PERSEUS 1. BÖLÜM – PERSEUS VE ANNESİNİN SERIPHOS ADASINA GELİŞİ Bir zamanlar Acrisius ve Proetus adında iki prens vardı. İkiz kardeştiler ve güzelim Argos vadisinde yaşarlardı. Bereketli tarlaları, bağları, otlakları, koyunları, sığırları ve bir sürü de atları vardı. Yani mutlu olmak için her şeye sahiptiler. Ne var ki kötü huyluydular. Birbirlerini çok kıskanırlardı. Daha doğdukları gün kavga etmeye başlamışlardı. Tabii büyüdükçe krallığı paylaşamaz oldular. İkisi de tüm ülke kendisinin olsun istiyordu. Derken ilk olarak Acrisius kardeşi Proetus’u ülkeden kovdu. Proetus da denizleri aşıp yabancı bir prensesle evlendikten sonra Cyclopes denilen savaşçıları da yanına alarak ülkesine geri döndü ve kardeşini alt eden bu kez kendisi oldu. Ama aralarındaki savaş ülkenin kah yukarısında kah aşağısında uzun bir süre devam etti. Ta ki anlaşma sağlanıp da Acrisius Argos’u ve ülkenin bir yarısını, Proetus da Tiryns’i ve ülkenin diğer yarısını alana kadar. Sonra Proetus, Cyclopes savaşçılarıyla birlikte Tiryns şehrinin etrafına yıkılmaz duvarlar inşa etti. Bu surlar bugün bile ayaktadır. Günlerden bir gün taş kalpli Acrisius’un karşısına bir kahin çıktı ve ona bir kehanette bulundu. Dedi ki: “Kendi kanından birine başkaldırdığın için yine senin kanından biri sana başkaldıracak. Kendi akrabana karşı günaha girdiğin için bunun cezasını yine senin akraban verecek. Kızın Danae bir oğlan doğuracak ve ölümün işte bu çocuğun ellerinden olacak. Tanrılar böyle buyurdu. Ne yapsan nafile.” Acrisius çok korkmuştu korkmasına ama yine de bildiği yoldan dönmedi. Ailesine karşı her zaman zalimce davranmıştı. Şimdi ise bırakın pişman olmayı onlara karşı daha da zalimleşti ve güzeller güzeli kızı Danae’yi yeraltındaki bir mağaraya kapattı. Mağaranın ağzına da hiçbir tanrı kulu ona yaklaşamasın diye pirinçten parmaklıklar ördürdü. Kendini tanrılardan daha kurnaz zannediyordu. Ama onlardan kurtulabilecek miydi acaba? Günler aylar birbirini kovaladı ve mağaradaki Danae nasıl olduysa oldu, bir oğlan çocuk dünyaya getirdi. Öyle güzel bir bebekti ki Acrisius’tan başka hangi kral olursa olsun merhamet duyardı. Ama onda merhamet ne gezer. Danae ile bebeğini alıp deniz kıyısına götürdü. Onları büyük bir sandığın içine koyup sandığı denize itti. Onları rüzgarın ve dalgaların insafına bırakmıştı. Mavi dağlardan ve güzel Argos vadisinden serin bir kuzey batı rüzgarı esiyordu. Anneyle bebeğini açıklara sürükleyecek olan rüzgar. Bu olayı izleyen herkes ağlıyordu. Tabii zalim baba Kral Acrisius’tan başka herkes. İşte böyle denizde sürüklenip gittiler. Sandık dalgaların üstünde dans eder gibiydi. Bir aşağı bir yukarı. Bebek annesinin göğsünde her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyor ama zavallı annenin gözüne bir damla olsun uyku girmiyordu. Etrafına bakınıp sürekli ağlıyor, bir de bebeğine acıklı bir şarkı mırıldanıyordu. Son kara parçasını da geçmişler ve açık denize ulaşmışlardı. Artık çevrelerinde dalgalar, gökyüzü ve rüzgardan başka hiçbir şey yoktu. Neyse ki deniz sakin, hava açıktı. Yalnızca hafif bir esinti vardı. Halcyone’la Ceyx’in yuvalarını yaptıkları günlerdi bunlar. Bu günlerde hiçbir fırtına çıkıp sakin denizi karıştırmazdı. Ama durun, kimdi bu Halycone ve Ceyx? Sandık yüze dursun biz anlatalım. Halycone bir peri kızıydı – sahille rüzgarın kızı. Denizci bir delikanlıya, yani Ceyx’e aşık olup onunla evlenmişti. Bu