İMAN

    Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah'a, O'ndan başka îlah olmadığına, Hz. Muhammed (sav)'ın Allah'ın kulu ve Resulu olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma. (Buhâri, iman 37; Müslim, iman, 1, 5, 7; Ebû Dâvud, sünne, 15).
    Ehl-i Sünnet'e göre Şer'î iman iki surette teşekkül eder. İcmali veya tafsilî. Resullullah Hz. Muhammed (s.a.v.)'in tebliğ ettiği dini esas ve ilâhî hükümlerin tamamına, tafsilat gözetmeden topluca inanmaya icmali iman denir. Bunun da en özlü ifadesi; "Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna" kesin olarak inanmaktır. Bu iman, "Kelime-i Tevhid" ve "Kelime-i şehadet" diye bilinen kesin "La ilâhe illallah Muhammedu'r-Resulullah" demek ve bunu kalb ile tasdik etmekle olur. Bu, Şer'i imanın ilk mertebesi ve İslâm binasına girmenin ilk şartıdır. Çünkü bu cümlede, İslâm'ın iki ana rüknü ile bir kimsenin iman etmesi zorunlu olan dini hakîkatların esası ve özü toplu olarak vardır. Ancak, bu dini hükümlerin tamamını tek tek hemen öğrenmeden, hepsine birden topluca iman edildiği için, bu tür imana "İcmali iman" denmiştir. Akıl ve baliğ olan (akıllı ve erginlik çağına gelen) her şahsa, "icmali iman"a sahip olmak şart ve farz ise de; mümine yaraşan imanın bu ilk kademesinde ve İslam'ın ana kapısında kalmayıp, dinin diğer iman ve ibadet esaslarını, ameli ve ahlâki hükümlerini -gücü ve takati nisbetinde- öğrenmesi ve bunlara ayrı ayrı tafsili olarak iman etmesidir.
   Tasfili imanın birinci derecesi şu üç büyük esasa inanmaktır.a) Allah Teala'nın varlığına, birliğine, yegane yaratıcı ve tek Ma'bud olduğuna, b) Hz. Muhammed (sav.)'in Allah'ın kulu ve son Peygamberi olduğuna, c) Ölümden sonra dirilmenin (ba'sü ba'de'l-mevt), ahiretin ve ahiret ahvâlinin (Cennet ve nimetlerinin, Cehennem ve azabının ve oradaki diğer gerçeklerin) hak ve gerçek olduğuna yakınen inanmaktır. Tasfili imanın ikinci derecesi; "Âmentü'de ifadesini bulan altı iman esasına; Allah'a, Meleklerine, (bütün) Kitaplarına, (bütün) Peygamberlerine, ahiret gününe (ve ahiret ahvâline) ve kaza-kadere (hayır ve şerrin Allah'dan -O'nun yaratması ve takdiri ile olduğuna) kesin olarak inanmaktır. Tafsili imanın üçüncü ve en yüksek derecesi, Resulullah Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, Allah Teala tarafından "Kitap" ve "Sünnet" ile tebliğ ettiği kesin olarak bilinen ilahi esas ve hükümlerin tamamına ve her birine ayrı ayrı (murad-ı ilâhîye uygun olarak) iman etmektir. Daha açık bir deyimle; Allah kelâmı olduğu tevâtür yoluyla ve kesin olarak bilinen Kur'an ayetleri ile Peygamberimizin sahih hadislerinde zikredilen namaz, oruç, zekât ve hac gibi farz ibadetleri; adam öldürmek, zina etmek, içki içmek, yalan söylemek gibi haramları, hülâsa her türlü emir ve yasakları, iman, amel ve ahlâk esaslarını ve her biri ile ilgili dini hükümleri gücü yettiğince öğrenerek bunların farz, vâcip, haram veya helal olduklarını tasdik etmek ve hepsinin hak ve gerçek olduğuna ayrı ayrı iman etmek, İslâm'da tafsili iman derecelerinin en yükseğidir.

İMAN'IN SAHİH VE KABULE ŞAYAN OLMA ŞARTLARI

    İslâm uleması ve kelâmcıların imanın sıhhati ve makbul olması için üç ana şart üzerinde ittifak etmişlerdir. Bunları şöylece özetleyebiliriz:
a. İman ye's ve ümitsizlik halinde vâki olmamalıdır: Mesela, ömrü boyunca iman etmeyerek, kafir olarak yaşayan bir kimse, sekerâtı mevt denilen ölüm halinde , ilahi azap gözünün önünde tecelli ettiği ve ümidini kestiği bir anda iman ederse ye's halindeki bu iman Allah katında makbul olmaz.
b. Mümin zarutar-ı Diniyye'den sayılan şeylerden birini inkar veya tekzip etmemelidir. Mesela, bir kimse, Allah Teala'yı, bütün semavî kitapları ve bütün Peygamberleri tasdik ederek onlara iman ettiği halde, yalnız Hz. Peygamber (s.a.v.)'in peygamberliğini inkar etse veya namaz, oruç ve zekat gibi farz olduğu kesin olarak bilinen dini bir hükmü kendi irade ve ihtiyariyle tekzip etse veya kendisinde puta tapmak, zünnar kullanmak gibi bir küfür alameti sabit olsa; o şahıs derhal kâfir olur, İslâm ve iman dairesinden çıkar. Çünkü iman bir bütündür, tecezzi (bölünme) kabul etmez. Dini kesin hükümlerin birini veya bazısını inkar etmek, tamamını inkar hükmündedir. Zira Zarutar-ı Diniyye'nin bu gün bir kısmını inkar eden, yarın diğer bir kısmını veya tamamını inkar edebilir. Böyle tam, sabit ve devamlı olmayan bir iman Allah katında makbul değildir.
c. Dini hükümlerin, emir ve yasakların hepsinin müstahsen, yani güzel ve ilahi hikmet icabı olduğunu kabul etmek, bunları yapmamakta inat ve tekebbür göstermemek lazımdır. Mesela, bir insan namaz, oruç,zekât ve hac gibi ibadetlerden birini güzel görmeyerek onu alaya alırsa veya Allah Teala'nın emrine aykırı olsun kasdiyle dini bir hükmü yapmazsa, yahut dini bir yasağı -haram olduğunu bildiği halde- inat ederek işlerse, artık imanını kaybeder ve Allah katında mümin değil kafir sayılır.