YOK MU?

KONTRGERİLLA YOKTUR DİYENLER Kontrgerillanın varlığını reddedenler de var. Bu kişilerin görüşleriyle bunlara karşı yapılmış bazı eleştirileri bu bölümde sizlere aktarmaya çalışacağız. CUMHURİYET, 13 KASIM'90, Süleyman Demirel şöyle diyor: "Bizim hükümet ettiğimiz dönemlerde, benim bilgim dahilinde böyle bir örgüt yoktur. Böyle bir örgüt yoktur diyemiyorum. Böyle bir örgüt olsa bilgimiz olması lazımdır. Ama bizim hükümet ettiğimiz süre içinde bizden habersiz böyle bir örgüt varsa, onu da çok üzüntüyle karşılarım. O zaman bir takım sorumsuz işler cereyan ediyor demektir ki, bu durumda devletlerin kaç başlı olduğu düşünülmeye değer." "Kesinlikle böyle bir örgüt yoktur" diyemediğini ifade eden Demirel, "Çünkü bakarsınız bir sürprizle karşı karşıya kalınabilir" dedi..." 11 gün sonra... ZAMAN, 24 KASIM'90, Demirel şöyle diyor: "..Devlet esrarengiz teşkilatlar vasıtası ile cinayet işlettirmiş diyen varsa ben dahil herkesin yakasına yapışılsın. Benim bu çağrımdan sonra hiçbir şey yapmazlarsa bütün bu töhmetleri, bütün bu kötülemeleri hiçbir şey yapmayanların üstüne bırakırım." Demirel, Ecevit iktidarının iddialarını ispatlamadığını söylüyor ve ekliyor, "Bugünlerde gazetelerde yine Sayın Ecevit'in bu çeşit beyanlarını görüyoruz. Kendisi 1978-79 yıllarında hükümet oldu. Soruyorum Ecevit devletin bir takım esrarengiz teşkilatlar vasıtası ile cinayetler işlediğine katılıyor mu? Evvela bugünkülere soruyorum. Böyle Türkiye'de esrarengiz cinayetler devlet tarafından işlenmişse görev sizin, bulun çıkarın, işlenmemişse kesin bu tartışmayı. Bir Gladio tartışması ile Türkiye'yi şaşkına çevirmenin manası yok... Bir şey daha var. 1980 sonrasında bir çok kimse mahkemeye gitmedi mi? Madem bu cinayetleri esrarengiz biçimde devlet işlettirdi, meclisin önünde duran 267 idam olayı ne? Yani mahkemelere gittiği zaman bu cinayetleri işleyenler devlet olduğuna göre; bu işleyenler bize bunları filanca işlettirdi dediler de siz onun yakasına mı yapışmadınız? Yok, böyle şey olmaz arkadaşlar. Türk halkını bu çeşit şüphelerden kurtarınız." Kontrgerillanın varlığını kesinlikle yalanlıyor Sayın Demirel, oysa 13 Kasım 1990 tarihli CUMHURİYET gazetesinde, "Kesinlikle böyle bir örgüt yoktur diyemiyorum. Çünkü bakarsınız bir sürprizle karşı karşıya kalınabilir." diyordu. Hatta bu örgütün kendi hükümeti zamanında dahi var olabileceğini ima edip, "Arşivler elimde değil ve devlette soracağımız kimse yoktur. Ama bizim hükümet ettiğimiz süre içinde bizden habersiz böyle bir örgüt varsa, onu da çok üzüntüyle karşılarım. O zaman bir takım sorumsuz işler cereyan ediyor demektir ki bu durumda devletlerin kaç başlı olduğu düşünülmeye değer." diyordu. 