Counter


Sign Guestbook View Guestbook

Created on ... Kasım 27, 2002


[ Yahoo! ] options

ULASAL ONUR


Almanlarla dost olduk.Almanlar memleketimize,ordumuza ve hükümetimize kadar girdiler.Bunların hepsini hoş gördük.Fakat Almanlardan bazıları onur ve bağımsızlığımızı kırıcı davranışlarda bulunmaya başladıkları dakikada en evvel ve hemen hiçbir kayıt ve şarta bakmaksızın ruhan ve hatta fiilen isyan ettim.ATATÜRK
Mustafa Baydar,Atatürk'le Konuşmalar.

XIX.yüzyılın ortalarında Osmanlı maliyesi tam bir çöküntü içindedir.Devletin yabancı bankalara olan borçları yıldan yıla artar.1898 yılında Osmanlı bütçesinde sadece Fransız sermayesi bir buçuk milyar altın frankı bulmuştur.Bu borç 1913'te ikibuçuk milyara yükselir.Rusya,Avusturya,Almanya,İngiltere'nin de alacakları bu düzeye yakındır.Alınan dış borçlar sadece parasal sorunlara yol açmakla kalmaz her yeni borç yabancılara yeni ayrıcalıklar getirir.
20 Aralık 1881'de yayınlanan Muharrem Fermanı ile Abdülhamit II,Osmanlı devletinin başlıca gelir kaynaklarını bir mali kontrol görünüşü altında Avrupalılara devreder.1883'te Fransızlara tanınan Tütün Rejimi,ayrıcalığı,Beyrut,İstanbul,Selanik limanlarıyla gümrüklerinin yapımıyla işletme hakları,bazı demiryollarının madenlerin işletilmesi konusunda Fransızlarla İngilizlere tanınan haklarla,gaz,tuz,su işletme hakları bunlar arasında sayılabilir.1905'te İngilizler Musul petrollerinin işletme hakkını alırlar.1899'da Haydarpaşa rıhtımı üzerinde Almanlara bu türlü ayrıcalıklar tanınır.Böylelikle bütün ulusal gelir padişahın kasası ile Paris,Londra,Berlin bankaları arasında bölüşülür duruma düşer.Özet olarak Mustafa Kemal'in gençlik yıllarında yurdun bütün gelir kaynakları yabancılar tarafından kapışılmış,kapışılmakta,kalanıda padişah el koyarak ortak çıkmaktadır.Halkın bütün emeği her üç ayda bir başdöndürücü bir hızla artan Osmanlı borçlarını ödemek uğrunda harcanmakta,halk çalışmasının karşılığını alamamaktadır.Köyler,kentler yüzüstü bırakılmış,ormanlar yağma edilmekte,tarlalar kuraklıktan yanmaktadır.Köylüler,kentliler doktordan öğretmenden yoksun,hastalık yoksulluk yaygın bir durumda,erkeklerin ömrü sınırdan sınıra askerlik hizmetinde geçmektedir.
Öte yandan Balkanlarda uyanan ulusçuluk akımları Türkler arasında ulusçuluk akıının akımının yayılmasına yol açar,bu uyanış Sırp,Bulgar ulusçuluk akımlarınıda kamçılar,daha da şiddetlendirir.
İkinci Meşrutiyet 1908 bu ortama hiçbir çözüm yolu getirmez.İttihat ve Terakkiciler Osmanlı padişahlarının çizdiği mali politikadan ayrılamazlar.Londra,Paris bankalarına yeniden borçlanırlar.II.Abdülhamit'e hizmet etmiş,saray çevresine bağlı yüksek dereceli bürokratlar kısa bir süre içinde toplanırlar,eski etkinliklerini kazanarak devlet yönetiminin kilit yerlerindeki görevlerini korumayı sürdürürler.Bundan önce,örneğin II.Mahmut döneminde olduğu gibi,Osmanlı devlet düzenini yenileme girişimi,İkinci Meşrutiyet döneminde de boş çıkar,umutları gerçekleştiremez.
