Kaza ve Kadere İman
Bilindiği gibi, Yüce Allah'dan başka yaratıcı yoktur. Bu kainatta
meydana gelen her şey, muhakkak Yüce Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur.
Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenab-ı Hakk'ın
ezelde dilemiş olmasına "Kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş
olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "Kaza"
denir. Örnek: Herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini Yüce Allah'ın ezelde
dilemiş olması bir kaderdir. O insanın takdir edilmiş günde yaratılması da bir
kazadır. Bununla beraber kaza sözü, takdir ve hüküm manasına da gelir.
Kaza ve kadere iman da, müslümanlarca bir esastır. Bunlara inanmak,
Yüce Allah'a iman esaslarından sayılır. Allah'ın varlığını ve birliğini bilen,
O'nun kainata tek hakim olduğuna inanan bir insan için kazaya ve kadere iman etmemek
mümkün olmaz. Hangi mümkün şey vardır ki, Yüce Allah takdir ettiği takdirde
meydana gelmesin? Hangi şey de vardır ki, Yüce Allah dilemediği halde o meydana
gelebilsin?
Onun için biz Allah'ın kaza ve kaderine inanırız, kaza ve kadere
razı oluruz. Bu bizim bir iman borcumuzdur. Fakat kendi irademizin ve kendi
kazancımızın neticesi olmak üzere, Yüce Allah'ın yarattığı bazı işler vardır
ki, bunlar Allah'ın rızasına aykırı olması bakımından, bizim bunlara razı
olmamamız gereklidir. Bunlara rıza göstermek caiz olmaz ve bunlara Makzî (Kulun
dilemesi üzerine Allah tarafından gerçekleşmesinc hüküm verilmiş işler) denir.
Örnek: Bir insan bir günah işlemek ister, irade ve gücünü o günah tarafına
yöneltir. Yüce Allah da dilerse, bu günahı o insanın arzusuna göre yaratır. İşte
bu günah, Yüce Allah'ın rızasına aykırı olduğu için, ona razı olamayız. Bunun
içindir ki, kazaya razı göstermek, Makzî'ye rızayı gerektirmez.
Kaza ve kadere imanın faydasına gelince: Şübhe yok ki, insan bu
iman sayesinde Allah'ın yaratıcılığını kudret ve hakimiyetini tanımış olur.
Böylece ruhu güç kazanmış olur, ahlak duyguları yükselir, hayata büyük bir
güçle atılır ve başarıdan başarıya ulaşır. Çünkü Yüce Allah'ın kaza ve
kaderine razı olan bir kimse, hiç bir şeyden yılmaz, sebeblere sarılmayı da, kaza ve
kaderin gereği bilir. Bir işte başarısızlığa uğrayacak olsa, "bunda kim
bilir, Allah'ın ne gibi gizli hikmetleri vardır" diye düşünür. Allah'ın
kazasına razı olur ve ümitsizliğe düşmez, azminde gevşeklik olmaz, heyecana
kapılmaz, huzur içinde üzüntü çekmeyen bir kalb ile hayat alanındaki
çalışmasını sürdürür.
"Kim Allah'a güvenirse Allah ona yeter" (Talak: 3)
Kaza ve Kadere İman Sorumluluğa Engel Değildir
Kaza ve kader, insanların iradelerine, kudretlerine ve çalışıp
kazandıkları şeylerden sorumlu olmalarına engel ve aykırı değildir. Şöyle ki:
Yüce Allah insanlara bir güç ve irade (ihtiyar) vermiştir. Bir insan kendi gücünü
ve iradesini bir işe harcarsa, buna Kesb (Kazanç) denir. Yüce Allah da dilerse,
o işi insanın isteğine göre yaratır. Bu da bir kaza, bir yaratıştır. Onun için
insanın bu kazancı, kendi cüz'i irade ve isteği ile olduğundan, o işin değerine
göre sorumlu olması gerekir. Yoksa: "Ne yapayım, kader böyle imiş!" diyerek
kendisini sorumluluktan kurtaramaz. Bununla beraber bir insan bir işi yapacağı zaman,
kaderin ne olduğunu bilemez, kendi düşünce ve arzusuna göre hareket eder. İşin
nasıl sonuçlanacağını önceden bilmediği bir kadere işini dayayarak kendisini işin
sorumluluğundan beri görmeye hakkı yoktur.
Bir insanın kendisini her türlü kudretten ve iradeden yoksun
görmesi bir Cebr (Zorakilik) inancıdır ki, bu doğru değildir. Bizim
işlerimizden bir kısmı, arzu ve irademize bağlıdır. Mesela: Ellerimiz bazan bir
hastalık sebebiyle titrer, bazan da bunları kendimiz titretiriz. Şimdi bu iki titreme
arasında fark yok mudur? Elbette vardır; birinci titreyiş cebrîdir (ihtiyarımızla
değildir). İkinci titreyiş ise ihliyarımızla, kendi istek ve irademizledir. Cebri
savunanlar, çok kere bu iddialanı kendileri bozarlar. Mesela; Onlardan birine bir kimse
bir tokat vursa, hemen kızarlar ve karşılık vermeye kalkışırlar. Oysa kendi
iddialarına göre, o kimseyi suçlu görmemek gerekirdi. Çünkü onun bir tokat
vurması, onların inançlarına göre bir kader gereğidir. Tokat vuran bu işi yapmaya
mecburdu. Onun için sorumlu olmaktan beridir.
Bir de cebir iddiasına kalkışanların, kendi inanışlarına göre,
yaptıkları iyi işlerden dolayı Yüce Allah'dan bir mükafat beklememeleri gerekir.
Çünkü o işler de bir kader neticesidir, onlara göre kulun bu işlerde bir tesiri
yoktur, yaratan Allah'dır. Kötü işlerinin sorumluluğunu kabul etmedikleri halde, iyi
işlerinden nasıl mükafat bekleyebilirler?
Aksine olarak insanın her işi yapmakta tamamen kudret ve iradeye
sahip olduğuna, her şeyi başardığına inanmak da "Kaderiye" mezhebine
sapmaktır. Bu da doğru değildir. Bu durumda insan kendisini bir nevi yaratıcı
sanmış ve Allah'a has olan bir sıfatı takınma cesaretini göstermiş olur.
Sonuç: İnsan kasibdir (iradesi ile işi kazanır). Yüce Allah da
işi yaratır. Bu dünya bir imtihan alemidir. Yüce Allah hikmeti gereği olarak
insanlara güç ve kudret vermiştir. Bu sebeble de kulu sorumlu ve yükümlü tutmuştur.
İnsan yaratıcısının bu ihsanını hayırlı işlere harcarsa hayır (mükafat)
görür. Kötülüğe harcarsa azaba düşer. Bunun için insanların görevleri kendi
hayatlarını kurtarıp parlak bir hayata kavuşmak için hem dünyaya, hem de ahirite ait
işlerini güzelce yapmaya çalışmaktır. Yoksa: "Kaza ve Kader ne ise, o meydana
gelir" deyip bu çalışmayı terk etmek asla caiz olamaz. İslam dini tembelliğe ve
gevşekliğe cevaz vermez.
"İnsana ancak çalıştığı vardır." (Necm: 39)