ADAM GİBİ

Ben seni hiç sevmedim ki

Yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim

Bir çiçeğe gülmeni bir güle benzemeni sevdim

Bir de yıldızları sevdim

Eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular

Ben seni hiç sevmedim ki

 

Ben yola koduğunda ayrılmayı sevdim

Kurşunları sevdim beni vurduğunda

Ağlamayı sevdim unuttuğunda

Yalnız olduğumu anladığım da

Ayakta kalmamayı sevdim

Yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda

Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği

Su gibi özledim temmuz güneşinde sesini

İkindide yağmur gibi

Geceleyin rüzgar gibi sevdim seni sevdiğimi

Ben seni hiç sevmedim ki

 

Kuşlara şarkı öğretmeni sevdim

Menekşeyle konuşmanı

Nisana hatırlatmanı

Baharında bir adının yalnızlık olmadığını

Düştüğüm zaman kanayan yanlarımı

Ve tuhaflığımı üşüdüğüm zaman

Sakız satan çocukları yeni çıkan şarkıları

Her kaybettiğimde kazanan yanlarını sevdim

Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe

Ben yangını sevdim

Yandığım zaman böyle işte

Ben seni hiç sevmedim ki

 

Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine

Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde

Alemin ortasında kimsesizliğin sesinde

Buğusunda sabahın

Acımasızlığında bir ahın

Ağlayan yüzünde İsa'nın

Ferahlatan gücüyle duanın

Korkutan yanıyla narın

 

İncirin zeytinin ve kalbin üstüne

Gülün üstüne

Tutunduğum umudun üstüne

Senin üstüne

Hepsinin üstüne

Ben seni hiç sevmedim ki

 

Gittiğin zaman

Gitmeni sevdim

Evreni sevdim geldiğin zaman

Kalmanı sevmedim

Ürküyordum sana alışmaktan

Yine de sevdim gülümsemeyi

Mendilimi sallarken seni götüren trenin arkasından

Kırlara ilk kar düştüğü zaman

Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim

Seni içimde öldürdüğüm zaman

 

Her kaybettiğimde kazanan yanlarını sevdim

Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe

Ben yangını sevdim

Yandığım zaman böyle işte

Ben seni hiç sevmedim ki

Ben sevdim mi

Adam gibi severim

 

 

İSTANBUL'A KAR YAĞIYORDU

Yetmiş dokuzun kışıydı

Sertti soğuktu

İstanbul'a kar yağıyordu

Kömür yanıyordu sobalarda

Geceleri polisler, bekçiler oluyordu

Bir de biz oluyorduk

Ölümüne üşüyorduk ha,

Yalan yok, polisler de üşüyordu

 

Onaltı yaşındaydım

Her şeyi bükecek bileğim vardı

Onaltı yaşındaydım

 

Aslan gibi ortadaydım

Gündüzleri, okulda coğrafya defterimin arkasına

Senin için şiirler

Geceleri duvarlara ülkemi kurtarmak için

Kahrolsun yazacak kadar adamdım

On altı yaşındaydım

Ne senin haberin olurdu şiirlerimden

Ne de birileri kahrolurdu

Mahalle duvarlarına çiziktirdiğim harflerden

Onaltı yaşındaydım

Yalan yok

 

Ben yazmaya böyle başladım

Coğrafya defterim bir eskiciye kurban gitti

Duvarlarına yüreğimi bağırdığım o evler birer birer

Yıkıldı gitti

 

Şimdi güzel kağıtlara yazıyorum

Kocaman laflar ediyorum

Marşlar biliyordum

Kitaplar okuyordum

Koşarak ve ıslanmadan geçiyordum sulardan

Koşarak ve ıslanmadan yaşıyordum

Bak

İstanbul'u seviyordum

Seni seviyordum

Dualar öğreniyordum

Meydanlarda toplanıp bağırıyordum

Herkes gibiydim

Herkes kadar cesur

Herkes kadar korkak

Herkes kadar filinta delikanlı

Ve herkes kadar buralı

 

Yetmiş dokuzun kışıydı

Sertti soğuktu

İstanbul'a kar yağıyordu

Ağzımızdan dumanlar çıkıyordu konuşurken

Halicin arkasında toplanıyorduk

Gece adamı içine çekiyordu

Biz geceyi içimize çekiyorduk

En güzel ben yazıyordum duvarlara yazıları

Herkes beni seviyordu

En güzel şiirleri de ben yazıyordum oysa

Coğrafya defterimin arkasına

Bunu kimse bilmiyordu

 

Sizin evin duvarına kahrolsun diye yazıyordum

Ve hızla kaçıyordum

Sizin evin duvarına bir kez olsun

Seni seviyorum, diye yazamadım

O zaman duvarlara öyle şeyler yazılmıyordu

Dedim ya

Yetmiş dokuzun kışıydı

Sertti soğuktu

İstanbul'a kar yağıyordu

 

 

 