1898'de Pangermanistlerin yayınladığı bir bildiride,hasta adam olarak nitelenen "Türkiye'nin mirasında Almanya'nın payı" açığa vurulduğu halde,Enver Paşa,hükümeti Almanların kucağına atmakta bir sakınca görmez.Türk ordusunun eğitimi Alman subayların eline bırakılır,Bağdat demiryolu da Almanlara satılır.
Genç Mustafa Kemal'in kabullenmediği,kabullenemeyeceği tutum budur!Eskisi gibi padişahın izlediği mali politikadan ayrılamıyacak,yabancıların içişlerimize burun sokmaları hoşgörülecek olduktan sonra 1908 ihtilalinin anlamı nedir?1908 ihtilalinden önce Mustafa Kemal'i isyana sürükleyen durum değişmemiştir.Üstelik,bu isyanı eski gidiş yönünde daha da körükleyecek biçimde gelişmektedir.1908 ihtilali Mustafa Kemal'in duygularına düşüncelerine en küçük bir değişiklik getirmez.1908-1919 yılları arasında,Mustafa Kemal'in,yurt sorunlarının gün günden yüreğinde büyüyen kahrı,dertleriyle,çevresindekilere içini döktüğü,görüşlerini kimseden sakınmadan açığa vurduğu görülür.Ğörüştüklerine durmadan,Türkiye'nin savunmasız olarak çakalların atmacaların yağmasına bırakıldığını,Almanların Türkiye'yi boğazladıklarını ,bizi yöneten bu kayıtsız bu duyğusuz hükümetlerden kurtulmamız kendi kendimizi yönetmeyi öğrenmemiz gerektiğini anlatmaya çalışır,"TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR"ilkesini aşılar.
Mustafa Kemal bu görüşleri,bu düşünceleri ile,ordu çevrelerinde,özellikle genç subaylar arasında gün geçtikçe artan bir güvenle sevilir.Bu ilğiyi gören İttihat ve Terakkiciler,Mustafa Kemal'i çeşitli görevlerle çevresinden uzaklaştırarak kendilerine zararı dokunmayacak bir ortam içinde bulundurmaya özellikle dikkat ederler.Trablusgarb'a gönderirler,dönüşünde bir süre Selanik Ordu Subay Talimgahı'nda,sonra 38.Piyade Alay Komutanlığı'nda,daha sonra İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı'nda görevlendirirler.Ardından yine Trablusgarb,Balkan Savaşı'nın sona ermesinin ardından da Sofya Ateşemiliterliği...
Denilebilir ki yukarıda özetlediğimiz akış içinde yabancılarla girişilen parasal bağlantılar,Osmanlı sarayı çevresinde ulusal onurda yoksun bir devlet adamı tipi yaratmıştır,Neredeyse bir çeşit mirasyedi ahlakı,ancak başkalarını sömürmede anlaşan tefecilerle faizciler arasında geçerli olan bencil,yağmacı,duyğusuz kokuşmuş bir görüş Osmanlı devlet adamının iliklerine işlemiştir.Bu türlü devlet adamları,kendi kişisel çıkarları ile yabancıların çıkarları arasında doğan yakınlığı,uyuşmayı Türk halkı önünde açıkça savunabilecek kadar onur duygusundan uzak bir pişkinlik içindedirler.
Mustafa Kemal,savaşında kendi insanlık onurunu,Türklük onuru ile özdeşleştiren bir kişilikle bu türlü çevrelere karşı çıkar.O adeta ilerde kuracağı yeni Türkiye'nin tüzel kişiliğini kendi özel kişiliği ile daha gençlik yıllarında bütünleştirir,kendi kişiliğinde tek bir benlik durumunda yaşatır.Türkiye'nin onuruna,özğürlüğüne yönelen her davranışı,yaşamı boyunca,kendi onuruna özğürlüğüne karşı girişilmiş bir saldırı gibi yakından duyar.
