ANTAKYA’NIN KISA TARİHÇESİ
I. ANTAKYA BÖLGESİNİN COĞRAFİ KONUMU VE ÖNEMİ
Antakya,Türkiye’nin güneyinde, Akdeniz’in
de kuzeydoğusunda yer almaktadır. Antakya’nın en önemli dağı, Akdeniz’e paralel
olarak uzanan Amanos Dağlarıdır. Büyük ölçüde tarımın yapıldığı Amik Ovası ise Antakya’nın en önemli ovasıdır.
Şehrin en büyük akarsuyu olan Asi Nehri, Suriye topraklarına kadar uzanmaktadır.
Harbiye Şelalesi de turizm açısından önemli bir yer teşkil etmektedir(1).
Antakya’nın jeopolitik açıdan da önemi
oldukça büyüktür. Özellikle, tarih boyunca bölge yolları; Mezopotamya’dan,
Halep’ten gelen yollar Akdeniz’e Anadolu’dan güneye giden yollar da, Suriye,
Arabistan ve Mısır’a uzanmaktaydı. Bu özelliğiyle de Antakya her gün binlerce
kişinin uğradığı ve konakladığı ticaret ve kültür merkezi olmuştur (2).
II. ANTAKYA ŞEHRİNİN
KURULUŞU VE İSLAM DÖNEMİNE KADAR KISA TARİHÇESİ
Antakya M.Ö. 4.yy’da kurulmuş olan Antigonia adlı şehrin yerine,
M.Ö. 22 Mayıs 300’de yeni bir şehir olarak kuruldu. Şehir “Antakya” ismini,
kurucusu olan I. Seleukos Nikator’un babasının ismine izafeten almıştır (3).
“Antiokheia” adını taşıyan bu şehir Seleukos
Devletinin merkezi oldu. Bu şehrin inşasında yıkılan Antigonia şehrinin kalıntıları,
malzeme olarak kullanılmıştır. Şehrin su tesisatını oluşturmak için de
kanallar yapılarak Defne çağlayanlarından su getirtilmiştir (4).
Antakya şehir planı, sokaklar kışın güneşi görecek ve yazın da Asi nehrinin
rüzgarını alacak şekilde Xenarius tarafından çizilmişti. Laskiye şehir planının
da aynı olması nedeniyle bu iki şehir “İkiz şehirler” adıyla uzun süre anılmıştır
(5).
Antakya şehri ikisi Asi kenarında, birine Makedonyalıların, diğerine Suriyelilerin
yerleştirildiği toplam 4 mahalleden oluşmaktaydı. Kuruluşunu bu şekilde tamamlayan
şehir M.Ö. 64’te Roma İmparatorluğuna katıldı ve İmparatorluğun Suriye
eyaletinin başkenti oldu. M.S. 1.yy’da Hristiyanlık Kudüs’ten sonra
Antakya’da da yayılmış ve burada ilk defa Hz. İsa’ya inananlara “Hristiyan”
adı verilmiştir (6).
Antakya Türkmenlerin yerleşmesinden önce çeşitli milletlerin medeniyet
merkezi olmuştur. Hititler’den Oğuzhan’a, Perslerden İskender ve Seleukoslar’a
kadar farklı milletlerin yaşadığı Antakya, zengin kültürel değerlere sahip
bir şehirdir(7).
14. ve 15. yy’lara gelindiğinde Antakya bölgesinde yaşamakta olan Türkmen
boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar gelmekteydi. Avşarlardan olan Gündüzoğulları
Amik ovasında, Özeroğulları ise İskenderun ve çevresinde yaşamaktaydılar.
Özeroğulları Antakya’yı ele geçirdikten kısa bir süre sonra şehri Gündüzoğullarına
terk ederek geri çekildiler (8).
Gündüzoğullarının merkezi ise, Gündüzlü adıyla anılan ve Darbısak kalesinin
kuzeydoğusuna rastlayan sulak ve yeşil bölgeydi. Ancak Gündüzoğullarının hakimiyeti de çok uzun sürmedi.
Bu Türkmen boylarının bölgeden çekilmesiyle, bölge üzerinde Osmanlı-Memluk
hakimiyet mücadelesi başlamıştır (9).
Bölgede bilinen en eski Türk varlığı, 800’lü yıllarda Abbasiler döneminde
olduğu ve bu dönemde, önemli bir Türk nüfus birikiminin gerçekleştiği bilinmektedir(10).
