Gümrük
Birliği'nin yeni ortamında Türkiye'de dış ticaret politikası üstünde bazı eski
düşünceler
Prof.
Dr. Yahya Sezai Tezel
Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü
Türk Trade Dergisinde
yayınlanmış yazı.
1. Giriş
Türkiye'de hükümetin dış ticaret politikası nasıl olmalıdır?
Avrupa Birliği ile bir Gümrük Birliği oluşturulmasından sonra, bu soru, dış
ticaret politikası denilince akla gelen, tarife, sübvansiyon ve bunlarla eş
etkili aletlerin kullanılmasını içeren alışılagelmiş anlamda gümdemden düşmüş
gibidir. Geniş kapsamlı 6 Mart 1995 Gümrük Birliği Kararı ile, Türkiye ile
Avrupa Birliği arasında sınaî mal akımları bir dış ticaret politikası konusu
olmaktan çıkmış, tarım ürünleri ve hizmet akımları üstünde Türk hükümetinin
tasarrufu önemli ölçüde kısıtlanmıştır. Türkiye ile üçüncü ülkeler arasında sınai
mal ticareti ise, AB'nin ortak Gümrük Tarifesi'ne tabî olduğu için artık
Türkiye'nin bir dış ticaret politikası meselesi değildir. Üstelik, 6 Mart 1995
tarihli metnin kapsamı dar anlamda ticaret politikası sınırlarının dışına taşar.
Türk hükümeti, Türkiye ekonomisinde mal ve hizmet üretimi ve ticaretinin,
Avrupa Birliği Tek Pazarı'ndakilerden farklı rekabet kurallarına maruz kalması
sonucunu getirecek karar ve uygulamalardan kaçınmak taahhütü altına girmiştir.
Dar anlamı
ile, Türkiye'nin bundan sonraki dış ticaret politikasının ne olacağı ve ne
olamayacağı, 6 Mart 1995 tarihli metnin içinde belirlenmiştir. Türkiye'deki
iktisadî ortamı etkileyen kurallar ve uygulamalar arasında bu metnin kapsamına
girenlerin bu metinde öngörülen hale gelmesi, Türkiye, AB'yle bir gümrük birliğinin
bu metnin koşullarıyla oluşturulmasından yana hükümetler tarafından idare
edilse bile, zaman alacaktır. Ama buna rağmen, 6 Mart kararlarının uygulanmaya
başlanması, Türkiye'de nispi fiyatlar sisteminde önemli değişikliklere yol
açacağı, böylece Türk ekonomisinde kaynak tahsis süreçlerini etkileyeceği için,
dış ticaretin tabi olduğu kuralların ekonominin gidişatı üstündeki etkileri
meselesini uzunca bir süre Türkiye'nin gündeminde tutacaktır. Gümrük Birliği'nin
uygulanmaya konulması, Türk hükümetinin, tarife, sübvansiyon, miktar kısıtlamaları
gibi dış ticaret politikası aletleri ile yürüttüğü sınaî politikası ile,
Türkiye ekonomisinin sınâi yapısını etkilemesini gündemden kaldırdığı taktirde,
ki 6 Mart Kararı bu sonucu gerektirmektedir, bu, Cumhuriyet dönemi iktisadî
tarihimizin en radikal değişikliklerinden biri, belki de en radikali olacaktır.
Başka yazılarımda
belirttiğim gibi, Türkiye'nin, Avrupa Birliği'ni oluşturan ulus devletlerden
biri olarak, diğerleriyle eşit haklarla Avrupa bütünleşmesine katılmasının
Türkiye için dünyadaki yerini belilemek açısından en doğru strateji olduğu
konusunda hiç bir tereddütüm yoktur. Sonunda Türkiye'nin tam üyeliğine varacak
bir süreç üstünde, tam üyeliğin gerçekleşmesinden önceki bir aşama olarak,
Türkiye ile AB arasında bir gümrük birliği oluşturulması da, Avrupa'nın, daha önce, Yunanistan, Portekiz
gibi göreceli olarak daha fakir ekonimilerin Avrupa Birliğine katılmasında yaptığı
gibi, böyle bir gümrük birliğinin Türk ekonomisinde yol açacağı yapısal değişmenin
Türkiye'ye maliyetinin taşınabilmesine anlamlı ölçüler içinde yardımcı olması
koşuluyla, Türkiye açısından doğru bir politika olduğu konusunda da bir kuşkum
yoktur. Ama eğer, öngörülebilir gelecekte, meselâ on beş, yirmi yıllık bir
sürenin sonunda bile AB, Türkiye'nin üyeliğinin gündeme getirilmesini
reddetmeyi sürdürürse, Türkiye ekonomisinin bir gümrük birliğinin çerçevesi
içinde, ayrıştırılması neredeyse olanaksız denecek kadar sıkı bir şekilde AB'ye
kaynatılmış hale gelmesinin, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının önüne,
yenilmesi yutulması zor bir siyasal ve hukuki statü sorunu, uluslararası
camiadaki yerleri, kimlikleri ve rolleriyle ilgili ciddi bir haysiyet sorunu koyacağı
konusunda da en ufak bir tereddütüm yoktur.
