DEVRİM, ANARŞİZMİN RİTÜEL
ÖĞESİ Mİ YOKSA OLUŞTURUCU ÖĞESİ Mİ?
Çok açıktır ki devrimci imgeleme -yani toplumun yapısal dönüşümünü
gerçekleştirme amacı- anarşizmin tamamlayıcı bir parçasıdır. Devrimci olmayan bir
anarşist teori ya da pratik yoktur. Tüm diğer çözümler kendinde bir çelişkidir.
Toplumumuz tahakküm tarafından belirlenmiştir; eğer an-arşist, tahakkümsüz bir
toplum istiyorsak, bunu radikal bir dönüşümle, re-volution ile elde edebiliriz.
Devrimci anarşizmden bahsetmek lafı gereksiz yere uzatmaktır. Anarşizmin devrimci olup
olmadığını sormak insanoğlunun kalbi olmaksızın yaşayıp yaşayamayacağını
sormakla aynı anlamdadır.
Buraya kadar anlaşmak kolay. Peki ya sonra?
Anarşizmin dendinde bir devrimci tavır içerdiğini kaptamak ve kabul etmek,
“devrim”in ne anlama geldiğini ve nasıl başarıya ulaşabileceğimizi
somutlaştırmadığımız ve tanımlamadığımız sürece retorikten ibarettir.
Burada, zaten var olan tanımlara bir yenisini eklemeye niyetim yok. Kendimi bir süredir
pratik üzerine yapılan tartışmaların eleştirisiyle sınırlıyorum. eleştirim,
beklenebileceği gibi teoriden ziyade pratik görünümler üzerine olacaktır.
Genellikle devrimci bir eylemden bahsedildiğinde devrimci karakterleri olan,
yalıtılmış tutulan bir olgu ya da olay düşünülür. Örnek verecek olursak mesela
vahşi bir grev, yerel bir isyan, kitlenin geniş erimli toplumsal amaçlara doğru
hareketlindirilmesi, yardım, suikast, barikatlar, gerilla hareketi.... ve bu, İspanyol
devrimi, Ukrayna ayaklanması gibi daha büyük hareketlere kadar gider. Bütün bunlar
klasik devrimci eylemler olarak sınıflandırılmıştır.
Öte yandan örneğin fikirlerin yayılımı, propaganda, kooperatifler, ücretlerin
iyileştirilmesi için yapılan grevler, kültürel faaliyet, zirai kolektifler,
uluslararası anaşsit toplantı düzenleme sözkonusu olduğunda “reformist”
eylemlerden bahsedilir.
Eğer bu tanım uygun olsaydı, birkaç istisna dışında bütün güncel anarşist
hareket reformist olurdu. Bu tanım gereği sadece tek tük birey ve grupçuklar devrimci
olurdu.
Gerçekte, çok iyi biliyoruz ki anarşist hareket kendini devrimci olarak algılar ve
genellikle bu bireyleri ve grupçukları desteklemekten çok eleştirir.
Bu çelişki nasıl çözülür?
Aslında burada bir çelişkinin sözkonusu olmadığını düşünüyorum. Belki daha
çok bir kavram karmaşısıdır sözkonusu olan. “Reformist” ve “devrimci”
terimlerine atfedilen “geçici” tanım, temel olarak anarşistlerin kendi aralarında
da oldukça fazla yaygınlaşmış olan popüler anlayış üzerinde oluşmuştur. Bunu
başka alanlardan tanıyoruz: İdealizm ve materyalizm, egoizm ve diğerkâmlık , hatta
anarşizm yaygın, popüler bir anlamı olan ve gerçekten içeriklerine değinen ancak
ortak sözlükte pek az kök salabilmiş bir başka tanımı olan terimlerdir. Bizim bile
açık ve eleştirel bir biçimde ayırt etmeyi bilmediğimiz zaman bu durum trajik bir
hal alır.
Ortak bir anlayış için, devletten, burjuva politikasından, partilerin pratiğinden
ayrılan her şey “devrimci”dir. Ya da daha açık bir şekilde: Tüm şiddet
eylemleri “devrimci”, tüm pasifist eylemler “reformist”tir.
Basitleştirerek bu popüler tanımların özü buradadır.
Bu bana sadece, tamamiyle yanlış değil, dahası korkunç da geliyor. Bu tanımlar
gerçekten de bu eylemlerin sadece fenotipini, dış görünümlerini sanki kendine özgü
bir olgu gibi yalıtılmış tutulan özelliklerini ifade ediyor. Ancak hiçbir zaman ne
eylemleri yalıtılmış bir biçimde ele alabiliriz ne de toplumsal bağlamlarını
hesaba katmadan değerlendirebiliriz.
