Anarşist Örgütlenme Olarak Anti Kitle Kolektifleri
Richard C. Fields - Mart 1990
1990'da Melbourne'de yapılan Anarşist Örgütlenme üzerine bir konferansta sunulan bir
makale
İÇİNDEKİLER
1. Anarşizmin
Anti-Hiyerarşi olarak Tanımlanması
2. Bunun Hareket için önerdiği Örgütlenme Modeli (yani Anti Kitle tarzı Kolektifler)
3. Bunun Politik Partilerden ve var olan "Anarşist" örgütlenme biçimlerinden
farkı
4. Anti-Kitle yaklaşımını yayma konusundaki problemler
1. Anarşizmin
Anti-Hiyerarşi olarak Tanımlanması
İlk olarak, "anarşi", "anarşizm" ve "anarşist"
sözcüklerinin anlamı konusunda anlaşıp anlaşmadığımızı görmemiz gerekiyor.
Benim temel aldığım tanımlar şunlardır:
* "anarşi" hiyerarşinin olmadığı bir durumdur,
* "anarşizm" hiyerarşiye karşı tutarlı bir muhalefeti içeren bir teori ve
pratiktir ve
* "anarşistler" ister kendi yaşam tarzlarında isterse genel olarak toplumda,
nerede ortaya çıkarsa çıksın hiyerarşileri yıkma ve bunun yerine eşitliği temel
alan etkileşimler yaratma konusunda kararlı olan kişilerdir.
Benim reddedeceğim iki alternatif tanım bulunmaktadır. Bunların biri anarşinin temel
bileşeni olarak "özgürlüğü" vurgular. Bu problemli bir yaklaşımdır,
çünkü özgürlük de tanımı güç ve tartışmalı olan bir kavramdır. Öte yandan,
peşinde koşulacak amaç olarak özgürlük idealini ortaya atan toplum teorisyenlerinin
hepsi sonunda herkesin özgürlüğünün diğerlerinin özgürlüğüyle ve diğerlerinin
özgürlüğü için sınırlanması gerektiğini kabul etmiştir. Bu nedenle, mutlak,
koşulsuz bir amaç olarak özgürlük arayışı kendi içinde imkânsız bir
arayıştır.
İkinci tanım "anarşi"nin kendine özgü bir anlamı olmadığını ve
konuşanın istediği herhangi bir anlama gelebileceğini ileri sürer. Bu yaklaşımın
tamamen saçma olduğunu düşünüyorum.
Bu tanımların ikisi de var olan baskıcı toplumsal düzene karşı savunmacı tepkiler
olarak ortaya çıkıyor gibi görünmektedir. Ancak bu tanımlamaları kabul edenlerin en
amansız baskıcı davranışını gizlemek ya da maruz göstermek için
kullanılabilirler (ve genellikle kullanılmaktadırlar). Bu kişiler "Beni
eleştirme" derler. Ama, toplumsal düzeni tamamen değiştirmek istiyorsak,
gündemimiz en sert eleştiri olmalıdır. Ve bu sadece karşı çıkmayı seçtiğimiz
toplumsal düzenin eleştirisini değil, aynı zamanda özeleştiriyi de kapsamalıdır,
çünkü kendimizin de bu aynı toplumsal düzenin ürünleri olarak anarşizme
vardığımızı anlamak zorundayız.
Hiyerarşiye karşı muhalefeti vurgulayan tanım, anarşizmin geleneksel teorisyenleriyle
uyum içindedir. Bakunin anarşist "özgürlük" kavramının bir
"eşitlik" kavramıyla birarada kullanılması gerektiğini vurguladı ve bu
zorunlu olarak hiyerarşinin yokluğunu ima etmektedir, çünkü ancak hiyerarşi olmazsa
hiçbirimizin herhangi bir başkasının dayattığı kurallarla kısıtlanmadığımızı
ve eşit derecede arzularımızın peşinde koşabildiğimizi söyleyebiliriz. Potansiyel
anlaşmazlık durumları, örneğin kaynaklara erişim konusunda anlaşmazlık söz konusu
olduğu zaman, hiyerarşiye son verme kararlılığı, adil ve baskıcı olmayan bir
çözüm bulmamızı gerektirir; bu (Kropotkin'le birlikte) gönüllü işbirliği veya
karşılıklı yardımlaşmaya pozitif bir bağlılığa ihtiyacımız olduğunu ve
(Stirner'le birlikte) özgür birlik hakkını savunmamız gerektiğini söylemenin bir
başka yoludur.
Anarşizmin temel bileşenleri olarak gönüllü işbirliği, özgür birlik hakkı ve
hiyerarşiye mutlak muhalefete temel bağlılık konusunda anlaşırsak, ideal anarşist
topluma ilişkin ortak bir görüşe varmanın yanı sıra, statükonun belirli bir
eleştirisi ve bu noktadan ideal geleceğimizi gerçekleştirme yönünde ilerlemeye
yönelik belirli bir strateji konusunda da anlaşabilmemiz gerekir.