13 Kasım'da bunları söylerken 24 Kasım'da, yani 11 gün sonra tam tersini söylüyor!.. Ecevit'i, devlet arşivleri-devlet mekanizması elinde olup da iddiaları ispatlamamakla suçlayan Demirel, 'arşiv elimde değil, devlette soracağımız kimse de yoktur' diye kendini savunuyor. Oysa hem bu sözleri söyledikten kısa süre sonra tekrar hükümete gelmiştir, hem de geçmişte hükümet etmiştir zaten. Yani arşivler eline geçmiştir. Ecevit'i suçladığı hususlar aynen kendisi için de geçerli olmuş oluyor. Demek ki o da Ecevit gibi konunun üstüne varamıyor. Kaldı ki konunun üstüne varmak istediği konusunda kamuoyunda şüpheler bulunmaktadır. 1990 yılı sonunda verilen kontrgerilla konusunda meclis araştırması önergesine kendileri de yani partisi de hararetle katılmıştı. Önerge bir entrika garipliğiyle bir yıl sonraya, görüşülmek üzere ertelendi. Daha sonra iktidara geldiler ama önerge konusunda sesleri çıkmadı. Hatta kontrgerillayı tekrar yadsımaya başladılar. Demirel'in 267 idam konusunda ya demagoji(=laf kalabalığı) yaptığı ya da kontrgerilla iddialarının içeriğini bilmediği düşünülebilir. Hangisinin olduğu belli. Türkiye'deki tüm siyasi cinayetlerin kontrgerilla tarafından işlendiği, işlettirildiği iddia edilmiyor ki! Bizzat kendisinin haber verdiği Ecevit'e suikast ihbarındaki o, 'seçimden fayda ummayan güçler' iddia konusudur! Taksim'deki otellerin birinden suikast yapılacak diyor, sonra gerisi gelmiyor. Failler niye yakalanmadı? Şüphelerden birisini bizzat kendisi ortaya koyuyor, sonra da kalkıp, 'devleti bu şüphelerden kurtarın' diyor!? Demirel, TC devletinin cinayet işletmeyeceğini savunuyor. Evet, bugünkü TC devletinin kontrgerillaya mal edilen o cinayetleri açıkça işletmeyeceği tabiidir. Ama, zaten bu anlamda bir iddia da yok ki! Sözkonusu olan, "Devlet içinde olduğu iddia edilen, ama devletin en üst makamındaki kişisinin dahi haberinin olmadığı bir organize"nin cinayet işlettirdiği iddiasıdır. Demokrat olduğunu iddia eden bir devletin, denetlenebilir yapısıyla cinayet işletmesi düşünülemez. Ama, denetlenemez yapıdaki bir "devlet içinde yuvalanmış örgüt"ün cinayet işletebileceği düşünülebilir. Denetlenemezse, halka kapalıysa, yasalarla kurulmamışsa, hatta başbakanlardan ve milletvekillerinden bile gizlenmişse, cinayet işletebileceği söylenebilir. Hele bir de terör çıkarmayı, kargaşa doğurmayı bilen, gizli silahlara sahip ve belli bir ideoloji karşıtı insanlardan oluştuğu şeklindeki resmi ve gayriresmi açıklamalar düşünülürse, onun cinayet işletmeyeceği değil de cinayet işleteceği ihtimali daha ağır basar. "Hayır, onlar vatanseverdir" şeklinde söylenen sözlere inanılması beklenmemelidir. Hele hele bazı olaylarda son derece profesyonelce düzenlenmiş, ordu yapısı bomba ve hiç ele geçmemiş silahlar kullanılmış, failleri yakalanmamış, bir ipucu dahi ele geçirilmemiş, soruşturmalarında gariplikler olmuş, zanlıları sıkı korunan askeri cezaevlerinden kaçırılmış cinayetler varsa ve bunların tümü de adi olmayıp siyasi nitelikli ise, işte o zaman, karanlık gibi görünen tüm bu olayların ve faillerinin hemen hemen aydınlandığı iddiası ciddiyet kazanır. Kennedy'nin öldürülmesi, devlet içindeki bir devletin pekala cinayet işletebileceğini