Büyük Millet Meclisi'nin açılışının birinci yıldönümü dolayısıyla,24 Nisan 1924 günlü Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayınlanan,kendisiyle yapılan bir konuşmada.Mustafa Kemal bu konu ile ilgili düşüncelerini açıkça belirtie.Gazetecinin sorduğu ikinci soru, Anadolu'daki direnme hareketi düşüncesinin kendisinde nasıl doğduğu ile ilgilidir.Mustafa Kemal karşılığında "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir"diye söze başlar."Ben bağımsızlık tutkusu ile dolu bir adamım" dedikten sonra "Bir ulusta onur,saygınlık ,namus ve insanlığın varolabilmesi ve yaşayabilmesi için o ulusun mutlaka özgürlük ve bağımsızlığını koruması gerektiğini" söyler.Ben der, bu niteliklere çok önem veririm.Bu niteliklerin kendinde varlığını öne sürebilmek için ulusun da bu nitelikleri koruyabilmiş olmasını temel koşul olarak bilirim."Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun çoçuğu kalmalıyım..." demek oluyor ki Mustafa Kemal'in anlayışıyla özgürlüğünü,bağımsızlığını yitirmiş bir ulusun çoçuğu,kendi özgürlüğünü de yitirmiştir.Onun onurdan,saygınlıktan söz etme hakkı yoktur.Ulusu ile birlikte o da onurunu,saygınlığını yitirmiştir.
Birinci Dünya Savaş'ına düşen yıllarda.Mustafa Kemal'in yaşamındaki bazı olaylar üzerinde durmak,Osmanlı devlet adamı ile Mustafa Kemal'in ulusal onur anlayışları arasındaki bu ayrılığı bize daha açık sergileyecektir.Mustafa Kemal 1916 yılı başlarında,İstanbul'un kurtarıcısı, Anafartalar kahramanı olarak İstanbul'a döner.Açıkça görmektedir ki savaş sonunda yitirilecek,kazanılacak olsa bile Türkiye bir Alman sömürge olmaktan kurtulamayacaktır.Türkiye'yi,Türk halkını,Türk ordusunu bu güç duruma sokan baştakilerdir.Onlar ulusumuzun ordumuzun kabiliyetsizliğinden söz ederek yabancıları ayaklarına kadar gidip çağırmışlar,buyur etmişler,gelip bizi adam etmelerini istemişlerdir.Bu türlü çağırılan yabancılar,gelip de çevrelerini hor görürlerse bir dereceye kadar haklıdırlar da...
Ordunun bütün sırlarıyla Almanların eline bırakılmasına karşı çıktığı sıralarda Genelkurmay Başkanlığı ileri gelenlerinden bir dostu ona şöyle der;"Arkadaş bizim tecrübemiz senden çoktur,vakıa seni hissiyat ve hayalata sevk eden şey,memleket ve milletine aşkındır.Ama düşünüyorum ki,bu memleket ve halk senin hararetli aşkına zannettiğin kadar layık mıdır?"
O dönemde Osmanlı devletini yönetenlerin nasıl bir kafa yapısında kimseler oldukları konusunda daha açık bir kanı edinmek için,günümüz Türçesine çevirerek Mustafa Kemal'in bir başka anısına başvuracağım;
"Arıburnu,Anafartalar'ı yapmış bir kumandandım.Sanıyordum ki ve daha sonra dost düşman herkesin görüşüde bu benim bu sanımı doğruladı,memlekete bir hizmette bulunmuştum.O hareketle özellikle başkenti kurtarmıştım.İnsanlık hali,üstüme düşen bu hizmeti yerine getirmemden hoşnut kalacaklarını yakıştırdığım Osamanlı devleti ileri gelenlerini ziyaret ediyordum.Bilim,fen,sanat ve olaylaraçısından,yurdum için ve ulusumun konuşulması gereken ölüm kalımı üstüne düşüncelerim vardı.Başta bulunanlara onları söylemek istiyordum.Sayın Dışişleri Bakanı'nı da görmek kendisiyle görüşmek yararlı olur kanısına kapıldım.Bakanlığın bir müştaşar yardımcısı vardı.Sofya elçiliğinden tanırdım; Halil Bey.. Önce bu güzel adamı yerinde buldum,Sayın Bakan'a kendilerini ziyaret için geldiğimi söylemelerini rica ettim.Beklemem emri geldi.Bekledim,bilmem ne kadar sürdü.Fakat bekleyiş epey uzun oldu.Bu aralık Sayın Bakan çok ilğinç ziyaretçilerini kabul etmekle meşguldu.Farkına vardım ki ben geldikten ve haber verildikten sonra gelmiş olanlar bile Bakan Bey tarafından kabul olunmaktadır.Canım sıkılmadı değil,müşteşar yardımcısına;
-Sayın Bakan galiba beni unuttular,dedim
Yardımcı benim beklediğimi yeniden hatırlattı.