Hiyerarşi var olan toplumun her yerine sinmiştir. Sürekli olarak çoğunlukla emir
aldığımız ve daha seyrek olarak emir verdiğimiz ve birleşme
"özgürlüğünün" ve "gönüllü" işbirliği yaklaşımlarının
zenginliğin son derece adaletsiz dağılımı nedeniyle çoğumuz için uygulanamaz hale
geldiği durumlara zorlandığımızda işbirliği hemen hemen imkânsızdır.
Bu her yere yayılan hiyerarşileri sürdürenin ne olduğunu sormamız gerekir.
Statükonun sosyal Darwinci ideologları hiyerarşilerin güç, zekâ ve çalışma
konusundaki gönüllükteki doğal farklılıkların sonucu olduğunu söylerler. Ama
güç, zeka ve çalışkanlılık açısından farklı bireylerin sınıf yapısı içinde
ayrımsız bir şekilde dağıldığı görülmektedir. Ayrıca toplumun örgütlenme
biçiminde, doğal yeteneklerinden veya eğilimlerinden bağımsız olarak, toplumsal
hiyerarşinin tepesindekiler arasında düşkünlüğe izin veren ve geri kalanlar
arasında itaati teşvik eden bir şey var gibi görülmektedir.
Süregiden bu durumu koruyan toplumun "kitle" yapısıdır. Kitle bağlamında
biz sadece yalıtılmış bireyler olarak varız. Çevremizdeki insanlarla bağlantımız
kesilmiştir, herhangi biriyle sahici ilişkiler kuramayız. Ve bireyler olarak ne kadar
güçlü olursak olalım, bu yalıtılmışlık bizi güçsüz kılar. Kitle meleyen
koyunlar sürüsüne veya hızla akan bir nehre benzer ve bir kez kendimizi ona
kaptırdığımızda, direnmemiz ya da kendi yönümüzde gitmemiz hemen hemen
imkânsızdır.
Kitle toplumunun kurumları bize ne yapmamız gerektiğini, ne düşünmemiz gerektiğini,
hatta ne hissetmemiz gerektiğini söyler. Kapitalist dünyada seçim özgürlüğü
konusundaki retoriğe rağmen, boyun eğme konusundaki baskılar dayanılmazdır. Sadece
tüketiciler, edilgin seyirciler haline geliriz ve bize söyleneni yaparız. Hiçbir
anlamlı politik kararın alınmasına katılmamıza izin verilmediği için, sonunda
kendimizi güçsüz ve sorumsuz hissederiz.
Bu durumu bir şekilde değiştirmeye çalışırsak, kaçınılmaz bir şekilde
statükonun karşı konulmaz baskısına ("hegemonya") toslarız. Böylece,
durumun nasıl düzeltileceği konusunda düşünmek giderek bir vakit kaybı olarak
görülmeye başlanır. Bunun sonucu olan hayal kırıklığı insanların kayıtsız ve
sorumsuz hale gelmesidir; yabancılaşmamız artar, kendimize güvenimiz azalır ve
sürecin bütünü kendini kendini sürdüren bir hal alır. Bu nedenle sıradan insanlar
kendilerini güçsüz görürler ve çok hiyerarşik bir yapının dibine yakın bir yere
yerleşmeye razı olurlar ya da kaderlerini değiştirmenin tek yolu olarak hiyerarşinin
tepelerine tırmanmak olduğunu düşünmeye başlarlar.
Kapitalist sistem bu sistemi sürdürmek için dev bir propaganda makinesinden
yararlanmaktadır. Depresyonun depresyon yaratacak kadar sıradan olduğu bir toplumda,
bize egemen kültürün eğlenceli, doyurucu ve anlamlı olduğu söylenir. Bunun sonucu
kendi duygularımıza güvenmemeyi öğrenmemizdir. En az adapte olanlar kendi
duygularını zihni uyuşturan televizyon programları, uyuşturucular ya da başka
alışkanlıklarla bastırır. "En uyumlu" yurttaşlar aynı anda iki karşıt
düşünceye inanabilme konusunda uzmanlaşırlar.
Öte yandan, kitle kültürünün en kötü semptomlarından bazılarını tüm
sorunlarımızın çözümleri olarak görmeyi öğreniyoruz. Sonuç olarak aslında
hastalığımızı ağırlaştırmaya çalışıyoruz. Çekirdek ailenin emniyetsizliği
bildiğimiz tek güvenlik olarak görülmeye başlanıyor. "Özgürlük" fabrika
köleliğine ve işsizlik tehdidine verdiğimiz ad oluyor. "İlerlemenin zorunlu
bedeli" olarak bize zorla kabul ettirilen israf, çevresel yıkım, cinsel istismar
ve benzeri şimdi tam da uğrunda savaştığımız şeyin simgeleri gibi görülmeye
başlandı. Playboy© ve Mills and BOon© satışları fırlıyor, ormanlar park yerlerine
dönüştürülüyor ve biz umutsuzca ne kadar mutsuzlaştığımızı fark etmemeye
çalışıyoruz. Bu arada, alternatifler kitle iletişim araçlarından dikkatle
ayıklanıyor.