gösterir. Fert bazında, bir suçlu suçunu itiraf edebilir, ama organize bir gizli örgütün kalkıp da cinayetler işlediğini itiraf etmesi beklenemez, komik duruma düşülür beklenirse. Bu tür örgütlenmelerin nasıl mümkün olduğu, Avrupa'daki GLADIO tartışmaları esnasında görüldü. Devlet zan altındadır, bağrında muhtemelen barındırdığı bu örgütten dolayı. Suçluyu gösteren tüm parmaklar kendisine yönelmiştir. Yapılacak tek iş, yarım yamalak olmayan ve her bilgi kaynağından istifade eden bir meclis soruşturması ile iddiaların araştırılmasıdır. Başbakanları halk seçiyor, ama seçilen bu insanlara kurulan bir teşkilat bildirilmiyor. Türkiye'nin düşmanı Amerika ile içimizden bazılarının gizli köşelerde başbaşa vermesiyle, içeriği gizli, halkın haberi ve rızası olmayan bazı anlaşmalar imzalanıyor, bazı teşkilatlar kuruluyor. Kurtuluş Savaşı’ndaki tavrı pek düşmanca olan Amerika ile yıllar sonra mandacılığı çağrıştıran, bağımsızlığa aykırı bazı anlaşmalar imzalandığı söyleniyor da, bırakın vatandaşları, başbakanların dahi haberinin olmadığı iddia ediliyor!.. Örneğin üst taraftan gelen baskılarla son verilen Hürriyet gazetesinin yazı dizisine konu olan 55 adet Türk-ABD gizli ikili anlaşmasından birisi aşağıdaki gibi miydi?.. Başka gizli anlaşmalar var mıydı?.. GLADIO, Leo A. Müller, S.38: “Böylelikle ABD arşivlerindeki yeni ifşaatlar ve tesadüfi açıklamalar öğrenildi. National Security Council’in 3 Ocak 1951 tarihli yazısı bir sözleşmeydi. Sözleşme bu tarihten önce İtalya ve öteki NATO devletleriyle imzalanan gizli sözleşmelerin metniydi. Buna göre ; Birleşik Devletler, Sicilya’ya ve Sardunya’ya -Komünistler hem bölgede hem de İtalya’nın tümünde iktidara gelirlerse saldırma hakkını kendinde görüyordu. Anlaşmanın 5.nci bölümü şöyleydi: “Komünistlerin legal yoldan hükümete gelmeleri ve hükümeti kontrol etme tehlikesinin olduğu durumda, ya da hükümetin dış komünist tehdit gibi içerden gelecek tehdide karşı direnişte en azından kararlı bir güç olarak görünmesi durumunda ABD önlemler almak zorundadır...(Bu bölüm arşivlerde okunamaz duruma getirilmiştir. Bu durumda kullanılacak araçların listesi açıkça görülüyor.) komünist egemenliği engellemek ve komünizmin işgalini kırarak İtalya’nın yeniden özgürleştirilmesi amaçlanıyor...” GÜNEŞ, 18 KASIM'90, "Türkeş'ten Yorum Yok": "Soru : Sayın Ecevit, Türkiye'de kontrgerilla örgütlenmesinin olduğunu söylüyor. Türkeş: Biz dört yıl hükümette bulunduk, böyle bir teşkilattan hiç haberimiz olmadı. Soru : Bu kuruluşun, hükümetlerin bilgisi dışında faaliyet göstermesi olasılığı yok mu? Türkeş: Türkiye devleti aşiret devleti değil ki. Hükümetin malumatı dışında böyle bir şeyin olmasını ben mümkün görmüyorum... Yok böyle bir şey. Türkiye'de böyle bir kontrgerilla da yok. Devletin teşkilatı bellidir. Belli olan teşkilatların dışında Türkiye'de başka teşkilat yoktur. Olsa mutlaka hükümet bilir. Soru : Gizli olduğu için hükümetler açıklamıyor