YAŞARKEN / YAZARKEN

 

2000

 

Günce

 

İÇİNDEKİLER

 

İçindekiler

 

Önsöz

 

1.        01.01.00

2.        07.01.00          Ölüm Yolu            

3.        25.01.00

4.        30.01.00

5.        10.02.00

6.        11.02.00

7.        14.02.00

8.        09.03.00

9.        05.04.00

10.     09.04.00

11.     11.04.00

12.     12.04.00

13.     18.04.00

14.     26.04.00

15.     28.04.00

16.     19.05.00

17.     22.05.00

18.     24.05.00

19.     08.06.00         

20.     25.06.00

21.     01.07.00

22.     07.07.00

23.     15.07.00

24.     19.07.00

25.     21.07.00

26.     22.07.00

27.     24.07.00

28.     26.07.00

29.     22.08.00

30.     23.08.00

31.     29.08.00

32.     01.09.00

33.     04.09.00

34.     05.09.00

35.     05.10.00

36.     13.10.00

37.     14.10.00

38.     17.10.00

39.     18.10.00

40.     24.10.00

41.     30.10.00

42.     07.11.00

43.     08.11.00

44.     09.11.00

45.     12.11.00

46.     13.11.00

47.     15.11.00

48.     20.11.00

49.     21.11.00

50.     23.11.00

51.     24.11.00

52.     25.11.00

53.     26.11.00

54.     27.11.00

55.     28.11.00

56.     30.11.00

57.     04.12.00

58.     05.12.00

59.     06.12.00

60.     07.12.00          Cinsel özgürlükler

61.     08.12.00          Gündelik yaşamın kültürolojisi

62.     08.12.00          Acı ve ötesi : 1

63.     09.12.00          Acı ve ötesi : 2

64.     13.12.00

65.     15.12.00

66.     17.12.00          Bütünleşme

67.     20.12.00

68.     23.12.00

69.     25.12.00          Giderken…

70.     26.12.00

71.     27.12.00          Türkiye’nin 2000 Siyasal Panoraması

72.     28.12.00          Bir İnsan Yaratmak + Yeni

73.     29.12.00          Yalnızlık

74.     30.12.00

75.     31.12.00

 

Sonsöz  


ÖNSÖZ

 

Bu yıl bir tuhaf oldu. Kırk yılım bitti. Bir onyıl, bir yüzyıl ve bir binyıl aynı zamanda bitti. Soğuk Savaş’ın bitişi bitti. Yeni dönem başladı. 1. Sanayileşme’nin son, 2. Sanayileşme’nin ilk 50 yılı bitti (ikisi eşlenik ve içiçeydi).

 

Bu yıl askerlik yaptım. Mart 1999 – Mart 2000 arasında 4 ağır hastalık yaşadım. Haziran 1999 - Haziran 2000 arasında 4’ü tatil için ve 2’si ilk kez uçakla olmak üzere, 10 yolculuk (sırasıyla gidiş-geliş olmak üzere menziller: İzmir, Alanya, Sivrihisar, Çanakkale, Alanya) yaptım.

 

Yurtdışı olanağını devreye soktum. 6 kitap postaladım. Sıfırdan 1.000 kitaplık kütüphane kurdum. İçkiye epeyi ara verdim. Bilgisayara ve internete alıştım. İlk kez parayla yazı yazdırdım.

 

Sonuç?: Bir yazarın tarihçeye uyan biyografisi oluşmuş oldu. Şimdiye dek dıştan yalıtık idiysem de, artık değilim. İstesem de tersini olamıyacağımı düşündüğüm için duruma uydum. 35’imde kendi kendime sormuştum: Yaşayacak mısın? “Şimdi olmazsa artık hiç olmaz, öyleyse yaşayacağım” gibi açıkseçik bir yanıt gelmişti. Dış-iç geçişimi ve buna adaptasyon süreci 5 yıl sürdü.

Metinlerim siyasileşti. Sürgün, mezar, hapis veya tımarhane şıkkını hesaba katmaya başladım. Kışlayı yaşayıp atlattıktan sonra vız gelir (bedellilerden ölen oldu ve ben oraya hasta gidip hasta döndüm).

