MÜKELLEF
İslami emir ve
yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse demektir. Dini emir
ve yasaklara muhatap olabilmesi için kişinin akıl ve fizik bakımından belli
olgunluğa ulaşması gerekir.
Mükellef sayılmak için insanda iki şartın bulunması gerekir.
1- Akıl; İslam uleması aklı: "Kalpte bulunan, hak ve
batılı birbirinden ayırt etmede vasıta olan nurdur" şeklinde tarif etmiştir.
İnsanın teklife muhatap olması, akli melekelerinin sıhhati ile yakından alakalıdır.
2- Baliğ; çocukluk devresinden çıkıp erkeklik veya
kadınlık çağına eren kimsedir. Erkek çocuğun baliğ olması; ihtilam olmakla veya
meninin inzal olması ile veya kadını hamile etmesiyle bilinir. İmameyn'in kavline
göre; her ikisinde de (hem erkek çocukta, hem kız çocukta) bülûğa ermenin haddi, on
beş yaşını tamamlamasıdır. Bu aynı zamanda İmam-ı Azam (rh.a)'dan gelen bir
rivayettir. Galib olan adetten dolayı fetva bununla verilir. İslam toplumunda bülûğ'a
ermiş her mü'min; "Ulû'l-emr'e" bey'at ederek, siyasi haklarına kavuşur.
Dünya ve ahiret saadetini elde etmek için, İslam'ın hükümlerine göre yaşamaya
gayret eder.
Her Müslümanın yapmak veya yapmamak hususunda sorumlu tutulduğu
İslami fiillere "Ef'al-i Mükellefin" (Mükellef olan kimselerin
fiilleri) denir.
EF'AL-I
MÜKELLEFİN
Ef'al-i mükellefin sekiz tanedir: Farz, vacib, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh
ve müfsid.
1. Farz: Sübûtu ve ifade ettiği anlamı (delaleti) kesin olan delillerle Allah
veya Rasülünün emrettiği fiiller "farz" adını alır. Farzlar, te'vile
(başka anlama) gelme ihtimali bulunmayan ayet veya mütevatir hadislerle sabit olur.
Namaz, oruç, hac, ibadetleri gibi. Bunlarla ilgili hem kesin ayetler vardır, hem de Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in tevatüre varan yollarla nakledilmiş hadisleri mevcuttur. Farzın
hükmü işleyene sevap, terkedene ceza olması; inkar edenin veya küçümseyenin dinden
çıkmasıdır. Bu da farzı ayni ve farz-ı kifaye olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Farz-ı Ayn: Her yükümlü müslümanın bizzat yerine getirmesi gerekli olan
farzlardır. Bir kısmının işlemesiyle diğerlerinden yükümlülük kalkmaz. Abdest,
beş vakit namaz, ramazan orucu, mükellef olana hacc ve zekat ile İslam toprakları
saldırıya uğradığında cihada çıkmak gibi.
b) Farz-ı Kifaye: Yükümlü müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen
şeylerdir. Bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan
kurtulur. Cihad etmek. Kur'an-ı Kerîm dinlemek, Kur'an-ı Kerîm ezberemek, selam almak,
cenaze namazı kılmak gibi. Farz-ı
kifayenin sevabı yalnız onu işleyenlere ait olur. Bu farzı hiçbir kimse yerine
getirmezse bütün toplum günahkar olur. Bir ibadetin rükünleri ve şartları
kabilinden olan farzlar'dan birinin terkedilmesi ibadetin sıhhatine engel olur. Kasten
olsun yanlışlıkla olsun hüküm değişmez.
Kasten terk halinde ayrıca günaha girme vardır. Namaz kılarken rüku veya secde etmeyi
terketmek gibi.