Kara kara bulutlar arkasından gelecek olan umut dolu günleri sabırsızlık içinde beklerken zamansızlığın kurbanı olmaktan yorulmuş, hayatımı yeşertecek umut dolu günlerimi hasretle bekliyorum. Sınırlı ömrümüzde görmek istediğim yerleri, insanları, tatları, kokuları doyasıya almak için sürekli olarak uğraş veriyorum. Bir yılı daha bitirdim. Zaman fakiri olan benim yalnız dünyamı ışıtacak bir güneşi aramam daha ne kadar sürecek bilmiyorum. 1998'in bitmesine 15 dakika kala nedensiz bir şekilde yazı yazma isteği geldi içimden birkaç satır yazdıktan sonra yeni yılın ilk saniyelerine TV seyrederek girmeyi düşündüm ama yine kendimi kaptırıp unuttum zamanın geçtiğini, bir baktım ki saat 00.1 5 olmuş bile. Yani yeni yıla yazı yazarak girmiş oldum. Kısacası kendimi bir şeylerle meşgul olarak karşıladım 1999'u. Umudum var ama kendimde bir türlü ortaya çıkartamıyorum bunu. Sessizlik içinde yalnızlığımla baş başa kalıp kendimi meşgul ediyorum , bunun sonucu olarak zaman fakiri olan ben başka şeyleri düşünmekten kendimi alıkoyuyorum. Uzaklaştığım olgular bir müddet sonra istenmeyen şekilde ortaya çıkıyor karşıma, bir anda agresifleşiyorum veya temelli kalbimi veya ruhumu kilitleyip donuk b ir halde sürdürüyorum hayatımı. Hayat demişken özlem duyduğum şeyler artıyor bu 30 haftanın sonunda. Üç yüz yirmi sekiz gün gibi bir zaman daha buradayım, sıkıldım sabahları kalkmaktan, sıkılmak değil aslında ben sürekli olarak değişiklik istiyorum hayatımda, mesela mesaiye her zaman aynı zamanda hiç gitmedim; bazen erken bazen geç. Bazende hiç gitmedim. Bu benim için bir yaşam şekliydi kısacası. Tek bir şey için zamana sıkı sıkı bağlıydım, kısa süren başlangıcımdı bu. Sonraları biraz platonizme sarksa da yine aynı şeydi. Hep onun doğru zamanını aradım, rastlaşmak için vesileler yarattım. Kıyamete kadar küçük bir gezegende sürecek olan ömrümün kısa bir süresi onunla renklendi. Renkliliği birazda ben yaşamak istedim aslında, Gothe'nin dediği gibi "kavuşmak kısa bir an, ayrılık formalar dolusu, fragman tarzı". Zamansız gelen işlerin üstüne birde ayrılık gelince ruhumun parçalanmışlığı birkaç kez daha kırıldı. Kırılan aslında ruhumun içindekiler değildi, sadece istediklerim, umduklarım bir r başka zamana kaldı o kadar. Saydığım 550 günün bitiminde zaman fakiri olan ben yeniden bir şeyler üretmeye çalışacağım. Çünki bir beklediğim şey var bu fani dünyada. Yaşlı dünyanın parçalanmış insanlara ettiği yeter demek istiyorum. Ençok kendime değil çevremdeki sevdiklerime güzellikler, mutluluklar, esenlikler istiyorum.

 

KUŞ HATIRLAMALARI

Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar

rüyalarımıza melekler uğrardı.

Kapılarımızdan yoğurtçu

bahçemizde ishakkuşu

kalbimizde yeni çıkan şarkılar geçerdi.

 

Kışın bir sobamız olurdu

sobanın yanında kedimiz

kedinin önünde yün yumağı

bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.

 

Yerli malı kullanan

yurdunun üç tarafı denizlerle çevrili

kuru üzüm incir fındık

tütün çay narenciye kavun-karpuz yetiştiren

kuruüzüm ve incir satan

karşılığında

çamaşır makinesi radyo ve otomobil alan

bir toprağın fertleri..

Biraz yoksul biraz mütevekkil

biraz mahcub biraz kırılgan

biraz naif ama hep mutlu

 

Özlerdik

Memleketteki halamızı

ince doğranmış bir dilim pastırmayı

yurttan sesler korosunu

akşam komşuluklarını

radyo tiyatrolarını

sabah ezanın

kalaycıyı bozacıyı

münir nureddin şarkılarını

orhan boran yarışmalarını

kandil gecelerini

duvarlarımızın sarmaşıklarını

bakkallarımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını

okulönü koz helvalarını

akşam oturmalarını

ve hayatı

 

Top oynardık

ip atlar kedi kovalar

taşlarla birbirizin başını yaray

mahalle savaşları çıkarır

gece olunca da tutar babalarımızın elinden

yazlık sinemalara gider

Sadri Alışık Vahi Öz

Belgin Doruk Cüneyt Arkın seyreder

Olimpos gazozları içer

Güler eğlenir bağırır çağırır

Dönerken yıldızları sayardık.

 

Hepimizin birer yıldızı vardı

onlara isim takardık

onlar da bize isim takardı

pus ve dumandan önce bu şehrin

geceleri gözkırpan ve isimler takılan yıldızları vardı.

 

Benim yıldızıma Mehlika adını vermiştik

biz kimseden yana değildik.

 

Kimsenin de kendininden yana olmasını istediği birileri

olmazdı.

Bir değirmendeydik

öğütülen

öğütülürken türküler söyleyen

buğday başaklarına benziyorduk.

Ben

çorbalardan tarhanayı

yemeklerden kurufasulyayı

sigaralardan Harmanı

belki bunun için çok sevdim.

 

Yollar bozuk musluklar bozuk

Ziller bozuk paralar bozuk

ama adamlar sağlam idi.

 

Bu şehrin yıldızları vardı.

Saçlarına kurdelalar takan

çivitle yıkanmaktan aşınmış beyaz çoraplarına

leke bulaşmasın diye su birikintilerinden sakınan

gözler önünde

yürekler ve beslenme çantaları ellerinde

küçük çocukları vardı bu şehrin

bu şehrin yıldızları vardı.