Antakya müslümanlar için de çok değerli
bir şehirdi. Bunu Halife Hz. Ömer’in Ebu Ubeyde’ye yazdığı mektuptan da
açıkça anlamaktayız. Bu mektupta “ Antakya’da müslümanlardan bir heyet
teşkil et ve orada murabıt olarak görevlendir, onlara maaş vermemezlik de
etme” şeklinde bir ifade kullanılmıştı. Hz. Osman’ın Muaviye’ye yazdığı bir
diğer mektupta, Antakya’da müslümanların ikamete mecbur edilmesini ve onlara
arazi verilmesini isteyen bir başka ifade kullanılmıştı (11).
Antakya ilk defa 638’de, Suriye’de
fetihler yapan Ebu Ubeyde İbn-ül Cerrah komutasındaki İslam ordusunun şehri
kuşatması ve anlaşma yapmasıyla İslam Devletinin eline geçmiştir(12).
661-750 yılları arasında, Antakya Halep’e
bağlı olarak Emevilerin elinde bulunuyordu. Abbasiler dönemine gelindiğinde Antakya sakin bir devir yaşadı.
Bu dönemde de Antakya Kilikya’nın merkeziydi. Abbasiler döneminde Halife Harun
Reşid Antakya’ya kadar gelmiştir.
Bu halife döneminde Antakya “avasım” olarak idare edildi (13).
Abbasilerden sonra Antakya Ahmet bin
Tolun tarafından zapt edildi. 877’de Tolunoğullarının daha sonra Ihşitlerin
egemenliği altına giren Antakya, 944’te Hamdanoğullarının Halep koluna bağlanmıştır(14).
V.TÜRK HAKİMİYETİNDE
ANTAKYA
1. SELÇUKLU
DÖNEMİ
Anadolu Selçuklu hükümdarı Süleyman Şah, Antakya’yı 1084’te ele geçirdi.
Antakya halkının çoğunluğu Hristiyan
olduğu için, Müslüman Türklerin şehri almaları karşısında son derece endişe
ve korkuya kapılarak iç kaleye sığınmışlardır. Oysa Süleyman Şah kimseye kötülük
yapmak niyetinde değildi. Bu niyetini askerlerine çıkarttığı bir emirname
ile açıkça ortaya koymuştur. Söz konusu emirnamede “Hristiyan halka iyi davranılması,
evlerine girilmemesi, kızlarıyla nikahla da olsa evlenilmemesi” şeklinde ifadelere
yer verilmiştir (15).
Ancak, Süleyman Şah’ın Antakya’daki
hakimiyeti fazla uzun sürmedi. Süleyman şah, 1086’da, Filistin Selçuklu hükümdarı
Tutuş ile Halep civarındaki savaşta yenilerek öldü. Aynı yıl, Büyük Selçuklu
Sultanı Melikşah Antakya’ya gelerek bu bölgeye bir vali tayin etti (16).
1097 yılına gelindiğinde, Suriye Selçuklularının karışıklığından yararlanan Haçlı orduları İskenderun’u ve daha
sonra 1098’de Antakya’yı ele geçirdiler. Antakya bu sefer 170 yıl Haçlıların
hakimiyetinde kalmıştır. Hristiyanlığın merkezi haline gelen Antakya Kudüs Krallığına bağlı bir dukalık
şeklinde yönetilmiştir (17).
2.
OSMANLI DÖNEMİ
Uzun bir süre Haçlı hakimiyetinde kalan Antakya 1268’de Mısır Memluk Sultanı
Baybars tarafından ele geçirildi.
Ancak Antakya, Müslümanların merkez olarak geliştirdikleri Şam ile rekabet
edecek durumda değildi (18).
1516’da Mercidabık’ta, Osmanlı ordusu ve Memluk ordusu arasındaki savaşı,
Osmanlılar kazandı. Yavuz Sultan Selim, savaşı kazandıktan sonra Halep’e girdi.
Ardından Antakya ve çevresini de ele geçirdi. Bundan sonra ise, Kanuni Sultan
Süleyman Tebriz Seferi dönüşünde buradan geçmiştir. Kanuni’nin
emriyle Antakya çevresindeki Belen’e cami, han, hamam ve imaret yapımı
başlatılarak burası, köy haline getirildi (19).