Önümüzdeki
yılların neler getireceği konusunda kesin konuşmak olanaksızdır. Ancak, bugün
için elimizdeki bütün işaretler, AB'nin, Türkiye'yi, Polanya, Bulgaristan,
Romanya gibi Avrupa bütünleşmesi içine alınmasını programa bağlamış olduğu
ülkeler arasında görmediğini göstermektedir.
AB ile
ilişkilerimiz konusunda geleceğe endişeyle bakmamız için ciddî nedenler vardır.
Ama Gümrük Birliği'nin uygulamaya koyulması meselesi sadece kasvet veren bir
gelişme gibi görülmemelidir.
Gümrük
Birliği eğer, meselâ, Avrupalı bir Türkiye projesine ve piyasa ekonomisine
inanmayan Refah Partisi'nin ağırlık taşıdığı bir hükümetce ya da Türkiye'nin
meselâ Yunanistan'la ilişkilerindeki gelişmeleri beğenmeyen AB tarafından askıya
alınmazsa, Türkiye açısından fevkalâde hayırlı değişiklikler de getirecektir.
Ki bunların başında, Türkiye'de, kendinde, piyasa dinamikleri içinde oluşacak
kaynak tahsis süreçlerini tashih etme gücü ve görevi vehmeden hükümetlerin,
tarife, sübvansiyon gibi dar anlamda dış ticaret politikası aletleri aracılığıyla,
ekonomide iktisadî aktörlerin kararlarını etkileyen nispî fiyatlar sistemi ve sınaî
yapı ile oynamaktan vaz geçmek zorunda kalması gelecektir. Bunun içindir ki,
Gümrük Birliği, hükümetlerin nispî fiyatlar sistemi ve sınaî yapı ile oynaması
durumunun birkaç yıl içinde ortadan kalkması anlamında, Türkiye'de geniş anlamıyla
yeni bir dış ticaret ortamını gündeme getirmektedir. Ben bu yazımda, bu
muhtemel değişikliğin ima ettiği bazı ipuçlarını izleyerek, uygun dış ticaret
politikası, sınaî politika, ekonomilerde etkililik temaları üstünde bazı eski
temel önermeleri bir kez daha irdelemeğe çalışacağım.
2. Hükümetler, piyasalar ve kaynak
tahsis mekanizmaları
Üstünde düşünmeğe başlar başlamaz görülür ki, uygun bir dış
ticaret politikası meselesi, uygun bir iktisadî büyüme politikası, uygun bir
bölüşüm politikası gibi iktisat politikasının diğer temel meseleleriyle ayrıştırılamaz
bir bütünlük oluşturur. Konu, aslında, hükümetlerin işlevleri, etkinlikleri, doğrudan
yetki ve sorumlulukları altında olan ve toplumun devlet dediğimiz alanının
ekonomi dediğimiz bölgeleriyle alış verişleri, karşılıklı etkileşmeleri,
siyaset, devlet, toplum, ekonomi arasındaki ilişkileri, ki, başka bir ifadeyle,
ülkedeki kültürün bazı temel eksenlerini gündeme getirir. Dış ticaret politikası,
bütün diğer iktisat politikası konularının da olduğu gibi, ancak bu bütünlük
içindeki bağlantıları göz ardı edilmezse anlamlı bir şekilde ele alınabilecek,
tartışılabilecek, değerlendirilebiliecek bir konudur. Ne var ki, her şeyi aynı
anda, aynı yetkinlik ile düşünme ve konuşma imkânımız yoktur. Kültürel,
toplumsal, siyasal, iktisadî gündemimizin temel eksenlerini, belirli
parantezler içinde ayrı ayrı ele almak zorundayız. Ama bu zorunluluk, gerçek
hayatın, ayrışmış kompartımanlardan oluştuğu sanısına yol açmamalıdır. Bu
nedenle, Türkiye'de uygun bir dış ticaret politikası nasıl olmalıdır meselesine
bakarken, bu soyutlamanın analitik bir mecburiyetten kaynaklandığı, uygun bir dış
ticaret politikası, uygun bir iktisat politikası nasıl olmalıdır meselesinin
aslında sürdürülebilir iktisadî büyüme ve refah artışlarına uygun bir siyasal
kültür nasıl olmalıdır meselesiyle iç içe olduğu hep hatırda tutulmalıdır.
Dış
ticarete açık bir piyasa ekonomisinde, hükümetin ticaret politikasının kapsamına,
ithalat ve ihracatın ve yurt içindeki üretim ve tüketimin hacimleri ve ürün
bileşiminlerinin, söz konusu hükümet kararları ve uygulamaları olmasaydı oluşacak
olan hacimler ve bileşimlerden farklı olmasına yol açan bütün kararlar ve
uygulamalar girer.
