1.
İlksöz
Giriş
2.
Asla Uyma
3.
Metafiziğin
Metafiziği
4.
Metafizik
Deyişler’in Metafiziği : 1
5.
Metafizik
Deyişler’in Metafiziği : 2
6.
05.05.1991
7.
10.05.1991
8.
12.05.1991
9.
13.05.1991
10.
13.05.1991
11.
a
12.
a
13.
a
14.
a
15.
a
16.
a
17.
a 1991
18.
a 1991
19.
a 1991
20.
a 1991
21.
a 1991
22.
a 1991
23.
a 1991
24.
a 1991
25.
Ölümle
Diyalog
26.
Artsöz
Metafizik,
varlığıyla ve olmasıyla değil, yokluğuyla ve olmamasıyla tanımlıdır.
Kaç
mektup?
Hiçliğe yazılmış…
Kaç
gün?
Ölüme verilmiş…
Kaç
yaşam?
Boşaltılmış…
Kendin
misin?
Miydin?
Miş miydin?
Ben?
O? Biri? Bir şey?
Sormak,
başkaldırmaktır. Şimdi, gerçekte-aslında bir düşünce atlasına gereksinimim var;
aslında belki yaşayacak başka bir gezegene gereksinimim vardır. Eğer öyle bir
şey varsa, geçmişte bir uzaycıydım. Şimdi bir evrenciyim. Işık hızından
hoşlanmıyorum, çünkü madde veya herhangi başka birşey tarafından sınırlanmaktan
nefret ediyorum. Bu bir metafizikçi olduğum anlamına gelmez. Ben bir aşkıncıyım
/ öteciyim.
·
METAFİZİK
Metafizik,
metafiziği ve metametafiziği, yani metafelsefeyi, metaontolojiyi,
metafenomenolojiyi ve metaepistemolojiyi kapsar / kaplar ama bu metafiziğin her
öteyi kapsamışlığı anlamına gelmez.
Burada
birkaç novum-epsilon vardır:
Bir:
Metametafiziğin metafiziğe dahil edilmesindeki mecaz artı-değer.
İki:
Metafelsefenin metafiziği; metafiziğin metaontolojiyi, metafenomenolojiyi ve
metaepistemolojiyi kapsamasında açıkta kalan istisnalar.
Üç:
Metafizik ve fizik (bilim) sentezinde kullanılmayan, kastedilmeyen ve
saptan(a)mayan ayrımlar, ayrıntılar ve küsuratlar.
·
Fizik,
varolan Dünya’yı tanımlar. Varolan Dünya, insanlar için algılanan Dünya’dır.
Algılama ise, temelde görmektir. Görülen Dünya, tanım gereği doğrudan ve mecaz
anlamıyla, ufkun içinde kalan Dünya’dır. Bu, kabaca yarıçapı iki buçuk
kilometre olan bir dairedir. Yüz bin yıllık evrim-tarihi boyunca insan türü,
algılama menzilini bu sınırdan, önce altı bin beş yüz kilometre yarıçaplı
Yerküre’nin tamamına, oradan da yirmi milyar ışık yılı yarıçaplı Evren'in
tamamına yükseltgedi. Yine de; bugün varolan insan nüfusunun tamamına yakını
için varolan Dünya, algılama menzilleri içinde kalan, ençok elli kilometre
yarıçaplı bir dairedir (ya da karşılığı alan). Yani, insanlar için varolan
Dünya, Varlık tümeli değil, gördükleri / yaşadıkları alandır.
Metafizik ise,
varolanın ötesidir, dolayısıyla algıladığımızın ötesindeki varlıklar ve
hiçliklerdir. Küme matematiği gereği; tanımlanan kategori dışındaki herşey
(başka bir deyişle ‘-değil’ler), evrensel kümeye ve mutlaka aittir. Oysa
Metafizik’in tanımı, ikilemsel olarak Mutlak’ın da ötesini içerir. Varolanın
ötesi varsa, varolmayanın da (Hiçlik’in de, Yokluk’un da) ötesi vardır. Bunu,
sonsuz adımlı bir akıl yürütmeler dizisinin ilk iki adımı sayarsak, devamının
da olacağını tasarlayabiliriz. Dizi matematiğine göre, sonsuz öğeli bir dizi,
sınırlı-sonlu bir toplama (kaplama / kapsama) sahip olabilir. Yani; fiziğin
metafiziğinin metafiziğinin (limit sonsuz yineleme) metafiziğinin tümlevi
herhangi bir (sınırlı-sonlu) yeranda ‘Varlık-Hiçlik’ tümleşik kategorisinin
kaplamını / kapsamını verir.
