1.
27 Şubat
2003
2.
3 Mart
2003
3.
9 Mart
2003
4.
10 Mart
2003
5.
11 Mart
2003
6.
12 Mart
2003
7.
13 Mart
2003
8.
14 Mart
2003
9.
15 Mart
2003
10.
16 Mart
2003
11.
17 Mart
2003
12.
19 Mart
2003
13.
20 Mart
2003
14.
21 Mart
2003
15.
23 Mart
2003
16.
24 Mart
2003
17.
25 Mart
2003
18.
26 Mart
2003
19.
28 Mart
2003
20.
30 Mart
2003
21.
31 Mart
2003
22.
1 Nisan
2003
23.
2 Nisan
2003
24.
3 Nisan
2003
25.
4 Nisan
2003
26.
11 Nisan
2003
27.
14 Nisan
2003
28.
15 Nisan
2003
29.
16 Nisan
2003
30.
17 Nisan
2003
31.
20 Nisan
2003
·
Son 500
Yılın En Savaşçı Devletleri
·
Savaşlar
ve Ölüler
·
Devrimler
ve Ölüler
·
Türkiye’nin
20. Yüzyıl’daki Savaşları
·
Türkiye
Cumhuriyeti’nin İsyanları ve İç Savaşları
·
Türkiye
Cumhuriyeti’nin Askeri Darbeleri
·
Metinlerin
İnternette Yayınlanma Tarihleri
·
Dizin
ÖNSÖZ
Belgesel Sinemacılar Birliği, ‘artık savaş belgeseli
yapmak istemiyoruz’ sloganı ile davranmışlardı. Bu tavır bana saçma geliyor.
Savaşları azaltmanın bir yolu elbette olmalı ama bu değil ki şimdiye dek işe
yaramış olması gerekirdi, çünkü başkaları da aynı savı kullandı.
Onların tersine, savaşı yazmayı, yani belgesel
olarak yazmayı hep istedim. 40 yaşımdan sonra içimden savaş muhabiri olmak bile
geldi. (Burada bir şerh: Dünyadaki en ünlü savaş fotoğrafçılarından bir
bölümünün aynı zamanda moda fotoğrafçısı da olması, en az savaş çıkarmak denli
faşistçedir. Bu savın kanıtlama açılımını Diane Arbus verdi.) Sonuçta, bir
savaş güncesi yazabildim. Bu da bir çeşit belgesel sayılmalı.
(Bakıyorum da, Türkiye’deki savaş
muhabirlerinin tamamından daha iyi konumdayım. Ya apartman çatısında jip
bekliyorlar, ya da embesil sorularla hiçbirşey anlattırılmıyorlar.)
Hiçbir savaş diğerine benzemiyor. Şimdiye dek
hiçbir savaşa on milyonlarca kişi karşı çıkmamıştı. (Sıra, ‘yaşama hakkı’
olarak asker kaçaklığında.) Bunun savaşı ne zaman durdurabileceğini ilk kez
şimdi görebileceğiz ki belki de durduramayacak.
Kişisel tavrım, otopsi yapan patalogun elde
edeceği bilgilerle koruyucu hekimlik uygulanabilmesi. ABD’nin kudurmuşluğunu
biz önleyemiyoruz ama belki gelecekte birileri bunu başarabilir diye veri
topluyoruz.
Savaş güncesinin ne zaman tamamlanmış
olacağını henüz bilmiyorum.
(Mart 2003)
06.02.03,
18:15, Ev.
Bugün Türkiye’nin savaşa gireceği kesinleşti.
Önümüzde henüz bir çok bürokratik prosedür varsa da, hükümet ve iktidar partisi
tavrını savaştan yana koydu.
43 yıllık yaşamımda ve 80 yıllık cumhuriyette,
1950 Kore, 1974 Kıbrıs, 1991 Körfez, hatta 1984-1999 PKK, 1993 Somali, 1995
Bosna, 2000 Kosova savaşları dahil edilse bile, bu ilk gerçek savaş. 1980-1992
yılları arasında trafik kazalarında 255.000 kişi ölmüş. Oysa, sözü edilen
durumların toplamında bile, bu kadar insan ölmedi. Şimdi muhtemel ölü sayısı
ise, yüz binlerle ifade edildi.
Bir de göçler var. Milyonlarca kişi Türkiye’ye
ve Türkiye’den göç etti. (1980’de İran’dan her yere transit 900.000, 1989’da
Bulgaristan’dan 300.000, 1992’de eski Doğu Bloğu ülkelerinden 900.000, 1993’te
Irak’tan 300.000.) İç göç de 2-3 milyon kişi arasında. Bu kez ne olacağı
belirsiz.
Katliam derdi de var. Geçmişte Halepçe
katliamı var. Gelecekte daha beterleri de beklenebilir.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez, sivil toplum
örgütleri hep birlikte ve açıkseçik olarak savaşa karşı tavır koydular. İktidar
seçkinlerinden medyada bile tavır kondu.
Ancak, savaşta öleceklerden bir tepki gelmedi.
1981-1990 doğumlular ölümün ağzında duruyorlar. İlk etapta 10 ila 100 bin
kişinin öleceği resmen açıklandı ve kabullenildi.