Günümüzde
ulusal ekonomilerde, siyasî merkezden özerk oldukları ölçüde belediyeler gibi
mahalli yönetimleri dışarda bıraksak bile, merkezî hükümetlerin maaş, ücret
ödemeleri ve gelir transferleri dışında kalan, piyasalardan satın alınan mal ve
hizmetler üstünde yapılan harcamaları, bu ekonomilerdeki toplam harcamalar
içinde önemli paylar oluşturmaktadır. Hükümetlerin tüketim ve yatırım
harcamaları, ulusal ekonomideki dış ticaret, üretim ve tüketim paternlerini, meselâ
gümrük idaresinin bilgisayarlaştırılmasıyla ilgili bir ihalede yabancı üretici
XX firmasının teklifinin değil de, yerli YY firmasının teklifinin, fiyat,
kalite ya da satış sonrası destek hizmetleri gibi 'basiretli bir iş adamı'nın
da dikkate alacağı gerekçeler dışındaki nedenlerle yeğlenmesi durumunda olduğu
gibi doğrudan etkileyebilir. Bu harcamalar, ekonominin genel istihdam ve üretim
hacmi ve ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değeri üstündeki etkileri
aracılığıyla da, ekonomide dış ticaret, üretim ve tüketim paternlerinin oluşmasını
dolaylı olarak etkiler.
Daha önce
de belirttiğim gibi, alışılagelmiş dar anlamı ile dış ticaret politikası başlığı
altında, hükümetlerin ekonomideki nispî fiyatlar sistemini değiştiren karar ve
uygulamaları kapsanır. Hükümetler, ithal mallarını ulusal ekonomideki iktisadi
aktörlere pahalılaştıran tarife ve tarife ile eş etkili uygulamalar, ihraç
mallarının dünyanın geri kalan kısmındaki maliyetlerinin üstündeki maliyetlerle
üretilmesini mümkün kılan sübvansiyon ve sübvansiyonla eş etkili uygulamalar
aracılığıyla, ulusal ekonominin piyasalarında mal ve hizmetlerin birbirlerini
satın alma güçlerini değiştirebilirler. Nispî fiyat sistemini değiştiren bu tür
hükümet karar ve uygulamaları olmadığı bir durumda, ekonomide piyasa ilişkileri
içinde oluşacak olan nispî fiyat sistemi, dünya piyasasındaki nispî fiyat
sisteminden ancak taşıma gibi iş görme maliyetlerini (transaction costs) yansıtacak kadar sapabilir. Ya da başka bir
ifadeyle, dünya nispî fiyatlar sistemi ulasal ekonomiye bu tür iş görme
maliyetleri içererek yansır. Her bir mal ve hizmeti üreten her bir firma, hangi
malı hangi miktarda hangi faktörleri ne kadar kullanarak üreteceği, hangi malın
üretimini hangi faktörleri hangi miktarlarda daha çok kullanarak arttıracağı,
hangi malın üretimini hangi faktörleri daha az kullanarak azaltacağı gibi
dinamik üretim kararlarını, dünya nispî fiyatlar sistemindeki değişmeleri
dikkate alarak oluşturur. Tüketiciler, veri gelir ve servetleri ile, hangi mal
ve hizmetlerden hangi miktarlarda tüketecekleri, zaman içinde hangi mal ya da
hizmetin tüketimini nispî olarak kısacak ya da attıracaklarına dair dinamik
tüketim kararlarını, dünya nispî fiyat sistemindeki değişmeleri dikkate alarak
oluştur. Hükümetin yurt içindeki
nispî fiyatlar sistemini dünya piyasasındakinden farklı olacak şekilde değiştirmesi,
bu üretim ve tüketim kararlarını, ekonomide sahip olunan üretken kaynakların
bir birleriyle rekabet eden farklı işlerde kullanılmasıyla ilgili tahsis
paternlerini, ekonominin sınaî yapısını değiştirir. Ekonomide sahip olunulan bütün kaynakların,
imalat sanayii, tarım da içinde olmak üzere ekonominin bütün faaliyet alanlarının
her birine hangi nispetlerde nasıl dağılmış olduğu, ekonomide gerçekleştirilen
toplam üretimin bütün iktisadî faaliyet alanlarının her birinden hangi
nispetlerde nasıl kaynaklandığı, ekonominin
sınaî yapısını oluşturur. Hükümetin belirli mal ya da hizmetlerin diğer mal
ve hizmetleri satın alma gücünü arttırması, böylece bu belirli mal ve
hizmetleri üreten faaliyet alanlarında kârlılık koşullarını nispî olarak iyileştirmesi,
kaçınılmaz olarak, öteki mal ve hizmetlerin satın alma gücünü düşürür ve bu
öteki alanlardaki işletmelerin kârlılık koşullarını kötüleştirir. Bu nokta
önemlidir ve genellikle gözden akaçar. Nispî fiyat sistemindeki her değişiklik,
mal ve hizmetlerin birbirlerini satın alma nispetlerindeki değişikliktir.
