Sevgili arkadaşlar,
Bir mezunlar gününü daha geride bıraktık. Belki çoğumuz bölümlerimize
uğramadık bile, belki sadece önünden geçtik bölümlerimizin, ama sanırım
hiç kimse, THBT'liler kadar varamadı ODTÜ'lü olmanın tadına...
Bizler ise, 2 gün süren programımızın sarhoşluğuyla bunun
derinden tadına vardık, ama doyamadık....
Doyumsuzluktan değil ki bu...
Kucaklanacak, avuçlarımızı, kalbimizi ısıtacak, içimizi
titretecek, hem güldürüp bazen gözyaşı döktürecek,
ama hep yoğun, ama hep taze, her zaman sarıp sarmalayan, her zaman özlenen,
arzu edilen, ama hep saf kalabilen ve ne kadar şanslı olduğumuzu hissettiren,
öyle çok sevgi, öyle canlı renkler, öyle farklı tatlar var ki içimizde....
Dağılmış hepsi her köşeye, koşun peşinden, yetişin yetişebilirseniz...
Tadına doyduğunuzu söyleyin sonra, diliniz varırsa eğer....
Nasıl olsa doyamayacağız, bari daha fazla tat alalım dedik, 2
haziran cumartesi günü, önce barakada buluştuk dostlarla... Ekipler provalarını
yaparken diğerleri de koyu bir sohbete dalmıştı. Akşam yemeği
vakti geldiğinde ise toplanan kalabalığa hayran olmamak elde değildi. Kimler
yoktu ki o akşam; ağamız, emekli ağalarımız, İstanbul ve İzmir'den
kalabalık birer grup, 61 öncesi THBT'liler, hatta THBT'li olmayanlar, hatta o
akşam bölüm yemeği için orada bulunan ama bize katılmayı tercih edenler....
Gerçekten de çağrı gecelerimizin bir benzerini yaşadık 156 kişinin
katılımıyla... O geceyi birlikteliklerle, dostluklarla daha anlamlı kılmak
için koşup gelen tüm coşkulu yüreklere teşekkürler.... Aramızda olamadığı
halde, o gece tüm THBT'liliğiyle, ruhuyla bizimle olan dostları, biz de tüm
THBT'liliğimizle taaa gönlümüzün içinde hissettik.
Önce, başarıyla yürütülmekte olan ve çok sevindirici bir
asamaya gelmiş
bulunan HAKEM (Halk Bilimsel Kaynak Merkezi) projemizdeki gelişmeleri
örnekleriyle izledik. Bir kaç ay önce güzel bir hayal gibi görünen
bu projemizi bu boyuta taşıyan arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. O gece
Rahmi Saltuk ta bizimle birlikteydi,
dolayısıyla, tüm salon, hep birlikte önce "memleketin dağlarına baharı
getirdik", sonra da "acıyı bal eyledik"... Akordeonumuz vardı,
tabi bir de akordeon çalan sevgili Serdar Sungar. Bu sayede İzmir'li arkadaşlarımızın
nefis Kars oyunlarını izledik. Ardından zeybekler, Ankara oyunları, Artvin
ekibi, fosil korosu.... Ama fosil korosu repertuarındaki Diyarbakır türküleri
başlayınca herkes oynamak için kalktı, böylece koro moro kalmadı!!...
Bu arada, ağamız, THBT'nin yeni Yönetim Kurulu'na hoş bir sürpriz
yaptı,
armağanı olan 6 adet bağlamayı, minik bir törenle YK başkanı
kardeşimiz
sevgili Evren'e teslim etti. AĞAM SEN ÇOK YAŞA!!!
Ağamız sazını aldığında vakit epeyce ilerlemişti, kendi bölümlerinin
yemeği için orada olanlar da bizim salona gelmeye başlamışlardı. Böylece
daha da kalabalık oldu salon, biraz gürültü, uğultu vardı ama, her zamanki
gibi, ağamızın son darbeyi(!) gece yarısından sonra indireceğini bildiğimiz
için, biz bundan hiç rahatsız olmadık.... Nasıl olsa sabaha kadar buradayız
diyorduk.... Hatta İstanbul'dan gelen arkadaşlar, salonun yavaş yavaş boşaldığını
görünce sormadan edemediler: "Hani Ankara'nın yemekleri sabaha kadar sürer
diyordunuz??" Bunun doğruluğunu ispatlamaktan daha zevkli, daha keyifli
ne var ki?... Sabaha karşı 04.00 olduğunda kendilerinin bile uykuları gelmişti,
ağamızla sevgili Bülent Kiymir arasında tatlı bir atışma başlamıştı.
Ağamızın çalıp hep birlikte söylediğimiz türkülere karşılık olarak,
Bülent "hadi ağam, uykumuz geldi, artık gidelim" diye bir beste
yaptı, ağam da buna karşılık, "gitmek istiyorsan kalk git" anlamına
gelen sözlerle(!) cevap verdi sazıyla. Oradan ayrıldığımızda saatler
05.00'a yaklaşmıştı.