Sokullu Döneminde ise, Antakya’da imar faaliyetleri artmış ve bu dönemdeki
yapıların çoğu günümüze kadar varlığını sürdürülebilmiştir. Payas’ta bulunan
Sokullu Külliyesi bu döneme ait bir yapı olarak, günümüzde de büyük öneme
sahiptir (20).
16.yy’da Antakya’nın demografik yapısı incelendiğinde, nüfusun birkaç defa
tespit edildiği ve bu tespitin 1527’den
1589’a kadar değişmediği ortaya çıkmıştır. Ayrıca, bu dönemde gayri
müslim nüfusun olmadığı da kayıtlarda yer almıştır. Şehirdeki mahalle sayısına
gelince; 22 ile 24 arasında değişmektedir (21).
Osmanlı
Döneminde, Antakya’nın bir önemi de, hac yolunun bu bölgeden geçmesinden kaynaklanmaktaydı.
Bu yol Haremeyn-i Şerifeyn ile İstanbul arasındaki bağlantıyı sağlaması nedeniyle
önemini hiç yitirmemiştir. Bu yol, Şam’dan, Kuzey Suriye’den geçip, dağlarla
Akdeniz arasından dar bir geçit aracılığıyla İstanbul’a ulaşıyordu (22).
Antakya’nın
ileri gelenleri, Hac dönüşünde, Surre alayı ve Hac kafilelerini Şam sınırında
karşılar ve kervanı bir iki gün ağırlarlardır (23).
Osmanlı
Döneminde Antakya’nın ticari durumuna gelince;
oldukça iyi organize edilmiş bir esnaf teşkilatına sahipti. İşlek çarşılara
sahip olan Antakya Ahilik ilkelerine
göre çalışılan lonca teşkilatı ile düzenlenmişti. Ticari açıdan önemli bir
geçit bölgesi olan Antakya’da giren ve çıkan mallar üzerinden Bâc vergisi
alınmaktaydı. Bununla birlikte, İskenderun limanı Süveydiye ve Payas iskeleleri
de deniz ticareti açısından büyük önem taşımaktaydı. Ayrıca bu limanlar aracılığıyla
askeri nakliyat da sağlanmaktaydı (24).
17.
- 18. yy’larda Antakya, Laskiye, Hama, Humus civarlarında konar-göçer Türkmen
aşiretleri iskan edilerek, hem üretim dengesi oluşturuldu ve hem de bazı yerleşim
yerleri imar edildi. 18.yy’a gelindiğinde Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriye’ye ulaştı.1832’de yapılan savaşta, İbrahim Paşa,
Osmanlı ordusunu yenerek bu bölgeyi ele geçirdi. İbrahim Paşa’nın kurduğu
düzen 1839’a Tanzimat’ın ilanına kadar devam etti (25).
1839
Tazminat Fermanının ilanı, Antakya
idaresinin düzenini de etkiledi. Ancak bu fermanın etkisi çok uzun sürmedi. 19.yy başlarında İskenderun, Belen ve Antakya kazaları çevresine kadar isyan hareketleri
baş göstermeye başladı. Bu bölgenin ıslahı için bir fırka oluşturuldu. Adına
Fırka-ı Islahiye denilen bu ordu, isyan hareketlerini düzenli bir şekilde
bastırarak isyan eden aşiretleri de itaat altına aldı(26).
1895’li
yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
meydana gelen Ermeni olayları Antakya
ve çevresinde olumsuz yönde etkilemiştir (27).
Ermeni
faaliyetlerinin Antakya ve çevresini de etkisi altına alması, daha sonra bu
bölgelerde yabancı okulların açılmasına da zemin hazırlamıştır. Bu okullarda
başta Ermeniler olmak üzere bütün Hristiyan halka ve kısmen de yerli halka hizmet verilmekteydi.
Bu okulların en büyük amacının; verdikleri eğitim sayesinde, ülkenin ekonomisinin
ve bürokrasisini yavaş yavaş ele geçirmekte oldukları da tespit edilmiştir. Söz konusu
okullardan ilki, Samandağ’da açılan İngiliz okulu ve bundan sonra Antakya
ve İskenderun’da da şubeleri açılarak,
misyonerlik hareketlerine devam etmişlerdir (28).
VI. HATAY DEVLETİNİN KURULMASI
I.
Dünya Savaşının sonlarına doğru, M.