Mutlaka, bazı mal ya da hizmetlerin lehine ama öteki mal ve hizmetlerin
aleyhinedir.
3 Hükümetlerin
iktisadî büyümeyi hızlandırmak hevesiyle nispî fiyatlar
sistemiyle oynaması ulusal refahı azaltır
Hükümetler dış ticaret politikaları ile nispî fiyat
sistemine niye müdahale ederler. Bunun çeşitli nedenleri vardır. İhalat kolay
vergilendirilebilecek bir işlem alanıdır. İthalatın bir vergi geliri kaynağı
olarak kullanılması, bir maliye politikası mülâhazasıdır. Ama, 19.uncu yüzyıldan
itibaren, Almanya, Rusya, Japonya ve Türkiye gibi, Sanayi Devrimi'nin öncüsü İngiltere'ye göre geride kalmış bazı
ülkelerin hükümetleri, kendilerini, ülkelerinde kendiliğinden oluşacak olandan
daha hızlı bir iktisadi büyümeyi sağlamakla görevli saymaya, ülkelerindeki
nispî fiyatlar sistemine bunun için müdahale etmeğe başladılar. Bu gelişme, II.
Dünya Savaşı'ndan, sömürge imparatorluklarının tasfiyesinden sonra evrenselleşti.
Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomilere sahip ülkelerde, nispî fiyatlar
sistemine müdahale anlamı kazanmış olan bir büyüme politikası, hükümetlerin
temel siyasî meselelerinden biri haline geldi.
Hükümetlerin
nispî fiyatlar sistemine müdahale edip sınaî yapıyı bu müdahaleler olmasaydı
oluşacak olandan farklı kılarak ekonominin iktisadi büyüme performansını
dinamik olarak iyileştirebilmelerinin mümkün olduğuna dair sanı, siyasetçilerin
ve bürokratların, gelecekteki iktisadi ortamı 'piyasa'dan daha iyi
öngörebilecekleri varsayımından kaynaklanır. Bu sanının anlamlılığı da, bu
varsayımın geçerliliğinin savunulabilir olması ile sınırlıdır.
Bu varsayım,
biraz irdelense yanlış olduğu anlaşılabilecekken yaygın kabul görmüş ve insanlığa
'pahalı'ya mal olmuş yanılsamalardan biridir. Bir yanılsamadır. Çünkü,
siyasetçilerin ve bürokratların elinde, önümüzdeki zaman dilimleri boyunca, bir
yanda demografik ve kültürel değişmelerin beğeni ve ihtiyaç paternleri aracılığıyla
talep paternlerini, öte yanda üretken kaynakların nispî bolluk kıtlık
derecelerindeki ve bilimsel bilgi ve teknolojik imkânlardaki değişmelerin arz
koşullarını, piyasayı oluşturan neredeyse sonsuz denecek kadar çok sayıdaki
firmanın üretmekte olduğu neredeyse sonsuz denecek kadar çok sayıdaki mal ve
hizmetin her biri için nasıl etkileyeceğini izleme, analiz etme, öngörme, bilme
gücü yoktur. Siyasî ve bürokratik merkezler, gelecek zaman dilimlerinin her
birinde ekonominin genel görünümü şöyle dursun, içinde bulunulan zaman
diliminde dahi sonsuz denecek kadar çok sayıda firmanın sonsuz denecek kadar
çok sayıda mal ve hizmetin üretilmesiyle ilişkili olarak karşı karşıya bulunduğu
ve karar gerektiren durumların hepsinin bir aradaki toplamı anlamında
ekonominin tamamını hiçbir zaman göremez. Bu anlamda ekonominin bilgisi, ancak
kısmî olarak üretilebilir, ancak kısmî olarak kavranılabilir. Bir toplumsal ilişkiler
sistemi olarak ekonomiyi oluşturan iktisadî aktörlerin her biri, faktör
gelirleri sahibi tüketici, ya da, piyasa ilişkileri içinde mal ve hizmet
üretimi kararları alan girişimci, ya da kamusal yetki ve sorumlulukla iktisadî
kararlar alan siyasetçi (ve bürokrat) kapasitesi ile içinde olduğu durumlarda,
önünde olan meseleler vesilesiyle bağlantılı olduğu ilişkiler ve iletişim aracılığıyla
görebileceği kadarını görür ekonominin. Sonsuz denecek kadar çok sayıdaki
iktisadî aktörün her birinin, şimdiki ve gelecekteki zaman dilimlerine yönelik
olarak, ilişkili olduğu başka aktörlerle iletişimleri içinde kendi meseleleri
üstünde düşünür, çalışır ve karar alırken gördüğü kısmî görüntülerin yan yana
birlikteliği, varsayımsal olarak düşünülebilir. Ama, siyasî ve idarî.merkez de
dahil olmak üzere aktörlerden hiçbiri, bu kısmî görüntülerin hepsini aynı anda
ve bir seferde göremez. Üstelik, ekonomide kısmî de olsa bilginin oluşabilmesi,
iktisadî aktörlerden her birinin, kendi durumu ve gündemindeki meseleler
üstünde düşünür, çalışır ve karar alırken, diğer iktisadî aktörlerden kendisini
ilgilendiren bazılarıyla serbestçe haberleşmesi ile mümkündür.