Anarşist olsun veya olmasın eleştirel anlayışa sahip herkesin üzerinde anlaştığı
şey, bunun banal bir şey olduğudur.
Böylece görünüşe göre çelişkili bir gerçeğe geliyoruz: Pratikte, devrimci
fenotip olaylar karşı-devrimci sonuçlar doğuruyor, oysa reformist fenotip olgular
devrimci -devrimci, etimolojinin dar anlamında, romantik süslemeler olmaksızın, yani
toplumun derin bir dönüşümüne katkıda bulunan- olaylar üretebiliyor. Yaygın
kanıda, sadece fenotipi kaale alan devrimin romantik anlayışı, sık sık devrimci
sonuçla isyancı davranışı karıştırıyor. Ancak bütün ayaklanmalar bir devrim
değildir.
Biçimiyle burjuva politik dünyasına taban tabana zıt her şeyi “devrim” olarak
algılayan bu popüler tanım anti-thetik* ve zorunlu bir ilişki içerir. Ve bu tanım
bizi, burjuva dünyasının ve varolan ilişkilerinin kölesi kılar: Devrimciyi,
hazımlarımızın moral ve pratiğinin tam karşıtı olarak ortaya koyduğumuz sürece,
onların dünyanın negatif bir kopyasından başka bir şey elde edemeyiz. Ne olursa
olsun yeniyi, tüm ötekileri yaratma olanağını kaybederiz. Savaşmak istediğimiz
şeyin, içi boş bir alçıdan kopyasını oluştururuz.
Anarşistlerin önerdikleri şeylerin anlamının bu olmadığı çok açık.
“Devrimci” ya da “reformist” eylemleri sadece görünümlerine bakarak ayırmayı
bırakmak gerektiğine inanıyorum. Bir soygun devrimci ya da gerici*, bir kooperatif
devrimci ya da reformist hatta gerici olabilir. Devrimci olan ya da olmayan olay değil,
eylemin bağlamı, varmak istediği hedef ve somut etkisidir. Eğer burada devrimci bir
görünüm buluyorsak bu herşeyden önce amaca, stratejiye, toplumsal ve politik ortama
bağlıdır.
Bir örnek ele alalım.
Sekiz saatlik işgünü için oluşan anarşist hareket, 1886 Chicago’da verilen
mücadeleler, devrimci midir yoksa reformist mi? Haymarket şehitleri neydiler?
Bu tarz bir mücadele kendinde nötrdür: Bir sendika merkezi, çalışma süresinin
azaltılması ya da koşulların iyileştirilmesi için bir harekete çağrı
yaptığında, bu mücadele reformist olabilir. Sözkonusu olan sistemin içinde bir
reform elde etmektir ve bu mücadelede yer alan kişi, sistemi yıkma düşüncesi
olmaksızın kendini sistemin bir parçası olarak algılar. Aynı amaç için verilen bir
mücadele, çalışma süresinin azaltılması, eğer sistemi yıkmak için somut bir
strateji ve perspektifle birleşirse, her defasında devrimci olabilir. Şüphesiz Chicago
anarşistleri için durum böyleydi.
Bu anlamda 1886 Chicago, sekiz saatlik işgünü mücadelesi devrimciydi, çünkü toplum
altüst oluşunu ve dönüşümünü amaçlayan daha geniş bir hareket içinde yer
alıyordu. Çalışma süresinin azaltılması yaygın tanımda kuşkusuz reformist
eylemler arasında yer alır. Ancak bu 1886 yılı ayları kesinlikle devrimciydi:
devrimciydi, çünkü sadece çalışma süresini azaltmayı kapsamıyordu.
CNT’nin pratiği de ilk yıllarda “devrimci” olmaktan ziyade “reformist” bir
fenotipe sahiptir: Gündelik sendikal mücadeleler, yaşam seviyesinin yükselmesi için
talepler, kültürel çalışma, sendikalist militanların oluşturulması, ekonomik
modellerin hazırlanması, sendikalar yoluyla değişim, eğitim vs. gibi şeylerle
ilgileniyordu.
Her yalıtılmış eylem uzun hazırlama sürecinde reformist olarak gözükmesine
rağmen, genel olarak bu pratik kuşkusuz devrimciydi: 1936 karar anında var olan
devrimci bir projenin ayrılmaz parçasını oluşturuyordu. Görünüşte reformist olan
bu pratik savunucularını haklı çıkararak nitel bir sıçrama yarattı.
Böylece metnin başında bahsedilen çelişkiden eser kalmamaktadır. Bana göre,
pratikte bu iki eylem biçimi, reformist fenotip olanlar ve devrimci fenotip olanlar,
kelimenin tam anlamıyla bir devrim yaratmak için gereklidir.