Durumdan yeis duymuyorum. Yeni yılda tutumumu
değiştirdim. Trajedi artık komediye dönüştü. Seyrederim ve yazarım.
Tarihçesel durumun açılımları sürecek.
·
Basında en başından beridir savaş lehtarlığı
yapan, bir Radikal köşe yazarına gönderdiğim e postanın içeriğidir:
“Sayın Yiğit Bulut,
Başından beridir, savaş çığırtkanlığı
yapıyorsunuz. Hele hele, bundan kar etme yolları aramanız, binlerce kişinin
yaşama hakkını gasptır.
Türkiye’nin Irak’a girmesi, ekonomik bir olgu
değildir, askeri bir olgudur. 1984-1999 yılları arasında 100.000 kişiyi
yitirdik. 2003-2018 yılları arasında 1 milyon kişi yitirebiliriz. İnsanların
canları ekonomik olgu değildir. O kadar meraklıysanız, kendi canınızdan
vazgeçin.
ABD’nin Türkiye’de propaganda için gazeteci
satın aldığını ABD gazeteleri yazdılar. Sizin gibilerin satın alınmasına gerek
yok. Gönüllü ve bedava olarak ABD çıkarlarını savunuyorsunuz.
Bir okur olarak, sizi ve sizin gibileri
protesto ediyorum.”
·
27.02.03,
18:35, Ev.
SAVAŞ
GÜNCESİ : 1
1 Mart 2003 günü TBMM savaşa girme kararı
alacak ve ben de efemera fuarında satış yapıyor olacağım. Bir de, bilimkurgu
roman okuyor...
Momentlere bakar mısınız?
Erbakan’ın siyaset yasağı, 22 Şubat günü bitti
ve aynı gün oğlunu 5 yıldızlı otelde evlendirip, 7 yıldızlı otelde balayına
yolladı. Ertesi günü, AKP’deki (eski) Milli Görüş’çüleri partisine (yani SP’ye)
geri çağırdı.
1 AKP milletvekili, 25 Şubat günü, her durumda
savaş tezkeresine ret oyu vereceğini açıkladı.
Başbakan yardımcısı Yakış, 26 Şubat günü
aslında bakanlıktan istifa edeceğini ama zaten Mart’ta hükümet değişeceği için,
yapmadığını söyledi, ancak partiden istifanın sözünü etmedi.
9 Mart’taki Siirt seçimleri tekrarı listeleri
kesinleşti. Erdoğan’cım Meclis’e ve başbakanlık koltuğuna kavuşacak.
HADEP kapatılma davası görüşülüyor.
ANAP hakkında kapatılma davası açılması için
suç duyurusunda bulunuldu.
AKP’deki eski ANAP’lılar savaşa olumlu
bakıyor. Seçimden önce de, olumlu bakıyorlardı.
DYP, yani Ağar savaşı destekliyor.
CHP, 27 Şubat günü, ret oyu için oybirliğiyle
grup kararı aldı.
Tezkerenin görüşüleceği gün, Ankara’da 100.000
kişilik ‘savaşa ret’ mitingi yapılacak.
TBMM’de 3 parti oldu bile. 4. (SP) yolda...
CHP çatlar, 5 olur. Bağımsızlardan biri kıvırır, 6 olur.
Yerel seçimlerde AKP, büyük bir hüsrana
uğrayacak. HADEP çok güçlenecek. Diğer tüm partilerin üç beş birşeyler
becereceği kanısındayım.
Ordu savaşa ret görünüyor ama kesinlikle
onaylıyor. AKP’ye ayakçılık yaptırıyor. Erbakan’ı Erdoğan’a yedirdiler. Şimdi
tersi olacak.
‘5 darbe + 1 savaş’ kuramım tutmuşa benzer.
Tepeden inme, topluma yakışmayan, ılık-sağcı bir sosyal demokrasi gelecek
TC’ye...
‘Moment 1’ oldu. Akış, savaş bitene dek
sürecek.
·
(21:30)
Bu arada halkımız ne yapıyordu?
Akşam Avrupa kupası maçı vardı. Başbakan Gül
de maçı izledi. Maçı bizim takım kazandı, tur atladı. Sokakta iki yıldır ilk
kez maç tabancası sıkıldı. Keza, asker göndermelerde de tabanca sıkılıyor
yeniden.
Antalya’da ralli yapıldı. ‘Faşizmin 4. F’si
olarak F1’e ek olarak ralli de var artık. Gazeteciler, ‘çok şükür bugünleri de
gördüm’ tribindeler.
Alt kat komşum, her zamankince çok yüksek
sesle dizi film seyrediyordu.
Saat sekizde savaşı protesto için düdük
sesleri vardı.
·
03.03.03,
21:35, Ev.
TBMM cumartesi günü (iki gün önce), savaş
tezkeresine ‘evet’ demedi, ‘hayır’ da demedi ama ‘evet’ de demedi, bürokratik
bir sonuç oldu. (Bunu, haftasonu çalıştığım için, ancak şimdi yazabiliyorum.)