·
METAFİZİK DEYİŞLER’İN
METAFİZİĞİ : 1
‘Metafizik
Deyişler’, bir klein şişesi geometrisindedir. Metin örüntüsü, kendi üzerine
bükülüp kendi yüzeyinden geçtiği için, bazı tümce-önermeler aynı anda iki
karşıt anlam içerebilir. Bu, diyalektiği aşar ve ondan farklıdır. İlksözde
değinildiği gibi ‘Metafizik Deyişler’, varlığıyla değil, yokluğuyla ilintilidir
veya yazılma nedenleri fizikseldir, metafiziksel değil. İkilemsel olarak bu
metinler, Metafizik’in sınırlarını da aşkınlık yoluyla genişletir; yeni hiçlik
biçimleri veya metafiziğin metafiziği örneklerinde olduğu gibi.
Hiçlik,
Yokluk’tan daha yoktur. Bir (artı veya eksi) sonsuz, diğer bir sonsuzdan daha
sonsuz olabilir. Birden çok sonsuz, mutlak, tümel, tek tanrı olabilir ki bu da
onları göreli kılar. Varlık, hem Yokluk’un, hem de Hiçlik’in karşıtıdır. Varlık
ve Yokluk da tümleşiktir. Novum hiçlikler, yokluklar, varlıklar olabilir veya
tasarlanabilir, tıpkı mutasyonlar gibi epsilon miktarlardaki Metafizik Deyişler
onları arar, bulur, yaratır.
·
Sonlu
sayıda bulgu, sonsuz sayıda soruyu yanıtlayabilir mi? Gödel’e göre sonlu sayıda
bulgu, sonlu sayıda soruyu bile yanıtlayamaz. Oysa, sonlu sayıda öğenin sonsuz
sayıda öğeye dönüşümü matematikte tanımlıdır. Ayrım, bilimin Evren ile ilgili
her soruyu yanıtlayıp yanıtlayamayacağının yanıtı olacak. Koyut: Bu bir kanıt
olamaz. Kanıtlama, (daha çok) birebir örtüşmelerle ilgilenir.
Yeni
on / yüz / bin yılın bilimsel kritik eşikleri nelerdir? Yaşamın uzatılması,
ışık hızında yolculuğun becerilmesi, sonsuz küçük uzayzamanın modellenmesi ve
denklemlenmesi. Tarihe bakılınca eşdeğer paradigmaların, Aristo Mantığı -
Euclid Geometrisi - Newton Fiziği gibi, uzak-ardışık yerzamanlarda
gerçekleştirildiği gözlenir. Denkleme sonulca gelir, eşlenikleştirilmeleri
apayrı bir süreçtir. ‘İkinci Sanayileşme’ denilen iki yüz veya bin yıllık bir
süre alabilir. Aradaki zamanda, sözü geçen sorunsallar ve bunların kırınımları
ile makro düzeyde; genetik mühendislik, uzaya yerleşim, boyut yırtılmasının
tasarımı gibi paradigmalar ile mikro düzeyde uğraşılacaktır. Hangisinin nerede,
nasıl, kimin tarafından, ne zaman becerilebileceği önceden kestirilemez ama
bazı limitler alınabilir ve aralıklar tanımlanabilir.
Sonlu
sayıdaki bu ve/ya diğer soru-nlar çözümlenince / yanıtlanınca, bilim bitmiş
olacak mı? Bilim, öncül bir bilgi alanının başkalaş(tır)ımıyla oluşmuş bir
makro paradigmatik alandır. Yeni bir kültürel modda, örneğin İkinci
Sanayileşme’de, bilim yeni ve başka bir bilgi alanı olacaktır. Ona bilim denip
denmemesi ise bilgibilimsel değil, dilbilimsel bir sorun olacaktır.
·
Zamanda
üst sınır ışık hızıdır. Bir kurama göre evrende özdeksel hiçbirşey ışıktan daha
hızlı yer değiştiremez. Dolayısıyla bazı uzaklıklara varmak sonsuz zaman alır.
Burada iki soru: Işık yer değiştirir mi veya ışık hızı diye bir şey var mıdır?
Ya da şöyle denilebilir mi?: 10-35 cm’den daha küçük ölçekli uzayın geometrisi,
birbirinden uzakta ama birbirine değen bir noktalar bütünüdür / kümesidir.
