seker ticaret...nasreddin hoca  

NASREDDİN  HOCA'DAN  HİKAYELER  VE  ÖĞÜTLER
ÇÖMLEK  HESABI
Eskiden takvim bugünkü kadar yaygın değildi. Hele köylerde ancak önemli bazı olaylara göre
zaman belirlenirdi. O yüzden özellikle Ramazan'da günleri şaşırmamak için bazı usuller uygulanırdı.

On bir ayın sultanı Ramazan ayı daha gelir. Nasreddin Hoca zamanı belirlemek için bir çömlek
alır bir yığın ufak taş toplar.

Akşam olduğu zaman bu taşlardan bir tanesini çömleğe atardı. Ramazan'ın kaçı olduğunu
öğrenmek isteyince çömlekteki taşları sayardı.

Hoca'nın bu usulünü bilen bir arkadaşı Hoca'ya küçük bir şaka yapmak ister.
Bir gün gizlice Hoca'nın taşları büyüklüğünde bir kucak taşı çöleğe boşaltır.
Sonra doğruca Hoca'nın yanına gider ve sorar:

- Hocam, bugün Ramazan'ın yirmi dördü mü, yirmi beşi mi? Arkadaşlarla bir karara varamadık.
Bana Hoca'ya gir danış. O bilir, dediler.

Hoca:
- Olur, şu bizim çömleğe bir bakalım, der. Hoca., çömleğin yanına gider. İçindeki taşları
saymak için boşaltır. Hayretler içinde kalır. Taşları sayar, tam 124 tane taş vardır. Kendi kendine:

- Allah Allah! Hiç böyle şey olmaz! diye söylenir.
Soru soran adamın yanına geri gelir:
- Bugün Ramazan'ın altmış ikisi der. Adam:
- Aman Hocam! Hiç böyle şey olur mu? Hiç ay altmış iki çeker mi?

Hoca:
- Sen gene şükret, ben insaflı davrandım da yarısını söyledim.
Benim çömleğin hesabına kalsaydı bugün Ramazan'ın yüz yirmi dördü idi. der.

ÖĞÜTLER

Nasreddin Hoca, uyumlu bir kişiliğe sahiptir. Onun bu uyumlu halinden yararlanarak kendisine
şaka yapanlar olur. Hoca, bu şakalarını anlar ve onlara şakayla karşılık verir.

Şaka, çok  ciddi  bir  sanattır. Herkesin yapabileceği ve kaldırabileceği bir şey değildir.
Yerinde ve zamanında yapılırsa hoş olur. Aksi halde şaka kin tutmaya, kin de kötülüklere sebep olur.


ESKİ  AYLAR
Bir kısım insanlar Nasreddin Hoca'yı bozmak için, bir kısım insanlar da akıl seviyeleri düşük olduğu
için Hoca'ya münasebetsiz sorular sorarlardı...

Fakat Hoca, kimseyi kırmadan soru soran şahsa en uygun cevabı vermesini bilirdi.

Bir gece arkadaşlarıyla beraber gökte beliren yeni hilali seyrediyorlardı. Birisi Hoca'ya:

- Söyle bakalım Hoca! Yeni ay çıkınca, eski ayları ne yaparlar? diye sordu.

Nasreddin Hoca, adamın alay etmek maksadıyla sorduğu bu soruyu, aynı dille cevaplandırır:

- Bunu bilmeyecek ne var! Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar.

ÖĞÜTLER

Nasreddin Hoca'ya herkes soru sorardı. Hoca da soranın seviyesine uygun cevaplar vermekle zorlanmazdı.
İnsan, yaratılış icabı herşeyi bilmek ister. Bunun için soru sorar. Bilgi üretmeyen, yersiz
tartışmalara yol açan sorular, faydasızdır. Soru sormak elbetteki tamamen yasak değildir.
Çok ve yersiz soruların cevaplarının hoşa gitmeyecek türden olabileceği de unutulmamalıdır.

Yerinde  soru, ilmin  anahtırıdır. 


TİMUR'UN  PEŞTEMALİ

Timur, bir kasırga gibi Anadolu'yu yakıp yıkmış ve Akşehir'de konaklamış.
Hiç kimse sevmiyormuş kendisini. Tabii bizim Nasreddin Hoca da...

Timur, Nasreddin Hoca'nın nüktelerini ve doğrulunu çok sever. 
Arada bir Hoca'yı yanına davet edermiş.

Bir gün hamamda beraber yıkanırlarken Timur Hoca'ya sorar:

- Söyle bakalım Hoca Efendi! Ben kaç akçe ederim?