Oylamaya gelmeyenler, çekimser kalanlar...
Savaşa karşı nasıl çekimser kalınır?
Dünya şaşırdı. Türkiye şaşırdı.
Meclis başkanı Arınç, tezkere aynen yeniden
gelirse, aynı sonucun çıkacağını belirtti.
Ağar, cumartesi günü, savaşa karşı bir konuşma
yapacakken, konuşma sırası dolduğu için başkan tarafından konuşturulmadı. Oysa
Ağar, daha önce savaşın lehindeydi. Rüzgarın döndüğü kokusunu aldı herhalde...
Dün başbakan Gül ile genelkurmay başkanı Özkök
görüşmüş ama içeriği açıklanmamış.
Sabık cumbaba Demirel, tezkerenin reddinin
Türkiye’deki demokrasiye zarar verdiğini ve ülkenin sokaktan yönetilmeyeceğini
söylemiş. Zaten daha önce de, ABD’de halkın yönetime çok katıldığından
yakınmıştı. Savaş meydanında ölmeye gelince halk, yönetmeye gelince para
babaları...
Tanıdığım AKP’liler ambale durumdalar...
Cumaya BM toplantısı, pazara Erdoğan seçimi...
Başbakan olması bir kaç gün alır. Karar Mart sonuna sarkabilir.
ABD bekleyecekmiş. Hani alternatifi vardı?
Kürtler bugün Erbil’de ‘ABD askerine evet, TC
askerine hayır’ demiş.
Ariel Dorfman’ın bir yazısı bugünkü Radikal’de
yayınlandı. 11 Eylül metninden sonra bir de bu. İki düşüncesini de paylaştığım
ilk ve tek düşünür / yazar.
Savaş momentleri sürüyor.
Ek: Dün BJK, yüzüncü yılını ve UEFA turu
atlamasını kutladı. İnönü Stadı, geceyarısına dek uğuldadı. Ben bu lümpen
ergenliğe ne diyeyim?
·
09.03.03,
19:53, Ev.
Erdoğan seçildi, yani başbakan da oldu
sayılır.
Siirt seçmeninin yarısı, önce Fadıl’a,
ardından da Tayyip’e oy verdi, para karşılığı... Onların onurunu kurtaran,
HADEP’in çağrısıyla sandığa gitmeyen diğer yarı seçmen nüfusu oldu.
Ordu savaşa taraftardır, diye belirtmiştim.
Herkes karşı çıkmıştı. 2 gün önce açıklama geldi. Korucular öncü kuvvet olarak
kullanılacak, diye belirtmiştim. Açıklama dün geldi. Sıra Türkmenler’in
silahlandırılmasında. (Türkiye’den yardım isteyen Makedonya vatandaşı Türk)
Salih Murat’a karşıki savım, burada da geçerli: Her halk kendini savunmak
zorunda. Kıbrıs’ta ne olduğunu gördük. 30 yıl da Kuzey Irak alacak ama ne
olursa olsun oradan çıkacağız ve er geç Kürdistan kurulacak ve TC ordusu buna
katkıda bulunmuş olacak, tıpkı Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin kurulmuşluğu ve
bizim buna katkıda bulunmuşluğumuz gibi...
Kıbrıs konusu önemsiz ve İsrail kendini kanda
boğmaya adım adım ilerliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin sorunu şimdilik tek: Kuzey
Irak.
ABD ile pazarlık yapabileceğimizi gösterdik.
Artık, ABD’nin asla ve kata Türkiye’nin müttefiki olmadığını görmekte. 1918’de
İstanbul’u işgal, (kuruluşundan 4 yıl sonra) 1927’de Türkiye’yi tanımak, ancak 1932’de Kavimler
Cemiyeti’ne sokmak, 1950’de Kore’de ABD askerlerini korumak için Türk
askerlerini kullanmak, 1962’de casus uçak krizini atlatırken, Boğazlar’a atom
bombası atmayı düşünmek, 1974’te Kıbrıs sorunu ertesinde yıllarca ambargo
uygulamak, 1990’larda PKK’ye yardım etmek. İkna olmamız için daha ne yapmaları
gerek? Türkiye topraklarını bombalamalarını mı? Hiç merak etmeyin, onu da
yaparlar.
AB sorunu gündemin gerilerine düştü ama uyum
yasaları kör topal da olsa tek tek çıkıyor. Bu durumda, Almanya vermezken,
Hollanda’nın füze rampası vermesi gibi, ‘biri yardım etmezse, diğeri eder’
duruma girdik. Uygundur.
Savaşta, tam bir insan hakları hukuku
sınavından geçeceğiz. Ordumu tanıyan biri olarak, pek umutlu değilim doğrusu...
Momentler sakindir.
·
10.03.03,
18:36, Ev.
SAVAŞ
GÜNCESİ : 4
Biraz medyadan alıntı:
Radikal, 10 Mart 2003, sayfa: 6:
Bir baba, insan kaçakçılarına 11 milyar lira
(8.500 dolar) vererek PKK’den kurtardığı oğlunu güvenlik güçlerine teslim
etmiş. Parayı ödemek için, tüm mal varlığı olan tarlasını ve hayvanlarını
satmış. Oğlu, önce idama, sonra ömür boyu hapse mahkum edilmiş. Baba, oğlunu
sağ görmenin kendisine yeteceğini söylemiş.