olamaz mı? Türkeş: Açıklanması icap etmeyen şeyler bile açıklanıyor da bunlar açıklanmaz mı? Olsa açıklarlar... Yapılan kanun dışı şeyler vardır. Bu, devletin çeşitli organları ve amirleri tarafından kanuna aykırı olarak yapılmıştır..." Bu tür örgütlerin, üst düzey yetkililerden saklandığı Avrupa'daki gladio tartışmalarında ortaya çıktı. Hala kalkıp da bu tür bir gizli örgütlenmenin imkansız olduğunu söylemek inandırıcı olamaz. Yol geçen hanı gibi. Ağca'yı cezaevinden kaçırıyorlar, olay aydınlanmıyor. Taksim'de 38 kişi öldürülüyor, yüzden fazlası yaralanıyor, ama tek kişi bile yakalanmıyor. Ecevit'e suikast girişimleri oluyor, aydınlanmıyor. 11 Eylül 1980'de Kızılay Meydanı'nda yüze yakın bombalı pankart asılıyor. Bu pek anlamlı hareket aydınlanmıyor. Sadece orduda bulunan tipteki patlayıcılarla bombalama eylemleri yapılıyor, failleri meçhul. Öğleden önce sağcıyı vuran silahla öğleden sonra solcu vuruluyor. Bu cinayetlerin benzerleri 12 Eylül'den sonra da devam ediyor. Aksoy, Emeç, Üçok, Dursun, Abas, Mumcu, Anter, Sincar, profesyonelce vuruluyor, failleri meçhul kalıyor.. Böyle bir teşkilatın varlığını Türkeş mümkün görmüyormuş, olabilir, bir çok kişi ise mümkün görüyor. Devletin çeşitli organlarının ve amirlerinin karanlık işler çevirdiğini kendisi söylüyor, örneğin Nokta-18 Mart'90, "Resmi Görevliler mi?" veya Zaman- 22 Kasım'90, "Mızrak çuvala..." haberlerinde belirttiği gibi. Hatta daha da ileri giderek Ağca’yı cezaevinden kaçıran bir devlet örgütünden bahsediyor (TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu, 8. bölüm, 3. sh.-Milliyet, 2 Mart 1995, Umur Talu, Dipsiz Kuyu-Bir Devlet Örgütü). Böylece iddialara paralel açıklama yapmış oluyor. Böyle bir teşkilatın içinde devlet kademelerinden insanların da bulunduğu iddialara dahildi, yani sadece askeri yapıdadır denilmiyor. Savcısından doktoruna, politikacısından öğretim görevlisine, amirinden memuruna, polisinden askerine kadar devletin her kademesinden insanların bulunduğu söyleniyor. Bu tip bir örgüt yapısı, soruşturmaların karanlıkta kalmasını, cinayetlerin profesyonelce işlenip katillerin izlerini kaybettirmesini, yakalanan zanlıların da kaçırılmalarını, kısaca, faillerin meçhul kalmasını çok iyi açıklıyor. MİLLİYET, 23 EYLÜL'92, Taha Akyol'un yazısından: "Yazar Musa Anter'i kim öldürdü?.. Bir teoriye göre, 'kontrgerilla' işliyor bu cinayetleri! 'Kontrgerilla'nın amacı ne olabilir? Teoriye göre 'kontrgerilla'nın amacı 'Kürtleri sindirmek'tir. Ama Vedat Aydın'ın katledilmesi, doğurduğu büyük ve haklı tepkilerle ve bu tepkilerin PKK tarafından kullanılmasıyla, ayrılıkçı hareketi 'sindirmek' şöyle dursun, temelli büyütmedi mi? Eğer 'kontrgerilla', bu tecrübeye sahip olduğu halde, Vedat Aydın'dan sonra, Musa Anter gibi tanınmış bir ismi de katletmişse, PKK'ya hizmet ediyordur! Yine teoriye göre, 'kontrgerilla'nın amacı, askeri darbe ortamı hazırlamak için bölgedeki yarayı kaşımaktır. Aynı