Böylesi özdeksel bir şey, ölçek koyutsal olmak üzere, aynı anda birden çok
uzayzaman noktasında var olabilir. Ya da bu önerme, nicel değişmeler nitel
değişimlerdir, biçiminde dilegetirilebilir; yani o ölçekteki uzay, bu ölçekteki
uzayın aynı değildir veya parça-bütün ilintisi açısından kendi-benzerlik yoktur.
Buna zamanın uzaydan farklı (nasıl?) bir boyut olduğunu da eklemek gerekir.
Boyutun ne olup olmadığı ise ayrı bir başlıktır.
·
Canlı
cansızdan evrilmiştir. Felsefe açısından bu bir metafizik olgudur, mantık
açısından bir başkalaşımdır. Canlının cansızdan evrimi, ‘nicel değişimler nitel
değişimlerdir’ ve ‘belli bir kritik karmaşıklığı aşan negatif entropili ve oto
organize sistemler anti-kaotiktir’ önermelerini içerir ve ikisinin birleşimini
başka bir biçimde dilegetirir ve görüngüleştirir. Bu evrim, aynı zamanda çok
uzun süreler boyunca kaotik-kozmotik sistem tanımları arasında çift yönlü
dönüşümler geçirmiştir. Canlının cansızdan evrimi, milyarlarca yıl sonra, başka
tür negatif entropili ve oto-organize (veya öz-kritik) canlı (veya ötecanlı)
sistemlerin bugünkü canlılardan, şimdilik tanım gereği insan türünden,
evrilebileceğini akla getirir.
·
Gödel
Çıkarsaması: Herhangi bir sonlu sayıdaki koyutlar ve çıkarsama kuralları
sistemi sabitse, bazı önermelerin ne doğruluğu, ne de yanlışlığı
kanıtlanabilir.
Burada
öğeler-işlemler dizgesinin açığı var. Zaten aynı konuda iki ayrı dizge / dil kullanıldığı an, birinin diğerinin
kapsamadığı / kaplamadığı noktaları / önermeleri kapsadığı / kapladığı baştan
kabul edilmek zorundadır, çünkü birbirleriyle birebir örtüştüklerinde
birbirlerine özdeş olurlar. Burada (mecazi) bir açılım: Her ikisinin (veya
N’sinin) akıl yürütme yollarının diğerinin (veya diğerlerinin) geçmediği
adımları kullandığını düşünebiliriz. Öyleyse iki soru(nu)-muz vardır:
Kurduğumuz dizgelerin / dillerin kendi iç kuralları nelerdir ve araç olarak
nasıl / nerelerde kullanılabilirler? Yine de toplamda gözden kaçırılmış,
atlanmış, boş geçilmiş alanlar olabileceğini baştan kabullenmeliyiz; çünkü bir
önermeler dizisi bir doğru parçasındaki noktalar gibi sürekli/sonsuz küçük
değildir. Böylesi açıklar olmasa bilim, çoktan, enazından sonuncu yüzyılda,
bütün soruları yanıtlamış olurdu.
Daha
makro bir gözlemsel çıkarsama: Tarihte herhangi iki paradigmatik kritik eşik
arasında bazı sorular eksik, yanlış veya tam yanıtlanabilir. Son dönemde
Evren’in makro yapısı eksik, mikro yapısı yanlış ve Dünya’nın atlası tam olarak
bilgileştirildi. Öyleyse soru şudur: Sonraki ne / nasıl / nerede / ne zaman /
hangi / vd?
·
İKİNCİ
SANAYİLEŞMENİN ÖTETARİHİ : 1
‘Birinci
Sanayileşme’ denilen, iki yüzyıl ve iki dünya savaşı aldı. ‘İkinci Sanayileşme’
denilen de, iki yüzyıl alacak ama iki dünya savaşı alamaz, çünkü dördüncü
savaşı yapacak kimse kalmamış olacaktır.
Eğer
gerçekleşirse, sabit bir dünya nüfusu, tahminen 20-25 milyar, durdurulup
temizlenmiş çevre kirliliği, bugünden başlayarak enaz yüzyıl almış olacak,
haftada 20 saat mesai, şimdikinin temelde aynısı eğitim sistemleri, ortalama
yüzyıllık yaşam beklentisi umulabilir. Yanısıra cinayet, doğal afet, delilik,
suç, savaş halâ var oluyor olacak. Aradaki fark ilerleme diyelim, için 30
milyar, varolan 5, aradaki sürede doğmuş ve ölmüş olacak 5, yaşıyor olacak 20,
standart biyografi hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölmüş
olacak.