Adam, seçimini yapmış, hem de çok açıkseçik
olarak: İki yıl oğlunu İran ve Irak’ta izletmiş. Oğlunun sağ kolu da mayın
patlamasında kopmuş. Oğlu seçimini yapamamış. PKK onu kaçırmış. O, ileriye ya
da geriye kaçamamış.
Soru şu: Bu sırada genelkurmay, MİT, JİTEM, şu
bu ve medya ne yapıyormuş? Halk isyanı çıkması için, aynı olay kaç kez daha
yinelenmeli?
·
Aynı gazete nüshası, sayfa: 5.
ASAM mensubu Ümit Özdağ:
“Genelkurmay’ın desteği, tezkereye ‘evet’
çıkmasının garantisi değil.”
Evet, değil, çünkü savaşın lehinde olduklarını
söyleme cesareti gösteremediler. Kritik bir zamanda, yargılattıkları adamlarla
aynı kefeye girip çıkabileceklerini sanıyorlar. N’oldu? Anayasa yine çiğnendi.
Bedeli AKP’ye değil, MGK’ye yazılır.
Ordu bal gibi savaş istiyor, bu artık
görüle...
“Bağımsız Kürt devleti kurulmayacak. Bu ABD
için rasyonel değil.”
Yahu, ABD ne zaman rasyonel davrandı? Kore’de
mi? Kuzey Kore bugün hala var ve ABD’ye kafa tutuyor. Vietnam’da mı? Bugün
Vietnam, kuzeyiyle güneyiyle birleşik bir devlet ve BM’de. Kuveyt’te mi? Saddam
hala orada. ABD’nin asla geçerli-rasyonel bir Ortadoğu siyaseti olamadı.
“AB içinde, Fransa destekli Avrupa Birleşik
Devletleri projesi ile İngiltere destekli konfederalist proje çarpışıyor.”
Günaydın. Ancak, bu dediği 10 yıl eskimiş bir
durum. AB’nin de geçerli bir Ortadoğu siyaseti yok. Beyazlar, karakafa
Müslümanlar’ı sıfır sanıyorlar. Günlerini görecekler. Bugün Avrupa’da 25 milyon
Müslüman var. Tepkilerini hep birlikte seyredeceğiz.
ASAM, bizim RAND’ımız, hani özel sektörmüş de,
beyaz kuvvetmiş gibi... Kendi içinde ideolojik tutarlılığı olmayan bir biçimde,
devletin iç dengesizliklerinin dengesini korumak için, bir o yana, bir bu yana
yalpa vururlar. Yayın organları vardır. Devşirme metinler yayınlarlar.
Ek: 3 Mart 2003’te de, yine Neşe Düzel
röportajında Haşim Haşimi, Kuzey Irak Kürdistanı’nı savunuyordu. Abdülmelik
Fırat’ı anımsayalım: Devletin ayaklarına gelip, kendileriyle pazarlık edeceğini
önesürdü. 1 yıl sonra, devletin kendilerine eziyet ettiğini söyledi. ‘Çingene
kral’, Kürt ne? Evet, ‘bırakuji’ var ama o bundan sonra yetmiyor, artık dün
yarındır ve yeni söylemler lazımdır.
·
Aydınlık, 9 Mart 2003, sayı: 816, sayfa: 14:
“Güney’deki İran yanlısı Bedr Tugaylarının
Orta Irak topraklarını kullanarak kuzeye geçmesine Saddam izin verdi. ABD,
durumdan rahatsızlık duyduğunu açıkladı.
KDP, KYB ve gizli olarak PKK, ortak tavır alma
konusunda anlaştı. ABD, bunu destekledi.”
Bu durum, korucuları ve Hamidiye Alayları’nı
anımsatıyor. Unutulmaya, Siirt halkı Tayyip’e oy verdi. Hitler olsa, ona da oy
verirdi.
·
Konuyu yine medyayla kapatalım bu kez:
Sabah, 10 Mart 2003:
“Liechtenstein prensi, monarşiye geri
dönülmesi için, halka baskı yapıp, referandum istiyor.”
Hadi bakalım: Demokrasiden vazgeçmek için yeni
bir yöntem. Bulgaristan eski kralı başbakan olmakla yetinmişti. Bu insancık,
tarihi tersine döndürmek istiyor ve 800 yıllık demokrasi yönelimine darbeyi
vuruyor.
Sevgili halkçım, neredesin? Gel de, kendi
kendini yönet...
11.03.03,
07:45, Ev.
SAVAŞ
GÜNCESİ : 5
Dün İngiltere’deki İşçi Partisi, savaş kararı
nedeniyle bölünme durumuna gelmiş. Bir zamanların topraklarında güneş batmayan
imparatorluğunun düştüğü duruma bakın: Eski sömürgesinin yeni sömürgesi olmak.