çevreler, 'katil, hükümettir' demeyi de ihmal etmiyorlar. Demek ki, 'Özal'lar, Demirel'ler, İnönü'ler', kendilerine karşı darbe yaptırma hazırlığı içindeler!.." Kontrgerillanın, bu tür eylemlerle düşmanı olduğu ideoloji/hareket üyelerini sindirmeyi amaçladığını zaten kimse iddia etmemişti. Kontrgerillanın amacının karşı görüşteki insanları birbirine karşı kışkırtmak olduğu iddia ediliyor. Bunu doğrularcasına 12 Mart ve bilhassa 12 Eylül öncesinde bir çok olay yaşandı. Bu kışkırtmalar neticesinde, halkın sulh ve sükunu arar hale geleceği tabiidir. Görünen köy kılavuz istememektedir. Kürt halkı galeyana getirilir ve ayaklanmaya kışkırtılırsa bunun askeri bir darbeyi getireceği kuşkusuzdur. Sağcı-solcu, laik-müslüman ve alevi-sünni çatışması başarılamadı. Bugün taraflar, bunların oyun olduğunu pek iyi görmektedir. Geçmişten ders alındığı görülmektedir. Bugün göle çalındığında tutacağı umulan en önemli darbe mayalarından birisi Türk-Kürt çatışmasıdır. PKK'nın buna ne kadar yatkın olduğu bellidir. Türk tarafı adına da eylem yapacak, reaksiyonu tıpkı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi hızlandıracak bir güce de ihtiyaç vardır. Apo'nun MİT'le bağlantısı hususunda ciddi kanıtlar bulduğu söylenen Mumcu'nun cinayete kurban gitmesi bu açıdan anlam kazanıyor. Hem Mumcu'nun araştırmasının önüne geçildi, hem de suç müslümanlara yüklenerek, darbe yolunda -ki bu darbenin askeri olması gerekmez, sivil darbenin güçlendirilmesi de düşünülebilir-iki adım atılmış oldu denilirse, gerçeğe daha yakın görünen bir açıklama yapılmış olur. Kısaca özetlenirse kontrgerillanın fikir babalarından David Galula'nın önerileri meçhul değildir. Bu önerilerde, ülke şuurlu ve şuursuz terörizmle bir kaosa sürüklenmeli, ta ki halk sulh ve sükunu ister hale gelsin ve askerler de buna binaen yönetimi ele alsınlar. Sonuçta da sosyal uyanış durdurulup emperyalist Amerika'nın sömürüsü sürsün gitsin. MİLLİYET, 28 EYLÜL'92, Süleyman Demirel şöyle diyor: "Ben 30 yıldır devletin içindeyim. Kontrgerilla iddiası eskiden beri yapılır. Devletin meşru hiyerarşisinin yanında güç kullanması söz konusu değildir. Devlet meşru yetkisini aşan hiçbir güç kullanmamıştır, kullanamaz. Kontrgerilla iddiasını ortaya atanlar daha sonra iktidar da oldular. O zaman ben onlara 'işte iktidar oldunuz, hadi ispatlayın, ortaya çıkarın' dedim, ama hiçbir şey ortaya koyamadılar. Kontrgerilla diye birşey yoktur." Sayın Demirel, MİT'in darbeleri kendisine haber vermediğini, bu durumdan kendisinin de şikayetçi olduğunu, darbeleri devletin bir organının yaptığını ve kendisinin de bunu eleştirdiğini, bir türlü içine sindiremediğini defalarca dile getirdiğini, Evren'den Özel Harp Dairesi'ni anarşiye karşı kullanmasını istediğini herhalde unutmamışlardır. Tüm bu yapılanları "devletin meşru yetkisi"ne dahil ediyorsa diyecek birşey yok. Aksi takdirde şu ihtimaller söz konusu olmaktadır: "Devlet, meşru yetkisini aşan hiçbir