Ertesi gün, bir kaç saatlik uykudan sonra, hepimiz ODTÜ'de buluştuk.
O
kalabalığın içinden THBT'liler tek tek seçilebiliyordu, çünkü hepimiz THBT şapkalarımızı takmıştık. Önceki gece ağamız ferman buyurmuştu, "yarın ODTÜ'ye bu şapkayı takmadan gelmeyin" diye. Tabi ağamız bunu söyledikten sonra satışlardaki patlamayı tahmin edersiniz. Bu sayede genel bütçemize de güzel bir katkımız oldu. Pazar günü ekipler sabah saatlerinde provalarına başlamışlardı. Gösteri saati geldiğinde ise toplanan kalabalık muhteşemdi. Sevgili Bülent Kiymir sunuma başlayınca bu kalabalık daha da arttı. Kars ve zeybek ekipleri, ardından da fosil korosu, çok güzel bir gösteri gerçekleştirdiler. Daha sonra hep birlikte barakaya gidip barbekü başında karnimizi doyurduk. Sonra da serildik ağaçların altına, tatlı bir muhabbet başladı.... Erşan abi yine gitarıyla bizimleydi, yine ayni tempoyu yakalamıştı yüreklerimiz, yine sazımız vardı, yine hep birlikteydik.... Ne yorgunluğumuzu umursar haldeydik, ne de uykusuzluğumuzu.... Hiç birini hissetmiyor, sadece her saniyenin tadına varmaya çalışıyorduk.... Bir yandan da "attar dükkanı"mızdaki, 40. yılımız için özel olarak yapılmış olan malzemelerimizin satışı sürüyordu.... Hatta THBT dışından insanlar bile alış veriş için barakadaydı.... Hoş bir manzara oluşturmuştu THBT'li olmayan o kadar insanı oraya toplamış olmamız... Bir taraftan gurur duyuyor ve duygulanıyorduk, diğer taraftan da düşünüyorduk, "bu insanları buraya getiren ne?" diye.... Sadece türkü dinlemek için gelmiş olamazlardı.... Sadece tanıdıkları bir kaç kişiyi görmek için de gelmemişlerdi büyük bir olasılıkla..... Amaçları alış veriş yapmak hiç değildi.... Başka bir şey vardı onları çeken, dile getirebilmek çok zor.... Farklı bir tat, bir duyuş belki... Bir yürek kıpırtısı.... Tüm insanların aradığı, bizim ise arayışlarımızı sona erdiren bir birliktelik.... "İşte dostluk, işte paylaşım" dedirten bir tablo.... Sevgili Ali Cevrem, bu tabloyu Vişnelik'e taşımayı, oradakilere "şapkalarımızı göstermeyi" önerdi, kalkıp hep birlikte, muhabbetimizin devamı için mezunlar derneğine gittik. Sanırım 10-15 dakika olmuştu gideli, henüz saz söz başlamamıştı, herkes bir eksiklik hissediyor ve sabırsızlanıyordu.... Bu kıpırtıyı görünce sevgili Bahadır abi, "yahu, biz niye NORMAL insanlar gibi duramıyoruz? Çalıp söylemeden oturamıyoruz, biraz da normal insanlar gibi davranmaya çalışalım" dedi, ama bu NORMAL insan rolünü çok fazla oynayamadık!!.... Bunun üzerine Bahadır abi bir de evrim teorisi geliştirmeye başladı!!... Teoriye göre, bizler gibi, kapalı(!) gruplar içinde yasayan insanlar, bir süre sonra evrim geçirecekmişiz ve kollarımızda saz seklinde uzantılar oluşacakmış!!... Fena da olmaz hani!!!
Güneşi batırana kadar türkülerimizi söylemeye devam ettik,
ama önlerinde
uzun bir yolu olanlar yavaş yavaş ayrılırken, yüreğimize başka
duyguları da sığdırmak zorunda olduğumuz gerçeği de kendini göstermişti....
Evet, bizim yüreklerimizde tüm güzel duygulara yer var... Ama
bu geniş yüreklerde, vedalarla başlayan yeni özlemlere yer açmak çok zor...
Bu hüznü yaşarken bir taraftan gün batımını izlemek daha yoğun duygular
yaşatıyordu hepimize, belki de gün batımıyla somutlaştı o hüzünlerimiz....
Ama, karşı tepelerden yine günün doğacağını bilmek kadar
rahatlatıcı, müjdeli bir şey, "bir dahaki sefere" umudunu taşıyor
olmak... Ve, o birlikte söylediğimiz türküleri su anda hangimiz dinliyorsa,
aynı duyguları yaşıyor ve aynı umudu taşıyor olduğunu bilmek....
Sevgilerimle
Tuğba YAZAN
THBT' 87
MED' 92