Şöyle açıklayabilirim.
Şiddet içeren yalıtılmış “devrimci” eylemler eğer somut devrimci bir stratejiye
ve sağlam bir temele sahip değillerse, toplumun devrimci bir dönüşümüne katkıda
bulunamazlar. Aksi takdirde bu eylemler, kof bir teatral ritüel olarak sonlanırlar:
“Devrimci davranış” bazılarına estetik olarak hoş gelebilir, romantik hayalimizi
okşayabilir ancak hiçbir şekilde amacımıza ulaştırmaz. Hatta bazen de
uzaklaştırır.
Buna karşılık devrimci fenotip eylem, gerçekleşebilir bir yöntem üzerinde
temellenmiş reel bir devrimci projenin bir parçası haline dönüştüğünde, içi boş
bir gösteri olmaktan çıkacaktır. Bazı durumlarda benzer eylemler hatta
kaçınılmazdır, onlarsız durum tıkanır ve reformist fenotip eylemler açmaza
düşer.
“Reformist” eylemler tek başlarına, kendi içlerine kapandıkları sürece toplumun
temelden dönüşümünü paratamazlar. Çok kolay bir biçimde kısır bir çöküşe
doğru kayarlar ya da hiçbir dönüşüm gücü olmaksızın ekonomik ya da bürokratik
eylemler haline dönüşürler. Bunun sayılamayacak kadar çok örneği vardır,
“devrimci” amacı olan “reformist” projeler, toplumu dönüştürmek isterken
seneler içinde kendi kendine yeterli ekonomik ucubelere dönüştüler ve böyle
mücadele ettiklerini iddia ettikleri sistemin bir parçası oldular. Uzun bir süredir
komün ve kooperatif hareketlerinin başarısızlıklarıyla ilgilendim, sanırım bunun
nedenlerinden biri, bu hareketlerin topluma global bir bakışlarının olmaması, ancak
kendi özel alanlarında, yalıtılmışlarında başarıya ulaşma çabalarıdır.
Politik, ekonomik ve özel hayat alanları onlar için denk bileşenler değildi ve
ülkelerindeki reel mücadelelere nazaran onların bu yalıtılmışlığı genellikle bir
seçimdi.
Bu nedenlerden dolayı, yalıtılmış eylemlere uygulanan “reformist” ya da
“devrimci” nitelemelirinin kullanılmasını reddediyorum. Kendinde bir eylem ne
formist ne devrimcidir. Yalnızca bir hareket, mücadeleleriyle birlikte geniş bir
toplumsal alan devrimci ya da reformist olabilir. Anarşiszm kuşkusuz reformist değil
devrimci olmalıdır, ancak yaptıklarına bakarak anarşistleri reformistler ve
devrimciler olarak ayırmak tamamıyla yanlıştır.
Gerçek sorun başka yerdedir. Reformist fenotip eylemler kadar devrimci fenotip eylemler
de gereklidir, ancak bu gruplardan her biri az da olsa amaca -devrime- ulaşmayı
tehlikeye atarlar. Yalıtılmış eylemler bazıları için ancak bir hükümet
darbesinde, diğerleri içinse, kapitalizmin bağrında kurtarılmış bir alanda ortaya
çıkabilir.
Demek ki sorun bu iki tip eylemin hiçbir zaman devrimci hedefi gözden kaçırmadan
koordone olarak bir ilişkiye girmesini sağlamaktır. Bir hareketin reformist bir
çöküşün içinde yitip gitmesi nasıl engellenebilir, mesela gerçekte kapitalist
sistemin en güçlü ve önemli direklerinden biri olmasına rağmen dünya adına
sosyalizmi ve devrimi haykıran sosyalist hareket gibi.
Bana öyle geliyor ki, devrimci fenotip eylemler ancak belirli bir seviyeye ulaşırlarsa
faydalı olabilirler. Ben bu seviyeye “sanal direnç çizgisi” adını veriyorum; bu
kavramı su planı metaforuyla karşılaştırabiliriz. Bu çizginin altında bütün
“devrimci” eylemler kısır kalır ve devrimci etkisi olmaksızın bu eylemler içi
boş davranışlarndır. Buna karşılık bu çizginin üzerindeki eylemler, devrimci
dönüşümü uyarmaya, engelleri yok etmeye ya da bir örnek veya oldu bittiyi
yaratabildikleri oranda en geniş hareketleri hareketlendirmeye katkıda bulunarak
başarı elde edebilirler.
Çizginin altında, aynı eylemler etkisiz kalır, hatta kontr-prodüktiftirler.
