Yalanlarımız ve Yalnızlıklarımız
İçimiz zayıflıklarla dolu
olsa da hep güçlüyü oynarız. İtiraflarımız, özellikle de kendi kendimize
olan itiraflarımız en büyük zayıflıklarımızmış gibi gelir. Duygularımızı
dışa vurmak için yanıp tutuşsak ta ona “Seni seviyorum” dememek için bin
dereden su getirir, kendi kendimize “Onu seviyorum” dememek için içimizden
binlerce yalan söyleriz. Gerçek duygularımızı ifade edememenin sıkıntısı
bizi boğsa da ona “Senden nefret ediyorum” diyemediğimiz için ikiyüzlülük
yapar, kendi kendimize “Ondan nefret ediyorum” diyemediğimiz için içimizden
ikiyüzlülüğümüzü kendimize mazur gösterecek bin türlü bahane uydururuz.
Neden en büyük düşüşlerimizi kendimizi en güçlü hissettiğimiz zamanlarımızda
yaşarız ? Çünkü, güçlülük oyunlarımıza en çok kendini kaptıran da, içinde
bulunduğumuz gerçeği en çabuk unutan da gene biz oluruz. Kendi yalanlarımıza
en çok kendimiz inanır, onları ölesiye savunuruz. Giderek yalanlarımız
kalelerimiz haline gelir. O kalelerin arkasında kendimizi memnun ve mutlu
sanırız. Alışkanlıklarımızsa kalelerimizi sağlamlaştıran en büyük
yalanlarımız olur. Sevmesek de, beğenmesek de yanlış olduklarını bilsek de
hiç bir konuda gösteremediğimiz kararlılığı, alışkanlıklarımızı terk etmemek
konusunda gösteririz. Çünkü ardından gelebilecek olandan, gelebilecek olanın
belirsizliğinden, hayatımızı altüst etmesinden, içinde bulunduğumuz
karanlıktan daha beter karanlıklara itilmekten, sıfırdan başlamaktan, pişman
olmaktan, önceki durumumuzu özleyip bir daha asla geri dönememekten
korkarız. İçinde bulunduğumuz, içimizde bulunan karanlıklara ve bunalımlara
bile öylesine alışırız ki kendimizi biraz iyi hissedecek olsak “Bir şeyler
yanlış gidiyor, bu mutluluk gerçek olamaz” duygusuna kapılmaktan kendimizi
alamayız. Birileri kalemizin kapılarını biraz zorlasa korkarız her şeyi
yitirmekten ve açmamakta direniriz. Kapımızı çalanları tanımazdan geliriz.
Gelenin beklediğimiz kişi olabileceği aklımıza bile gelmez çünkü kendi
yalanlarımız kendi gözlerimizi köreltmiştir. Bu yüzden de o çok sağlam(!)
kalelerimiz ardına kendimizi hapseder, kapılarımızı kapatır kendi yalan ve
mutluluk oyunlarımızla memnun yaşamımızı sürdürürüz. Çünkü “mutsuz olduğunu
düşünemeyen insan mutludur” der ve o insana imreniriz bir yanımızla. Ve
işte tam bu sıralarda, kendimizden emin ve yalancı mutluluğumuzla barış
içindeyken beklemediğimiz, hesaplayamadığımız bir rüzgar çıkar,
beklemediğimiz bir yönden ve hiç hesaplamadığımız bir hızda eser, o sağlam
yalanlarla ördüğümüz kalemizin surlarını, kulelerini teker teker gözümüzün
önünde yıkar, yerle bir eder. Biri çıkmış, siz tam içeri girip kalenizin
kapısını ardınızdan kapatırken, o hiç kimselere açmadığınız kapının arasına
ayağını koymuştur. Siz de aslında bilinçaltındaki beklentilerinize çok uyan
bu durum karşısında direnememiş ve kapınızı açmışsınızdır. O, sizi kalenizde
zırhınızdan soyunmuş bir durumda yakalamış, ve zamanla tüm zayıflık ve
duygusallıklarınıza, itiraflarınıza, oyunsuz, yalansız dolansız doğal
halinize el koymuştur. İlk düşüşümüzü bu anda yaşarız, ardından da
diğerleri gelir. Onca sağlam olduğunu düşündüğümüz kalemiz içerden
fethedilmiş, onca savunma önlemlerimize karşın savaşmadan teslim alınmıştır.