Bu durumu muhalif bir kitle hareketi örgütleyerek değiştirmek imkânsızdır. Böyle
bir girişim yüzeysel yapıda küçük düzelmeler sağlayabilir. Ancak temel
yabancılaşma ve manipülasyon süreçleri ancak yeni örgütlenme biçimleriyle
değiştirilebilir. Çok küçük bir azınlığın gerçek kararları aldığı ve geri
kalanın koyunlar gibi yönlendirildiği ve manipile edildiği durumdan kurtulmamız
gerekiyor. Hayatlarımızı etkileyen kararlar üzerinde gerçek denetim uygulamaya
başlayabileceğimiz yeni yapılar ve süreçler yaratmamız gerekiyor. O zaman
aldığımız kararların sorumluluğunu üstlenmeyi öğrenebiliriz.
2. Bunun Hareket için önerdiği Örgütlenme Modeli (yani Anti Kitle tarzı
Kolektifler)
Bunun yapmanın yolu "kolektiflerin" ya da "uyum gruplarının"
yaratımından geçmektedir. Bunlar çok net bir şekilde tanımlanmış bir üyeliğe
sahip küçük, özerk gruplardır. Grubun üyeleri birbirine ve grubun süregiden
projesine tamamen bağlı olmalıdır. Bu projenin epeyce spesifik bir yapıda olmalı ve
mevcut kitle toplumu yapısının bira yönüne meydan okumayı amaçlamalıdır. Aynı
zamanda, grubu birbirimizle ilişki kurmanın daha sahici, geliştirici ve eşitlikçi
yollarını geliştirmek için "özgür alan" olarak kullanırsak, grup içinde
hiyerarşiyi yıkma kararlılığı da sözkonusu olmalıdır. Grup aynı zamanda teorik
tartışma ve gelişmeye ve genel mutabakatla karar alma ve görev rotasyonu, bilgi
paylaşımı vb. gibi diğer güç paylaşımı süreçleri için yöntemler geliştirme
ve uygulamaya kararlı olmalıdır.
Bu tür gruplar gerçekten özgürleştirici bir toplumsal değişim hareketinin yapı
taşları ve nihayetinde anarşist bir toplumun yapıt taşları haline gelebilir. Bu
nedenle bu tür grupların oluşumu devrim sürecidir.
Kolektifin, her üyenin diğer üyelerin her biriyle gerçek ve anlamlı bir ilişkiye
sahip olabileceği kadar küçük olmalıdır. Bu ilişkinin kurulmasının grup
büyüdükçe zorlaştığı açıktır. Bunun imkânsız hale geldiği büyüklük zaman
baskısına, dışarıdaki bağlılıklara ve grup üyelerinin coşkusuna bağlıdır.
Hizipleşmeler çoğunlukla bir grubun çok büyüdüğünün en belirgin işaretidir.
İnsanlar genel olarak toplumda öğrendikleri davranışı yeniden üretirler ve bu
tehlikeyi önlemek için hiçbir önlem alınmazsa, grup büyüklüğü yedi ya da sekizin
üzerine çıktıkça hizipler ortaya çıkma eğiliminde olacaktır. Üye sayısı 12 ya
da 13'e ulaştığında hizipler kaçınılmazdır. Bu hizipler arası iletişimi ciddi
bir şekilde engelleyecek ve genel mutabakatla karar alma sürecinde bozulmaya neden
olacaktır. Hizip oluşumunu önleyecek ve kolektiflerin potansiyel büyüklüğünü 20
kişiye kadar genişletecek teknikler geliştirmek ve benimsemek mümkün olabilir. Ama bu
üyelerin olağanüstü bir bağlılığını gerektirecektir.
Kolektif süregiden bir proje olmalıdır. Hayatımızı yaşama ve birbirimizle ilişki
kurma tarzımız için tam sorumluluğu kabul ettiğimiz ve uyguladığımız bir yaşam
tarzı yaratmak zorundayız. Bu derinlere kök salmış davranış modellerine ve
tutumlara meydan okumamızı gerektirecektir. Bu tutumlar hayatımız boyunca denetimsiz
bir şekilde gelişmiştir, bu nedenle bunları anlamanın zaman alacağını,
değiştirmenin ise daha fazla zaman gerektireceğini görmemiz gerekir. Kolektif
davranışımıza ilişkin bir anlayış geliştirmemize yardımcı olabilir ve
davranışımızın hangi yönlerini değiştirmek istediğimizi keşfetmemize yardım
eder. Kolektif yerleşik tutum ve uygulamalarımızı ve arzu ettiğimiz yeni
düşünceleri ve davranışları paylaşabildiğimiz özel bir insanlar grubudur.
Kişisel gelişim ve değişim sürecini aydınlatmak için ihtiyaç duyacağımız tüm
önemli geribeslemeleri alabildiğimiz yerdir. Bunu yaparken birbirimize ve kendimize
güvenmeyi öğreniriz ve bu bilgi bu tür bir uyum grubunda çalışmanın en büyük
ödüllerinden biridir.
