| |
Son Yaprak
New York'un
düşük kiraları yüzünden sanatçılarla dolu olan Greenwich Village'ında üç
katlı bir binanın en üst katındaydı Sue ve Johnsy'nin stüdyoları. Amerikanın
2 ayrı ucundan gelen kızlar bir lokantada tanışmış ve ortak sanat zevkleri
olduğunu anlayınca ortak bir ev tutmaya karar vermişlerdi.
Bu olay Mayıs ayındaydı. Kasım ayında ise bölgeye doktorların zatüree adını
verdiği soğuk bir yabancı gelip buz gibi parmaklarıyla orayı burayı
yoklamaya başlamıştı. Bay Zatürree erkek adam diye nitelendirilen kişilerden
değildi. California rüzgarlarıyla kanı sulanmış ufak tefek, ince yapılı bir
kızcağız olan Johnsy'yi de yatağa sermişti. Zavallı kızcağız demir
karyolasına yatmış, yandaki evin tuğla duvarlarını seyrederek kıpırdamadan
yatıyordu doktor geldiğinde.
Doktor kır kaşlarını sağa sola oynatarak Sue'yu koridora çağırdı.
"Kurtulması için onda bir olasılık var," dedi. "O da içinde yaşama isteği
varsa. Doğrusunu istersen mezarcının tarafını tutan insanlar tıbbı komik
duruma düşürüyor. Sizin arkadaşınız da kendini iyileşmeyeceğine inandırmış.
Aklına takılan bir şey mi var acaba?" "Napoli körfezinin resmini yapmak
isterdi," dedi Sue. "Ben bir erkeği kastetmiştim." "Erkek mi? Yo hayır
doktor, erkek falan yok." "O halde zayıf düştü demek. Bilimin bana
verebileceği her şeyi yapacağım. Ama hastalarım cenazelerine gelecek
arabaları saymaya başladı mı umudumu yüzde elli keserim. Eğer ona kış modası
konusunda bir soru sordurtabilirseniz şansı yüzde yirmiye yükseltiriz."
Sue eve dönünce bir süre doya doya ağladıktan sonra resim tahtasını kolunun
altına yerleştirdi ve ıslık çalarak Johnsy'nin odasına girdi. Johnsy yüzünü
pencereye çevirmiş hiç kımıldamadan yatıyordu. Sue arkadaşının uyuduğunu
sanarak ıslığı kesti. Sonra bir dergide yayınlanacak hikaye için resim
yapmaya başladı. Biraz sonra duyduğu bir mırıldanma ile yatağın başına
koştu. Johnsy'nin gözleri pencereden dışarı bakıyor ve geriye doğru
sayıyordu. "On iki," dedi, biraz sonra, "On bir," sonra sıra ile "dokuz,
sekiz, yedi." Sue meraklanarak dışarı baktı. Ortada sayılacak ne vardı ki.?
Çıplak ve iç kapayıcı bir avlu ve beş metre ilerdeki evin dümdüz tuğla
duvarı. Kökleri çürümüş yaşlı bir sarmaşık duvarın yarısına kadar anca
tırmanabilmişti. Sonbaharın soğuk soluğu ile yaprakları dökülen bitki
yıkılmak üzere olan duvara iskeletiyle tutunuyordu sanki.
"Ne var canım?" "Altı," diye fısıldadı Johnsy. "Şimdi daha hızlı
dökülüyorlar artık. Üç gün önce yüz taneydiler. Sayarken başım dönüyordu.
Ama şimdi iş kolaylaştı. İşte bir tane daha gitti. Beş tane kaldı." "Beş
tane kalan ne Johnsy?" "Yaprak. Sarmaşığın yaprakları. Sonuncu da düşünce
ben öleceğim. Üç gündür biliyorum bunu. Doktor sana söylemedi mi?"
"Hayatımda böyle saçma şey duymadım. Sarmaşık yapraklarıyla iyileşmenin ne
ilgisi var? Aptallaşma lütfen. Sen eskiden o sarmaşığı ne çok severdin
unuttun mu? Doktor bu sabah iyileşmen için tam onda bir olasılık olduğunu
söyledi. New York'ta yürürken bile bu kadar şansımız yoktur. Şimdi sen
çorbanı iç. Ben de resmimi bitireyim. Resmi satınca sana şarap, kendime ise
pirzola alacağım." Johnsy gözlerini pencereden ayırmadan, "Şarap almana
gerek yok. İşte bak bir tane daha düştü. Hayır çorba da istemem. Dört tane
kaldı şimdi. Karanlık basmadan sonuncusunun da düşüşünü görmek istiyorum. O
zaman ölebilirim artık. " Sue hastanın üzerine eğildi. "Johnsy, ben su işimi
bitirinceye kadar gözünü kapatıp, dışarı bakmayacağına söz verir misin?
Yarın bu resimleri teslim etmek zorundayım. Işığa ihtiyacım olmasaydı
perdeyi çoktan indirirdim." "Öteki odada çizemez misin?" diye soğukça sordu
Johnsy. "Senin yanında oturmak istiyorum. Ayrıca o yapraklara da bakmanı
istemiyorum" Johnsy gözlerini kapatarak yıkılmış bir heykel gibi bembeyaz ve
kıpırtısız yattı. "Bitirir bitirmez haber ver ama. Sonuncu yaprağın
düştüğünü görmek istiyorum. Beklemekten bıktım artık. Düşünmekten de. Her
şeyden kurtulup o zavallı yapraklar gibi döne döne boşluğa uçmak istiyorum."