Önceleri aldatılmışlık duygusu içimizi yakar kavurur. Kendi yalanlarımızı
görmeye başlarız. Yalnızlık yeminleriniz yalandır. Yalnızlığınıza alışmış
olduğunuz yalandır. “Artık sevmeyeceğim” leriniz yalandır. “Bir daha asla
aşık olmam!” larınız yalandır. “Geçen seferki son hatamdı!” nız yalandır.
“Bir daha kimse bana bunları yaşatamaz!” larınız yalandır. Bunları
düşündükçe içinizi pişmanlıklar doldurur. Hem kendinize verdiğiniz onca
sözün hepsini teker teker ya da bir anda nasıl da geçersiz kıldığınızı
farketmenin, hem de kendinizi de bunca yalana inandırmanın pişmanlığı sarar
her yanınızı. Öte yandan, fethedilmekten hoşlanmışızdır bir yanımızla da ve
yavaş yavaş kendimizi yeni duruma alıştırmaya başlarız. Bazan yavaş bazen
hızlı, ama işte değişmeye başlamışızdır bir şekilde. Değişimin o karşı
durulmaz gücü sizi de önüne katıp götürmeye başlamıştır çoktan. Siz ya da O
farketmese de. Alışkanlıklarımızı yavaş yavaş değiştirmeye, hatta onların
bazılarını tümden terketmeye, sivri yanlarımızı törpülemeye başlar hatta
bunlardan hoşlanmaya başladığımızı da farkederiz ama hala itiraflardan
korkarız. Hem ona hem de kendimize. Acı vereceğini düşünür ve bunu
hissettiklerimizi hala ne kendimize ne de karşımızdakine belli etmemeye
çalışırız. Düşüşlerimizin bazıları bu arada gelmeye başlar. Kendimizle,
kendimizdeki değişimlerle o kadar meşgul bir durumdayızdır ki karşımızdaki
kişinin ne durumda olduğunun, sabrının taşmaya başladığının, ilgisizlik ve
umarsızlıklara sürüklendiğinin farkına bile varmayız. Geçen zaman içinde
yabancılaşmaya ve değişik tavırlar sergilemeye başlamıştır. Başlangıçta sizi
asla kırmayacak gibi görünen kişi sanki o değildir de sizi kırmak için eline
geçen her fırsatı kullanan, komplolar hazırlayan bir insan bulursunuz
karşınızda ya da böyle algılarsınız tavırlarını. Onda da geri dönülmez
değişimler başlamıştır çoktan ama siz bunları henüz görmeye ama iş işten
geçtikten sonra görmeye başlarsınız. Tam da sizin artık değişimlerinizi ona
ve kendinize itiraf edebilecek cesarete sahip olmaya başladığınızda bunlar
olmaktadır ama bu noktada son düşüşünüzü yaşarsınız. O çoktan gitmiştir. Ve
siz zırhsız, kabuksuz, korunmasız orada öylece kalakalırsınız. Ya kendinize
yeni bir kale örmek ya da bir zamanlar bırakıp gittiğiniz, kalenizin
dışındaki o dünyada bir daha, bir daha….denemeler yapmak zorundasınızdır.
Ama her durumda o kötücül kehanetlerinizden bazıları doğru çıkmıştır.
Hayatınız alt üst olmuştur. Sıfırdan başlamanız, alışkanlıklarınızı yeniden
belirlemeniz gerekmektedir. Hayatınızda bir daha hiçbirşey ona rastlamadan
önceki gibi olmayacaktır. “Gelecek, temiz ve aydınlık bir yaz sabahı gibi
aydınlık başlamayacak, aksine geçmişle lekelenmiş bir halde başlayacaktır”