Bu sürecin mümkün olması için, kolektif net bir şekilde tanımlanmış ve
istikrarlı bir üyeliğe sahip olmalıdır. Kimin üye olup kimin olmadığı konusunda
muğlaklık olmamalıdır. İnsanların gruba katılmaları ve ayrılmaları için
süreçler net bir şekilde belirlenmeli ve bir bütün olarak grubun denetimine tâbi
olmalıdır (hiçbir bireye kendi iradesine rağmen grup içinde kalma yönünde hiçbir
baskı yapılmaması koşuluyla). Ve üyelerin hakları ve sorumlulukları net bir
şekilde belirlenmelidir. Ayrıca grubun tüm üyelerin tamamen katıldığı ve
gerçekten bağlı olduğu ifade edilmiş bir amacı olmalıdır.
Kolektifin üyeleri birbirine bağlı olmalıdır. İlişki kurmanın yeni ve daha iyi
yollarını öğrenebilecekleri bir alan yaratmayı ve sonra bu kişisel değişiklikleri
var olan baskıcı toplumsal yapılara karşı çıkmanın ve bu yapıları
değiştirmenin temeli olarak kullanmayı amaçlamalıdırlar. Bunun bir parçası olarak,
her üye daha uygun davranış ve ilişki kurma biçimlerini öğrenmeye kararlı
olmalıdır. Kapitalist ataerkil toplumdaki gündelik deneyimimizin bize öğrettiğinden
uzaklaşmaları gerekir. Rekabet etmek yerine işbirliği yapmayı, istiflemek yerine
paylaşmayı ve sınırlayıcı, yabancılaştırıcı ve baskıcı klişelerimizin
ötesine gitmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle, üyeler grubun
amaçlarının peşinde koşmanın bütünsel bir parçası olarak iyi grup süreçleri
geliştirmeye kararlı olmalıdır.
Grup içindeki iktidar ve çatışma meselelerini analiz etme ve bununla yüzleşme
ihtiyacı açıkça kabul edilmelidir. Amaç eşitlikle nitelenen ilişkiler geliştirmek
ve var olabilecek iç hiyerarşileri yıkmak olmalıdır. Bu ise becerileri üyeler
arasında tamamen paylaşma ve tüm ilgili bilgilere erişim eşitliği konusunda bir
kararlılığı gerektirecektir.
Ayrıca konsensüse dayalı karar alma süreçlerine açık bir bağlılık olmalıdır.
Konsensüsün kullanımının sadece akademik bir karar almanın ötesine gitmesi
gerektiği vurgulanmalıdır. Mesele grubun bir sorunu ortaya koymanın en doğru yolu ve
insanlar bu eğilimdeyse bu konuda yapılması gereken en doğru şeyin ne olabileceği
konusunda anlaşması değildir. Burada savunulan süreç birlikte hareket etmek için
-grubun ne yapmak istediğini ve bunu nasıl yapabileceğini bulmak için- bir
anlaşmanın şekillendirilmesi ve sonra bunu uygun eylemin izlemesidir.
Kolektif içindeki iktidar ve çatışma meselelerini analiz etme ve bununla yüzleşme
ihtiyacının tanınmasının yanı sıra, bu süreçlerin genel olarak toplumda
işleyişine ilişkin aynı eleştirel bakış açısını oluşturmamız gerekir. Yani,
anti-kitle kolektif "kişisel" değişimde olduğu kadar "politik"
değişimde de yer almalıdır.
Anarşist politik eylem en acil olduğunu hissettiğimiz sorunları çözmek için
sorumluluğu almamızı gerektirir. Tek tek hepimizin her şeyi kendimizin yapamayacağı
açıktır. Duygularımızı dikkatle değerlendirmemiz ve sonra en büyük etkiyi
yapabileceğimizi düşündüğümüz belirli bir projeye odaklanmamız gerekir. Bu
seçimi yaparken, hangi problemleri en önemli olarak gördüğümüzü ve hangileri için
bizimle birlikte çalışacak başka insanlar bulma şansına sahip olduğumuzu
değerlendirmemiz gerekir. Üzerinde çalışacak bir sorunu ve bu konuda birlikte
çalışabileceğimiz bir grup insanı seçtikten sonra gerçek bir etki yaratacağımız
bir kolektif oluşturmaya koyulabiliriz.
Bunun sonucu olarak ortaya çıkan kolektif daha sonra belirli bir mesele veya bir
meseleler kombinasyonu üzerine kampanyalar yapabilir, bir olay (Confest, Anarşist
Örgütlenme ve Strateji Toplantısı ya da Kadınlar Alternatif Müzik Festivali gibi)
düzenleyebilir, bir hizmet (bir kreş, sığınak, kitapçı ya da dergi gibi) sunabilir
veya bir şeyleri yapmanın (organik bahçecilik, çoklu ilişkiler ya da kooperatif
uygulamaları gibi) alternatif yollarını deneyebilir. Bilinç yükseltme grupları da,
üyelerini grup dışındaki ilişkilerini değiştirme mücadelelerine girişme ve bu
mücadeleleri sürdürme konusunda güçlendirdikleri sürece bu "politik olarak
aktif" tanımına girebilir.