Dikkat
edilmelidir ki burada, piyasaları oluşturan haberleşme ve karar süreçleri
içinde iktisadî aktörlerin hiçbir zaman yanılmadıkları ve piyasaların her zaman
kusursuz bir şekilde işlediği öne sürülmemektedir. İktisadî aktörler, yani
tüketici, üretici, faktör sahibi, ve iktisadî konularda karar alan, uygulayan
siyasetçi ve bürokrat kapasiteleri ile insanlar, hayatlarının bütün öteki
eksenlerinde olduğu gibi, iktisadî karar ve eylemlerinde de yanılırlar. Ve
piyasalar, başta mülkiyet hakları olmak üzere piyasaların oluşması ve işlemesi
için gerekli hukuki yapının ve ortamın olmaması, haberleşme ve bilgi akımının
engellenmesi, belirli mal ve hizmetlerde ölçekten kazançlara tabî üretim koşullarının
varlığı gibi nedenlerden ötürü aksar ve kusurludur. Vurgulanılması gereken
nokta şudur. Yanılmış olabileceklerini bilen iktisadî aktörler, piyasalardan
aldıkları bütün yeni işaretleri, bilgileri de kullanarak, sürekli olarak kendi
durumlarını gözden geçirir, farkettikleri yanlışlarını olabildiğince düzeltip,
yeni koşullara olabildiğince ayak uydurarak, durumlarını olabildiğince iyileştirmeğe
çalışırlar. Piyasa ekonomisi iktisatçılığında öne sürülen ve piyasa ilişkileri
içinde kendi iktisadî hayatlarıyla ilgili bağımsız kararlar alan iktisadî
aktörlerin rasyonelliğine dair aksiyom, bu aktörlerin yanılmazlığını değil,
yanlışlarını farketme, ayıklama ve düzeltici eylemleri tasarlama ve uygulama
yeteneğini işaret eder. Öte yanda, piyasa ekonomileri, gerçekten de, kusursuz
piyasalardan oluşmaz. Piyasalardaki 'aksamalar', 'kusurluluklar', iktisadî
aktörlerin denetimlerindeki üretken kaynakların olabildiğince etkili kullanılmalarını
ve böylece bu kaynaklarla gerçekleştirilebilecek en yüksek refah düzeyine ulaşılmasını
ve bu düzeyin olabildiğince hızlı ve sürekli şekilde yükseltilmesini aksatır.
Ama bu aksamaların ve kusurlulukların varlığı, siyasî ve idarî merkezlerin
buyruğuna bağlı karar süreçlerinin, aksak ve kusurlu piyasaların yerine ikame
edilmesininin, kaynakların, aksamalarıyla birlikte piyasalarda gerçekleştirilen
durumlardan daha etkili kullanılmasını sağlayacağını öne sürmemizi haklı kılmaz.
Tarih içinde, başta kişi olarak kendileri olmak üzere varlıkları üstünde
mülkiyet haklarına sahip insanların bağımsız karar, tercih ve eylemlerinden oluşan
piyasaların iktisadî süreçler içinde ağırlık taşıdığı kültürlerde, böyle
olmayan kültürlerdekilerden çok daha yüksek refah düzeylerinin yaratılmış olmasını
sağlayan sebep, 'aksamalar' ve 'kusurlulukları'na rağmen piyasaların varlığı
olmuştur.
Siyasî -
idarî merkezin elinde, bütün aksamalarıyla birlikte piyasalarda ortaya çıkan sınaî
yapılarla sağlanılan büyüme performansından daha iyi bir büyüme performansının
gerçekleştirilmesini mümkün kılacak bir başka sınaî yapıyı belirleme gücü
yoksa, ki yoktur, bu tespitten dış ticaret politikası açısından önemli sonuçlar
çıkar. Hükümetlerin, sınaî yapıda belirli sonuçları hedef alıp (targeting),
tarife, sübvansiyon ve benzeri dış ticaret politikası aletleri sayesinde, dünya
nispî fiyatlar sistemine göre iktisadî aktörlerin, hükümet müdahalesi
olmadasaydı piyasa ilişkileri içinde yapmayacakları bir işi yapmalarının sağlanması
yoluyla ulusal ekonomide refah düzeyini arttırmaları imkânı yok gibidir.
Aksine, sınaî yapının böylece çarpıtılması, ulusal ekonomide üretilen ürün bileşiminin
dünya piyasalarındaki değerinin (satın alma gücünün), ekonomideki üretken
kaynaklar dünya nispî fiyatlar sistemini yansıtan fırsat maliyetlerine göre oluşmuş
bir sınaî yapı içinde kullanılsaydı üretilebilecek olan ürün bileşiminin dünya
piyasalarındaki değerinden daha düşük olmasına, yani refah kaybına yol açar. Bu
sonuç özellikle, ithalatını yaptığı mallara yönelik talep ve ihracatını yaptığı
malları arz koşullarında meydana gelen değişmelerin bu malların dünya piyasalarındaki
fiyatlarını etkileyememesi anlamında küçük
ekonomiler için geçerlidir.
