Geçen yılın ikinci yarısında, ama özellikle bu yılın ilk günlerinden itibaren, İnternet'le ilgili iş yapanların önüne giderek daha sık çıkan bir terim var: "Mobil İnternet." İnternet'le ilgili iş yapanlar diyorum, çünkü "power" İnternet kullanıcıları dışında, daha çok profesyoneller arasında dönüyor bu terim. Şimdilik.
"Mobil İnternet" demek, kabloyla bir yerlere bağlı olmayan cihazlar üzerinde İnternet kullanabilmek demek: Dizüstü bilgisayarlar, başta Palm'lar olmak üzere avuçiçiler, cep telefonları.. Bir başka terimle ifade etmek gerekirse, "wireless" cihazlar, "wireless" İnternet erişimi.
Mobil İnternet'in sınırları, cep telefonlarıyla mektuplaşmaktan, online oyun oynamaktan başlıyor, herşeyin birbirine bağlı olduğu "akıllı" bir dünyaya kadar uzanıyor. Bir yıl öncesine kadar fütüristik bir senaryoyu andıran böyle bir "akıllı" dünya düşüncesi, şimdi gündelik gerçeğe dair bir şey haline gelmiş durumda. Mobil İnternet teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler sayesinde. Bluetooth gibi şirketlerin öncülüğünde, herşeyi birbirine bağlayacak ve "akıllı" hale getirecek uygulamalar, ancak kablosuz data transferlerinde tam olarak anlam kazanabiliyor. Evlerin içindeki buzdolapları marketlere, başucundaki çalar saatler havayollarına bağlı! Buzdolapları markete ihtiyaç listesi gönderecek, havayolları çalar saate uçağın rötar süresini.
Bu denli geniş sınırlar içinde ele alınabilecek kablosuz online iletişim konusunda Türkiye'de çok laf edilmeye başlandı, ama bu konuda elle tutulur girişimleri olanlar pek az. Hele uygulama geliştirmeye yönelik çalışmalara girişecek kadar gözükaralar neredeyse hiç yok.
Ericsson Türkiye tarafından kurulan uygulama geliştirme platformu Crea-World, şu anda bu alanda ortaya çıkmış en dikkate değer oluşum. Bu oluşumun öncülüğünü yapan, bir anlamda Crea-World'ün "fikir babası" olan kişi ise, Ericsson Türkiye Genel Müdürü Ersin Pamuksüzer. Ericsson'un ülke merkezlerinin genel müdürleri arasında, o ülke vatandaşı olanlar az. Pamuksüzer bu istisnalardan biri. Türkiye'de bir Türk genel müdür. Sözünü sakınmayan biri olarak biliniyor. Bir de onun için "iyi takım kaptanı" deniyor. Üç yıl önce başına geçtiği Ericsson Türkiye'nin, dünyadaki ülke operasyonları arasında pazar payı açısından dokuzuncu sıraya yükseldiği düşünülürse, çok da başarılı.
Online iletişime yönelik çalışmalar yapan şirketlerin, büyük operasyonlar için genellikle hazır çözümler aldıkları, yani yazılım ithalatını tercih ettikleri düşünülürse, Crea-World'ün misyonu bunun tam tersi. Ersin Pamuksüzer, dünyaya yazılım ihraç etme noktasına gelebileceğine inandığı bir potansiyelin değerlendirilmesi peşinde. Crea-World için, "O bir community kavramı" diyor. "Bir gönül birliği, yaklaşım birliği yaratıyorsunuz. 'Biz' diyorsunuz, 'Mobile Internet Society' olacağız. Böyle bir iddiayla yola çıkıyorsunuz. İşi başlattıktan sonra, bu community yayılma eğilimi göstersin istiyorsunuz. Yani yan sanayi olacak, harita temin edeninden tut da, bilgi temin edenine kadar, bir community mantığı. Bütün mesele, başarılı uygulamalar elde edebiliyor musun, bu uygulamaları diğer ortamlara taşıyabiliyor musun? Taşıyabilirsen maliyetin sıfır. Şu anda bize 600 kadar müracaat var. Aynı anda 36 kişiye çalışma ortamı sağlayabiliyoruz. Aynı anda 10 - 11 proje grubu demek bu. İlk proje gruplarının çalışmaları tamamlandı. Türkiye'nin rekabetçi gücüne bakacak olursan, en kolay rekabet edebileceğimiz şey, beyin gücü. En ufak üniversitemizde bile bu konularda 300'le 500 arasında mezun veriliyor. Bu mezun olanlar ülkemizde ne yazık ki öyle çok büyük şirketlerde çalışma olanağı bulamıyor. Bundan dolayı bizde önemli miktarda beyin fazlası var. En kolay yapılacak şey, bunun değerlendirilmesi. Örnekleri var. İrlanda 10 yıl içinde Avrupa'nın en hızlı gelişen ekonomisi haline geldi. Bir Hindistan gene böyle bir atılım içinde olmuş. Bugün 8 milyar dolara yakın yazılım ihracatı var.."