3. Bunun Politik Partilerden ve var olan "Anarşist" örgütlenme
biçimlerinden farkı
Hepimiz etkili bir devrimin birçok farklı görevin yerine getirilmesini
gerektireceğinin farkındayız. Parti tarzı örgütlenmede, bir yapı her şeyden
sorumludur ve üyelerine zorunlu ya da yararlı görülen görevleri yerine getirmeleri
için emir verir ya da işi yapmaları için insanlar tutar ya da insanları eyleme ikna
etmek için alt komiteler veya komisyonlar kurar.
Anti-kitle yaklaşımı bu her şeyi kendimiz yapma isteği ve her şeyi denetleme
ihtiyacını duyma, hatta her şeyin yapılmasını sağlama tutumundan uzaklaşmamızı
gerektirir. Önceliklerimizi belirleme ve bu konuda hareket etme olgunluğunu ve aynı
şeyi yaptıklarında gelişen bir anarşist hareketin/toplumun genel ihtiyaçlar
yelpazesinin gerçekten karşılanmasını bekleme konusunda başka insanlara güven
geliştirmeliyiz.
İnsanlar tek bir yalıtılmış kolektife bakıp İşçi Partisi, Avustralya Demokrat
Partisi ya da Sosyalist İşçi Partisi gibi büyük bir parti örgütlenmesiyle
karşılaştırıldığında çok şey yapmadığını söyleme eğilimindedirler. Ama
herhangi bir partinin eşit sayıda üyesiyle karşılaştırıldığında, kolektif çok
daha üretken görülebilir. Sol kanatta veya ilerici politik partilerde güncel olarak
aktif olan insanların hepsi anti-kitle kolektiflerde yer alsaydı, daha iyi bir toplum
için boş yere lobi faaliyetleri yürütmek ve politik "başarı" elde
ettiklerinde politikacıların sürekli olarak ihanetleriyle karşılaşmak zorunda
olmayacaklardı. Bunun yerine kendileri alternatifler oluşturacak ve yürüteceklerdi.
Her kasabada ya da banliyöde kolektif olarak çalıştırılan dükkânlar ya da
toplantı yerleri - kapsamlı çocuk bakımı olanakları - önleyici tıp - sığınaklar
- daha iyi kamu ulaşımı - doğal yiyeceklere ve yenilenebilir enerji teknolojilerine
daha kolay erişim - vb. olacaktı. Bu liste katılımcıların hayal güçleri kadar
sonsuzdur.
Anti-kitle kolektiflerin üyeleri artık politikacıların hâkimiyet ve itaat, yalan,
düzenbazlık ve ihanet becerilerini öğrenmek zorunda olmayacaktır. Bunun yerine bir
şeyi başarmanın - kendi kabul ettikleri bir ihtiyacın karşılanmasının - nasıl bir
his verdiğini öğrenecekler. Bu yolla kendilerine ve kolektiflerindeki diğer üyelere
değer vermeyi, saygı duymayı ve kendileri ve diğer üyeler için sorumluluk almayı
öğrenebilirler.
1970'ler ve 80'lerde Avustralya anarşist hareketine ilişkin gözlemlerime göre,
genellikle bir örgütlenme biçimi olarak siyasi partileri şiddetle eleştirirken
birçok önemli açıdan onları taklit etmeye devam etme eğilimi yaygındı.
"Avustralyalı Anarşistler Federasyonu" (1975/76) esas olarak bir kitle
örgütlenmesiydi. Federasyon olarak adlandırılmakla birlikte grupların yanısıra
bireyleri de üye olarak kabul ediyordu. Üye grupların ya da bireylerin
güvenilirliğini araştırma çabasına girmiyordu. Federasyona katılmak, çok muğlak
bir şekilde tanımlanmış bir en düşük ortak payda amaçlar ve ilkeler kümesine
"Yaşasın! Yaşasın!" demek anlamına geliyordu. Doğrudan eylemin onaylanan
bu perspektifin bir parçası olduğu ileri sürülüyordu, ama "bir sorunu kendimiz
çözmek için adımlar atacağız" şeklinde anlaşılmak yerine, dilekçe yazmak ve
lobi faaliyetleri yürütmenin tersine mitingler, yasadışı gösteriler ve benzeri
yoluyla varolan şeylere ilişkin onayımızı ya da muhalefetimizi ilan etmek olarak
görülüyordu. Dolayısıyla benimsenen yaklaşım "Biz ... yapacağız" -
"Güneş panelleri hazırlayacak ve kuracağız", "Bir topluluk sağlık
merkezi kuracağız" vb. - yaklaşımı olmak yerine, yine "...
yapmalılar" ya da "Yapmamalılar" beyanlarına
odaklanıyordu:-"Medibank'ı korumalılar", "Uranyum
çıkarmamalılar", "Oy vermemeliler" vb.
Bütün bunlarda F.A.A. kitle yönelimli siyasi partilerin geleneksel perspektifini
korudu, çünkü üyeler sorunları kendileri için çözme potansiyelleri ve birlikte
verimli bir şekilde çalışmanın yollarını bulacakları konusunda inançlıydılar.