Türkiye ile benzerlikler de var. CHP, asla
sosyal demokrat bir parti değil. Baykal da, asla sosyal demokrat bir lider
değil. İktidarda olsaydı, tezkereye kesinkes ‘evet’ diyecekti. Onun yerini
almak için, Öymen, Karayalçın, Soysal, işbirliğine başlamış bile... Benzerlik
burada bitmiyor. Keza, TC’yi Osmanlı İmparatorluğu’nun eski sömürgelerine
sömürge yapmak isteyen siyasetçi çok çıktı.
+
Geçen cuma günü ‘İlk Öldürme’ adlı bir savaş
belgeseli seyrettim. Vietnam Savaşı’nı yaşamış bir asker, bir fotoğrafçı ve bir
yazar anlatılıyordu.
2 önemli saptama vardı: Sivillerin de vahşi
olabileceği ve savaşın adrenalin düzeyinizi bir daha eski durumunuza dönmeyi
istemeyeceğiniz denli yükselttiğiydi. Bunu PKK İç Savaşı’nda Türkiye de aynen
yaşadı ama bizde gerçekler henüz doğrudan dile getirilmiyor.
Filmde küçük bir saptama daha vardı: Bir
savaşı görmek ve yazmak isteyenlerin çokluğu. Filmi seyredeli beridir, savaş
muhabiri olma isteğim nezdinde, kendi durumumu irdeliyorum.
Benim savaşla ilgili saptamam şu: Savaşta
kognitif-informatik açıdan bazı durumlar çok açıkseçikleşir ve zihnim bunu
aynen kaydedip aktarabilecek ender zihinlerden biridir.
Şunu da gördüm: Belgeselciler nezdinde
gerçekleşen bir durum var: Bazı insanlar yeni gerçeklik durumlarının ortaya
çıkmakta olduğunun ayırdındalar ama bunu adlandırmaya henüz hazır, daha doğrusu
yakın değiller. Örneğin yazar, bazı duygularının adını koyamadığını belirtti.
Bunun nedeni, savaşın birbirine karşıt ve birarada var olmaz sayılan duyguları
canlandırması. O zaman bunları bileşik ad gibi tanımlamak gerek: Öfke-şehvet,
merhamet-nefret gibi...
Demek ki savaş güncesi yeni tanımlara gebe...
·
12.03.03,
10:44, Ev.
SAVAŞ
GÜNCESİ : 6
Diyeyim yaklaşık 5 yıl önce, Türkiye’nin birinci askeri sorununun
Suriye olduğunu yazmıştım. O zaman PKK vardı ve en büyük sorun olarak o
görülüyordu. Bugün Kuzey Irak ve yine Kürtler var, yine en büyük sorun olarak o
görülüyor. Oysa Suriye, hala en büyük askeri sorun.
Açıklayayım:
Bir: Su sorunu, artık global bir sorun. İçecek su pazarı
cirosu, yıllık yüz milyar doları bulmak üzere ve bu düzey her zaman savaş,
kriz, hile, yasadışılık, ahlakdışılık yaratmıştır. Su sorunu da yaratmaktadır.
Örnekleyeyim: Belçika’nın temiz su kaynakları sıfır çıkmış. E ne yapacaklar?
Birilerinin suyunu çalacaklar, alacaklar değil...
Su sorununda Suriye, Asi nehri nedeniyle,
Türkiye’ye karşı doğrudan haksız durumda
olup, haklı geçinen bir ülke. Türkiye’nin müdahale hakkı çabuk doğar, kimse de
sesini çıkaramaz.
İki: Oğul Esad başa geçse de Suriye, hala Türkiye’ye kafa
tutabilecek tek komşumuz. Zaten ABD, ikinci durumdaki İran’ı da hedef sayıyor.
İran da bir hata sonucu, şimdiden Irak topraklarına girdi.
Üç: Rusya, hala güçlü ve Suriye’ye rahatlıkla
destek verebilir.
Dört: Kuzey Kıbrıs’taki askeri varlığımız, ne
ekonomik (uyuşturucu sattığımız için), ne de askeri olarak bizi yıpratmadı.
Kuzey Irak’taki askeri varlığımız da bizi yıpratmayacak. ‘Makul bir budama
düzeyi’ diyeyim. Malumunuz, budanan bitkiler iki katı uzunlukta yaşar.
Beş: Türkiye, artık emperyalist olmak zorunda,
yoksa yok olacak. 1945-2005 arasında anti-emperyalizmin yolu vardı ama artık
yok olmakta. Türkiye’nin askeri akilleri son ışığı görmezden gelecekler.
Dolayısıyla Türkiye, birden çok savaş yaşayacak ki zaten yaşadı bile...
·
11 Eylül 2001 için söylediğim, ‘Davut Golyat’ı
yendi’ önermesinin ilk ve az başarılı (dolayısıyla başarısız görünen) adımını
bu kez Türkiye, ABD’ye karşı atacak.
·
13.03.03,
11:00, Ev
SAVAŞ
GÜNCESİ : 7
Hollanda’da yaşayan ve çifte vatandaşlık
hakkına sahip bir Türk, oranın ordusunda yüzbaşı olduğu için, bize verdikleri
füze bataryalarını korumak için Türkiye’ye gelmiş. Seneye Türkiye ordusunda da
bedelli askerlik yapacakmış.