Hoca, Timur'u şöyle bir süzer:

- Elli akçe edersin, diye cevap verir. Timur:

- Amma yaptın Hoca, sadece üzerimdeki peştemal elli akçe eder,
deyince Hoca içindekini söylemekte gecikmez:

- Evet sultanım, zaten ben de onun değerini söyledim size der.

ÖĞÜTLER

Nasreddin Hoca, karşısındaki kim olursa olsun gerçekleri, doğruları söyler. İnsanların makam,
mevki ve zengin olmaları onun gerçeği söylemesine engel olamaz.

< En üstün cihad, zalim sultana karşı söylenen hakikatlerdir.
< İnsanın değeri, sahip olduğu mal, şan ve şöhretleriyle değil güzel niyeti,
    ahlakı ve yaptığı işlerle anlaşılır.
İnsanların büyüklüğü yaptığı işlerin büyüklüğüyledir.
Madem ki zulmediyorsun, adının ilerde iyilikle anılacağını umma...Çıkrık çeviren anneler,
ninler bir padişaha lanet okurken, resmi meclistekilerin Padişahı övmelerinin faydası yoktur.


KÖR  DÖĞÜŞÜ
Nasreddin Hoca, gençliğinde dilenen bazı insanlar görür. Epey bir zaman adamları inceler.
Dilenciler kör oldukları için çevredeki insanlar onlara pek çok yardım verirler. 
Fakat dilenciler bir türlü doymak bilmezler.

Hoca, dilencilerin yanlarına yaklaşır. Cebinden para kesesini çıkartıp şakırdatır. Sonra dilencilere:

- Alın bu paraları da aranızda bölüşün, diyerek yanlarından uzaklaşır. 
Adamları tekrar gözlemeye başlar.

Kör dilenciler, para kesesinin içlerinden birine verildiğini sanarak parayı kapmak için birbirlerine
girerler:

- Kese sende!
- Ben de yok sende!
- Çabuk benim payımı verin, yoksa ben size yapacağımı bilirim! gibi sözlerle açgözlü dilenciler,
birbirlerine vurmaya, küfretmeye başlarlar ama keseyi de bir türlü ele geçiremezler.

Hoca bunları gözlerken:

- Hey gidi açgözlü iki dünya körleri hey! diye söylenirken biri:
- Ne oluyor Hoca? diye soru sorar. Hoca:
- Ne olacak, kör döğüşü nedir bilmiyorsan öğren, der.

ÖĞÜTLER
Nasreddin Hoca, bu hikayesindepara hırsınını insanı ne kadar kötü duruma düşürdüğünügöstermiştir.
Bu hikayede hırsın, dünya körleri olan adamların kalp gözlerini de kör ettiğini görüyoruz. Bu tür insanlar, iki dünya körüdürler.

Hırs ve mutluluk, birbirlerini hiö görmezler. 
İnsanların hırsı ve tamahı, mesut olmamalarının tek sebebidir.
Ademoğlunun iki vadi dolusu altını olsaydı, üçüncüsünü de isterdi. 
Ademoğlunun karnını ancak bir avuç toprak doldurur.

 

BU  KEDİYSE  ET  NEREDE?

Nasreddin Hocanın canı bir gün yahni ister. Kasaba gidip iki kilo et alır, eve gönderir.
Hocanın karısı, yahniyi pişirirken komşuları çıkagelir. Misafire ikram edecek başka şeyi
olmadığından yahniyi pişirip, komşularına ikram eder.

Akşam olup da evine yorgun argın dönen Hoca, yahninin özlemiyle sofraya kurulur.
Biraz sonra karısı Hocanın önüne bir tabak bulgur aşı koyar.  Hoca kızar:

- Hatun, hani bizim yahni? Karısı misafire ikram ettiğini söylemeye cesaret edemez.
- Hiç sorma efendi! Senin gönderdiğin eti kedi yedi, der. Hoca sofradan kalkar. Kediyi tartar.
  Kedinin zayıflıktan bir deri bir kemik ve açlıktan bitkin halde olduğunu görür.

   Bir karısına bir kediye bakar.
- Hatun, gerçekten eti bu bizim kedi mi yedi? diye sorar.  Karısı:
- Evet Efendi!  Bu utanmaz kedi yedi, der.

Hoca, koşarak el terazisini getirir. Terazinin bir gözüne kediye, öbür gözüne kilogramları koyar.
kedi tam iki kilo gelir.  Hoca karısına bakarak:

- Bak hatun! Şu gördüğün bizim kedi tam iki kilo geldi. Aldığım et de iki kiloydu. Bu tarttığım
kedi ise, et nerede?  yok bu tarttığım et ise, kedi nerede?!  diye sorar.