Kemal Paşa, Antakya’nın bugünkü sınırlarının hemen hemen aynı şekliyle korunmasını
sağlamıştı. Mondros Mütarekesinin imzalanmasından önce 27 Ekim 1918’de Antakya’da
faysal taraftarları bir Arap hükümeti kurduklarını ilan ettiler. Ardından
Mondros Mütarekesi imzalandı. Bu mütarekeye dayanarak 12 Kasım 1918’de Fransızlar
Antakya’ya asker çıkardılar. 7 Aralık’ta
İskenderun’dan gelen bir Fransız birliğinin Antakya’yı işgaliyle Arap hükümeti
macerası sona erdi. (29).
Bundan sonra, Hatay’da Fransız hakimiyeti başladı. M.
Kemal Atatürk Hatay’a büyük önem vermiştir. Bu Türk şehrinin Fransız idaresine
geçmesini şiddetle kınamış ve tepki göstererek; “Kırk asırlık Türk yurdu düşman
elinde esir kalamaz.” Tarihi sözünü söylemiştir. Ancak 1921 Ankara itilafnamesinin
imzalanmak zorunda kalınması, Hatay’da Fransız baskısını bir derece daha arttırdı.
Bu duruma, Türk ordusu 5 Temmuz 1938’de iki koldan Hatay’a girerek, müdahale
etti. Bu sırada Fransa, Boğazların öneminden ve ortadoğunun en güçlü bir devleti
olmasından dolayı Türkiye ile ilişkilerini yumuşatmak istiyordu (30).
Nihayet
bu yakınlaşma, Hatay’da Türk ve Fransız ordularının garantisi altında, Millet
Meclisi seçiminin yapılmasını sağlamıştır. Seçimlerden sonra ise yeni devlet
için bir cumhurbaşkanı seçilerek,
Hatay Cumhuriyeti ilan edilmiştir (31).
VII. HATAY’IN ANAVATANA KATILMASI
Hatay
Cumhuriyetiyle Türkiye arasında gayet yakın ilişkiler kuruldu. Hatay meclisi,
Türkiye’deki Türk Medeni Kanununu aynen kabul etti. Bununla birlikte Türkiye’den
mali müşavirlerden yardım istemiştir ve Türkiye’den gelen mali müşavirlerin
yardımıyla, Hatay ekonomik düzenini kurmaya çalışmıştır. Ayrıca Türk Ceza
Kanununu da yine Hatay Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Tüm bu girişimler
Hatay’ın anavatana katılma isteğinden kaynaklanmıştır. Tabi ki, Türkiye’de
bu isteği desteklemiş ve bu yönde faaliyetlerini hızlandırmıştır (32).
Hatay
Devleti ile Türkiye arasındaki münasebetler hızla gelişti. Ancak Fransa ile
Türkiye arasında Hatay hakkında tereddütler mevcuttu. 23 Haziran 1939’da Hatay
Millet Meclisi toplanarak anavatana katılma kararı aldı. Aynı gün Türkiye
ile Fransa arasında bir anlaşma yapılarak Hatay’ın Türkiye’ye katılma kararı
kabul edildi. Ancak, bunun karşılığında Fransa, Suriye’nin bağımsızlığını
garanti eden bir maddeye yer vermişti (33).
1939’un
Temmuz ayında Hatay Türkiye sınırları içinde yer almaya başlamıştır(34).
7 Temmuz
1939 tarih ve 3711 sayılı kanunla Hatay vilayeti kurularak Türkiye’ye yeniden
kazandırılmıştır (35).
VIII. ANTAKYA TARİHİNDE TABİİ AFETLER
Antakya çok eski tarihlerden itibaren şiddetli depremler
yaşamıştır. Bilinen önemli depremler m.ö. 148 , 130’da, m.s. 35, 37, 396,
526 ve 528’de meydana gelmiştir. En çok yıkıma yol açan deprem ise 526’da
olan depremdir. Bu depremde 250000 kişi ölmüş ve Antakya yerle bir olmuştur(36).
847’ye gelindiğinde 20000 kişinin ölümüne yol açan bir
deprem meydana gelmiştir. 1054’te ise yine şiddetli bir deprem ile 10000 kişi
ölmüştür. 1736 yılında Antakya’da meydana gelen bir başka deprem sebebiyle
surların bir kısmı ve bedestenler yıkılmıştır(37).