Sorun bu eylemlerin su yüzeyini hangi yoğunlukla geçeceğidir. Bu nedenle bu eylemlerin
üzerinde geliştiği tabanı yükseltmek gerekir. Temel gerektiği kadar
yükseltildiğinde ancak çizgi birçok noktadan kırılabilecektir. |
Anarşistlerin birçok kez birçok ülkede
giriştiği sayısız cesur devrimci eylemin, başarısız olduğunda “kötü”, bir
süre için bile olsa muzaffer olduğunda da “en iyi” olduğunu bu nedenle
düşünmüyorum. Devrimci eylemler yapmış olan japon, alman ya da bulgar anarşistleri,
devrimci başarılar kazanmış olan ispanyol, ukraynalı ya da arjantinli anarşistlerden
daha kötü değillerdi. Bu daha çok seviye sorunudur. İspanya’da, devrimci eylemler
su yüzeyine yakın bir yerden, temelden hareket etmiş ve çok kısa bir zamanda ve
direncin kırıldığı ve nehrin taştığı birçok yerde bu hayali çizgiyi
kırmıştır.
Burası bir devrimin kendi dinamikleriyle gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladığı
noktadır. Halkın geniş katmanlarının devrimi sırtlamaya ve onu ileri götürmeye
katkıda bulunduğu noktadır.
Bu noktada artık devrimci ya da reformist fenotipler arasında bir ayrım yapmak gerekli
değildir, çünkü hepsi devrimci eylemler haline gelir, her faaliyet kendi biçimiyle
devrimin dinamiğine katkıda bulunur. İspanyol devrimi sırasında, cephede faşistlere
karşı silahlı mücadele örneğin ekmek üretimi, özgür okulların açılması kadar,
bir suikast, zirai bir kooperatif ya da anarşist bir gazetenin redaksiyonu kadar
devrimcidir.
Biz anarşıstlerin bugün yüzleşmek zorunda olduğu sorun şudur: Eylemlerimizin yer
aldığı bu “taban”ı, bu “seviye”yi direncin sanal çizgisinin kırılacağı
şekilde nasıl yükselteceğiz?
Daha önce de söylediğim gibi, bu çizgi zihinsel bir yapıdan başka bir şey
değildir. Maddi olarak varolmaz ve bir metreyle ölçülemez. Devletçi toplumun
değişimi ile gerçeğin yaygın kabulü ve anarşist proje arasındaki sınırı ifade
eder. Oysa önemli olan çizgiden çok katmandır ve geçmek zorunda olduğumuz bu
katmanın kalınlığı birçok faktöre bağlıdır.
Bu çizgiye, bu katmana yaklaşmak için seviyeyi yükseltmek herşeyden önce reformist
fenotip eylemlerin toplamına bağlıdır. Başka bir deyişle, bu eylemlerin
tortularını yoğunlaştırmaktır önemli olan.
Ancak devrimci fenotip eylemler hâlâ çizgi seviyesine ulaşmaktan uzaksak faydasız
değildir. Bir hız verebilirler ve yükseklik ya da derinliği ölçmeye yarayan bir
sonda gibi gösterge görevi görebilirler. İyi düşünülmüş bazı eylemler
vasıtasıyla sistemi yıpratmaya ve demoralize etmeye yarayabilirler -ancak bu görev
yine de daha çok reformist fenotip eylemlerdir.
“Devrimci” bir eylemin zorunlu olarak devrimci bir sonuç doğurduğu ve
“reformist” eylemlerin ise ancak reformist sonuçları olduğu gibi bir yanlış
çıkarsamadan her durumda kendimizi koruyalım.
Bugün, devrimci ve reformist fenotip eylemler arasında bir denge bulmak (yeniden bulmak)
zorundayız. Üstünde hareket ettiğimiz ortak tabanın seviyesini yükseltmek için
bunları koordine etmek zorundayız. Bugün su seviyesinin oldukça altında direncin
sanal çizgisinin oldukça uzağındayız. Böylece bu iki eğilim birleşebilir ve her
ikisi de tamamıyla devrimci bir görevi yerine getirebilir.
Eğer bu oluşumu meydana getiremez, “devrimci” anarşistler ile “reformist”
anarşistler arasındaki kısır polemiğe bir son veremezsez, bir eylemin fenotipiyle
onun reel sonuçları arasındaki karışıklığı aşamazsak, çağdaş anarşizm
böylece, birkaç istisna dışında, bugün olduğu gibi kalacaktır: Düşünceleri
yayma hareketi, bir geleneği koruyan ve yöneten bir hareket, toplum üzerinde sahici bir
etkisi olmayan, liberter bir devrim yapma amacı taşımayan bir parlak eleştiri
hareketi.
Horst STOWASSER
|