Kıbrıs sorunu çözümsüz. AB, eğer Güney Kıbrıs
Rum Cumhuriyeti, anlaşma olmadan AB’ye girerse, Türkiye’nin işgalci ülke
sayılacağını açıklamış.
O zaman ne olacak? Bu arkadaş nerede
savaşacak? Türkiye’ye karşı mı, Türkiye’nin yanında mı? Üstelik kendisi
münferit vaka filan değil. Onun durumunda binlerce kişi var.
+
Bir önceki başbakan Gül, görevi devretmeden
önce, Barzani’nin ve Talabani’in TC pasaportlarının sürelerinin uzatılması
işlemini yaptırmış. Vatandaşlık hakkı ver, sonra da öldürmeye kalkış, savaş aç.
Tam bize uyan bir ironi...
+
Elimden hiçbirşey gelmeyebilir ama bu beni
üzmüyor: Savaşa karşı duygum bu.
Bir savaş kuramı kitabında, savaş
parametreleri olarak, onlarca madde bir ağ içinde neden-sonuç ilintili olarak
tasarlanmıştı. Bir öğe, birden çok öğenin nedeni ve/ya sonucu olabiliyor, daha
önemlisi neden-sonuç ilintisi karşılıklı olabiliyordu. Eksik olan durum,
katsayı ve/ya zaman dizisi ilintisinin tanımlanmamış oluşuydu.
Bugün burada bunlardan; dış borç, genç nüfus
fazlası, alaturka militarizm, uluslararası siyasette aşağılık takınağı, temel
etkenler olarak görünüyor. Halk isyanı ve/ya vicdani ret, tüm savaşlarda etkin
olabilecekken, yine tüm savaşlarda olduğu gibi, limit sıfır durumunda gözleniyor.
Bu durumda benim ölmemin bir anlamı olmayacaktı.
Bir de, cepheye gitmeden savaş muhabirliği
yapıyor gibi oldum. Zaten savaş muhabirleri bunları yazmazlar, yayınlatamazlar
da...
Bilmem farkında mıyız ama kimse, ‘Irak
halkının hali nicedir?’ ile ilgilenmiyor. Milyonlarca kişi sürgün olacak,
binlerce kişi ölecek ve tam Nazi kafasıyla, olguda yalnızca istatistik olarak
hesaba katılıyorlar.
ABD, Iraklılar’a demokrasi götürecekmiş. Önce
kendisi demokrasiyi gerçekleştirsin.
AB, ABD ile yarışma alanı olarak bu zamanı ve
burayı seçti.
Çin’in Irak petrollerinden pay istemesi tam da
estetik-politik praksise uygun (yani ‘Kahraman’ filminde tasvir edilen durum
gibi).
+
ABD’li başkan yardımcı Cheney’nin şirketi, 900
milyon dolarlık ihale kazanmış.
İktidar seçkinlerinden ordu-işadamı ilintisi
bizde de çok güçlüdür. Emekli generaller hep holdinglerin yönetim kurullarında
görevlendirilir. O nedenle, bir işadamının askeri ihaleler peşinde koşması
şaşırtıcı değil. Sonuçta, b.k yediren binbaşı Cafer Tayyar, emekli olduktan
sonra İhlas Holding’in yönetim kuruluna boşuna seçilmedi.
+
BM fiilen tasfiye ediliyor duruma geldi.
Kavimler Cemiyeti de yetersizdi. İnsanlar
henüz global demokratik örgütlere hazır değil. Güçlü olanın sözü geçiyor.
ABD, yeterince güçlü olmadığını, sözünü
geçiremeyince anlıyor ve kızgın mahalle kabadayısı gibi, başta Türkiye olmak
üzere, gücünün yettiklerine sataşıyor. İngiltere’nin durumu bizden gülünç.
+
1991 Körfez Savaşı’nda marketlerdeki dayanıklı
yiyecek stokları tüketilmişti. Bu kez öyle bir durum yok. Bu, beni de,
başkalarını da şaşırtıyor. Ya savaşa olasılık tanımıyorlar, ya da paralize
oldular, kımıldayamıyorlar.
+
Bakıyorum da, daha ilk parçadaki ilk tümceden
başlayarak, momentlerin akışkanlığı çok devingen. Bu da modelin gerçekçiliğini
imliyor.
·
14.03.03,
10:12, Ev
SAVAŞ
GÜNCESİ : 8
HADEP, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Onun devamı sayılan DEHAP hakkında da kapatma davası açıldı.
Yani, böyle bir zamanlama olabilir: Şeriatçıya
af ve başbakanlık, etnikçilere hüküm. E, karşılığında Kürtler’in ne yapacağını
bekliyorlar ki?
Karar şerhinde PKK’ye yardım da var. Şimdi de
KADEK’e yardım etmeleri için çanak tutuyorlar.
+
59. hükümetin kurulması peşindeler. 80 yıl ve
58 hükümet. Hükümet başına 1,5 yıl süre bile düşmüyor. Yenisinin de hükmü,
yerel seçimden 6 ay sonrasına dek...
