Bu için 1900'lerin başından beri Nikola Tesla
adındaki Rus asıllı Amerikalı bilim adamının buluşu olan "elektromagnetik
endüksiyon tekniği" (Tesla Makinası) kullanıldı. Tesla Makinası'nın nasıl
çalıştığı hala bir sır ama Amerikalılar'ın uzun zamandır bu makina üzerinde
çalıştıkları biliniyordu. Tesla, ilk olarak ilkel bir düzenek ile 1908 yılında
Sibirya'da Tsunga bölgesinde bir deney yapmış ve burada meydana gelen patlama
600 km uzaktan duyulmuştu. Tsunga'daki bu olay sonrası oluşan çevre tahribatı
korkunç boyulardaydı. Hiroşima'nın 40.000 katına yakın enerji açığa çıkmıştı.
Patlamanın etkisi kilometrelerce kareye yayılmıştı. Ancak ortada en ufak bir
krater veya metal kalıntısı yoktu. Bu durumda göktaşının düşmüş olması ihtimali
ortadan kalkıyordu.
Bilim adamları Tsunga'da hala ne olduğunu tam olarak
çözmüş değiller. Ancak yıllardır Avustralya'da karada açık arazide ve
Kaliforniya'da da su üstü ve su altı askeri tesislerde bu deprem Tesla makinası
denenmekte olduğu da sır değil. Buradaki garip tabiat olayları ve sık sık olan
depremler ile bilgiler Internet'teki sitelerde bile yer almakta.
Ancak başlangıçta askeri amaçlı olarak geliştirilen bu
acaip doğa silahı daha sonra kaynak sorunuyla karşılaşınca barışçı amaçlarla da
kullanılacak şekilde adapte edildi (tıpkı atom bombasının ve TNT'nin olduğu
gibi). Makinanın Kaliforniya'da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir
deprem öncesi kullanılması düşünüldü. Tesla Makinası sayesinde fay hattındaki
enerji birikimi çok yüksek düzeylere çıkmadan, gerilim daha küçükken suni
depremlerle deşarj edilerek boşaltılacak ve böylece büyük deprem önlenecekti.
Ancak bu teorinin denemesi ve deneylerle geliştirilmesi gerkliydi, hata ve
kusurların asgariye indirilmesi şarttı. Bunun için de San Andreas'a benzeyen
faylara, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç vardı. Böyle bir fay grubu da işte
Türkiye'deki Kuzey Anadolu fay hattıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San
Andreas karakterindeydi. Kuzey Anadolu fayı ile San Adreas fayı, tıpa tıp
birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi
Kaliforniya'daki gelecekte olacak depremler için çok şey öğretebilecekti.
Amerika bu amaçla yıllarca deney yaptı bu ve buna benzer deprem
bölgelerinde.
Asker açısından da bu bulunmaz bir nimetti. Bu suretle
hem projeye masum bir kılıf bulunuyor hem de finansman için yeni kaynaklar
sağlanıyordu. Ancak yine de toplu imha silahı olma özelliği ile bu makina
askeri nitelikteydi ve onunla ilgili herşey "Çok Gizli" damgasını
taşıyordu. İşte Amerikalılar bu nedenle İzmit'teki fay hattındaki hareketleri
ve enerji birikimini büyük bir gizlilik içinde, herkesden habersiz ama çok
yakından takip ettiler. MTA'nın ve diğer jeolojik ölçüm kurumlarının verilerini
inceleyerek ve uzaydan bölgeyi izleyerek burayı adeta abluka altına aldılar.
Son gerilimi de böylece çok önceden haber aldılar.
Ancak Amerika'nın bölge ile ilgili bu hareketliliği ne
kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara yansımaktan kurtulamadı. İşte Adını
bile bilmediğimiz ancak kendisini Kanada'lı bir bilim adamı olarak bildiğimiz
bir kişi her nasılsa bu gizli verilere bir türlü ulaşarak bölgede bir deprem
olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi
amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne
bu bilim adamına ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi. Hatta
bu faciadan sonra kimse çıkıp ta bu bilim adamının kim olduğunu sormadı, onu
ortaya çıkartıp bu kadar az yanılma payıyla böylesi bir depremi nasıl önceden
tahmin edebildiğini soramadı. Adam hala bir sır, kim, nerede kimse bilmiyor.