-Beklesin!..
Diye buyurulmuş.Tam bir dinginlikle yardımcı beyin yanında oturdum.Kendisine dedim ki;
-Sizin bakanınız bütün zamanını böyle anlamsız ziyaretleri kabul etmekle mi geçirir?
Terbiyeli ve uysal olan karşımdaki sustu.Bir anlık Sayın Bakan'ın bürosunu salonla birleştiren kapı açıldı ve bir odacı;
-Buyurun efendim,dedi.
Yardımcı beyle ciddi bir konu üzerinde konuşuyordum;
-Nedir o?dedim.
Odacı;
Nazır Beyefendi sizi kabul buyuracaklar.
Karşılığını verdi.
-Beklesinler!dedim.
Gerçekten de müsteşar yardımcısı ile görüşmemizin biraz uzatılmış bölümünün bitmesine kadar Sayın Bakan'ın çağrısına uymadım.
Sayın Bakan'ın görkemli bürosuna girdiğim sıra,kendisi beni ayakta ve güleryüzle karşıladı ve bana asker durumun,iç durumun,genel siyasi durumun çok parlak olduğundan parlak bir dille söz etti,Nezaketen teşekkür ettim,Yalnız bazı görüşler ve düşünceler öne sürüp süremiyeceğimi sordum.
-Hay hay efendim,dedi.
Dedim ki;
-Ben durumu hiç de sizin gördüğünüz gibi görmüyorum.Genel durumumuzun sizin açıkladığınız gibi olmasını çok isterdim.Fakat ben en çetin ve en zor sonuç alınabilen bir savaş alanından ve o alanın kumandanı olarak İstanbul'a geliyorum.Eğer lütfeder de beni bir saniye dinlerseniz minnettar olurum.
-Lütfen efendim,buyurdular,devam ettim;
-Beyefendi durum sizin gördüğünüz gibi parlak değildir.Siz ki devleti yönetme sorumluluğunun bir bölümünü üzerinize almış bir kimsesiniz,eğer şunun bunun dediklerine inanarak siyaset kullanmayı sürdürürseniz,var olan tehlike genel olarak beklenilenin de üstünde olur.
Karşılık verdi;
-Beyefendi(ve bunu söylerken pek ciddi bir üst tutumu takındı) Ne demek istediğinizi anlayamadım!
Alçakgönüllü bir dille açıkladım;
-Memleket ve her şey yok olmak üzeredir.Siz henüz farketmediğinizi söylüyorsunuz.Özür dilerim,böyle demeyin,siz her şeyi biliyorsunuz da beni yabancı ve acemi bir adam yerine koyarak bu acı gerçekler üstüne benimle konuşmayı doğru görmüyorsunuz.Güçlü bir bakana da yakışan budur.Fakat ben o adamım ki benimle her şey konuşulur,müsaade buyurunuz,görüşeceğimiz düşünceler aramızda kalacaktır.Size başka bir hatırlatmada bulunayım.Gerçeği konuşmaktan korkmayınız.Gerçek sizindedikleriniz değil,benim dediklerimdir.