Crea-World'de Türkiye'nin yetenekli yazılımcıları ile fikir ve proje sahiplerinin biraraya getirilerek mobil İnternet'e yönelik "pioneer" çalışmalar yapılması Pamuksüzer için işin yalnızca bir tarafı ama. Onun zaten yeni teknoloji konusunda, yeni teknolojilerin Türkiye'den de çıkabileceği konusunda şüphesi yok. Bunun sağlanabilmesi için gerekli düzen kurulmuş ve işlemeye başlamış. Ama işin bir de, "cihaz" ve "kullanıcı" tarafı var.
Yazılım geliştirme konusunda, "bir ufuk sıkıntısı görmüyorum" dedikten sonra, "Ama iki önemli olay görüyorum" diye devam ediyor. "Bir tanesi, uygulamalarda. Biraz daha Palm uygulamalarına benzemesi lazım. Bunu başardığın zaman sonuca ulaşmış oluyorsun zaten. Öyle çok uzak değil. Bugün HandSpring'in böyle bir çalışması var. Ucuna geldi. Bir üç ay, beş ay sonra o sorun çözümlenecek. İnsan çok dar bir alanda bu ihtiyaçlarını gideremez. Ne adres ihtiyacını, ne e-mail ihtiyacını, ne başka ihtiyaçlarını. Benim tahminim o bu yıl sonunda olacak. İkinci olması gereken ise, insanlar bu uygulamalara, oyunlara, çözümlere bir alışma, ısınma döneminden geçecekler. Bir de, henüz oturmuş iş modelleri yok. Yapılanlar, çok net olarak bir yere götürmüyor. Bu üçünün çözümlenmesi lazım. Bir kere cihaz bu işlere yatkın hale gelecek. Ama benim için yatkın hale gelmesi de yetmiyor. Sokaktaki insan için yatkın hale gelmesi lazım. O insan için çok basit olması lazım. Bu uygulamaların insanlar tarafından belirli bir dönem içinde benimsenmesi lazım. Üç, bu business model dediğimiz, kim nereden ne para kazanacak da bu işlerin içinde vaktini, zihnini harcamasına değecek... Bu işlerin çözümlenmesi lazım. Birincisi bence çabuk çözülür. İkinci ile üçüncü, artık bundan sonraki yaşamımız... Yani o nereye gider, orada ufuk yok. Sınır yok, limit yok. Üç sene önce etkileyici bir film olarak bakıyorduk. Bugün böyle çalışan aletler var. Elektronik buzdolabı yapmış, ev yapmış. Bunların hepsi artık bugün ürün olarak var. Ama biz onunla yaşamayı ne kadar hızlı öğreneceğiz, nasıl o kültürü benimseyeceğiz, nasıl o bir ticarete dönüşecek..."
Şu anda cevaplanması çok kolay olmayan sorular bunlar. Hatta Pamuksüzer, "Bunlardan para mı kazanılacak, yoksa bunlar başkalarının işini daha iyi yapmaya mı gidecek?" gibi radikal bir soruyla daha da genişletiyor çerçeveyi. "Yeni çıkmış baklava reklamı pek para kazandırmayabilir. Ama müşteri memnuniyeti kazandırabilir. Bunların modelleri belli olmadığı için bu dönem içinde bütün dünyada bir deneme yanılma süreci geçirilecek. Bu sürecin neticesinde kim ne kadar kazanır, kim ne kadar kaybeder, hiç önemli değil. Önemli olan dünyadaki, bu ortamlar üzerindeki yaşama şekli değişecek. Mesela bir personalization çok önem kazanacak. Yani elindeki cihazla sen birbirine mümkün olduğu kadar çok yaklaşmaya başlayacaksın. Senin cihazın da sarışın bayandan hoşlanacak, sen de. Sen de baklavadan hoşlanacaksın, cihazın da. Kişiselleştirme gerçekleştiği zaman sen artık daha iyi hizmet alır duruma geleceksin. Ama bunlar tabii bir süreç meselesi. O hizmetin karşılığında ne ödersin, onu bilmiyorum..."
Kısacası yaklaşımı, Türkiye'de bir proje ve yazılım geliştirme alanı yaratma ve burada olgunlaşan meyvaları dünyaya pazarlamada olabildiğince gaza basma, mobil İnternet uygulamalarının sokaktaki insanla buluşması noktasında ise soruların cevaplarını biraz zamana bırakma. Crea-World gibi bir adım atıldıktan sonra, o "zaman" da öyle çok uzun sürmeyebilir.