EŞLİKÇİ
KIZ
(THE
ACCOMPANIST / L'ACCOMPAGNATRICE)
(Fransa, 1992) ****
Yönetmen:
Claude Miller, Senaryo: Miller ve luc Beraud (Nina Berberova'nın romanından).
Fotoğraf: Yves Angelo. Müzik: Alain Jomy
Oynayanlar: Romane Bohringer, Elena Safonova, Richard Bohringer, Samuel
Labarthe, Julien Rassam, Nelly Borgeaud, Claude Rich, vd.
Sony Classics yapımı. 110 dakika. Fransızca sesli, Türkçe altyazılı.
Nazilerin işgali altındaki Paris. Leningrad doğumlu, Irene Brice (eski Rus aktristi Elena Safonova) bir kızı eşlikçi olarak işe almaya karar verir. Yirmi yaşında yetenekli bir piyanist olan eşlikçi kızın adı Sophie'dir (Romane Bohringer) ve kendisi 1942-43 kışında tıpkı pek çok diğer Fransız gibi yeterli yiyecek bulamayan savaş mağduru bir Fransızdır. Almanların hakim olduğu Fransa'da çoğu insanın yaşadığı hayattan farklı olarak Irene ve işadamı olan kocası Charles (Richard Bohringer, gerçek yaşamda Romane'nin babası) lüks içinde yaşamaktadırlar. Irene yaşamın güçlüklerinden, sıkıntılarından uzak ehlikeyf bir yaşam sürmektedir. Kendi yurttaşları yoksulluk ve acı içinde kıvranırken, Bricelar zenginlerle, ahlaksızlarla ve Alman yetkililerle düşüp kalkmaktadırlar. Ancak Charles bir fırsatçı olmasına karşın, pek çok kimseden farklı olarak gerçek anlamda bir işbirlikçi de değildir. Kendisi vicdanı ile çıkarları arasında bir denge kurmaya çalışan karmaşık bir kişiliğe sahiptir. Hatta Almanlarla alay bile edebilmektedir. Neşeli bir kişiliğe sahip olan Irene ise, müziğin, hayatın zevklerinin ve aşığı Jacques'ın dışındaki şeylerden pek haberdar değildir. Ama aklı bir karşı havada bir insan olarak da tanımlanamaz. Sophie ise karmaşık bir kişiliğe sahiptir. Brice çiftiyle birlikte olmakta, onların bazı ayrıcalıklarından o da yararlanmakta ve onların özel yaşamlarıyla diğer insanlar arasındaki yaşamlarını sessizce gözlemektedir. Yeni yaşamı onu pek değiştirmez. Onu etkileyen Irene'e karşı olan ikircikli tutumudur. Ona karşı hayranlıkla sessiz bir isyan arasında duygular beslemekte olan Sophie onu anlayamamakta, onun müziğinin gölgesinde kalmaktan dolayı mesleki bir hoşnutsuzluk da yaşamaktadır. Her ne kadar Irene ve dinleyiciler onu beğense de, o kendisini şarkıcının gölgesinde kimliksiz biri olarak hissetmektedir. İki kadın da birbirine karşı kapalıdır. Hem ahlaki hem de mesleki açıdan artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlayan Charles karısıyla birlikte Fransa'dan kaçmaya karar verir. Sophie'yi de yanlarına alarak güneye giderler, Pirene'yi geçip Lizbon'a ulaşırlar ve oradan da gemiyle İngiltere'ye giderler. Charles orada başarılı bir şekilde karısının müzik işlerini rayına oturtur, ancak bir sorun vardır: Karısının aşığı ve Fransız yeraltı dünyasının üyesi Jacques da Londra'dadır. Film bize bir dizi portreyi, hayatın ve toplumun değişik bileşenlerini ve mesleklerini canlı bir biçimde tanıtarak başlar. Daha sonra ise uzun acılı bir öyküye, bir melodrama dönüşür. Üç ana karakter arasında hassas bir denge vardır. Sistemli olmayan stres değişiklikler gösterir. Charles perdede kadınlardan daha az görünmesine karşın, film boyunca artan ağırlığı ve derinliği hissedilen bir karakterdir. İzleyiciyi en çok etkileyen Charles'tır. Ancak filmde hiçbir zaman basit genellemelere, ahlaki yargılara ve olağandışı kahramanlıklara yer verilmez. Üç karakter diyoruz, ama aslında dört karakter var: Dördüncüsü de müzik. 1960'lardan bu yana yapılan çoğu Fransız filminde müzik filmin öyle önemli bir parçası haline geldi ki, çoğunlukla anahtar elemanlardan biri oldu. Diva, Müzik Öğretmeni, Tous les Matins du Monde bu filmler arasında sayılabilir. Bu film Hollywood'un ciddi müzikten kaçışına, bir film olarak mükemmel olmasına karşın zayıf bir müzik anlayışına sahip olan ısmarlama müzikli Piyano filminin getirdiği anlayışa karşı bir bayrak açışın, inatçı bir direnişin, nitelik ve çeşitlilik açısından daha iyiyi yakalama uğraşının simgesi olup çıkıyor. Zekice ve güçlü bir biçimde öyküyle örülmüş olan çoğunlukla vokal Eşlikçi Kız'ın müziği (Mozart, Schumann, Richard Strauss, Schubert, Berlioz, vd.) izleyiciyi büyülüyor. Filmdeki icralar, müziğe ayrıcalıklı bir görsellik katıyor. Filmdeki tarihsel olaylar tam bir doğrulukla aktarılmış. Bize de insanları, olayları ve olguları basite indirgemeyen, müziği etkili biçimde kullanan bu filme şapka çıkarmak düşüyor. İzleyiciler her tarihsel olayı ayrıntısıyla yakalayamasalar bile, izlenmesi güç bir film değil. Claude Miller, Ingmar Bergman'dan etkilendiği belli olan bir yüzler yönetmeni. Kamerasıyla yakın plan çekimleri çok kullanıyor ve yüzlerle gözlere epeyce vurgu yapıyor.
(Yazan:
Edwin Jahiel, Çeviri: Uğur Altunay)
sinemirna anasayfasına geri dön
© 8 Nisan 2000 Uğur Altunay