çok sert ve ciddi bir tutumla şu karşılığı verdi;
-Kumandan Bey,size saygı gösterdik,çünkü bize dediler ki Arıburnu ve Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal hizmet etti,bunun için yüksek kişiliğini iyi karşılamak istemiştim.Fakat bugün bana sözettiğiniz şeylerin başka anlamda olduğunu sezer gibi oluyorum.Beyefendi bu görüşme ve eleştirilerin görüşüleceği yer ve görüşüleceği kimse ben değilim!Ben ordu başkumandanına,onun genelkurmayına,büyük bakanlar kurulu ile birlikte derin ve sarsılmaz güven taşıyan bir bakanım. Sizin kararsızlıklarınız olabilir; sizin bilmediğiniz gerçekler bulunabilir. Benim size bunları açıklamam doğru olmaz. Eğer siz buraya kuşku ve kararsızlıklarınızı çözümlemek için gelmişseniz, yanlış yere geldiğinizi hatırlatmak zorundayım. Başkumandanlığa ve genelkurmaya başvurunuz, hiç kuşkum yok ki orada sizi gereği kadar aydınlatabilecek güçte kimseler vardır.
-Bana yol göstermek inceliğinde bulunduğunuz için size teşekkür ederim. Yalnız müsaadenizle şunu arz edeyim ki ilk önce ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim; ben ordu ile küçük subaylığından başlayarak derinden yakınlık kurmuş bir askerim. Ben olayların akışıyla ordunun içinde subay, sonra da kumandan olarak iş görmüş ve sandığıma göre başarılı olmuş bir kumandanım. Türk ordusunu, onun erdemlerini, değerini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini bizim kadar anlayan az olmuştur. Beni acemi bir subay, raslantı sonucu kumandan olmuş bir adam yerine koymanıza üzüldüm. Yine de sizi suçlamıyorum, çünkü yaşamınız boyunca, giderek şimdiki önemli siyasi görevinizde henüz gerçekle karşı karşıya gekmiş bir kimse değilsiniz. Bana bir yol gösterdiniz ki ben onu yapamam. Başkumandanlığa ve genelkurmayına başvurmak, karasızlıklarımı orada açıklamak... Beyefendi görmüyor musunuz ki artık bu memlekette ulusal bir genelkurmay kurulu yoktur, bir Alman genelkurmayı vardır, o Alman genelkurmayı ki Türk ordusunda ilk iş olarak benim gibi karşı çıkan bir askeri atma kararına vardı, beni o kurula mı gönderiyorsunuz.
Birkaç gün sonra işittim. Bu Sayın Bakan benden Bakanlar Kurulu'na şikayet etmiş, cezalandırılmamı istemiş, kahkaha ile güldüm. Evet o dönende herhangi bir Mustafa Kemal, böyle içi dışı çürümüş, kokuşmuş bir sülalenin adı padişah olan başındakine arkasını vererek kendini güçlü gibi gören bu kurul tarafından kolaylıkla cezalandırılır anlayışı yaygındır. Fakat ben, başı ve sonu bilinmeyen,kimi kendini bilgin, kimi kendini dahi, kimi kendini diktatör, kimi kendini doktor sanan bu adamların kimsesiz Mustafa Kemal'e bir şey yapamayacaklarını biliyordum. Bir şey yapabilirlerdi; O da o gün hakim oldukları süngüye ve kaba kuvvete dayanarak Mustafa Kemal'i yakalamak ve asmaktı. Oysaki o gün idamımın bütün halk arasında duyulmasını nimet sayardım...
1917 Haziranı'ında, Güney cephesinde,İngilizlerin eline geçen Filistin ile Bağdat'ın geri alınmasını amaçlayan "Yıldırım Orduları Grubu" adı altında bir ordular grubu kurulur.Başına mareşal rütbesiyle General Falkenhayn getirilir.Falkenhayn hiçbir Türk generaline tanınmayan yetkilerle donatılır.Almanlar,Osmanlı hükümetine borç yazarak kendisine 5 milyon İngiliz altını verirler.Suriye,Filistin,Arabistan'ın tek sorumlusu odur.Yıldırım Orduları Grubu,VI..VII..VIII. ordulardan oluşmaktadır.Çok geçmeden Bahriye Bakanı Cemal Paşa'nın komutasında bulunan Suriye'deki IV.ordu da Falkenhayn'ın emrine verilir.