Spartakistlerden A.L.P.nin soluna kadar önceden varolan tüm siyasi partilere duydukları
nefret her tür örgüt içi disiplin anlayışını, hatta her tür ulusal politika
anlaşmalarını reddetmelerine yansımıştı. Ama bunların yerine hiçbir şey
konmadı, dolayısıyla federasyon sonunda partinin bir alternatifi değil, parti
biçiminin zayıf, kaotik ve etkisiz bir çeşitlemesi haline geldi.
Çoğunlukla, federasyondaki aktivistler yerel gruplara katıldığında, bu gruplar
federasyonun bütününden daha da kaotik ve etkisizdi. Federasyonun kendisi ümitsizce
başarısız olan bu temel tutarlılık eksikliğini gizleme girişimiydi. Daha tutarlı
yerel süreçlere katılanlar -Brisbane'deki Özyönetim Grubu (S.M.G.) ya da Latrobe
Anarşistler gibi - sonunda F.A.A.ya karşı en ihtiyatlı ve düş kırıklığına
uğramış tavırları benimseme eğiliminde oldular.
Liberter sosyalist Federasyon (kuruluş 1976) üzerinde ulusal olarak anlaşmaya varılan
politik beyanlar, ulusal olarak koordine edilen kampanyalar, ulusal bir gazete vb. gibi
parti yapısının öğelerini geri getirerek F.A.A. içinde çalışmanın getirdiği
düş kırıklıklarının üstesinden gelme yönünde bir girişimdi. Bunların
"titizlikle yetkilendirilmiş delegeler"in konferanslarıyla denetlenen
atanmış sekreterler vasıtasıyla bir bütün olarak Federasyon tarafından
örgütlenmesi tasarlanıyordu. Ama yetkilendirme ve delegasyon ilkeleri hiç
anlaşılmadı ve fiili uygulama konferansın yapıldığı şehirde var olan grubun
üyelerinin çoğuyla toplantı yapıldığında kararları alan, yetersiz bir şekilde
bilgilendirilmiş temsilciler göndermemkten ibaretti.
Açıkça parti tarzı yapılara geri dönüş yönündeki itici güç büyük ölçüde
anarşist harekete Troçkist Sosyalist İşçi Partisinden ve gençlik kanadından gelen
iki Liberter Marksissten geldi. Denebilir ki, bu insanlar eski pratiklerini, onları
tanımlamak için kullandıkları isimleri ve bu pratikleri birlikte yaptıkları
kişilerin yüzlerini değiştirerek uzaklaştıklarını düşünürken beraberlerinde
getirdiler. Sonuç olarak eski F.A.A.dan daha da "... yapmalılar" yönelimli
bir örgütlenme ortaya çıktı. Aslında F.A.A. militanlarının doğrudan eyleme benzer
bir şey uyguladıkları az sayıdaki alan - ev işgalleri ve cinsellik - yeni
Federasyonun gündeminden tamamen çıktı.
İlk bakışta, Brisbane Özyönetim Grubu (S.M.G.), sıkı sıkı kaynaşmış hücre
yapısı nedeniyle anti-kitle önerisine çok daha uygun görülebilir. Ancak kurucuları
yeni-sol "Direniş" grubunun dağılmasından ortaya çıktı ve ve bu temelin
Marksist yöneliminin S.M.G.nin hücreleri ve üyelerini denetleme konusundaki katı
özeninde yansıdığı görülebilir. Gerçekleşen merkezsizleşme herşeyden çok bir
güvenliği koruma meselesi olup çıktı.
Politika girişimleri çoğunlukla merkezden kaynaklanıyor ve hücrelere yayılıyordu ve
hücrelerden geldiğinde merkez konseyi tarafından titizlikle inceleniyordu. L.S.F. gibi
S.M.G. de esas olarak "... yapmalılar" yönelimli beyanlarla ilgileniyordu ve
bugün S.M.G.nin kıdemlileriyle konuştuğunuzda en büyük heyecanla başarılı bir
partinin kalite işareti olarak kabul edilen kriterleri anımsarlar - büyük üye
sayısı, çok sayıda insanı süretle harekete geçirme kabiliyeti ve polisin ve diğer
düşman ajanların sızmasına karşı direnç. Kaydedeğer güçlerine ve örgütsel
tutarlılıklarına rağmen hiçbir zaman kendileri için bir şeyler yapmayı
düşünmediler - hücreleri proje temelli olmaktan çok mücadele yönelimliydi ve S.M.G.
içindeki iktidar seçkinleri Bilgi Alışverişinin kurulmasına ve işlemesine şiddetle
karşı koydular.
Peki bugün anarşist harekette kitlesel üyeliği amaçlayan iki büyük gruba ne demeli:
Bir Özyönetim Toplumu için Liberter İşçiler ve Anarkos Sendikalist Federasyon?
Liberter İşçiler sadece platformları çerçevesinde örgütlendiklerini söylüyorlar.