"Uyumaya çalış. Ben yaşlı Behrman'ı modellik yapması için çağırmaya
gidiyorum. Hemen gelirim. Ben dönene kadar sakın kıpırdama yerinden."
En alt katta oturan Behrman altmışını aşmış, kırk yıldır resim yapmasına
rağmen başarının eteğine dahi ulaşamamıştı. Her zaman bir başyapıta
başlayacağını söylese de, henüz ortalarda böyle bir şey yoktu. Reklam ve
afişlerle geçinmekteydi. Profesyonel model tutmaya paraları yetmeyen genç
ressamlar için modellik yapardı. Sue adamı loş stüdyosunda buldu. Adama
Johnsy'yi, gerçekten bir yaprak kadar zayıf ve güçsüz olan kızı dünyaya
bağlayan bağların gittikçe inceldiğini anlatırken, yaşlı adam gözünden
yaşlar boşanarak, "Hala böyle budalalar varmış bu dünyada," diye söylenmeye
başladı. Yukarı çıktıklarında Johnsy uyuyordu. Sue perdeyi indirip Behrman'a
yan odaya geçmesini işaret etti. Oradan korku ile sarmaşığa baktılar. Karla
karışık soğuğa bir de yağmur eklenmişti. Sue ertesi sabah bir saatlik bir
uykudan uyanınca Johnsy'nin kapalı yeşil perdeye bakmakta olduğunu gördü.
"Aç görmek istiyorum." dedi Johnsy. Sue bitkin bir halde arkadaşının emrine
uydu. Hayret bütün gece yağan yağmura rağmen sarmaşığın üzerinde bir tek
yaprak kalmıştı. Kenarları çürümüş, sararmış yaprak hala yeşil olan sapıyla
yerden beş altı metre yüksekte bir dalın ucunda sallanıyordu. "Sonuncu,"
dedi Johnsy. "Dün gece nasıl olsa düşer demiştim. Rüzgar çok şiddetli
esiyordu. Ama bugün düşecek, ben de aynı anda öleceğim." Sue kızın yanağını
kendininkine yapıştırarak, "Kendini düşünmüyorsan beni düşün, ben sensiz ne
yaparım?" dedi. Johnsy cevap vermedi. Dünyanın en kimsesiz şeyi esrarlı
yolculuğa hazırlık yapan ruhtur. Kendisini dünyaya ve arkadaşlığa bağlayan
bağlar birer birer gevşeyip koptukça kızın hayal gücü daha da
kuvvetleniyordu. Gün sonu yaklaşmıştı. Alacakaranlıkta bile o tek sarmaşık
yaprağının dalına sımsıkı yapışık olduğunu görüyorlardı. Geceyle birlikte
Kuzey rüzgarı ve yağmur yeniden başladı. Sabahın ilk ışıklarıyla Johnsy
acımasızca perdenin açılmasını istedi yine. Sarmaşık yaprağı hala oradaydı.
Johnsy uzun uzun baktı yaprağa. Sonra gaz ocağının üzerinde çorba kaynatan
Sue'ya seslendi. "Ben çok kötü bir kızım Sue. Benim ne kadar kötü olduğumu
göstermek için bir güç o son yaprağı orada bıraktı. Ölümü istemek günahtır.
Bana biraz çorba ile süt ve şarap getirebilirsin şimdi. Ama hayır,
hayır...önce bir ayna getir, arkama da birkaç yastık yerleştir de senin
yemek hazırlamanı seyredeyim." Bir saat sonra "Sue bir gün gidip Napoli
körfezinin resmini yapacağım," dedi.
Doktor öğleden sonraki muayenesini bitirip çıkarken Sue da bir bahane
uydurup ardından yürüdü. Doktor Sue'nun titreyen elini sıktı."Yüzde elli
olasılık var. İyi bakarsanız siz kazanırsınız. Şimdi aşağıda yeni bir
hastayı görmeye gidiyorum. Behrman diye biri. Ressam sanırım. O da
zatürreeye tutulmuş. Zayıf ve yaşlı bir adam, hastalığı da çok şiddetli. Hiç
umut yok ama biraz rahat etmesi için hastaneye kaldıracağız." Doktor ertesi
gün, "Artık tehlike kalmadı, siz kazandınız," dedi. "Şimdi beslenme ve
dinlenme gerek.... Hepsi o kadar." Sue öğleden sonra yatakta mavi yünden
gereksiz bir şal ören Johnsy'nin yanına oturdu. "Beyaz farem benim, sana bir
şey söylemek istiyorum.Bay Behrman bugün zatürreeden öldü. Hastalığı
yalnızca iki gün sürdü.Kapıcı ilk günün sabahı onu sancıdan kıvranırken
bulmuş. Üstü başı ve ayakkabıları sırıl sıklammış. Öylesine korkunç bir
fırtınada nereye çıkmış olabileceğine akıl erdirememişler. Sonra henüz yanan
bir fener, yerinden çıkarılmış bir merdiven, birkaç fırça ve üzerinde yeşil
ve sarı boyalar olan bir palet bulmuşlar. Pencereden bak şekerim, son
sarmaşık yaprağını görüyor musun? Rüzgar estiği zaman neden sallanmadığını
merak etmedin mi hiç? Bu Behrman'in bahsettiği şaheseri işte! Son yaprağın
düştüğü gece yapmış."
|
|