Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, toplumun her yeni şeye olan yaklaşımı tamamen önyargıdan geçiyor. Bu sadece yeniliklerden de ibaret değil. Yıllardır süregelen töre, gelenek ve adetlerin oluşturduğu zihinsel tabular, kişinin hayatında öyle büyük bir yer tutuyor ki, kendisine yabancı olan her şeyi ruhani değerleri yıkılacak diye ya reddediyor ya da yoketmeye çalışıyor.

En basitinden bir örnek verilirse Türk toplumunun her zaman yabancılara karşı gösterdiği hoşgörü ve misafirperverliğin, aslında onların kendilerinden biri olmamasından kaynaklanan bir ilgi olduğu gerçeği. Ne zaman bir siyah görseler ya yamyam ya da arap, ne zaman bir kuzeydoğu avruplalı bir kadın görseler nataşa, ne zaman takımın yanında duran yabancı biri görseler holigan diye notunu anında verip bir kenara koyuyorlar.

Aslında sorunun kökeni kalıpçılık. Seksen yıldır toplumumuz bir şeyleri yorumlamadan düşünmeye, yani hazıra alıştırılmış ve insanların özellikle; eğitim görmemeleri için çaba harcanmış. Yani bu durum toplumun suçundan daha çok "Geri Bıraktırılmış Türkiye" oluşturmaya çalışan devlete ait.

Televizyonda, basında ve hayatın her alanında herkes düşünen herkes dikkat etmiştir. Biz sürekli Türkiye'nin Ankara'ya kadar ksımını biliriz ve daha doğusunu bilmeyiz. Devletin yaptığı yatırımların çoğu da dediğim gibi Ankara'nın batısınadır. Peki bunun nedeni nedir?

Cumhuriyet'in ilk 30-40 yılında doğudaki şehir, kasaba ve köylerinde yaşayanların hem okul, hem de meslek eğitimi almaları amacıyla kurulmuş köy enstitüleri vardı. Hemen hemen hepimiz bunların niçin kapatıldığını biliyoruz. Orada okuyarak gelişen, büyüyen birey bir süre sonra başkenttekileri düşünerek "neden?" sorusunu soracaktı. Bu onların en doğal hakkıydı tabi ki. Herkese eşit olanakların sağlanması gerekirken, bütün ulusal harcamalar batıya yapılıyor. Nihayetinde devletin sinsi planı ortaya çıktı ve bütün köy enstitüleri kapatıldı. Komüst insanlar yetiştiriyor gerekçesiyle. "Geri Bıraktırılmış Türkiye" amacıyla.

Gene günümüze geldik. Devletin suçunun bu kadar büyük olmasına rağmen bu toplumun da çok geri tarafları var. Öyle bir gerilik ki bunun en büyük örneğine yaşayarak tanık oldum. Siz hiç yeşil mohawk bir kafayla Esenler otogar çevresinde dolaştınız mı? Bence kimse dolaşmamıştır. Aslında bu çok basit bir örnek. Yenilikleri kabul edemeyen, kafalarındaki tabuları yıkamayan ezik bir Türkiye burası.

Ama insanlar hazıra öyle alışmışlar ki. 3. çoğul kullanıyorum çünkü kendimi ve benim gibi düşünenleri toplumun dışarısında varsayıyorum. Örneğin televizyon : İnsanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu televizyondan öğreniyorlar. Şu bir gerçek ki sosyal bir konudan bahsederken asla tek ya da kesin doğru-yanlış yoktur. Eleştirsel düşüncenin sıfır olduğu bir toplum burası. İki tane konu hakkında haber görüp puanınızı anında veriyorlar. Ailedeki yaşlı birisine "ben hiç bir tanrı ya da dine inanmıyorum" derseniz sizin arkanızdan "satanist bu, şeytana tapıyor" diye puan alacağınız kesin.

Burada demek istediğim şu ki, sorun aslında insanların beyninde ve geçmişteki olaylarda yatıyor. Kişi hiç bir zaman önemli olanın aslında kendisi olduğunu anlayamıyor ve bundan dolayı kişi bir "birey" haline gelemiyor. "Toplum ne der?" tabusu da böyle bir durum içerisindeki kişileri birer modern çağ kölesi konumuna sürüklüyor.
Çağrı Özdemir
   26/08/2001