Üyelik için tek kriter statükoya yönelik eleştirilerinin kabulü. Yani "...
yapmalılar" politik yaklaşımına tam bağlılık. Burada en kayda değer nokta
Liberter İşçilerin seçimlere yönelik eylemleri. Parlamentonun ve seçimlerin hakiki
bir katılımcı demokrasinin pratiğiyle ilgisiz olduğu şeklindeki anarşist kritiği
kabul ettiler. Ama platformlarını sergilemek için bir fırsat olarak ve çekimser
oyları, oy pusulalarının yanlış doldurulmasını ya da oy verme reddini kuramsal
olarak anarşizme verilmiş oylar kabul etmek gibi tuhaf bir anlayışla kendi
popülerliklerini ya da "etkililiklerini" ölçmenin bir aracı olarak
seçimlerin cazibesinden kendilerini kurtaramıyorlar. Bu nedenle seçim zamanında
kampanyalara girişerek tam bir siyasi parti gibi hareket ediyorlar. Aslında oy
kullanamamak kendi başına bir kayıtsızlıktır. Anarşizme bağlılığımızı
gösteren seçim zamanında oy vermek ve kampanya yapmak yerine inşa ettiğimiz pozitif
projelerdir. Ama politikanın ana akımının bakış açısından bu görünmez,
sayılmaz ve başarısızlık gibi hissedilir. İronik bir şekilde, seçime karşı
kampanya anti-kitle perspektifinden oldukça verimsiz iken, parti zihniyetinin bakış
açısından anarşist politikanın somut hale geldiği ve geçerli kılınabildiği tek
zamandır. Bu nedenle, alternatif sağlık imkânları yaratmak ya da heyecanlı oyun
alanları oluşturmak yerine, Liberter İşçiler konudışı kabul ettiklerini ileri
sürdükleri seçim saçmalığına çok fazla enerji harcarlar.
A.S.F.ye gelince, anarşist ve sendikalist olduğunu ileri sürmekle birlikte, pratikte
birçok açıdan parti tarzının bir aynasıdır. En önemlisi, bir genel üyelik
örgütlenmesi olarak üyelerine (üyelik kartlarıyla birlikte) federasyonun tüm
etkinlikleri için sorumluluk ve itibar talep edebilme dolaylı hissini satmaktadır.
Üyeler yıllık ücretlerini öderler ve "ben Rebel Worker'ı çıkaran, tramvay
depoları ve hafif metro kampanyasında aktif olan, A-House projesinin yürütülmesinde
önemli bir rol oynayan vb. vb. bir örgütlenmenin bir parçasıyım" diyebilirler.
Ama bu üyelerin birçoğu bu konulara ilişkin fiilen hiçbir şey yapmaz. Aynı bir
siyasi partide olduğu gibi, eylemci bir azınlık her şubenin hangi projeleri ve
kampanyaları yapacağına karar verir ve sonra üyeleri ve dışarıdan sempatizanları
bu projeleri yürütme konusunda motive etmeye çalışır. Birçok üye şube
toplantılarına nadiren katılır, kendileri için eylem konusundaki kendi önceliklerini
ortaya koymaktan kaçınır ve son tahlilde aidatlarını ödemeye devam ederek ya da
üyeliklerinin sona ermesine izin vererek aktivistlerin politika reçetelerine ilişkin
olarak oy kullanırlar.
Anti-kitle bakış açısından pasif kart taşıyıcı üyelik, uzaklaşmak istediğimiz
statükonun bir yüzüdür. Ama A.S.F.yi kuranlar bize sık sık büyük üye sayısının
kendi başına arzu edilen bir amaç olduğunu söylediler.
Anti-kitle yaklaşımının önerdiği gibi tek tek projelerin özerk kolektiflere
ayrılması aktivistlerin ana akım kültürden öğrendiğimiz her şeyi denetleme
"ihtiyacına" kendilerini kaptırmalarını önleyecektir. Her şey bir tarafa,
ben bir kitapçı kolektifinde bulunuyorsam, bir dergi kolektifini ya da sığınak
kolektifini denetlemeye ihtiyacım yoktur, onların da kitapçıyı denetlemeleri
gerekmez. Ancak bu projelerin hepsi bir partinin veya federasyonun himayesi altında
yürütülürse, tüm üyeler birden bire "kendi" dergilerinin,
"kendi" kitapçılarının ve "kendi" sığınaklarının
işleyişinde bir söze sahip olma ihtiyacını edinirler.
4. Anti-Kitle yaklaşımını yayma konusundaki problemler
Anti-kitle düşüncesi 1970'lerin ilk yarısından beri ortalıktadır, ama bununla
birlikte bilinçli bir şekilde bu modeli benimseyen grupların sayısı son derece
azdır. Bunun nedenini düşünürken, söz konusu güçlükleri küçümsememeliyiz. Bu
güçlüklerin en belirgin olan bazılarını sunarak bu makaleyi bitireceğim.
İlk olarak, bu yaklaşım statükonunkilerden farklı olmakla kalmayıp, zaman zaman
fiilen onlarla çelişen yeni başarı ölçütlerinin benimsenmesini gerektirmektedir.