4. Stratejik
ticaret politikası tartışmaları
Son yıllarda, stratejik
ticaret politikası başlığı altında, bir hükümetin hedef alınılan bir
iktisadî faaliyetin gerçekleştirilemisini sağlamak için ülkesindeki iligili
firmayı desteklemesinin o ülkede refahı arttırabileceği özel koşulların
analizini yapan bazı çalışmalar yayınlanmıştır. Ama bu tartışma, büyük
kapasiteli yolcu uçakları gibi, i) önemli ölçekten kazançların söz konusu olduğu,
ii) üretimi yapan ve sürdürebilen firma ya da birkaç firmadan biri olarak
ayakta kalmayı başarabilence gerçekleştirilecek saf kârların söz konusu olduğu,
iii) desteklenmesi düşünülen yerli firmanın, ürünün yakın benzerini
üretebilecek ama bundan caydırılmak istenilen yabancı ülke firmasına göre çok
büyük bir karşılaştırmalı avantajsızlığa sahip olmadığı, iv) hükümetin yerli
firmayı, satış ne olursa olsun zarar etmesini önleyecek bir sübvansiyonla
desteklemesinin rakip yabancı ülke firmasını üretime geçmekten caydıracağı özel
bir senaryoyu gündeme getiren özel mallar, özel piyasalarla sınırlıdır. Bunun
klâsik örneği, 150 koltuklu ticarî jet uçağın üretilmesinde yaşanmıştır. Dünya
piyasalarında bunu üretebilecek üç firmanın (Amerikan Boeing ve
McDonnell-Douglas firmaları ile Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve İspanya
konsorsiyumunun Airbus firması) olmasına rağmen, piyasa araştırmalarının dünya
talebinin ancak iki firmanın kârlılık koşullarında üretimini destekleyebileceği
ama bunu yapabilen iki üreticinin normal-üstü (yani bu uçağın üretimine tahsis
edilecek kaynaklarla alternatif kullanım alanlarında kazanabilecek getiriden
daha yüksek) kârları kazanacağını göstermişti. Boeing endüstri lideriydi. Diğer
iki firma açısından doğru olan karar ötekinin ne yapacağına bağlıydı.
McDonnell-Douglas ve Airbus firmalarının ikisi de üretme kararı alırsa ikisi de
zarar edecek, biri üretme diğeri üretmeme kararı alırsa üretme kararı alan
normal-üstü kâr elde edecekti. Sonunda, ilgili Avrupa hükümetlerinin araştırma
geliştirme ve üretime başlatma için gerekli fonları Airbus firmasına ödünç
vererek şirketlerini destekleyeceklerini deklare etmeleri karşısında
McDonnell-Douglas firması üretmeme kararı aldı. Yüksek kapasiteli bilgisayar
merkezî işlemcilerini geliştirebilen firmanın bütün dünyada çok az sayıda olması
da, mikroçip piyasasında bu firmalar için üretim kararlarını rakip firmanın
kararına bağımlı, bunun için stratejik karar halindi tutmaktadır.[1]
Görüldüğü
gibi stratejik ticaret politikası
meselesi, belirli üretim alanlarında dünyadaki teknoloji sınırlarının
üretilmesi, büyük ekonomilerin bunu yapması söz konusu olan ulusal şampiyon firmalarının varlığı
ile sınırlıdır. Bunun içindir ki, iktisat yazınındaki bu belirli içeriği ile bu
mesele, Türkiye'ninki gibi, belirli üretim alanlarında dünyadaki teknoloji sınırlarının
üreten ulusal şampiyon firmalarının
varlığının, maalesef söz konusu olmadığı ekonomiler için üstünde durulması
anlamlı olan bir iktisat politikası meselesi değildir.
5. Hükümetlerin nispî fiyatlar sistemiyle
oynaması, siyasetçiler, bürokratlar ve firmalar arasında baştan çıkarıcı uygunsuz teklifler ve ilişkilere yol
açar
Daha önce de vurguladığım gibi sınaî politikalar bazı
faaliyet alanlarındaki iktisadî aktörlerin lehine ama zorunlu olarak aynı anda
öteki faaliyet alanlarındaki iktisadî aktörlerin aleyhine sonuç verir. Nasıl ki
bir babanın öteki çocuklarına karşı olumsuz bir tavır ortaya koymadan çocuklarından
birini ötekilerden daha çok kayırması olanaksızsa, bir hükümetin diğer
sektörlerin gelişmesini olumsuz yönde etkilemeden bir sektörün gelişmesini teşvik
etmesi de olanaksızdır.