AKP, savaş hükümeti olamayacağını kanıtladı.
Tezkere oylamasında ‘hayır’ oyu veren veya
çekimser kalan 90 AKP milletvekilinden 50’si bu kez ‘evet’ diyeceklerini
peşinen açıkladılar. Erdoğan, sopayı gelmeden gösterdi bile...
+
Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök, hükümetin
savaş kararı tezkeresini destekleyen bir konuşma yaptı 4 gün önce. Savaşa
girsek de, girmesek de zarara uğrayacağımızı beyan etti. Ancak, ölebilecek
10.000-100.000 kişiyi, hiçbirşey fark etmezmiş gibi ima etti.
Hemen, tüm general kadromuzu cepheye alıyoruz.
Vatana millete yararlı olup şehit oluyorlar.
+
12 Mart 2003, Sabah gazetesi:
Tarihte ilk kez bir ülkenin toprağında
(Hollanda’da), başka bir ülkenin (İskoçya’nın ki o da aslında İngiltere’ye
bağlı) yasaları uygulandı. Libya lideri Kaddafi, 15 yıl önceki bir uçak
sabotajında ölenlerin yakınlarına 2,7 milyar dolar tazminat ödemeyi kabul etti.
Şili diktatörü Pinochet’nin İspanya tarafından
İngiltere’de yakalatılmak istenmesi ve Belçika’daki bir mahkemede İsrail lideri
Şaron’un yargılanması ama sonra karar çıkmadan mahkemenin tasfiye edilmesi
örneklerinden sonra bu üçüncü örnek.
Bizdeki örnek ise, zamanın genelkurmay başkanı
Doğan Güreş’in PKK’ye yardım eden ABD güçlerini engellememesinden ve ABD’nin de
bu suçtan, birarada Avrupa insan Hakları Mahkemesi’nde savaş suçundan
yargılanması olabilir.
+
AİHM, Öcalan’ın adil yargılanmadığına karar
vermiş ve sanırım TC’yi 100.000 ‘euro’ tazminat ödemeye mahkum etmiş.
Ayrıntılardan biri, yakalanma biçimi üzerineymiş.
Anımsayalım: Adam Rusya’ya kaçtı. İzlenince
İtalya’ya kaçtı. Olmadı Kenya’daki Yunanistan büyükelçiliğine kaçtı. MOSSAD ve
CİA desteğiyle yakalandı.
2 NATO ülkesi olarak, İtalya’nın ve
Yunanistan’ın terör suçu işlediğine bakılmıyor da, bizimkiler Apo’yu salla sırt
etmişler, ona bakılıyor. Ne yapacaklardı, ‘yurda dön’ diye, davetiye mi
basacaklardı?
+
ABD abarttı. Askeri uçuşlara Türkiye hava
sahasının da açılmasını istedi. Aynı anda BM savaş kararının çıkmayabileceğini
de açıkladı. E, hani nerede uluslararası hukuk?
Erdoğan’a ne verdiler de, bu denli
talepkarlar?
+
Momentler, oryantal rakkaseye döndü. Olayların
gerçekleştiği gün yazılması ile birkaç gün geçtikten sonra yazılması farklı
anlamlar yaratıyor.
·
15.03.03,
21:30, Ev.
SAVAŞ
GÜNCESİ : 9
Haftasonu olduğu için gerilim tavsadı.
ABD, yardımı askıya aldı. NATO ülkeleri
içinde, hava sahasını onlara açmayan bir biz kalmışız.
ABD, İngiltere ve İspanya yetkilileri
haftasonunda Azor Adaları’nda biraraya gelecek. Böylelikle, İngiltere’den
sonra, sanırım Fransa’yla olan sürtüşmesinden dolayı, İspanya da ABD hempası
oldu.
ABD, Bulgaristan’a özel teşekkürlerini iletti.
Eski sosyalist, yeni demokrat, eski kralı yeni başbakan olan ve % 10 azınlık
Türkler’in iktidarda koalisyona ortak olduğu Bulgaristan. (Bakınız: ‘Krallar
Hitler’den Daha Tehlikelidir’ metnim.)
Güneydoğu’da bir vatandaş, Mardin’de ABD askerleri
için genelev açmak üzere başvurmuş. Onlar ilk kez geldiğinde, genelev
duvarlarını boyayıp ‘welcome’ (: hoşgeldiniz) pankartları asmıştık. Artık yeni
genelevler kurmaya tekamül etmişiz demek ki...
BM kararı pazartesi oylanacak. Kendi açısından
olumlu kararı ABD bile pek beklemiyor.
ABD basınında, Türkiye’yi sıkıştırmak için
Kıbrıs ve Kuzey Irak sorununu kızıştıran, tek yanlı metinler yayınlanmaya
başladı.
İkinci savaş tezkeresi, TBMM’ye bir sonraki
pazartesi gelecek. Bu arada güvenoylaması var.
Son 2 haftaya oranla, daha yavaş tempolu bir
hafta olacağa benzer. Sürpriz umulmuyor.
Savaşta bile boşluklar olabileceğini belirtmek
için bu kısa bölüm yazıldı.
·
16.03.03,
18:17, Ev.