Örneğin bir kolektif üye sayısının fazlalığına göre az ya da çok başarılı
değildir. Aslında küçük kalmayı ve istikrarlı bir insanlar derlemesi olarak
birarada durmayı amaçlar. Öte yandan başarının gerçek ölçüsü üyelerinin
kendine güven, özsaygı ve birbirleriyle kooperatif ve hiyerarşik olmayan bir şekilde
birlikte çalışma becerileri kazanabilecekleri bir alan ve süreçler temin edip
etmediğidir; bunlar "normal" düzgün toplumun göz ardı ettiği ya da etkin
bir şekilde engellediği yönlerdir.
Ayrıca anti-kitle kolektif çeşitliliği giderek artan görevleri üstlenmeyi amaçlamaz
(yani kapitalist ekonomik anlamda "büyüme yönelimli" değildir), daha çok
seçilen görevi daha iyi ve anarşist ilkelerle giderek daha uyumlu bir biçimde yapmayı
amaçlar.
İkinci olarak, anti-kitle yapıların geliştirilmesi kolektifin iç işleyişine çok
enerji ve dikkat harcanmasını gerektirir ve bu durumda dışarı çıkıp hareket
içinde ya da genel olarak toplumda yaklaşımın propagandasını yapmak için ekstra
enerji bulmak çoğunlukla güçtür.
Ayrıca, anti-kitle kolektifin pratikleri toplumdaki ana görüşün pratiklerinden o
kadar farklı olabilir ki, bunları etkili bir şekilde iletmek güç olur. Dikkatli ve
onayını göstermeye istekli olan birine bir anti-kitle kolektifin işleyişini
açıklamak için uzun bir süre harcadığım birkaç deneyim yaşadım ve sonra bu
kişiler öyle bir soru sordular ya da öyle bir yorumda bulundular ki söylediklerimin
bir kelimesini bile anlamadıkları ortaya çıktı.
Öte yandan, dışarıdakilerle sohbet bir anti-kitle pratiği oluşturmaya çalışanlar
için dikkat dağıtıcıdır. Anti-kitle broşüründe belirtildiği gibi, mevcut
olduklarında diğer anti-kitle kolektiflerle konuşmak ya da başkaları olmadığında
kendi kolektifini korumak daha doyurucudur. Kanımca, umut, insanlar diğer
yaklaşımların başarısız olduğu koşullar altında bir anti-kitle projesinin hayatta
kaldığını gördüklerinde bu pratiğin örnek yoluyla yaygınlaşmasına
dayanmaktadır. Ve çok uzun bir süre almasına rağmen bunun hazırlıksız bir gösteri
(happening) olarak algılandığı görülüyor.
Üçüncü olarak anti-kitle kolektifin mevcut kültürel akıntıya karşı yüzme
derecesi inanılmaz ölçüde yorucu olabilir. İlk olarak, üyenin koyduğundan daha
fazlasını vaat etmez - sürekli olarak bize kelepir mallar satmaya çalışan ve az
çaba veya harcama karşılığında büyük kazançlar vaat eden tüketici gösterisinin
tersine. Melanie'nin şarkısının sözleriyle, beş sent koyduğumuzda bir dolarlık bir
şarkı bekliyoruz. Kapitalizmin, patriyarkanın, kilisenin ve devletin toplumda ve hatta
bizim kendi bilincimizde derinlere kök salmış muazzam yapılar olduğunu kolayca
unutuyoruz. Bununla mücadele etmek büyük çaba gerektirir ve bu çabanın uzun bir
süre sürdürülmesi gerekecektir. Ancak hakim kültür bize bir şey ağır çalışma
gerektiriyor ya da uzun süre alıyorsa umutlanmamamız gerektiğini ve kendimizi oyalamak
için daha kolay ve daha çabuk memnuniyet verici bir şey bulmamızın daha iyi olduğunu
söyler.
Son olarak, statükonun hakimiyetinin sadece mevcut kurumların değişmezliğinden
değil, aynı zamanda düşünme süreçlerimizi biçimlendirme ve hayal gücümüzü
sınırlandırma biçiminden kaynaklandığını unutmamalıyız. Bir anti-kitle kültür
geliştirmek, sıfırdan başlayarak ilerledikçe hemen hemen herşeyi icat etmek
anlamına gelir. Konsensüse dayalı karar alma, güç paylaşımı, çatışma
çözümü, güven oluşturma,..., her şey. Ve bu mevcut kültüre çok yabancı olan bir
şekilde eleştirilerde ve olumlamalarda bulunma ve eleştiri ve olumlamaları kabul etme
kapasitesini ve kapitalist sosyalizasyon ve eğitim süreçlerinin çok erken bir yaştan
itibaren insanların çoğunda bastırdığı bir kavramsal analiz ve teori geliştirme
kapasitesini gerektirir. Dolayısıyla, kültürü yeniden icat etmemiz yetmez, aynı
zamanda kendimizi de yeniden icat etmek zorundayız. Sonuçta muhakkak ki bu devrimin can
alıcı öğesidir, ama ne kadar güç ve ürkütücü olduğunu küçümsemememiz
gerekir.
Çeviri: Atrakya
|