ÖĞÜTLER

Nasreddin Hoca, gerçekçi ve her zaman lafın doğrusuna taliptir. Kendisi karşı tarafı rencide 
etmemek için saf görünür. Fakat nükteleriyle aldatma ve yalanlara kanmadığını ispatlar.

Hoca'nın hoşgörüsüne diyecek yoktur. Son derece affedici ve hoşgörülü bir insandır. Ama hiç
bir zaman aptal yerine de konmak istemez. Yani herşeyin farkındadır. Hanımının sözlerine
kanmadığını kendi esprili uslubuyla göstermiştir.

Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
İşe yalan karıştırmak, işin ve insanın değerini düşürür.
Yalanın faydası geçici, doğrununki ise süreklidir.


PARA,  CİMRİ  VE  NASREDDİN  HOCA

   Bir gün, cimrinin ve boşboğazın biri Nasreddin Hoca'ya:
- Hoca Efendi, parayı sende mi seviyorsun?..  diye Hoca'ya tepeden inme bir soru sorar.

Hoca, bu tip adamları yakinen tanır. Ele talkın verip kendileri salkım yutan cinstendir bunlar.

Hoca hemen cevabı yapıştırır:

- Para, insanı cimri ve vicdansız adamlara muhtaç olmaktan kurtarır. Onun için sevsem de ayıp
sayılmaz.

ÖĞÜTLER

Nasreddin Hoca, münasebetsiz soru soranlara layık olduğu şekilde cevap verir.
Verdiği cevaplarla onları iyiliğe sevkeder, kötülükten sakındırır ve doğruyu gösterir.

Fazla tatlı olma, yutulursun; fazla acı olma, atılırsın. Hoca, bu hikâyede münasebetsiz
     insana tatlı sert uslubunu kullanmıştır.
Başkasına muhtaç olmamak için çalışmak da ibadettir.
Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini katılaştırır. Cimrilerle karşılaşmak
     müminler için belâdır.
Eldeki para, hürriyetin aletidir. Peşinde koşulan para ise, kölelik aletidir.
Para, efendi değil, vasıtadır. Başkalarına nuhtaç olmamak ve mutaç olanlara da yardım
     için gereklidir.
Para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendidir.


SEN  DE  HAKLISIN  HANIM

Nasreddin Hoca'nın kadılık (hakimlik) ettiği günlerde adamın biri yanına gelir. Adam,
komşusundan şikayetçidir. Derdini anlatır. Hoca, adamı güzelce dinledikten sonra:

- Haklısın! diyerek gönderir.

Biraz sonra adamın şikayetçi olduğu komşusu çıkagelir. O da az önce gelen komşusundan
şikayetçidir. Derdini anlatır, hakkının verilmesini ister.
Hoca onu da güzelce dinler. Sonra: - Haklısın! diyerek onu da yollar.

O sırada Hoca'nın yanına gelmiş bulunan ve konuşulanlara kulak misafiri olan karısı, bu işe şaşar.
Hocaya:
- İlahi Hoca Efendi! Sen ne biçim kadısın? Birbirinden şikayetçi olan iki adamın ikisi birden hiç
haklı olur mu?  diye sorar.

Karısının bu sözleri üzerine Hoca, bir süre düşündükten sonra ona şöyle der:

- Hatun, sen de haklısın.

ÖĞÜTLER

Nasreddin Hoca, çok yönlü bir insandır. O, herkesin farklı kabiliyetlerde yaratıldığını ve ona göre
tavır geliştirmek gerektiğini bilir. Bütün nükteleri zamana ve mekâna da uygundur.

Hoca, burada haksızlık etmemek için çok dikkatli davranmıştır. Hem de hakların verilmesinde ne
derece dikkatli olunması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Kimin delili kuvvetli ise, kim meselesini daha güzel ortaya koyarsa, hakim onun lehine
hükmedebilir. Bu konuda sevgili Peygamberimizin de bir uyarısı vardır. Güzel bir dil ve delille
hakkı lehine çevirmeye çalışan kimseye "Ben dinlediğime göre hüküm veririm. Etkili
konuşmasıyla beni yanıltan kimseye, ateşten bir parça verilmiş olur" diye ikazda bulunmuştur.

Hâkimler, lehine hüküm verseler de sen gerçek hükmü vicdanından iste.
Hâkimlerin iki bölüğü cehennemdedir, bir bölüğü cennete. Gerçeği bilen ve ona
     göre hükmeden cennettedir. Gerçeği bildiği halde aksine karar verenle,
     bilgisiz hüküm veren cehennemdedir.
Karısının, yerinde soru sormasını beğenen Hoca, "Sen de haklısın hanım"
     karısını da gönüller.
Her zaman herkesi memnun edemeyiz ama herkesi memnun edecek biçimde
    konuşabiliriz.