güç kullanmamıştır" derse, gerçeklerle çelişkiye düşer, çünkü bal gibi de kullanmıştır. Kendisi laf yapmayı pek sevdiğinden, insanın gözünün içine baka baka "kullanmamıştır" demesine şaşılmaz. Sayın Demirel'in bu özelliği meşhurdur. Literatürümüze, "dün dündür, bugün bugündür" deyimi sayelerinde girmiştir. Eğer "kullanmamıştır" kelimesini dil sürçmesi ile söylemiş, aslında "kullanamaz" demek istemişse kendisine hak verilir. Tabii ki devlet, meşru yetkisini aşan bir güç kullanamaz. Eğer "devlet" kelimesini "hükümet" anlamında kullanmışsa ya da açıklamasında "hükümet" demiş de gazetede yanlışlıkla "devlet" yer almışsa kendisine yine katılınır. Çünkü hükümetin denetlenmesi mümkündür ve hükümetin meşru yetkisini aşan bu tür bir güç kullanması da bu açıdan imkansızdır ya da tevessül edilse bile bilinir, görülür. Ama ya devlet böyle bir yetki aşımına girmişse nereden bileceksiniz? MİT'te neler döndüğünü tam biliyor mu? Bilmiyor ve üstelik de bilmediği o birim başının yenmesine sessiz kalıyor. Tecrübe sahibidir bu konuda. Devlet, hükümet kadar denetlenemez tam olarak ve o denetlenemeyen kısmı da tıpkı MİT örneğinde olduğu gibi, onun bunun ve ülkenin başını pekala yiyebilir. Ayrıca şikayet konusu yapılan kontrgerilla, "devlet içinde devlet" olarak iddia ediliyor. Yani devletin tümü değil, çok daha denetlenemez bir bölümü sorumlu tutuluyor. Tüm devlete şamil bir örgütlenme sözkonusu olsaydı, bu mekanizma içinden bazı, hatta birçok kimseler bunu sızdırır ve sonunda ifşa olurdu. Devlet mekanizması çok geniştir. Komünisti var faşisti. Müslümanı var laiki. Böyle bir ortamda kontrgerilla tipi bir örgütlenme yürümeyeceğine göre devlet olarak bu geniş çaplı mekanizmanın bu cinayetleri işleyebileceği düşünülemez. İşte laf kalabalığı da bu noktada devreye sokuluyor. Sayın Demirel, söz konusu olan zaten böyle geniş bir mekanizmayla devletin kendisi değildir. Söz konusu olan, devlet mekanizması içinde yuvalanmış, ayrı ve küçük bir mekanizmadır! İddialara göre bu "devlet içindeki devlet"in, savcısından doktoruna, askerinden polisine, politikacısından memuruna vs.vs. kadar her konumdan elemanı vardır. Hatta mafyadan dahi üyeleri vardır. Bu korkunç iddialar, kurgubilim filmlerini hatırlatacak kadar hayali görünse de, ne kadar gerçekçi oldukları Gladio skandalı ile ortaya çıktı. Tüm Nato üyesi ülkelerde varlığı anlaşılan, kamuoyunun, karanlık terör olayları ile bu örgütler arasındaki ilişkiler üzerine ciddi şüphelere kapıldığı, demokrasi beşiği Avrupa'da birbirleriyle organize cirit koşturan bu "gizli Nato terör örgütleri"nin bir uzantısının da bizim ülkemizde bulunmadığını düşünmek zor. Hem "Nato'nun en hassas üyesi" olacağız, ülkemizde en çok ve en şiddetli, karanlıkta kalmış, ancak ve ancak devlet desteği ile karanlıkta kalması mümkün olan siyasi terör olayları olacak, hem de bu örgütlerin bir benzeri bizde olmayacak!?. Sayın Demirel, "Kontrgerilla iddiasını ortaya atanlar