ sistemi olarak kullanmak istedi. Örneğin San Andreas’taki fay hattındaki yüksek miktardaki enerji birikimini, çok yüksek seviyelere çıkmadan suni depremlerle deşarj ederek boşaltacak ve büyük bir depremin önünü kesecekti. Ancak bu işlemin sonuçlarının ne olacağı belli değildi. Bundan dolayı San Andreas’a çok benzeyen Anadolu Kuzey Fay Hattı’nda bir ‘teste’ ihtiyaç duyuldu. Bölgeden alınan uzun süreli verilerin ardından işleme geçildi. Ne yazık ki, düşünülen olmadı ve yapılan deneme, beklenmeyen acı sonu da beraberinde getirdi.

Bu iddia; acı, ıstırap ve çaresizlik döneminde fazla üzerinde durulmaya değer görülmedi ve zaten çok az gazeteci tarafından dile getirildi. Oysa şimdi durum biraz daha farklı ve bazı iddiaların ciddi şekilde tartışılması gerekiyor. HAARP: Kıyamet Teknolojisi, Gölcük depreminden hareketle bu korkunç silahın tarihi sürecini, gelişimini ve konuyla ilgili bilinmesi gerekenleri, birbirinden habersiz bilim adamlarının ortaya attığı iddialar eşliğinde dile getiriyor. Kitabın yazarı daha önce yazdığı Armagedon, Apokalipse gibi kitaplarla beğeni toplayan gazeteci Aydoğan Vatandaş...

Kitabın amacı Gölcük depremi üzerine komplo teorileri geliştirmek değil. Bilakis ‘depremle birlikte farkına vardığımız’ bu silahın ne tür bir tehlike arz ettiği ve hangi amaçlarla kullanıldığını dile getirmek. Ağır ithamlar içeren ve teknik bir üslubun da kullanıldığı kitap bu açıdan ciddi şekilde ele alınması gerekir diye düşünüyoruz. Onun için yazar kitabı önce Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve Başbakanlık MİT Müsteşarlığı’nın dikkatine sunmuş. Kitaptaki iddialar belki size hayal dünyasının sınırlarında geziniyormuş izlenimini verebilir. Ama insan gen haritasının çıkarıldığı günümüzde, dünyanın nereye gittiğini anlama açısından hiç de yabana atılmayacak bir kitap olduğunu peşinen söyleyelim.


Sadece gördüklerimi yazıyorum  

17 Ağustos depremi kuşkusuz hepimizi çok sarstı. Belki de bu yüzden depremle ilgili kısa süre sonra birbirinden ilginç tezler ortaya atıldı. Ancak aradan biraz zaman geçince depremle ilgili kaygı ve şüphelerin pek de yersiz olmadığı görüldü. O dönemlerin televizyon arşivlerine bir bakmanızı öneririm. İnsanların tanıklıkları ortada. Birçok insan o gece yaşanan olayın depremden başka bir şey olduğunu düşünüyordu. Bunu düşünüyorlar; ama teorik olarak ifade edemiyorlardı.

Sedat Sertoğlu bu konuyla ilgili olarak Türk basınında ilk defa ‘HAARP’ diye bir ifade kullandı. ABD ordusunun, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin kontrolünde Alaska’nın Gakona Üssü’nde 3 GV enerjiyi depolayacak istediği zaman istediği miktarda enerjiyi dünyanın istediği noktasına odaklayabilecek büyüklükte bir anten ağı kurduğunu duyurdu. Ve bu teknolojinin neyi amaçladığının yanı sıra nelere neden olabileceğini de yine ABD basınından alıntılayarak Türk okuyucusuna duyurdu.

Benim yaptığım işte bir köşe yazısı konusu edilen bu önemli konuyu derinlemesine incelemekti.

Her geçen gün yepyeni bir bilimsel buluşla karşılaştığımız şu günlerde HAARP teknolojisini ve yapabileceklerini ben o kadar da olağanüstü bulmuyorum açıkçası. Zamanın ne denli hızla aktığını fark edenler zaten beni anlamakta hiç güçlük çekmiyorlar. O yüzden bu yaptığım ne bir tür felaket senaryoculuğu ne de komplo teorisyenliği...