Depremler sebebiyle tarih boyunca yıkıma uğrayan şehir,
farklı tarihlerde meydana gelen salgın hastalıklar yüzünden de önemli ölçüde
nüfusunu kaybetmiştir. 1886-1890 yılları arasında görülen kolera salgını sebebiyle
çok sayıda insan ölmüş ve başka şehirlere göçler olmuştur. 1890 yılına gelinceye
kadar şehirde birkaç kez kolera salgını meydana gelmiştir. Ancak, en şiddetlisi
ve uzun süreli olması sebebiyle 1890’daki kolera salgını bilinen en etkili
salgındır. Bu gibi salgınlar ve depremler nedeniyle, Antakya her defasında
yeniden yapılanmaya ve nüfusunu toparlamaya çalışmıştır(38).
1)
Mehmet TEKİN, Hatay’ınTarihçesi ve Eski Antakya Kütüphaneleri, Antakya, 2001,
s.7.
2) Mehmet TEKİN, Hatay Tarihi, Antakya,1993,
s.24.
3) Mehmet TEKİN, a.g.e., s.21.
4) Hatay Yıllığı,
1993, s.52.
5) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.21
6) Hatay Yıllığı,
s.54.
7) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.19.
8)
Mehmet TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, Ankara, 2000, s.10.
9)Mehmet
TEKİN, Hatay Tarihi, s.52.
10)Mehmet
TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, s.7.
11)Mehmet
TEKİN, Hatay Tarihi, s.39.
12)Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.39.
13) Avasım:
Halife Hz. Ömer döneminden itibaren İslam Ülkesi ile Bizans arazisini birbirinden
ayıran, askeri hudut ve müdafaa sahasıdır. Halife Harun Reşid döneminde bu
hudutlar avasım adı altında bağımsız bir idari bölge haline getirildi ve askeri
teşkilata bağlandı. Mehmet TEKİN, a.g.e., s.39.
14) Mehmet
TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, s.7.
15) Mehmet
TEKİN, Hatay Tarihi, s.43.
16) Mehmet
TEKİN, Hatay’ın Tarihçesi ve Eski Antakya Kütüphaneleri, s.16.
17) Meydan Larousse, “Antakya”, 1992, C.1, s.556.
18) Meydan Larousse, C.1, s.556.
19) Mehmet
TEKİN, Hatay’ın Tarihçesi ve Eski Antakya Kütüphaneleri, s.19.
20) Mehmet
TEKİN, Hatay Tarihi, s.56.
21) Mehmet
TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, s.13.
22) Suraıya
FAROQHİ, Hacılar ve Sultanlar, (Çev: Gül
Çağalı Güven) İstanbul, 1995, s.34.
23) Mehmet
TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, s.44.
24) Mehmet
TEKİN, Hatay’ın Tarihçesi ve Eski Antakya Kütüphaneleri, s.20.
25) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.21.
26) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.22.
27) Mehmet
TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, s.119.
28) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.124.
29) Mehmet TEKİN, Hatay’ın
Tarihçesi ve Eski Antakya Kütüphaneleri, s.25.
30) Süleyman HATİPOĞLU, “ Atatürk ve Hatay’ın Anavatana Katılması”,
Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul,1986, s.21.
31) Süleyman
HATİPOĞLU, a.g.m., s.22.
32) Fahir
Armaoğlu, 20. yy. Siyasi Tarihi, Ankara, 2002, s.351.
33) Ahmet
Eyicil, Siyasi Tarih, Ankara, 1990, s.294.
34) Fahir
Armaoğlu, a.g.e., s. 351.
35) Mehmet
TEKİN, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, s.228.
36) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.6.
37) Mehmet
TEKİN, Hatay Tarihi, s.62.
38) Mehmet
TEKİN, a.g.e., s.74.
BİBLİYOGRAFYA
I.
TEKİN
Mehmet, Hatay’ın Tarihçesi ve Eski Kütüphaneleri, Antakya, 2001.
II.
TEKİN
Mehmet, Hatay’ın Tarihi , Antakya, 1993.
III.
TEKİN
Mehmet, Osmanlı Dönemi Hatay Tarihi, Ankara, 2000.
IV.
Hatay
Yıllığı, 1993.
V.
Meydan
Larousse, 1992, C.1.
VI.
FAROQHİ
Suraıya, Hacılar ve Sultanlar, İstanbul, 1995.
VII.
HATİPOĞLU
Süleyman, “Atatürk ve Hatay’ın Anavatana
Katılması” Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1996, s.21-45.
VIII.
ARMAOĞLU
Fahir, 20yy. Siyasi Tarihi, Ankara,2001.