2. Vacib: Farzla sünnet arasında kalan ve amel bakımından farz gibi kabul
edilen emirlerdir. Bunları işleyene sevap, özürsüz terk edene ceza gerekir. İtikadi
açıdan, inanma bakımından farzın hükmü gibi değildir. Yani vacibi inkar eden
dinden çıkmaz. Bir ibadetin vaciblerinden birisini kasden terketmek tahrimen mekruhtur,
Sehven (yanlışlıkla) terketme halinde ise sehiv secdesi gerekir. Vacibin de kifaye
olanı vardır. Şaban ve Ramazan ayı sonlarında hilali gözetlemek vacibtir. Fakat
herkese vacib değildir. Diğer vacib amellere örnek: Kurban kesmek, vitir ve bayram
namazı kılmak, yakın hısımlardan ihtiyaç içinde olanlara yardım etmek gibi. Vacib;
sübûlu kad'ı ve delaleti zannı olan delille sabit olur. Bu delil te'vile uğramış
ayet veya hadis şeklinde olabilir. Mesela: Kur'an-ı Kerim'de: "Namaz kıl, kurban
kes" (el-Kevser, 108/2) buyurulur. Burada, bayram namazı kılma ve kurban kesme
emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir. Yani bunlar Hz. Peygamber için farz hükmünde olur.
Ancak emrin, diğer müslümanlanları kapsayıp kapsamadığı kesin değildir. Ancak bu
emirlerin diğer müslümanları kapsadığı daha kuvvetli görüştür. Böylece
sünnetten daha kuvvetli, fakat ayetteki delaletin kesin olmaması yüzünden farz
derecesine ulaşmayan bir emir çeşidi ortaya çıkmış olur ki buna vacip denir
(Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, istanbul 1938, VI-II, 6200 vd.).
3. Sünnet: İyi ahlak, iyi huy. Hz. Peygamber'in sözleri, fiileri, işleri ve
takrirleri. Misvak kullanmak, cemaatle namaz kılmak gibi. Sünnet, müekked ve gayr-i
müekked olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Müekked Sünnet: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in devamlı işleyip nadiren terk
ettikleri farz ve vacib olmayan amelleridir. Terkedilmesinde "itab" (kınama)
vardır. Sabah, öğlen ve akşam namazlarındaki sünnetler ve çocukların sünnet
ettirilmesi gibi.
b) Gayr-i Müekked Sünnet: Hz. Peygamber'in çok defa eda edip, bazan
terkettikleri sünnet. Namazda uzun okuma, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri
gibi. Gayr-i müekked sünnetlere müstehab ve mendub isimleri de verilir.
4. Müstehab: Buna mendub da denir. Hz. Peygamber'in bazan işleyip, bazan terk
buyurdukları, selef-i sa-lihinin sevip işlediği ve rağbet ettikleri işlerdir. Bazı
nafile namaz ve oruçlar gibi. Müstehabın hükmü; işlenmesinde sevap olup, terkinde
kınama bulunmamasıdır. Müstehab genellikle gayr-i müekked sünnet ile eş
anlamlıdır.
5. Mubah: Yükümlünün yapıp yapmamakta muhayyer bulunduğu işlerdir. Bunun
hükmü işlenmesinde veya terk edilmesinde sevap veya kınamanın bulunmamasıdır.
Eşyada asıl olan mubahlıktır. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "O Allah
arzda olan şeylerin hepsini sizin için yaratmıştır" (el-Bakara, 2/19). Bazan
şartlar değişince, hükümler de değişir. Mesela, haram olan şeylerden yemek içmek
mubahtır. Ancak ölmemek için ihtiyaç miktarınca haram olan şeylerden de yiyip içmek
farz olur. Eğer yenilen mal, başkasına aitse, yiyen bunu tazmin eder. Bu şekilde yiyip
kendisini ölümden kurtarmakla sevap bile kazanır. Yemenin namazı ayakta kılacak ve
oruç tutmaya kolaylık olacak ölçüde tutulması mendub ve müstehabdır. Şişmanlık
için yemek mekruh, misafire ikram dışında doyduktan sonra yemeğe devam etmek haram
sayılmıştır. Ancak cihad gibi bir hizmet için güçlenmek üzere fazla yemekte bir
sakınca görülmemiştir. Mubah ve meşrû eş anlamlıdır.