 

Ne kaldı geriye?: 100’den 200’e çıkarılan proje sayısı. Yılda 5’ten 10’a fırlayabilen sonul ürün sayısı. Çocuk yok, sevgi yok, bir noktadan sonra cinsellik de yok. Az içki var.

 

Yaşlılığı temasta yaşayacağım ve yazacağım.

 

Hoş geldin yeni bir-on-yüz-bin yıl…

 

Lütfen 40 yıl daha ve artı belki 1 kafa nakli…

 

·          

 

Notlar

 

1.        Hacim düzenlemesi için, yılın tüm metinlerini ekledim. Başta, yalnızca bilgisayarla yazılanlar vardı.

2.        Günce okumak üzerine de bir metin eklemeliyim.

3.        TC’nin durumunu çok kısa olarak açımlamalıyım.

4.        Eksik olanları (seks gibi), 2001 günce programına adım adım sokmalıyım.

5.        Günce de, makale gibi yazılabiliyor. Makalenin güzelyazın olabilmesi gibi, günce de ciddiyazın olabiliyor.

6.        Rüya, güncenin bir alttürü.

7.        Yayınlanmamış biçimiyle, Türkçe’nin en çok günce ve mektup yazmış yazarıyım galiba… (1981-2000 arasındaki 20 yılda, 3.500 sayfa mektup, 3.500 sayfa günce gibi.) Eh, işin yalnızca / henüz yarıyolunda (belki ondan da azında) olduğumun da hesaba katılması gerek.


01.01.00, 08:00, Ev.

 

Sıradan bir cumartesi sabahı. Herkes, dün gecenin mahmurluğunda uyuyor.

 

Çok yıldır yılbaşılarım yavan geçiyor, yaşgünlerim de öyle…

 

Artık kırk yaşındayım. Günlerin geçişi tersinmez etkili.

 

Nekahattayım.

 

Ayın on beşinde bir aylığına askere gideceğim. Sonra bir çizgi çekip yaşama sıfırdan başlayacağım. Eğer olursa tabii…

 

Bıkkınım ve sıkkınım.


07.01.00, 20:45, Ev.

 

Ölüm Yolu : 1 :

 

Ölümü düşününce parçalanıp yok oluyorsun.

 

Peki, (ikiye) bölünüp bir bölümün aczdeyken, bir bölümün ötelenemez mi?

 

Hala, henüz, ne yazık ki hayır…

 

Kilitleniyorum. Oysa, libidom bunu alt edecek denli güçlü…

 

·          

 

Az zaman kaldı… Yarıyoldan çok daha az zaman… Kafa nakli yalnızca bir ütopya… Çaresizim.

 

Ölüme doğru frensiz yol alıyorum… Zaman tersindirilmiyor ki…

 

Herkes gibi ben de öleceğim… Belki birşeyler yazmışabileceğim…

 

Midem bulanıyor…

 

Berbat…

 

Ağlamak bile rahatlatmıyor…


25.01.00, Çanakkale.

 

Beyin on günlüğüne gitti ve geri döndü. Ölüm her zamanki yerindeydi.


30.01.00, 15:00, Çanakkale.

 

Ölü bir ayın yarıyolu. Yokluğumda varım.

 

‘Düşünen Siyaset’ dergisi, ‘Spy vs. Spy’ı Şubat 2000’de yayınlayacakmış.

 

Düşünce yolu açık. Ölüm, artık ufuktan da yakın.

 

Tuhaftır, askerdeyken bile, 6 günde 20’nin üzerinde metin parçacığı yazıktırdım.


10.02.00, 16:00, Çanakkale.

 

Kırkında sıfırdan günce tutmaya başlamak.

 

Çocukluğumu ve gençliğimi yazamadım, doğrusu pek yaşayamadım da... Batı Avrupa kültürü, kırkına ‘yetişkinlik’ diyor, ‘yaşlılık’ değil. Belki yetişkinliğimi yaşayabilir ve yazabilirim.

 

Umut yok. ‘İki’de asal yalnızlık var.


11.02.00, 16:30, Çanakkale.

 

Hiç yazmadığım yazılası konular ve yazdığım yazın dalları birleştirilince, son 5 yıldır öznellikten çok uzaklaştığım ortaya çıkıyor. Oysa, ondan önceki 10 yılda da aşırı öznellik vardı. Düşünüyorum da, kendimi anlamaya pek çalışmamışım, dolayısıyla kendim hakkımda yazmış olmamışım.