O ara Doğu Anadolu'da II.Ordu Komutanı bulunan General Mustafa Kemal,VII.Ordu Komutanlığı'na atanır.5 Temmuz 1917'de Halep'te görevine başlar.Çok kısa bir süre içinde Suriye cephesindeki gerçek durumu,cephenin geleceğini görür.Halk açtır.Halk ile yönetim arasında bağlar kopmuş anarşi yaygınlaşmıştır.Cephe yıkılmak üzeredir.Ordu zayıflamıştır.Yıldırım orduları Grubun'da Almanlara sadece ordu komutanlığı ile kurmay başkanlığı verilmesi gerekirken,kararğahın bütün önemli görevlerine Alman subayları yerleştirilmiştir.Daha da ileri gidilerek Almanlar idari işlere el koymuşlardır.Okadar ki aşar vergisini Alman teğmenlerince alınmakta.General Falkenhayn elindeki parayla bol keseden rüşvet dağıtarak Arap şehlerini satın almaya çalışmaktadır.Yaptığı iş komutanlık değil , politikadır.Almaya'nın Irak ile Suriye'deki çıkarlarını pekiştirmeye,özellikle Riyak'tan güneye kadar bütün demiryolu hattının Almanlar'ın yönetimine geçmesini sağlamaya çalışmaktadır.Türk subayları kararğahta yersiz,yetkisiz boş dolaşmaktadırlar.Suriye cephesinde sorumluluğun bizden bir komutana verilmesi zorunludur.
Mustafa Kemal gözlemlerinin verdiği üzüntü ile daha uzun susamaz.20 Eylül 1917 günü Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya ayrıntılı bir rapor göndererek görüşlerini açıklar.Raporun sonunda,4.,5.maddelerinde şunları demektedir;
"4-Bu sözlerimle her şeyin bitmiş olduğunu söylemek istemiyorum.Kurtuluş çareleri vardır.Ancak yerinde önlemler almak gerekir.Durumu düşlere kapılmadan olduğu gibi görmelidir.Bunun için;
a)İçten hükümeti kuvvetlendirmeli,ekonomik yaşamı yoluna koyarak açlığı giderecek önlemler almalı.
b)Askeri politikamız savunma politikası olmalı ve elimizdeki bir tek eri dahi sonuna kadar saklamalıyız.Yurt dışındaki bütün kuvvetlerimizi geri getirmeliyiz.
5-Bütün Suriye ve Hicaz'ın sorumluluğu şimdiye kadar olduğu gibi kendi evlatlarımızdan birinin elinde olmalıdır.Sina cephesine de komuta bizden birisine verilmelidir.Almanları idare etmek gibi bir yol,yurdumuzun çıkarlarına aykırıdır.Bu ölüm kalım savaşında kendi kendimize karar veremiyecek kadar güçsüz değiliz.Eğer benim bilmediğim nedenlerden ötürü Falkenhayn'ın görevinde kalması yurdumuzun çıkarları açısından zorunlu ise ve Sina cephesinin Von Kress'in Sekizinci Ordusu ile benim Yedinci Ordum tarafından savunulması gerekir ve bu orduların Falkenhayn'a bağlı bulunması uygun bulunuyorsa,yurdumuzun çıkarları için bu görevi üzerime almaktan kaçınmam.Ancak Falkenhayn bir askeri komutan olarak kalmalı,asıl idare ve hizmetler bir yurt çoçuğuna bırakılmalıdır.Eğer biz harekete geçmeden önce düşman saldırıya geçer ve Yedinci Ordu'ya gönderilen kuvvetler parça parça Kress'in komutasına verilerek benim kararğahım işsiz kalırsa,bu hale seyirci kalamam ve derhal bütün kuvvetleri kendi emrime alırım.Sina cephesi bir komuta altında erimek zorunda kalırsa bu komutan ancak ben olabilirim.Almanların bu durumdan yararlanarak yurdumuzun bütün kaynaklarını kendi ellerine almalarına karşıyım."