Aradaki
fark, o zaman belki tümüyle durmuş olabilecek, uzaya yerleşim olacak. 1990’da
250 kişi uzaya gidip Dünya’ya geri dönmüştü. 2190’da 10.000 kişi uzaya gidip
Dünya’ya geri dönmemiş veya orada doğmuş olup asla Dünya’ya gelmeyecek olacak.
Yani iki yüzyıllık toplam kürel nüfusun on milyonda biri. Belki birileri, çok
az kişi, Güneş Sistemi’ni terketmiş olacak. Muhakkak Dünya benzeri gezegenler
keşfedilmiş olacak. Işık hızına yakın hızda yolculuğun becerilmiş olabileceği
kuşkulu. Dolayısıyla evrensel bir ‘exodus’ (: çıkış) kestirilebilir: Asla eve
dönmemek var, hatta asla ev yok.
·
ENGİZİSYON’UN
METAFİZİĞİ :
Engizisyon,
feodal-teokratik kültürel modun ölümcüllük kritik eşiğini geçmiş durumuna
verilen addır; özelde Hristiyan dini ve Batı Avrupa yerelliğini imler. Aristo
Mantığı tam-mükemmel durumuna bu dönem boyunca yükseltgenmiştir. (Eğer Aristo
Mantığı’nın ait-içkin olduğu Antik Yunan kültürel modunu Engizisyon’unkinin iki
öncekisi sayarsak bu olası bir korelasyonu imler.) Buradaki ilintiyi-parametre,
ölümcüllük-mükemmellik arasında olandır. Engizisyon olsun, karşıtsavı olarak
tanımlanan Rönesans olsun, kültürel mod olarak asal-tam değildi. Süreksiz,
karışık, ardışık adımlardan / birimlerden oluşuyorlardı. Neden-sonuç ilintisi
açısından bu parçacıkları, asıl / asal neden-sonuç varlıklarının bazı
dolayımlarla / katalizörlerle fenomenleşmesi olarak tanımlarsak topolojik
tarihsel modele bir öntaslak kurmuş oluruz.
Göründüğü
durumuyla Engizisyon, bir kültürel yokoluş / yokediş sürecidir. Oysa, hem Rönesans’lara
itki oluşturduğu, hem de kökeni ta Onikinci Yüzyıl’a geriletilebilen Birinci
Sanayileşme süreçlerinin öncüllerini içerdiği için bir varoluş / varediş
sürecidir de. Bu durum, hem kültürel oluşumların çift yönlülüğüne, hem de
artı-artı (soyut / somut) değerlerin başkalaşım / aşkınlaşma yarat(a)madığında,
eksi(-eksi) değerlere dönüşebilme mantıklarının ipuçlarına delalet eder.
Engizisyon (ve ileride Faşizm) Metafiziği, bu var-yok ontolojilerini,
fenomenolojilerini ve epistemolojilerini tartışır. Bu argüman, İkinci
Sanayileşme’ye ilişkin bir arketip / prototip metaepistemoloji için bir veri
tabanı da araştırır.
·
İnsan
olmak acı çekmektir. İki yönüyle: Ölümlülük ve evrim-tarih sonunda halâ gecede
ve çocuklukta kalmış olması nedeniyle. Yaşam boyunca şu ya da bu acı
dindirilebilir ama ne yazık ki Acı’nın kendisi hep bakidir.
İnsan
olmanın acısı, yetişkinlikte gelir, yaşlılıkta artar ama keskinliği azalır. Yaş
ilerledikçe ölecekliğin acısıyla insan olmanın acısı birbirine karışır.
İnsan
olmak hatalı olmaktır. Hatalı olmayı bilinçsizce kabullenebilmek hiç
ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölmek demektir. Düşünen bir zihin
ise hatalı olmayı asla ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölmek
demektir. Düşünen bir zihin ise, hatalı olmayı asla kabullenemez ama düşünen
bir zihin oluncaya dek ki yaşamın tortuları, zehirleri, gürültüleri mükemmel
bir zihni yeterince bozar ve yolundan saptırır. Bu, on bir bin yıllık ‘tarih’
denilen sonunda kurtulunamamış bir ikilemdir / handikaptır.