 

Ben neyim? = Zihinsel + (Geçişimler) + Kültürel.

 

Bu çerçeve işe yarar.


14.02.00, 17:00, Çanakkale.

 

Çok tuhaf.

 

‘Acı’nın ötesine geçmişim. Hipermetrop gözlerim bakmadan görüyor.

 

Berraklık… Keskinlik…

 

Bir kış akşamı eğer bir yolcu…

 

Askerlik beni etkiledi. Boşalttı.

 

Nelerin dolacağını zaman gösterecek.


09.03.00, İstanbul.

 

Düşünüyorum da, Çanakkale’de iken zihnim orada değilmiş ama İstanbul’da da değilmiş. Hiç bir yere sıkışıp kalmış.


05.04.00, 19:09, Ev.

 

Anlamı olacak mı bilmiyorum ama günceyi şimdiden sonra doğrudan bilgisayara yazıyorum.

İçimde ağır bir acı var. Yıllar geçtikçe başkalaşan, başkalaştıkça daha çok gerçeklik kazanan bir duygu.

Yaşlılık, bedenen olmasa da, zihnen tanıdık bir durum. Geçirdiğim ölüm tehlikeleri, yaşlılığın daha hızlı bir biçimi (aynı zamanda süreci) idi yalnızca.

Ölüm travmalarımın değişme süreçlerini pek dile getiremiyorum. En çok önem verdiğim yazma konusu olmasına karşın, yazdıklarım beni ikna etmiyor. Bunda, dilsel örneklerin yokluğu da pay taşıyor.

En son kavram aşaması, ‘asal yalnızlık’ idi. 5 yıl oldu herhalde… Yarı yolun bayağı ilerisindeyim artık…

O nedenle çaresizliğim somut. Çok yıllar önce, ölüme karşı son tepkinin teslimiyet olduğunu okumuş ve inanmamıştım ama belki ben de artık o aşamaya gelmişimdir.

Birikimlerim, beni bile şaşırtıyor. Son 3 yıllık yayınlanma sürecim / deneyimlerim, Türkiye’de ne denli anlaşılmaz olduğumu bana gösterdi. Herkesi ışık yılları ardımda bırakmışım.

Herşeyi ayırsamak, herşeyi yazmak, geriye izlek bırakmak. O yolu henüz kimsenin yürümeyeceğini bilmek. Sıradan insanların eziyetlerine gömülmek…

Yaşlılık… Sevmediğin halde, anne babanın ölümüne bir türlü kendini hazırlayamamak. Yaşamının en uzun süreli partneriyle imkansızlıklar...

Küçük şeylere takmamak. Geriye takacak bir şeyin kalmaması. Sorunlar çözüldükten sonra, asıl sorunların başlaması. Uyku, rüya, düşünce…

Yaşam sürüyor, benimkisi telafisiz olarak eksilse de…


09.04.00, 20:07, Ev.

 

Can yakıcı anlar…

 

Yaşlılılığın demeyeyim de, ortayaşın tuhaf konumlarındayım. Yaşamda biricik tutanağım yazmak ama o da başkalarınca aksatılıyor. Amaç, (yazmak olsa da, olmasa da) bir tek ve içsel olunca, yaşamsal seyrini ona göre düzenliyorsun. Dışsal bir bakış kullanılırsa, saçmaladığını düşündürtüyor.

 

Bilgisayar odasını düzenleyince, güncelerim de ortalık yere kondu. Bakıyorum, bakıyorum… Bir yere varmamış, varmayan ve varmayacak bir eylem olarak sıkı dayanmışım. O dosyalar ve defterler, bedenimi ve zihnimi bile savunamazken, insanlara karşı savunuldular ve çok çok az bir fire ile bugüne ulaştılar. 1994 öncesi herşeyi şu an silip (yani yırtıp) atabilirim ama oradalar. Benler… Hatta varlığımın bile olamadığı denli çok ve kesin öyleler…

 

Burada yazılan konu ‘yazmak’ değil, ‘yaşamak’. Elimdeki ‘Bilon’ güncesi gibi, gündelik ayrıntılara tümüyle girmeseler de, temelde yaptıklarımı (ve şu an anımsamadıklarımı) içeriyorlar.