Mustafa Kemal bu raporunu gönderdikten sonra rahatlamamış olacak ki,dört gün sonra 1917'de bir rapor daha yazar.Bu ek raporunda gerçekleri daha çıplak dile getirir,istekleri daha kesindir.Söylediklerinden o günlerde gözlemlerinin etkisiyle durmadan kendini yeyip bitirdiği,kahrolduğu bellidir.Yukardakilere dert anlatmak için çırpınır.Dediklerinin kısaca özeti şudur;
"Suriye cephesinde biz saldırı değil,ancak savunma yapabiliriz.
Sina cephesi başka cephelerden alınacak kuvvetlerle güçlendirilmelidir.Mareşal Falkenhayn'ın saldırıya geçme düşüncesi bütünüyle yersizdir.
Savunma görevi yüklenecek Sina cephesine iki ordu kararğahı sığmaz.Bunu Falkenhayn'e söyledim.Böyle bir kuruluşun Sina cephesine sığabileceği görüşünü savunduğu sırada gösterdiği plan bir saldırı planı idi.Bu cepheye tek kişi kumanda etmelidir.Sina cephesine benim kumanda edebilmem için deneyim eksikliği,yetersizlik gibi bir düşünce öne sürülemez.Çünkü Arıburnu ve Anafartalar'da 11 tümeni ve bir suvari tugayını başarı ile kullanmış 10 tümenlik İkinci orduyu yönetmiş bir komutan istenilen deneyimi kazanmıştır.
General Falkenhayn mayıstan beri memleketimizdedir.Bu beş ay içinde işe yarar hiçbir iş görmemiş Arabistan'ın savunması için yararlanabileceğimiz ayları boşuna harcamıştır.Kendisine ne askeri ne de siyasi güvenim vardır.
Falkenhayn Sina cephesinde görev alamaz.Arabistan başkomutanlığına bağlı olarak Sina cephesine ben komuta etmeliyim.Bu olmazsa beni Yedinci Ordu Komutanlığı'ndan affetmelisiniz.Bu raporlarıma karşılık alamazsam Mareşal Falkenhayn'a emrinde çalışamayacağımı bildireceğim.
Mustafa Kemal raporlarına Başkomutanlık'tan destek bulamaz.Enver Paşa,Mustafa Kemal Paşa'ya karşı Falkenhayn'a arka çıkar.
Karşılığı şöyledir;
Yedinci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
100 kilometreyi aşan uzunluğu olan Sina cephesinin iki ordu bölgesine bölünmesini çok olağan bulurum.Bu durumda Yedinci Ordu Kararğahı'nın bu cepheye sığmayacağına ilişkin yüksek görüşlerinize katılamam.Bundan başka Sina cephesinde bulunacak birliklerin hareketlerini düzenlemek ve yönetmekle görevlendirilen Falkenhayn Paşa''nın sözü geçen hareketlerinin başarı ile sonuçlanması yolunda en doğru karar ve önlemleri alacağına inanıyorum.Bu konudaki güvenime yüksek kişiliğinizin de katılmasını önemle rica ederim.
Enver
Sonunda Mustafa Kemal,kısa bir süre daha uzayan bu tartışmanın ardından,istifasının kabulünü beklemeden,yerine vekilini atayarak ekim ayı ortalarında İstanbul'a döner.
Davranışı askerlik kurallarına aykırıdır.Üstlerinin emirlerine karşı gelmiştir.Bu yüzden başına gelecekleri önceden kabullenirken tek güvencesi görüşlerinin doğruluğuna olan inancı,gelişmelerin en kısa sürede kendini haklı çıkaracağıdır.Olaylar beklediği gibi gelişir.Aradan on beş gün geçmeden 31 Ekim 1917'de İngilizler saldırıya geçer,Kudüs'ü Filistin'in tamamını alırlar.Sina cephesi yıkılır,25 Şubat 1918'de Falkenhayn'ın görevine son verilir.
NECATİ CUMALI
VATAN,2 ARALIK 1961