SAVAŞ
GÜNCESİ : 10
Araplar, el Cezire televizyonuna çıkıp, ‘biz
neden böyleyiz?’ diye tartışmışlar. Kimse, oralarda yılda basılan kitap
sayısının nüfusa oranının Batı’nın yirmide, dünya ortalamasının yedide biri
olduğuna dikkati çekmemiş. Türkiye’de de bu soru 1838’den beridir soruluyor ama
o zaman da ‘biz nasıl sanayileşiriz?’ sorusunu kimse sormamış. Matbaa 250 yıl,
tren 100 yıl, elektrik 25 yıl, araba 25 yıl gecikmeli gelmiş ama petrol, kendi
topraklarında olmasına karşın, hiç gelememiş. Petrolün binlerce yıldır
bilindiğini anımsatmak gerekmesin.
Ancak, tartışma çok iddialı savla kapatılmış:
Biz bu diktatörleri yıkarız. O da biraz zor: Kaddafi (üstelik Türkiye’de eğitim
görmüş) asker, Fas’ta kral var, Suriye’de hanedanımsı oğul var, İran’da molla
diktası var (Farslar’ın Arap olmadığını biliyorum). Yani, Müslümanlar’ın bu
konudaki uygulama fantazisi epeyi geniş kalmış. Türkiye’nin de 47 yılda 4 darbe
yaşadığı düşünülürse, hala koşut ilerliyoruz gibi sayılır.
Radikal gazetesinin, çeviri uluslararası
siyaset yazılarını, 11 Eylül olaylarından beridir izliyorum. Henüz son altı
aydır Araplar’dan örnek veriliyor. Beyaz kuvvet oldukları bariz olanlar
dışındakiler, Türkiye’den bayağı çekiniyor ve Kuzey Irak’ta kalıcı bir işgal
bekliyorlar. 30 yıldır Kuzey Kıbrıs’ı anlamadıkları belli (ki hiçbiri onu
tanımadı): Girişin haklı olabilir ama gerisi haksız olabilir. Şimdi Barzani’nin
ve Talabani’nin siyaset hataları ortada: Kendilerini 2 kez yüzüstü bırakmış
ABD’ye güvenerek, Türkiye’ye üçüncü kez kafa tuttular. Şimdi Ankara’da
dolaşmadık kapı bırakmıyorlar. Türkiye pasaportuyla Kürdistan başkanı olunmaz.
+
ABD Irak’ı bombalamış bile... ABD’nin bu işi
tek başına götüreceği düşüncemde ısrarlıyım.
+
Zenginler Irak’ı terkediyormuş. Hep söylerim:
Savaşlarda ölenler ve yitirenler, hep fakirlerdir.
+
Hürriyet ve Sabah gazeteleri, kimin savaşı
daha çok destekleyen köşe yazarı olduğu konusunda kapışmışlar. Ben gazeteleri
dönüşümlü olarak okuduğum için, Sabah’ın hempalarının bazılarını ıskalamışım,
çok güldüm. Burada ad vermeyeyim, yanıt hakkı doğmasın.
Asıl ironik olan, daha önceki Bilgin ve Doğan
kapışmalarında olduğu üzere, patronların ortaya çıkmayıp, ayakçılarını
dalaştırması.
Daha da ironiği, savaşa karşıymış görünen
bazılarının araya ‘heil USA’ları, tabii dolarcıkları da sıkıştırıvermesi....
Beni en çok Demirel’in iki gün önceki
saptaması güldürdü: “ABD hazımsız ülkedir, adamı al aşağı ediverir.” Bunu 40
yıl önce söyleseydin, buralara gelebilir miydik, sabık cumbaba?
+
Ad verebileceğim bir durum var: Murat Belge.
Artık umudunun kalmadığını beyan etmiş. 1989’da eski doğu bloku çökünce, kafayı
yiyip tımarhaneye düşen ve elektroşok destekli ağır bir kemoterapi gören
marksist birinin 2003 saptamasını alıntılayayım: Devrim bensiz olacaksa, olmaz
olsun. Belge, 1955-1960 doğumlular kuşağını (ya da diğer bir deyişle
‘78’lileri’) seks filmleriyle ve arabesk müzikle yetiştikleri için, bundan 8
yıl önce, ‘Pazar Postası’ gazetesinde
aşağılıyordu. Şimdi o kuşağın tamamına yakını çökmüş durumda ama geriye
ve ayakta kalan birkaç kişisiyle, Belge’yi tarihin çöplüğünde bırakıp,
kendilerini de içermeyecek olan, güzel bir gelecek için yaşamlarının son
enerjilerini feda ediyorlar.
Rahmetli mezarsız-ateist Nesin doğru söylemiş:
“Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik.” 2. Cumhuriyet’in gelmesine birkaç on
yıl daha var. 1. Cumhuriyet’in gelmesi için kaç onyıl geçti? Hani nerede 2.
Kurtuluş Savaşı? Belge’yi emekli ediyor ve yolumuza devam ediyoruz.
+
Demek ki neymiş: Haftasonu bile olsa, işler
kızışıkmış ve savaşta mola yokmuş.