Siyasetçiler
ve bürokratların, bir sınaî politika gerekçesi ile, tarife, sübvansiyon gibi dış
ticaret politikası aletlerini kullanıp, nispî fiyatlar sisteminin belirli bir
iktisadî faaliyet dalının lehine değiştirmesi, bu daldaki firma ya da firmalara
normal-üstü kârlar (ya da rantlar) sağlar. Bunun içindir ki, bü tür rantların
peşinde koşmakta olan firma ya da firmalar, "toplam toplumsal refah artışına
yol açacaktır" gerekçesinin siyasetçiler ve bürokratlar tarafından
uydurulmasını sağlayıp belirli bir sınaî politika önlemini 'satın alabilir'ler.
Her Türkiye ekonomisinin tarihi, hem de birçok başka ekonominin tarihi, rant peşinde
koşan firmaların, 'uygun olmayan ama çekici teklifler'le siyasetçileri ve
bürokratları baştan çıkartıp, iş ve siyaset alemleri arasında 'ihtiras dolu
ahlaksız ilişkiler' kurmasının örnekleriyle doludur.
Bu tür
gelişmeler bir toplumun hukuk ve ahlâk ortamını kirletir. Ortaya çıkan eşitsizlikler
sosyal adaletsizlikler yaratır. Toplumun ekonomisini bir piyasa ekonomisi
olmaktan uzaklaştırır. İktisadî aktörlerin, ellerindeki kaynakları, çeşitli
faaliyet alanları arasından hangilerinde nasıl kullanacakları konusunda yaptıkları
hesaplarını, hukukun temel kuralları, hakkaniyet ilkeleri içinde kalan eylem,
davranış, ilişkileri yansıtan fırsat maliyetlerine değil, rant yaratan idarî
tasarrufları satın almaya yönelik hukuk dışı, ahlâk dışı, hakkaniyetsiz eylem,
davranış ve ilişkileri yansıtan fırsat maliyetlerine dayanrdırmaları, piyasa
ekonomisinin, içindeki piyasaların aksaklık ve kusurlarına rağmen, kaynakların
daha etkili kullanılmasına ylol açacağına dair temel aksiyomun geçerliliğini
büyük ölçüde çürütür.
Türkiye
ile AB arasında Gümrük Birliği'nin geçekleştirilmesi, Türk hükümetinin sınaî
politika gerekçeleriyle nispî fiyatlar sistemine müdahale etmesinin yasakladığı
için, Türkiye'de firmalar ve siyasetçiler ve bürokratlar arasındaki ilişkiler
ortamının ahlakî kirliliğini azaltacaktır. Türkiye ekonomisinin en önemli rant
kaynaklarının birinin kuruması, iktisadî aktörlerin rant peşinde koşma şartlanmalarını
azaltarak, ektonominin etkili kaynak kullanma esnekliğini arttıracaktır.
6. Hükümetin iktisat politikasının TL'nin
döviz değeri aracılığıyla nispî fiyatlar sistemini etkilemesi önemli bir dış ticaret
politikası sorunu oluşturmaktadır
Hükümetlerin nispî fiyatlar sistemini değiştirerek
ekonomideki kaynak tahsis süreçlerinde çarpıklıklara yol açması, sadece tarife
ve sübvansiyon gibi doğrudan dış ticaret politikası aletlerini kullanmaları ile
sınırlı değildir. İktisat politikalarının makro etkileri de nispî fiyatlar
sistemini değiştirebilir. Türkiye'de yıllardan beri bunun çarpıcı bir örneği yaşanmaktadır.
Kamu
kesimi borçlanma gereğinin, gayri safî yurtiçi hasılaya oranı yeniden artış eğilimi
göstererek, 1986'da % 4'ten, 1993'te % 12'ye çıkmıştır. 1994'de bir istikikrar
paketi uygulaması girişimine rağmen 1995'te de, nispî olarak büyük kamu
finansman açıklarının hazinenin TL 'asset' piyasalarında 'kağıt' satmasıyla
kapatılmasına devam edilmiştir. Hükümetin büyük finansman açıkları veren ve açığı
iç borçlanmayla finanse etmeye dayanan maliye politikası, TL 'asset' piyasalarında
yüksek faizlere yol açmaktadır. Finansal kuruluşların dış 'asset' piyasalarından
aldıkları döviz kredilerini TL'ye çevirip bu yüksek faizli hazine bonolarını
satın alması, Tükiye'deki döviz 'asset' piyasalarında döviz girişinin nispî
bolluğunun devam ettiği, dövizin TL fiyatındaki artışın, hazine bonoların
getirdiği faiz ve Türkiye'deki net enflasyon haddinin (Türkiye'deki enflasyon
haddi ile ticaret partnerlerimizdeki ortalama enflasyon haddi arasındaki farkın)
önemli ölçüde altında kaldığı bir ortam, bu kuruluşların dolarla çok yüksek
hadlerde getiri elde etmesine imkân vermektedir.[2] Meselâ, 6 fiubat tarihli Milliyet'teki bir
haber yazıda sergilendiği gibi, 1 Ocak 1996 da 100 $ ile satın alınan 5,590,000
TL ile satın alınan Hazine bonosu ile, Ocak sonunda, % 12'lik aylık faiz
getirisini de katarak 6,640,000 Tl satın alınabilmiş, bununla da, ay sonundaki
62,750 TL/$ kurundan 106 $ satın alınabilmiştir.[3] Dolarla ifade edilmiş bir 'asset' üstünde
dolar iadesiyle % 6'lık bu aylık getiri, dünya finans piyasalarındaki fırsatlarla
karşılaştırıldığında, bir piyango kazancı gibi kalmaktadır.