6. Haram: Yasaklanmış olan ve terk edilmesi istenen şeylere gayr-ı meşru
denir. Bunlardan sûbut ve delalet bakımından kesin delille sabit olanlara
"haram"; yalnız sübût veya delaletten birisi ile yasaklanmış bulunanlara
ise "mekruh" denir. Harama, mahrem veya mahzur adıda verilir.
Haramın hükmü; terkine sevap, işlenmesine ceza gerekmesi ve helal ve mubah sayanın
dinden çıkmasıdır. İçki içmek, kumar oynamak, anaya-babaya asi olmak gibi.
7. Mekruh: Subûtu kafi delaleti zanni veya subûtu zanni, delaleti kat'i delille
sabit olan şeyler mekruh adım alır. Mekruhun hükmü amel bakımından haramın hükmü
gibidir. Terkine sevap, islenmesine ceza korkusu vardır. Mekruhun helal olduğuna inanan
kimse dinden çıkmaz. Midye istiridye, ıstakoz ve benzeri balık cinsinden olmayan deniz
hayvanlarım yemek, cuma saatinde alış-veriş etmek, abdest ve gusülde suyu israf
etmek. Mekruhun harama yakın olanına "tahrimen mekruh"; helale yakın olanına
ise "tenzîhen mekruh" denir. Birincisi vacib karşıtı olarak kullanılır.
Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf'a göre tahrimen mekruh, haram değilse de, ona yakındır.
İmam Muhammed'e göre ise gayr-i meşru, haram demektir. Ancak haramlığına kesin delil
bulunmadığı için "Mekruh" tabirini kullanmıştır. Mutlak sünnet kelimesi
"müekked sünnet" anlamında kullanıldığı gibi, mekruh ifadesi de prensip
olarak "tahrîmen mekruh" anlamında kullanılır. Ebu Hanife, mücerred mekruh
kelimesiyle "tahrîmen mekruhu" kasdettiğini Ebu Yusuf'un soruşu üzerine
açıkça ifade etmiştir (Mehmet Zihni, Nimet-i İslam, İstanbul 1316, s.4-12).
Tahrîmen mekruh ifadesi de tenzihen mekruh ifadesi yerine kullanılır. Mesela; Başka su
varken kedi artığı olan suyu içmek ve kullanmak tenzîhen mekruhtur. Abdestte suyu
israf etmek mekruh olduğu gibi, çok az kullanarak guslü mesh derecesine getirmek de
mekruhtur.
8: Müfsîd: Başlanan bir ameli bozan ve iptal eden kimsedir. Müfsidin yani
başlanan bir ameli bozanın hükmü, bunu özürsüz olarak kasden yapmışsa cezanın
gerekmesi, sehven yapmışsa cezanın gerekmemesidir. Başlanan bir orucu veya namazı
bozmak gibi.
Sonuç olarak akıllı ve ergenlik çağma gelmiş olan her mü'minin günlük hayatta
yapmış olduğu fiiller yukarda açıkladığımız sekiz maddeden birisine girer.
Mesela; meşru yoldan kazanç elde etmek helal; rüşvet almak haram, ihtiyaç halinde
karz-ı hasen almak mubah (caiz); muhtaca ödünç para vermek mendub; borcunu ödemek
farz; sıkıntıda olan borçluya genişlik zamanına kadar süre vermek vacibdir. Dinin
emir ve yasaklarım öğrenmek her müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayn; başkalarına
fayda verecek derecede ilim öğrenmek farz-ı kifaye; şer'î ilimlerde ihtisas sahibi
olmak mendub; övünmek için öğrenmek mekruhtur. Satım akdinin gerektirmediği ve
taraflardan yalnız birisinin yararına olan bir şart müfsid ve böyle bir akid
fasittir. Her insan gücü dahilindeki fiilleri yapmakla mükelleftir. Gücünün
dışındaki işlerle sorumlu tutulmaz. (Fakir olana zekat ve hacca gitmerksznin
emredilmesi gibi).