·
Sevgi’nin
karşıtı Nefret değil, Acı’dır.
Acı’nın
karşıtı ise Sevgi değil, Bilgi’dir.
Bilgi,
sevgisizlik ve nefretsizliktir.
Sevgisizlik
ve nefretsizlik, asal-yalnızlıktır.
Öyleyse:
Bilgi
ve Yalnızlık, birbirine hem özdeş, hem de karşıttır.
Ve/Ya:
Umutsuzluk,
Yalnızlık ve Asal Bilgi-Sevgi demektir.
·
Sevgi,
bir Varlık’tan (Ontos’tan) çok, bir Sözcük’tür (Epistem’dir). Aslına bakılırsa
Varlık da, bir varlıktan çok bir sözcüktür; yani kurmacadır. Buradaki ilk
görüngüsel ikilem, o belirsiz somut-soyut ayrımındadır. Varlık, cisim anlamını
taşıdığında somuttur, sevgi anlamında ise soyuttur. Sevgi, zihinsel-kültürel
tümleşik bir kavram-varlıktır. İçgüdüsel sevgiye bakarsak somuta yakın bir
varlıktır. Kültürel yönü ise neredeyse tümüyle soyuttur. Örneklenirse,
oksitosini gözönüne alınca sevgi somuttur ama kültürdeki tanımıyla kaypak /
muğlak bir soyutluk olarak kalmıştır. O nedenle, A’yı seviyorum, dersem ne
dediğimi anlamayacağım.
·
Aşk
iki ikili içerir: Sevgi-nefret ve kavuşmak / birliktelik – ayrılmak / yitirmek.
Bir
kadını sevmek mi daha çok acı verir, ondan nefret etmek mi? Sevmek ve nefret
etmek tümleşiktir. Bir kadına kavuşmak mı acı vericidir, onu yitirmek mi?
Sanılacağının tersine birliktelik ayrılıktan / yitirişten daha acı vericidir.
Özellikle uzun dönemli birliktelik öldürücü bir acı kaynağıdır. (Düz mantık
kullanarak, kısa ilişkilerin enaz acı ve ençok haz verici tarz olduğu
çıkarsanamaz.)
Bir
varlık, kendini, bir başkasını ve/ya herkesi sevebilir. Varolmak, tek başına
yeterince acı verici olduğundan dolayı, kendini sevmekten çok, kendinden nefret
etmek makuldur. Aynı biçimde, bir başkası olan bir kadını sevmek ve (genelde
olumlanan durum olan) onunla birliktelik de acı vericidir, çünkü dayanılmazdır.
‘Türünü sevmek’ olarak adlandırılabilecek insan sevgisi ise, öldürücü derecede
acı verici olacağından, insanlardan nefret daha az acı verici ve daha makul
olan yoldur.
Aşk’ın
hemen her türü acı verici olmasına karşın, Acı gibi kaçınılmazdır. İlkin, belli
bilgi türleri ancak aşk yoluyla elde edilebileceğinden dolayı; ikincisi,
şaşırtıcı biçimde içgüdüsel olması dolayısıyla.
Öyleyse
Aşk, Varlık ve Hiçlik’in, Yaşam’ın ve Ölüm’ün, Kadın’ın ve Erkek’in acı verici
ve kaçınılmaz bir parçasıdır.
·
KADININ VE ERKEĞİN
METAFİZİĞİ
Kadın
yoktur. Bundan büyük mucize olamaz. Çünkü bir dişinin önünde, aşması için
yaşantısının enaz üçte birini vermesi gereken bir varlık-engel yoktur. Erkek
vardır. Bundan büyük felaket olamaz. Çünkü bir erkeğin önünde, aşması için
yaşantısının enaz yarısını vermesi gereken bir varlık-engel vardır. Ama bu iki
durum asla, aseksüalite (frijidite, nötralite, ayırtsızlık) ve homoseksüalite
(her iki cins için de) olağandır / kaçınılmazdır / gereklidir anlamına gelmez.
Dişilerin hiçbiri Kadın olmayı öğrenemedi / beceremedi (veya kayıtlı
epsilon-istisna yok) ve erkeklerin hemen tamamı Erkek olmayı
öğrenemedi/beceremedi (veya kayıtlı epsilon istisnalar var ama yetersizler).
Artı Kadın-Erkek ilişkisi var olamadı / edilemedi ya da on bir bin yılda
birarada (yaşamı ölüme dönüştürmeksizin) yaşamayı öğrenemediler.
·