 

Çok uzun süreler boyunca, yaşamımdaki olaysızlıktan yakınırdım. Zaten, gelen sürprizler hep olumsuzdu. Son 5 yıldır ise, yaşamım düze çıkmış sayılır, yani şeytan ikinci yarı için verdiği sözde duruyor. Ben de, yeni acılar çekme sözümü tutuyorum. Diğerleri gibi davrandıkça, insanların ne gülünç dertleri olabileceğini görüyorum.

 

‘Ben ve onlar’, durumu hala sürüyor. En sonki ‘sanal kişilik’ tasarımı düalizmi de, bıraktığım yerde duruyor. Bu açıdan son 5 yıl ‘mayalanma dönemi’ idi de denebilir.

 

Artık yeni ve farklı bir şey olmak istemiyorum ki bunun yorgunlukla ilgisi yok. Enerjimi boşa kullanmak istemiyorum. Şu anda da yazmanın dışında, üzerinde enerjimi / libidomu kullanmak istediğim hiç bir şey yok.

 

Günceleri yazarken, ana amacım yazmayı öğrenmekti. 1994’te 1984-1993 arasındaki günceleri okuduğumda içim sıkılmıştı. Oysa, şurada iki günlük ve parçalık günceye baktığımda yarına, enaz elli yıl sonraya, öznel bir izlek çizdiğimi görüyorum. Bunda, 7 yıllık öznel soluklanma ve nesnel aşılanma döneminin büyük payı var.

 

Çamuru sıktım. Suyunu süzdüm. Geri kalanı ezdim. Taş oldu. Şimdi katı fazlı bir ruhun çizelgesi var elde…

 

Doğru muydum, yanlış mıydım? Henüz kesin emin olamam. Elimde örnek yoktu.

 

Bildiğim, yanlış yaptıysam bile, buna aldırmadığım… Yapbozluk ne zamanım var, ne de isteğim…

 

Buruk anlar…

 

 

 


11.04.00, 09:27, Ev.

 

Aslında şu ‘ev’ ibaresini koymak gereksiz; çünkü bundan böyle günceyi hep (evde duran) bilgisayarla yazacağım ama yine de belli olmaz.

 

Dün, yalnızca bozuk param olmadığı ve bunu ta Galatasaray’da farkettiğim için, Tünel’e yürüyüp, akbili doldurtup, para bozdurmak istedim. Yolda Halil Beytaş’ı gördüm. Tahminim Orhan Devret’in evinden geliyordu. Bir yan sokaktan önüme çıktı ve beni görmedi. İspanyolca bildiği için, ona ‘milonga’nın anlamını soracaktım. Seslenmedim. O yürüdü, ben yürüdüm. Önce gazete aldı, sonra bir pastaneye girdi. Yoluma devam ettim. İşimi gördüm.

 

(Bir hazin film planı idi.)

 

Suskunluklar… Hatalarım şimdiye dek pek çok oldular ki biri de ona karşıydı. Brecht’in dediğince, unutmamak hatayı yapanın görevidir.

 

Herhalde, davranışların psikolojisi ile siyasal durum arasındaki bağı kurduğunu ilk anımsadığım sanatsal örnek, ‘Violette Noziere’ ve/ya ‘Jules ve Jim’dir. Bir de, Necdet Şen’in ‘Bacı’sının sonunda iki kişinin yolları ayrılır ve bir daha selamlaşmazlar, hatta birbirlerinin mekanlarını bilseler de, raslaşmazlar bile.

 

İnsan gençken, kendisine izletilen hata deneyimlerine şaşar ve kendisinin de aynı hataları yapabileceğine pek aklı ermez.

Ben, yalıtık bir yaşam sürdüğümden dolayı,  iyice üzerime alınmazdım. Ancak, yaşam gelip seni buluyor. Halil ile de öyle oldu.

 

İşte yaşam… İşte kendimiz… Daha kırkımız bitmeden öykü-tarihçe olduk bile…

 

Kişilerin mahremiyeti ilkesine, güncelerde uyageldim. Ayrıntılara o nedenle girmeyeceğim.

 

Yaşamım, hala olaysız ama geçmişim deneyimli, çünkü özümsedim onu… Anlatacak hikayem çok ama yaşayacak hikayem yok. Olmamasına da çabalıyorum zaten… Yine de, ileride öykü yazacağım.