dünyada hiç kimse onlardan daha mutlu olamazdı. Ama maalesef Ceyx’in gemisi şiddetli bir fırtınada param parça oldu ve dalgalar onun kıyıya kadar yüzmesine izin vermedi. Kocasının cesedini sahilde bulan Halycome kahrolmuştu. Bunu gören tanrılar ikisine acıdı ve onları iki güzel deniz kuşuna çevirdi. İşte bu iki kuş her yıl su üstünde yüzen bir yuva yaparlar ve Ege’nin sularında mutlu bir şekilde gezinip dururlar. Böylece bir gece bir gündüz geçti. Danae için uzun mu uzun bir gün. Derken bir gece bir gündüz daha. Danae ağlamaktan ve açlıktan bayıldı bayılacaktı. Görünürlerde ise kara parçasından eser yoktu. Bütün bu süre boyunca bebek sessiz sessiz uyumuştu. Sonunda Danae’nin de başı düştü ve yanağı bebeğinin yanağında uykuya daldı. Bir süre sonra aniden uyandı. Sandık gıcırdıyor etraftan kütürtülü sesler geliyordu. Bir şeylere çarpıyor olmalıydı. Danae başını kaldırıp yukarıya baktığında büyük kayalıklar gördü. Gün batımı olduğundan her şey kızıla kesmişti. Kayaları döven dalgaların köpükleri havada uçuşuyordu. Hemen ellerini ağzında boru yapıp tüm gücüyle bağırdı. “Yardım edin. Kimse yok mu?” Çok geçmeden birileri imdadına yetişti. Kayalıkların üzerinde uzun boylu iri yapılı bir adam belirmişti. Aşağıya, dalgaların arasında sağa sola savrulan sandığın içindeki zavallı Danae’ye bakıyordu. Üzerinde sert kumaştan bir pelerin, başında yüzünü gölgeleyen bir şapka, elinde bir zıpkın, omzunda ise balık ağı vardı. Danae duruşundan, yürüyüşünden, altın sarısı saçlarından ve bıyığından onun sıradan biri olmadığını anlamıştı. Arkasından ellerinde balık sepetleri taşıyan iki uşak da gelmişti. Adam hemen zıpkınını kenara atıp kayalıklardan aşağı atladı. Ağını sandığın üstüne fırlattı güvenli bir şekilde çekti. Danae ve bebeği kurtulmuştu artık. Balıkçı Danae’yi ellerinden tutup sandıktan çıkardı ve dedi ki: “Ey güzel bayan, felek size nasıl bir oyun oynadı da sizi böyle garip bir tekneyle bu adaya getirdi? Kimsiniz, nerelisiniz? Muhakkak bir kralın kızısınız, bu yavrucak da bir ölümlüden olmasa gerek.” Konuşurken çocuğa işaret etmişti; bebeğin yüzü sabah yıldızı gibi parlıyordu. Danae ise boynunu bükmüş, hıçkırarak ağlamaya başlamıştı: “Söyleyin bana bu bahtsız başımla hangi ülkeye geldim, ne tür insanların arasına düştüm.” Adam cevap verdi: “Bu adanın adı Seriphos’tur. Ben de bir Helen’im ve burada yaşıyorum. Kral Polydectes’in abisiyim. Bu kıyılarda avladığım için bana balıkçı Dictys derler.” Danae adamın ayaklarının dibine çöküp dizlerine sarıldı ve haykırdı: “Efendim, zalim kaderin elinize düşürdüğü bu yabancıya acıyın. Bırakın uşağınız olup evinizde yaşayayım. Ama bana onurlu davranın, çünkü ben bir zamanlar kral kızıydım; bu çocuğum da aynen sizin dediğiniz gibi sıradan bir ölümlüden değildir. Size yük olmam, kaşık düşmanlığı yapmam. Dokuma ve nakış işlerinde ülkemin tüm kızlarından daha iyiyimdir.” Daha da konuşup yalvaracaktı ama Dictys onu susturdu, ayağa kaldırıp dedi ki: “Kızım ben yaşlıyım, saçım başım ağardı. Evimi neşelendirecek çocuğum da yok. Gel benimle, karımla benim çocuğumuz ol, bu yavrucak da torunumuz olsun. Ben tanrılara sığınır, tüm yabancılara konukseverlik gösteririm. Çünkü bilirim ki iyilik yapan iyilik, kötülük yapan kötülük bulur.” Böylece Danae’nin yüreği ferahladı ve iyi kalpli balıkçı Dictys’le birlikte onun evine gitti. Artık onun ve karısının kızıydı, aradan on beş yıl geçene dek. |