Bu hükümlerin kaynakları da aslî ve fer'î olmak üzere ikiye ayrılır:
Aslî Kaynaklar:
1- Kitap: Kur'an-ı Kerim İslam'da ana kaynaktır.
2- Sünnet: Hz. Peygamber'in kavli, fiili ve takriri sünneti ikinci
kaynaktır. Sünnet, Kur'an'ın kapalı ve mücmel ifadelerini açıklar, umumi
hükümlerini tahsis eder, çoğunluk İslam hukukçularına göre nasih ve mensuhu
bildirir. Diğer yandan Kur'an'da asılları sabit olan farzları tamamlayıcı hükümler
getirir ve Kur'an'da bulunmayan bir kısım hükümleri beyan eder.
3- İcmâ: Birleşme, ittifak etme anlamına gelen icmâ, terim
olarak; Hz. Peygamber'den sonraki bir çağda amele ait bir meselenin şer'i hükmü
üzerine, İslam müctehidlerinin birleşmesidir. Ashab-ı Kiram bir mesele üzerinde
ittifak ederlerse Devlet işleri buna göre yürütülürdü.
4- Kıyas: Hakkında ayet-hadis bulunmayan bir meselenin
hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla hakkında ayet-hadis bulunan meselenin
hükmüne bağlamaya "kıyas" denir.
Fer'i Deliller:
1- İstihsan: Güzel bulmak, güzel görmek anlamına gelen bu
terim; müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı bir meselede
benzerlerinin hükmünden başka bir hükme baş vurmasıdır. İmam Malik'in;
"İstihsan ilmin onda dokuzudur." dediği nakledilir.
2- Örf ve adet: Hanefi ve Malikilere göre ayet-hadis
bulunmayan yerde örf deliline dayanılır. Bunun huccet oluşu: "Müslümanların
güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir. Müslümanların çirkin gördüğü
şey, Allah katında da çirkindir." (Ahmed b. Hanbel, I, 379) hadislerine dayanır.
3- Maslahat: İslam genel olarak bütün hükümlerinde fert ve
toplum yararını ön plana almıştır. Kur'an'da; "Seni alemlere rahmet olarak
gönderdik" (el-Enbiya, 21/107) ve "Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt,
gönüllere bir şifa ve hidayet, müminlere bir rahmet gelmiştir" (Yunus, 10/57)
buyrulması bunu ifade eder. İslam, beş unsuru korumayı amaç edinmiştir. Din, can,
mal, akıl ve nesil.
4- Sedd-i zerâyi: Kötülüğe giden yolu kapama, süi istimali
önleme demektir. İslam'da harama vasıta olan şey haram, mübaha vasıta olan şey de
mübahtır. Burada fiili işleyenin kastına bakılmaksızın, fiil sebep olduğu sonuca
göre hükme bağlanır. Mesela, Kur'an'da: "Allah'tan başka yalvardıklarına
sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler" (el-En'am,
6/108) buyurularak putlara sövülmesi yasaklanmıştır.
5- İstishab: Geçmişte sabit olan şeyin prensip olarak hal-i
hazırda ve gelecekte de devam etmekte olduğunu kabul etmek demektir. Mesela; bir şey
için asıl olan mübahlık ise, haramlığı sabit oluncaya kadar onun yenilmesi
mübahtır.
6- Önceki Şeriatlar: Semavi dinlerin hepsi ortak kaynaktan
beslenmiştir. Bu da vahiy kaynağıdır. İslam'dan önce gelen kutsal kitablar her ne
kadar tahrif edilmişse de içlerinde gerçek vahiy ürünü bilgiler de vardır. Bu
yüzden onları toptan red uygun olmaz.