Komutan
Olarak Hz. Muhammed
Kureyş müşrikleri başta olmak üzere İslam düşmanlarının
faaliyetleri ve İslam'ın varlığına müsaade ve müsamaha göstermeyen tavırları,
İslam'ın yeterli bir güç ve otoriteye kavuştuğu Medine'ye hicretten itibaren
düşmana karşılık vermeyi gerekli kılmış ve bunun bir sonucu olmak üzere, Hz.
Peygamber'in hayatında savaşlar, kaçınılmaz olarak zaman zaman ortaya çıkıp
hayatının sonuna kadar devam etmişti. Bu sebeple tertiplenen askerî seferler
göstermiştir ki; Hz. Peygamber fevkalade yüksek bir komuta güç ve dirayetine, eşsiz
bir askerî kabiliyete sahip idi. Savaş usûl ve taktikleri, hücum, savunma ve manevra
şekilleri konusunda mükemmel bilgileri, savaş araç ve gereçleri hususunda yeni
gelişmeleri takip ederek başarı ile uygulama hassasiyeti vardı. Son derece cesaretli
ve şecaatli olduğundan Uhud ve Huneyn gazvelerinde olduğu gibi savaşın en hararetli
ve kritik anlarında şiddetli düşman hücumları karşısında Ashabın tereddüte
düştüğü, bazılarının dağıldığı sıralarda bile sebat gösterir, en tehlikeli
anlarda Ashabı O'nun yanına sığınarak kendilerini korurlardı. Son ana kadar
savaşın kesin sonucu bilinemeyeceğinden, düşmanın muzaffer göründüğü durumlarda
bile metanetini kaybetmez ve akl-ı selîm ile düşünerek dağılan kuvvetlerini
toplayıp karşı taarruzu gerçekleştirerek üstünlük sağlardı. İstihbaratın
askerlikteki önemini gayet iyi bildiğinden cihad öncesinde, savaş sırasında ve
sonrasında düşman faaliyetleri konusunda bilgiler toplamaya özen gösterir, küffar
arasında devamlı istihbarat elemanları bulundururdu. Zaman zaman bu maksatla ve çevre
emniyetini sağlamak üzere keşif kolları da çıkarmıştır. Sefer sırasında,
özellikle mola verildiği anlarda ani bir düşman baskınından emin olabilmek üzere
nöbetçiler çıkarır. Müslümanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlamak ve
morallerini takviye etmek üzere savaş sırasında kullanılacak ve İslami unsurlar
içeren parolalar belirlerdi. Ayrıca Hz. Peygamber'in her gazvesinde ve çıkardığı
her seriyesinde sancak ve bayraklar kullanılmıştır. O'nun yaptığı savaşlarda
düşmanı tesirsiz hale getirecek baskın ve pusulara yer verildiği gibi, gerektiğinde
düşman kuvvetlerin arasını açacak bir takım hilelere de başvurulabiliyordu.
Özellikle soğuk harple düşmanı yıpratma, psikolojik baskı altına alarak moral
olarak mağlup etme ve böylece direnme gücünü kırma usulü Hz. Peygamber tarafından
uygulanmıştır. Böylelikle mümkün olan en az ölçüde kan dökülerek düşman
etkisiz hale getirilmiş oluyordu. Esasen Hz. Peygamber kan dökmekten asla hoşlanmazdı.
Başlangıçta savaşın çıkmaması için üzerine düşen tüm çabayı sarfediyor,
sulh yollarını deneyip bu hususta düşman tarafa mutlaka teklifte bulunuyordu. Bu
bakımdan Hz. Peygamber nazarında sulh asıl olup; harp, geçici idi. Yalnız Hz.
Peygamber'in sulh anlayışı, çevrede hakim batıl güçlerin, idaresi altında bulunan
halk üzerinde baskı kurarak, sultalarını sürdürüp zulüm ve haksızlık icra
etmelerine seyirci kalmayı; insanların inanç ve düşünceleri sebebiyle takip altında
tutulup baskıya, eziyet ve işkencelere maruz bırakılmalarına göz yummayı gerekli
kılmıyordu. Hz. Peygamber'in sulh anlayışına göre; insanlar inançlarını
belirlemede tamamıyla serbest tutulmalı, hür iradeleri ile diledikleri iman çizgisini
hiç bir baskı söz konuşu olmaksızın bizzat kendileri belirlemeli idiler. Elbette
insanlara hak ve hidayet yolunu gösterecek İslam tebliğcileri de bu sulh vasatında hak
ve hakikatin apaçık delillerini insanlara anlatarak, onları gerçeklere eriştirme
görevini yerine getirecekler, ama hiç kimseyi İslam'a girme konusunda
zorlamayacaklardı. Ne var ki hakkın varlığını hazmedemeyen batıl gücün
temsilcileri İslam'ın bu şekilde sulh içinde tebliğine engel olduklarından ve
inananları baskılar altında tutarak onlara hayat hakkı tanımadıklarından, Hz.
Peygamber açısından harp kaçınılmaz oldu. Bu durumunda bile Hz. Peygamber kan
dökülmesini istemiyor, bu konuda gerekli tedbirleri alıp lüzumlu emir ve
talimatlarını veriyordu. Mesela düşmanla karşı karşıya gelinip harp vaziyeti
alındığı bir sırada dahi harp başlamadan önce düşman kuvvetlerini İslam'ı kabul
etmeye mutlaka çağırır, bu teklif reddedilince sulha davet edip andlaşma yapma yolunu
deneyerek savaşa sebebiyet vermemek ister; yaptığı barış ve itaat önerileri kabul
edilmeyince savaşa artık düşman taraf sebep olduğu için çaresiz karşılık
verirdi. Ayrıca düşman saldırmadan, saldırıya geçmeme; harp sırasında harbe
katılmayıp geride kalan kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, din adamlarına dokunmama;
savaş anında düşmanın hayati organlarını değil, el, ayak, bilek, dirsek, diz gibi
mafsallarına hamlede bulunarak onları öldürmeksizin hareket kabiliyetinden mahrum edip
etkisiz hale getirme; esir olup eman dileyene eman verme; cahiliye döneminde olduğu gibi
düşman ölülerinin gözünü oyup kulağını burnunu kesip parmaklarını doğrayıp
karnını yararak intikam duygularını tatmin etme yoluna gitmeme; yine cahiliye devrinde
sırf intikam olsun ve kalan düşmanlara sıkıntı versin diye maktul düşen düşman
ölülerini kızgın arazide kokuşup yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakma şeklinde
icra edilen gayr-i insanî uygulamanın terkedilerek düşman ölülerinin de defnedilmesi
gibi emirleri, O'nun komutasında cereyan eden muharebelerde ve çıkardığı
seriyyelerde verdiği talimat arasında yer almaktadır.