Dış
ticarete açık bir küçük ekonomide ulusal paranın ticaret partnerlerinin paralarına
göre değer kazanması, bu ekonomideki nispî fiyatlar sistemini, ithal ve ihraç
malları ve hizmetlerinin aleyhine ve ticareti yapılamayan mallar ve hizmetlerin
lehine değiştirir. fiöyle ki, ithalleri ve ihraçları için dünya piyasalarında
yabancı para birimleriyle oluşan fiyatları veri olarak alan bir küçük açık
ekonomide, döviz fiyatlarındaki artışın net enflasyon haddinin altında kalması,
hem ithal hem de ihraç mallarının ulusal para ifadesi ile iç fiyatlarındaki artışın
net enflasyon haddinin altında kalması demektir. İç piyasada net enflasyon
haddi, toplam mal ve hizmetlerin, ticareti yapılabilen ithal ve ihraç mal ve
hizmetleri ile ticareti yapılamayan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişmelerin
ortalaması olduğuna göre, yukardaki sonuç ancak ticareti yapılamayan mal ve
hizmetlerin fiyatlarındaki artışın net enflasyon haddinin üstünde gerçekleşmiş
olması ile mümkündür. Hükümetin maliye ve açık finansman politikası, ticareti
yapılabilen mal ve hizmetler ile ticareti yapılamayan mal ve hizmetler arasındaki
nispî fiyat ilişkilerini ticareti yapılamayan mal ve hizmetlerin lehine değiştirerek,
kaynak tahsis süreçlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Yani, kaynak tahsis
süreçlerini, ekonomiyi kendi içine kapanma yönünde baskı altında tutmaktadır.
Nispî fiyatlar sisteminin ticaret konusu olmayan mal ve hizmetlerin üretimini
dahi çekici kılan bir şekilde değiştiriliyor olması, Türkiye ekonomisini
uluslararası rekabete açarak içerde kaynak kullanımındaki etkililiği dinamik
olarak arttırmak hedefi ile, eğer böyle bir politika hedefi gerçekten varsa,
tutarlı değildir.
7. Sonuç
Yüksek enflasyon oranlarının on yıllar boyunca sürdüğü, işsizliğin
yapısal olarak arttığı, iflas etmiş bir kamu maliyesi sisteminin ancak içerdeki
finansal piyasaların bir kumarhane ortamına sürüklenmesiyle ayakta tutulabildiği
bir ülkede, dinamik anlamda etkili
kaynak kullanımına elverişli bir piyasa ekonomisinin varlığından söz edilemez.
Ve, ticaret ve finans ilişkileriyle uluslararası piyasalarla bağlantıları gelişmiş
olan bir ekonomide, içerdeki talebe yönelik üretim için ayrı, dışardaki talebe
yönelik üretim için ayrı bir iktisadî sistem, kurallar, kurumlar, motivasyonlar
kümesi olamaz.
Türkiye
ekonomisinin uluslararası piyasalardaki nispî gücünü arttıracak bir dış ticaret
politikası sorunu, bugün, her şeyden önce, iktisadî aktörlerin içinde
hakkaniyetli rekabet kurallarına göre hareket etmek zorunda oldukları, bu
zorlamayı, hırsızlık ve yolsuzluktan arınmış bir siyasî sistemin oluşturduğu ve
ayakta tuttuğu bir hukuk sisteminin sağladığı, fiyat istikrarı olan, içerdeki fırsat
maliyetlerinin yapısının dışardaki fırsat maliyetlerinin yapısından bütünüyle
kopmuş olmadığı bir iktisadî ortamın oluşturulması meselesidir.
[1] Bu tartışma Brander, J., Spencer, B. (1983) "International R&D rivalry and industrial strategy", Review of Economic Studies, c. 50 ile başlamıştır. Konu üstünde çok iyi bir değerlendirme yazısı olarak bak. Baldwin, R. (1988) "Evaluating strategic trade policies" Aussenwirtschaft, 43. Jahrgang (1988).
[2] Bu konuda bak. Selçuk, F., Rantanen, A. (1996) Türkiye'de kamu harcamaları ve kamu borçlanması, mali disiplin gereği ezerine gözlem ve öneriler (İstanbul: TÜSİAD yayını).
[3] Nedim Şener imzalı "Kamudan 'ahlâksız teklif' başlıklı haber yazı. Milliyet, 6 fiubat 1996.