daha sonra iktidar da oldular. O zaman ben onlara 'işte iktidar oldunuz, hadi ispatlayın, ortaya çıkarın' dedim, ama hiçbir şey ortaya koyamadılar. Kontrgerilla diye birşey yoktur." diyor. Madem öyle de, kendisi niye kontrgerilla iddialarına katılıp önerge vermiştir? (GÜNEŞ, 30 Kasım 1990) 12 Eylül öncesinde de sonrasında da tavrı hep çelişkili olmuştur. Muhalefette iken iddia edip, iktidara gelince reddediyor. Madem öyle neden Ecevit'e suikast yapacak "seçimden fayda ummayan güçler"den bahsetmiştir başbakanken? Gerçekçi iddialar varken, meclis önergesi verilmişken, neden araştırmamıştır?!! CUMHURİYET, 26 EYLÜL'92, Demirel'in basın toplantısından: "..Musa Anter'in öldürülmesini kınayan Demirel, kontrgerilla iddiaları konusunda, 'TC devletinin bir tane legal gücü vardır, kontrgerilla falan yoktur...' dedi." Evet, devletin bir tane legal gücü vardır. Fakat sözkonusu olan, devlet içinde yuvalanmış illegal bir güçtür Sayın Demirel? İddia edilen kontrgerilla zaten legal değil ki, illegal!.. Kamuoyu neden sözediyor, siz neden bahsediyorsunuz?!. ZAMAN, 22 KASIM'90, Türkeş şöyle diyor: "..12 Mart dönemini bilmiyorum, ama 12 Eylül öncesinde, bu işleri yapanlar bazı polislerdi, MİT'ten karışanlar olmuştur..." Sayın Türkeş, önemli olan bu örgütün adının ne olduğu değil. Önemli olan, organize ve devlet içinde yuvalanmış bir terör örgütünün var olması. Adı ÖHD olmuş, kontrgerilla olmuş ya da bir başkası. Bu önemli değil. Önemli olan bu örgütün varlığı. Varsayılsın ki bu faili meçhullerden bazısı ferdi harekettir. Yani, örneğin bir polis Ecevit'e öfke duymaktadır şahsi olarak ve onu öldürmek istiyor. Çiğli'de fırsatını buluyor, ateş ediyor, ama vuramıyor, neyse... Ama ya Taksim 1 Mayıs katliamına ne demeli? Kahramanmaraş olaylarına ne demeli? Demirel'in ihbar ettiği Taksim'de Ecevit'e yapılacak suikast girişimine ne demeli? Daha bir çok olay sayılabilir ki bunlar ferdi hareketler olarak değerlendirilemez. Eğer polis ve MİT'ten bazı elemanların karışımı ile bu eylemler düzenlenmiştir denirse, zaten ileri sürülen kontrgerilla iddialarına paralel bir iddiada bulunulmuş olur. Çünkü, zaten söz konusu olan husus da, böyle bir organize örgütün var olmasıdır. Adının ne olduğunu kimse o kadar önemsemiyor. Fakat şu da var ki, ÖHD'nin yeraltı kanadı birinci derecede zanlı konumundadır. Çünkü demokratik denetime kapalı gizli yeraltı yapılanması bu tip karanlık işlere kaymaya müsaittir. ÖHD'nin yeraltı kanadına terör yöntemleri öğretiliyor ki, işgal durumunda işgalcilere karşı terör yapsın diye. Yani hali hazırda terör çıkarmayı bilen resmi bir yeraltı grubu var. Bunların barış zamanında da terör çıkarmadığı ne malum? Terör yöntemlerini biliyorlar, yeraltına gömülü silahları var. Bir eylem sonrası durdurulduklarında gösterebilecekleri resmi-askeri kimlikleri var. Belli bir ideolojiye karşı diş biledikleri de bir gerçek. Şu halde birinci derecede zanlı sayılmaları için tüm şartlar var!