İşte izlenen bu enerji birikimi bir süre sonra depreme
neden olabilecek büyüklüğe erişecek ve belki de İstanbul'u da tehdit edebilecek
bir depreme neden olabilecekti. Bu noktada bilmiyorum, Amerikalılar konuyu
böyle mi aktardılar bizimkilere yoksa haber dahi vermediler mi? Ama o gece
Gölcük'te askeri tesiste ve açıkta Marmara'da deniz altında bu Tesla makinası
kurulmuş ve çalışmaya hazır hale getirilmişti bile. Belki de bizimkilere bunun
rutin fakat askeri amaçlı gizli bir proje olduğunu söylediler. Belki de
İstanbul'da olabilecek bir depremin basıncını azaltacak bir askeri sistemi
deneyeceklerini söylediler. Bilemiyorum, ama bir türlü bizimkileri bu işe razı
ettiler. Bizimkilerin de belki de iyi birşey yaptıklarını sanmaları için bu
deneyin İstanbul'u kurtaracağını söylemiş olmaları bile muhtemel.
Peki İsrail askerleri'nin bu projede yeri neydi?
İsrailli askerler ve üst düzey subayları o gece Gölcük'te ne arıyorlardı? Bu
devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslararası bir
kimliği yoktu. Ama işte İsrail subayları ve üst düzey yetkilileri yine de
oradaydılar. Ancak bunun nedenini şimdi çok daha iyi kavrıyabiliyoruz. Onlar
oradaki Tesla makinasını kurmak ve çalıştırmak ve onun gizliliğini korumak ve
her ihtimale karşı birşeyler ters giderse onu imha etmek için oradaydılar.
Bizimkilerin ise birşeyden haberi yoktu. Bize güvenen de yoktu zaten. İş
İsrail'e ihale edilmişti.
Ancak o gün nedense İsraillilere hiç kimse bu güne kadar
hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını kimse sormadı.
Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğünü,
kaçının yaralandığını soran da olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin
öldüğünü ne Genel Kurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak
nezaketini gösterdi. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için
geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular ve yaralarımızı sarmaya
yardımcı olmak için de daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını
açıkladılar. Neden? Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri
malzemeyi çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Biz de "bak şu
İsrail'e helal olsun hemen yardımımıza koştu" diyerek sevindik.
Deprem neden gündüz bir saatte değil de çok ilginç bir
şekilde gece saat tam 03:02 de oldu? Sanki 03:00 saati depremin başlaması için
özel olarak seçilen bir saat gibi. Böyle geç bir saatte olacakları kimsenin
görmesi olası değil, gözlemci riski en
az düzeyde.
Tıpkı bir askeri operasyonda olduğu gibi talimatlara
saat tam 03:00 olarak giren başlangıç saatinde yeşil ışık yakıldı ve Tesla
cehennem makinası yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başladı.
An geç bir iki dakika içinde de gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de
öyle oldu. Makina gürültüyle enerji toplamağa başladı. Statik elektrik
enerjisi. Bu sırada, Avustralya'da ve Okyanus'ta bu tür suni yaratılmış
depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan
ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinanın boşalması
ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya akıtıldı. Ancak hesapta
doğanın oyunu yoktu herhalde. Oluian deprem hem beklenenden çok uzun hem de çok
daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4 'e ulaştığında Amerika'da aletler 7.8'i
gösteriyordu. Ve büyük bir patlama ile her şey kontrolden çıktı.
Tesla deprem makinası depremin enerji gerilimine
dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yer altında muazzam bir patlamaya
neden oldu. Ve bu yeraltı labrotuvarlarının tam üstündeki, herşeyden habersiz
uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı
olması gereken askeri tesisler unufak olarak dağıldı. Hesaplarda hata yapılmış
belki de fay hattının tepkileri ve enerji dağılım değerleri yanlış
hesaplanmıştı. Her ne olduysa oldu ve doğanın beklenmeyen bu gazabı bütün
çevreyi yerle bir etti.
