BENİM DELİLERİM

Aziz Nesin, Adam Yayınları, 320 sayfa.

 

Nesin, tuhaf bir yazar. Onu 30 küsur yıldır okurum. 100 küsur kitabının 50 küsurunu okumuşumdur. Oyunlarını, şiirlerini, mektuplarını bile okudum. Yetmedi, belgeselini seyrettim. Benim için yakından tanıdığım biri kadar somuttur, ölümüne de çok üzüldüm ama iyi dayanmıştı, takdir ettim.

 

Tuhaflığı şurada: Okurunun bilmediği, hatta kendisinin bile bilmediği bir yapısı ve yönü de var. Çok bilgili ve çok zeki biri değil. Çok iyi bir yazar da değil. Ancak, arada kendini hiç kasmayıp, kalemini savrukça ve hoyratça serbest bıraktığı zaman ağzından kaçırdıkları, asıl onu yazar kılıyor. Ateizmini cesurca ortaya koymasını veya Türkiye halkının toptan aptallığını imlemesini kastetmiyorum. İnsanları tartarken, kimi bilmeden, tümüyle tümevarımla bir yazıncı olarak çok genel-makro soyutlamalar yakalıyor ve onları insanbilimciler bile yakalayamıyor. Yan gözle bakıp görüyor, kaleminin yanıyla yazıyor olduğunda, diyeyim.

 

‘Benim Delilerim’de toplumun oldukça marjinal bir kesimini yazıyor, ancak öykülerindeki genel üslup burada yok. Diyelim 100-1.000 arasında deli tanımış. 1970’lerde delilik oranı %o 1 küsur olarak yayınlanmış. O da bunların % 3-5’ini tanımış oluyor. Yani aslına bakılırsa, gereken örneklemenin çok üzerinde. O zamanki köylü nüfusun oranı olan % 67’yi çıkarırsan (çünkü hiç köylü deli yazmamış), Nesin’in delileri yaşandıkları zamanki kentli toplumun tüm kesimlerini temsil ediyorlar. Bu palet genişliği önemli. Üslup farkını bu getirebilir.

 

Nesin şunu çok iyi vermiş: Yahu tamam, deliler acaip de, akıllılar daha bir acaip. Öykünün her zaman daha arka bir planı, onun da arka planı olur. Bunlara gidildikçe, öykü farklılaşır. (İntihar eden Valantino subayın öyküsü ve bir başkası tarafından yeniden anlatılışı ki bunu Çetin Altan da, başka Kadıköylü / Modalı yazarlar da yazmıştı.) Nesin yazarken delilerin öykülerinin arkasına dolanmış.

 

Nesin de yazdıkları gibi biriymiş. Mizah yazarı olmasını kastetmiyorum. Örneğin, kadınlarla gerçekten acaip ilişkileri olmuş ama bunu sorgulamamış. Tamam, şimdilerde bile metinlerine (hatta metinlerime) aşık olan kadın türü var ama bu o değil. Kadınlar bırak Cumhuriyet’inkini, Osmanlı kültürünü bile benimsememişler ya da hala Tanzimat’a vuslat olamamışlar. Hani, Fransız Devrimi zamanı romanlarında çok acaip tipler olur, yahu bunlar bugün olur mu ki acaba?, diye merak edersin (Tehlikeli İlişkiler’deki veya ‘Fidelite’deki gibi). İşte bizim kadınlarımız, 1930’lardan 1960’lara öyle imişler. Kendi kadınlarıma bakıp konuşunca, hala öyleler, diyebilirim. Yani, işte bu Nesin’in söylemeyip söylettiği: Alaturka kadınların hepsi toptan deli. Ancak bu, Milena’nın ve Luxemburg’un kocasından sopa yiyen bir köylü kadın olma isteği durumuna feci denk düşüyor.

 

Nesin sevmeden yatmamış. Bu bir eksiklik. Aile kurumuna gereksiz bir değer vermiş. Bu da yanlış. Eğer, biraz marjinal bir erkek olsaymış, Nesin değil, Bukowski olurmuş. Olması da gerekirmiş ama aşırı süperegosal bir münevver olarak kalmış. Bu da, bıraksan 200’e çıkacak bir yarış arabasını, el freni ve frenle sürmeye benziyor.

 

Sonuçta Nesin, akıllı biri olsaymış da, toplumcu bir yazar olmanın sorumluluğuyla, muhatap olduğu  tüm o delilerden sonra, akıllı kalması mümkün olmazmış. Haa, bir de karıları ve oğulları var ki ayrı delilikler onlar.

 

Deliler hakkındaki düşüncem değişti. Nasıl değişti? Onu ‘kendi deliliğim’ başlığı altında yazacağım.

 

(Mart 2005)