Tabi durum derhal Amarika'ya Clinton'a, bizde de
cumhurbaşkanına ve başbakana bildirildi ve bir önlem olarak tüm bölge ve hatta
bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı.
Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiriyle
haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin çıkıp "benim de
telefonlarım kesikti" gibilerinden garip bir açıklama yapacaktı ve biz de
buna bir anlam veremeyerek, adamın yaşlılığına ve beceriksizliğine bağlayıp
tenkid edecektik. Halbuki gariban adam ne söyleyebileceğini dahi bilemiyordu.
Tam bir şaşkınlık içindeydi. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık.
Ne yapacaklarını bilemedikleri için ne Cumhurbaşkanı ne
de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. Üzgünüz dahi
diyemediler. Ancak sabah saat 9:00 sularında TV ekranlarının karşısına geçip
halka şöyle üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahşm'e benziyor dediler.
O ana kadar Amerika'dan Clinton'dan ne yapacaklarına dair talimat
bekliyorlardı. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan
yardımcılarından ve olağanüstü milli güvenlik konseyinden görüş alıyor ve
Türkiye'ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım
ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve
filolarına Türkiye'ye hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye'ye tam
destek vererek ödemeye çalışıyordu.
Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor
ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile
tornistan ettirilerek Türkiye'ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi
sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Herşey koordinasyon
altındaydı, bir tek Türkiye dışında. Bizde ise bizimkiler ne yapacaklarına,
oluşan bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü
karar veremiyor, karasızlık içinde bocalayıp duruyorlardı. İşte sabah saat
03:05 ile 06:30 arasında Batı'da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok
hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine
düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu.
Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da
yaralanıp deniz altından parçaları yüzeye vuran Tesla makinasının kalıntılarını
toplayıp, yer altı ve üstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki
de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeğe çalışıyorlardı. Ve
bölgeye son hızla gelen Rus bilim gemisi dahi sabah saat 6:30 da bölgeye
vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir
cisim bile kalmamıştı. Deniz altındaki oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe
çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen deniz altı
krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya
alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.
Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel'in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklarca abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel olan biteni içlerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce şehidin de acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı. Çoğu yerde halkın arasına karışamadılar dahi. Sanki yaptıklarından utanç duyuyor gibiydiler.
Bir gazeteci çıkıp bu depremin ardında PKK'nın bulunup
bulunmadığını sorduğunda, Ecevit ona "sen ne saçmalıyorsun kardeşim,
deprem ile PKK'nın ne alakası var, sen kafayı mı yedin?" bile diyemedi.
Sadece adamla göz göze gelmemeğe dikkat ederek "sanmıyorum"
gibilerinden bize o gün için çok abuk subuk gelen bir laf etti. Şimdi anlıyoruz
ki meğer adam o an ne tür tarifsiz acılar içinde kıvranıyormuş, omuzlarında
taiıdığı onbinlerce cesedin ağırlığı ile.
Peki Amerika sonra ne yaptı? Hemen tüm imkanlarını
Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton çıkıp ta Amerikan halkından Türkiye'ye
yardım etmelerini istemedi mi? Kasım'da Türkiye'ye geleceğini ilan edip,
Ecevit'in de bu arada Amerika'ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi?
Evet Ecevit Amerika'ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmağa
gidecekti.
Belki de hükümet içinde sızan istihbarat bazı bakanların
yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına dahi neden olmuş olamaz mı? İlk
anda çok yadırgadığımız Osman Durmuş'un çıkıp ta yabancılara tek hasta bile
vermem ve onlardan kan da almam demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? Şimdi
adamın yabancılara neden belki de bu kadar tersd olduğunu anlayabiliyoruz.
İşte şimdi soru şu. Ne ölenlerimiz geri gelir ne de
anılarımız. Ancak İzmit'te, Gölcük'te, Yalova'da, Halıdere'de, Avcılar'da,
Bolu'da, Düzce'de ve daha nice yerleşim merkezinde enkaz altında yaşamlarını
yitiren binlerce mehmet, hatice, ayşe ve ali'ye karşı bir vicdan borcumuz da mı
olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı onbinlerce sevenlerini sıcaklıklarından
mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya'da joni'ler, mike'lar, susan'lar ve
alice'ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi?