Hz. ADEM (a.s.)
İlk insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah'u Teala Hz.
Adem'i topraktan (turâbtan) yarattı. (Hud, 11/61;
Taha, 20/55; Nuh, 71/18) Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine
bildirdiği zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın
yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını
dilemiştir:
"Sizi (aslınız Adem'i) topraktan yaratmış olması onun
ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum,
30/20)
Allah'u Teala Hz. Adem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli
hal ve safhalardan geçirmiştir:
1- Türab safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık
denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta
çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)
Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.
"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı
üzerinde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde
yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir."
(en-Nur, 24/45)
"O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-soy yapandır. Rabbin her
şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)
Yeryüzünün 3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i
sudur. Demek ki dünyadaki bu düzen aynen insana da intikal ettirilmiştir. Yine Cenab-ı
Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Adem'i) çamurdan
süzülmüş bir hülasadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte ilk insan,
yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış,
sonra hülasadan (bir soydan) yaratılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni
Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)
2- Tin-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su
ile karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de
"Tîn-i lazib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Cenab-ı Allah bu
süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. "Biz onları (asılları
olan Adem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık." (es-Saffat, 37/1 1)
3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn
haline getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş
bir haldeki balçık demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan,
suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)
Böylece Allahü Teala Adem (a. s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor.
Bunu da su ile karıştırarak Tîn-i lazib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe
uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.
4- Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenab-ı Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak
"fahhar" (kiremit, saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi.
"O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. "
(er-Rahman, 55/14, ilgili ayet için bk. Hazin; Elmalılı Hamdi Yazır, a_g.e., VIII,
4669)
Hz. Adem'e Ruh Verilmesi
Cenab-ı Allah Hz. Adem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi
maddesi olan çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi
ve ruhun nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin tesviyesini
ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan üflemiştir: "Rabbin o
zaman meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu
düzenleyerek (hilkatim) tamamlayıp ona da ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için
derhal (bana) secdeye kapanın.' Bunun üzerine iblis' ten başka bütün melekler secde
etmişlerdi. O (iblis) büyüklük taslamış ve kafirlerden olmuştu. Allah: 'Ey İblis
iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?
Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?' buyurdu. İblis dedi: 'Ben ondan
hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. " (Sad, 38/71-76. Ayrıca
bk. el-A'raf, 7/12; el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)
Cenab-ı Allah böylece Hz. Adem'i en mükemmel bir şekilde yarattı.
Boyunun uzunluğunun altmış "zira" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir.
(Kurtubî, Tefsir, XX, 45) Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teala ona, haydi
şu meleklere git, selam ver ve onların selamını nasıl karşıladıklarım dinle!
Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selamlaşma örneğidir. Bunun üzerine Hz.
Adem meleklere: "Es-selamü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selamu aleyke ve
rahmetullah" diye karşılık verdiler. Adem, insanların büyük atası olduğu
için, Cennet'e giren her kişi, Adem'in bu güzel suretinde girecektir. Hz. Adem'in
torunları, onun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti. Nihayet bu
eksiliş şimdi (Hz. Muhammed zamanında) sona erdi. (Buharî, Sahih, IV, 102, Halk-ı
Adem, 2 Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)
Hz. Adem'e isimlerin Öğretilmesi
Allah Hz. Adem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden
faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini öğretti, isimlerin
dalalet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi. "Hani Rabbin bir vakit
meleklere:
'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife
(bir insan) yaratacağım' demişti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni
ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken orada (yerde)
bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi yaratacaksın?' demişlerdi. Allah:
'Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben bilirim.' demişti. Allah, Adem'e bütün isimleri
öğretmişti. Sonra onları (onların dalalet ettikleri alemleri ve eşyayı) meleklere
gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları isimleriyle
beraber bana haber verin' demişti. (Melekler) de: "Seni tenzih ederiz, senin bize
öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara,
2/30-32)
Bu ayetlerde geçen "halife" vekalet gibi asaletin karşıtı
olarak başkasına vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil
etmek demek olan hilafet masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak
kullanılır. Aslı "halif'tir. Sonundaki "ta" harfi mübalağa içindir.
Birinin arkasından makamına ve yerine vekalet eden demektir. Bu niyabet (vekalet) ya
aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla verilir veya aslın
acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir. Yahut bunların hiçbiri olmadığı
halde asıl, vekiline sırf bir şeref bahşederek onu yüceltmek için vekalet verir.
İşte Cenab-ı Allah'ın arzda evliyasını istihlafı bu kabildendir. (Ragıb
el-Isfahanî, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır,
a.g.e., l, 300)
Cenab-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım ve tayin
edeceğim." demişti ki; kendi irade ve kudret sıfatımdan ona bazı salahiyetler
vereceğim, o bana izafeten, bana niyabeten yarattıklarım üzerinde birtakım
tasarruflara sahip olacak, benim namıma ahkamımı yeryüzünde yürürlüğe koyup
uygulayacaktır. O, bu hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına asıl olarak
hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir naibim, kalfam olacak, iradesiyle benim
iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur bulunacak sonra onun arkasından
gelenler ve ona halef olarak aynı vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır.
"Verdikleriyle sizi denemek için, yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki
kiminizden derecelerle üstün yapan odur..." (el-En'am, 165) ayetinin sırrı zahir
olacaktır. Bu mana, Ashab-ı Kiram ve Tabiîn'den uzun uzadıya nakledilegelen
tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I, 300)
Allahü Teala, Adem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine
istişare eder gibi tebliğ etmiş, Adem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini
öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir. Meleklerin
devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması
sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Adem ve evladlarının layık
olacaklarını Adem ile meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.
Yüce Allah Adem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva'yı onun eğe veya
başka bir görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün
mine't-Tefasir içinde Hazin, II, 3) İbn Mes'ud ve İbn Abbas, "Allah Havva'yı,
Adem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır." demişlerdir. (en-Nisa, 4/1;
Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)
Hz. Adem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:
Yüce Allah Adem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi:
"Ve demiştik ki: "Ey Adem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan
(Cennet'in yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz. " (el-Bakara,
2/35; el-A'raf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi
Cennet'ten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak
kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın.
" (Taha 20/1 17-1 19)
Hz. Adem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu kesin olarak
bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir olduğu hakkında rivayetler
vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü yüce Allah bu ağacın ismini
bize bildirmemiştir. Cenab-ı Hakk Cennet'te Adem'e büyük bir hürriyet vermekle
beraber yine de buna bir sınır koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde,
kendilerine zulüm edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın
hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur. Bununla
beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde bu yasak
ağacı tayin eden bir dalalet buluyoruz. Demek Hz. Adem o zaman dünya sınırlarına
yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet fıtratının gereği olarak yememiştir.
(Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., l, 323-324).
Daha önce İblis Hz. Adem'in üstünlüğünü çekemeyerek Allah'ın
emrine karşı gelmiş, Adem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş ve Cennet'ten
kovulmuştu. O zaman şeytan'ın Hz. Adem ve evlatlarına musallat olup azdırma imkanı
kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları günah işlemeye teşvik etme gücü
verilmişti. (Bk. el-A'raf, 7/12-18; el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Adem'in şeref ve
üstünlüğü, nefsine ve şeytana uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl
ve irade sebebiyle Adem ve soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de
peygamberler gönderilecekti.
Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine sahip olan şeytan, ne
yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e girebildi. "Derken şeytan, onlardan
gizli bırakılmış o çirkin yerlerini (avret mahallerini) kendilerine açıklayıp
göstermek için ikisine de vesvese verdi ve 'Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey
için değil, ancak iki melek olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak
kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben sizin
iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti: İşte bu şekilde ikisini de aldatarak o
ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin
yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp
örtmeye başladılar. Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size
apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'raf 7/20-22)
"Bundan sonra Adem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle
diyerek Allah'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz
ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara uğrayanlardan olacağız, dediler."
(el-A'raf, 7/23) "Sonra Rabbi onu seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul
buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi. Allah şöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düşman
olmak üzere her ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet
(kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa düşmez ve
bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Taha, 20/122-123) Böylece Hz. Adem ve
Havva ve nesilerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları ve burada üreyip geçinmeleri,
imtihan edilmeleri takdir edildi ve gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf,
7/24)
Buharî, Müslim, Ebu Davûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri
bir hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Adem (a.s.) ile Musa
(a.s.)'ın ruhları Rapleri nezdinde münakaşa ettiler ve Adem (a.s.), Musa (a.s.)'ı
delil getirerek mağlup etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah'ın eliyle (kudretiyle)
yarattğı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için secde ettirdiği ve Cennet'ine
yerleştirdiği Adem'sin. Sonra da sen işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne
indirdin.' dedi. Bunun üzerine Adem (a.s.) 'Sen Allah'ın peygamberliğine ve
konuşmasına seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını
verdiği ve münacat edici olarak kendisine yaklaştırdığı Musa'sın. Benim
yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat'ı yazdığım gördün?' dedi Musa (a.s.), 'Kırk
sene önce' diye cevap verdi. Adem, 'şu halde içinde 've Adem Rabbi'ne isyan etti de...'
mealindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa (a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Adem (a.s.)
'Allah'ın beni yaratmasından kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlemem
üzerine beni nasıl azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Adem hüccet
ile Musa'yı mağlup etti" buyurdu. (et-Tac, l, Hadis no: 40) Bundan sonra gelecek
hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup bağlanacaklar için, korkup
üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların Cennet'e girecekleri bildirildi, inkar
edip kötülük yapanların Cehennem'e girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)
Alimler, Hz. Adem ve eşinin iskan edildiği (yerleştirildiği) Cennet
hakkında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ,
bahçe, bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Adem'in iskan edildiği bu
Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık köşelerinden bir köşe
midir? Yoksa dünyadan ayrı ahrette müminlere va'd edilen Cennet midir? Kur'an-ı
Kerim'de buna dair açık ve kesin bir bilgi verilmemiştir. İslam alimlerinin
çoğunluğuna göre Hz. Adem'in eşiyle yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın
bulunduğu Cennet, ahirette müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab
(mükafat yurdu) olan Cennet'tir. Çünkü:
a) "Cenab-ı Allah dedi ki: Kiminiz kiminize (nesilleriniz
birbirlerine yahut müminlerle şeytan birbirlerine) düşman olarak inin. Arz'da sizin
için bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek vardır. Orada (yeryüzünde)
yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan diriltilip çıkarılacaksınız."
(el-A'raf, 7/24-25; Ayrıca bk. el-Bakara, 2/36) Bu ayetlerde Hubût (inmek) tabiri ve
inilecek yer de arz (yeryüzü) olarak zikredilmiştir, ilk yerleşme noktası yeryüzü
dışında bir yer olmalıdır ki, buradan yeryüzüne iniş söz konuşu edilebilsin.
Eğer Hz. Adem ve Havva'nın yerleştikleri yer arzdaki bir bahçe olsaydı
"hubût'tan, inişten söz etmek mümkün olmazdı.
b) Taha suresi 118-119'uncu ayetlerde Hz. Adem'in yerleştiği
Cennet'in anlatılan vasıfları, yani acıkmamak, susamamak, çıplak kalmamak, güneşte
yanmamak, sevap ve mükafat yurdu olarak mü'minlere va'd edilen cennet'e aid
niteliklerdir. Bu vasıfta olan bir cennet (bahçe) dünyada yoktur. Öyle ise Hz. Adem'in
iskan edildiği Cennet, ahirette müminlere va'dedilen Cennet'tir.
c) Bu "Cennet" lafzının başındaki elif lam (lam-ı
ta'rîf) umûm (istiğrak) için değil, ahid içindir. Bu elif lam, umûm ifade ederse
Cennetlerin hepsi manasına gelir. Halbuki Hz. Adem'in bütün Cennetlere (bahçelere)
yerleşmesi imkansızdır. Öyle ise bu Cennet'in manasını müslümanlar arasında
bilinen ve darü's-sevab (mükafat yurdu) olan Cennet'e hamletmek gereklidir. (Alusî,
Rühu'l-Meanî, l, 233; Razı, Mefatîhu'l-Gayb, l, 455; Talat Koçyiğit, İsmail
Cerrahoğlu, Kur'an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, s. 95 vd.)
d) Yine bazı haberlere göre: Allah meleklerinden birisine dünyanın
her yerinden topraklar getirterek Hz. Adem'i Cennet'te yaratmıştır. (İbn Kesîr,
Tefsirü'l-Kur'an'i'l-Azîm, l, 132.) Hz. Adem île Hz. Musa'nın ruhlarının
çekiştiğini bildiren hadîs (bunun mealini yukarıda verdik) de bu Cennet'in sevab
yurdu olan Cennet olduğunu açıklar.
Ebu'l-Kasım el-Belhî ve Ebü Müslim el-İsfahanî de "Hz. Adem'in yerleştiği
Cennet, bahçe manasına olup bu dünyadadır" derler. Bu zatlar ayette geçen
"ihbitû" kelimesine de "giriniz, gidiniz, konunuz" gibi manalar
veriyorlar." İhbitû mısran = Bir şehre ininiz, yerleşiniz (el-Bakara, 2/61)
gibi. Bu zatlar Hz. Adem'in yerleştiği Cennet'in bu dünyada olduğuna dair şu şekilde
delil getiriyorlar:
1) Eğer Hz. Adem'in yerleştiği bu Cennet, sevap ve mükafat yurdu
olan Cennet olsaydı, elbette ebedî kalınacak Cennet olurdu. Hz. Adem de ebedî
kalınacak Cennet'te olduğunu bilir ve şeytan da onu "Rabbiniz size bu ağacı,
melek olmanız için, yahud ölümden kurtularak ebedî kalıcılardan olacağınız için
yasak etti." (el-A'raf, 7/20) diyerek aldatamazdı.
2) Yüce Allah'ın "Onlar (Cennet'te olanlar) oradan
çıkarılacaklar da değildir." (el-Hicr, 15/48) sözünün dalaletiyle Cennet'e
giren bir daha oradan çıkmaz.
3) İblis, Hz. Adem için secde etmekten kaçınarak kibirlendiğinden
Allah'ın gazab ve lanetine uğramış ve kafir olmuştur. Böyle olan bir kimse Cennet'e
giremez.
4) Ahirette müminlere va'd edilen Cennet teklif ve imtihan yeri
olmayıp müminlerin içinde serbestçe dolaşacakları ve bütün nimetlerinden
diledikleri gibi faydalanacakları bir yerdir. Halbuki burada eşiyle beraber Hz. Adem'e
bir ağacın meyvesi yasaklanmıştır.
5) Allahü Teala "Yeryüzünde bir halife yaratacağım..."
(el-Bakara, 2/30) diye belirttiği için Hz. Adem'i Arz'da yarattı. Kur'an'da onu göğe
(Cennet'e) naklettiğini zikretmedi. Onu dünyadan semaya nakletmesi, nimetlerin en
büyüğünden olduğu için zikredilmeye daha layık olurdu. Kur'an-ı Kerim'de böyle
önemli bir olayı doğrulayacak kesin ve açık bir ifade yoktur. Öyle ise Hz. Adem ve
eşinin iskan edildiği bu Cennet, içinde ebedi kalınacak Cennet'ten başka bir
Cennet'tir. (Razî, Mefatîhu'lGayb, l, 454)
Hz. Adem'in oturduğu Cennet'in mükafat yurdu olan Cennet olması veya
bundan başkası olması mümkündür. Çünkü bu konudaki nakli deliller zayıf ve
Kur'an'da buna dair kesin bir delil yoktur. Bunu Allah'tan başka kimse bilemediğine
göre, şu Cennet'tir veya bu Cennet'tir diye kestirip atmamak veya bu konuda tevakkuf
etmek lazımdır. Nitekim selefi salihîn ve bunlara tabi olan birçok müfessirler böyle
yapmışlardır. (Razî, Mefatîru'l-Gayb, 1,s. 455)
Fakat biz burada hemen şunu kaydedelim: Hz. Adem ve eşinin iskan
edildiği Cennet'in mükafat yurdu olan Cennet olduğuna dair deliller daha kuvvetlidir.
Ayrıca Cennet'e girince çıkılamayacağı meselesi duruma göre değişir. Misafir
olarak girmekle mukîm olarak girmek aynı değildir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) mi'rac
gecesi Cennet'e girmiş ve çıkmıştır. Hz. Adem'in Cennet'ten yeryüzüne inişinin
mahiyeti bizce meçhuldür.
Hz. Adem'in Peygamberliği
Hz. Adem ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamberdir. Hz.
Adem yeryüzüne indirildikten sonra, Cenab-ı Allah insan nesillerinin hepsini onunla
eşi Havva'dan türetmiştir. Allahü Teala bu hakikati Nisa suresinin birinci ayetinde
şu şekilde dile getiriyor: "Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Adem'den) yaratan,
ondan da yine onun zevcesini (Havva'yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve
kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının... " (en-Nisa, 4/2)
Bir hadîs-i şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Allah'u Teala
Adem'i (a.s.) yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı.
Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı,
kimi beyaz kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat bakımından da) kimi
yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler."
(Tirmizî, Tefsir, 3). Bu hadisi Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiştir.
Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine maruz
kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl, hayır ve şerri
birbirinden ayırt edecek vicdan (kalb gözü) vermiştir. Cenab-ı Allah böylece insanı
bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere
hayır, fazilet, şer ve rezalet yollarını gösterecek, hak ile batılı öğretecek,
hayır ve kemal yollarına irşad edecek peygamberler göndermiştir. Cenab-ı Hakk
peygamberler göndermekle, insanın tabiatına ve halîfeliğine uygun imtihan
şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını
öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olup iyilik ve sevap terazileri ağır
gelenler Cennet'e girecektir. Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için
peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en layık olan zat,
Allahü Teala'nın doğrudan doğruya vasıtasız konuştuğu ataları Hz. Adem'di.
Hz. Adem'in peygamberliği kendisine emir ve nehiy olunduğuna dalalet
eden Kur'an ayetleri ile sabittir. Çünkü onun zamanında başka bir peygamber yoktu. Bu
duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler, vahiy vasıtasıyla olup başka bir
vasıta ile değildir. Kur'an'da geçen Hz. Adem'in iki oğlunun Allah'a kurban takdim
etmeleri, ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (el-Maide, 5/27)
Hz. Adem'e vahiy ile bildirilmiştir. Kur'an'da Hz. Adem'in peygamberliğe seçildiğinin
anlatılması için "Istafâ" (Ali İmran, 3/33) kelimesi ile
"İctebâ" (Taha, 20/122) kelimeleri kullanılıyor. Kur'an'da diğer
peygamberler için de ıstıfâ' ve ictibâ' kelimelerinden müştak kelimeler
kullanılıyor. (el-A'raf, 7/144; el-Bakara, 2/130; el-Hac, 22/75; Sâd, 38/47; en-Nahl,
16/121; Ali İmran, 3/79; Yusuf, 12/6; el-En'am, 6/87; eş-Şûra, 42/13; el-Kalem, 68/50)
Öyle ise Hz. Adem de peygamberdir. Hz. Adem'in peygamber olduğunu açıkça bildiren
hadisler de vardır. Ebu Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor "Ebu Zerr (ö. 32/652)
Peygamberimize 'Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?' diye sorduğunda,
Peygamberimiz (s.a.s.): "Adem'dir." dedi. Ebu Zerr, "Ya Rasulullah o, Nebî
oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.), "Evet o mükellem bir Nebî
(Allah'ın kendisiyle vasıtasız konuştuğu peygamber) idi." dedi." (Ahmed b.
Hanbel, V, 265)
Diğer bir hadîste de Kıyamet gününde, diğer Nebiler gibi Hz.
Adem'in de bir peygamber olarak, Hz. Resulullah'ın sancağı altında bulunacağı haber
verilmiştir. (Tirmizî, II, 202) Hz. Adem'in peygamberliği hususunda bütün
müslümanlar ittifak etmişlerdir. (Teftazanî, Şerhu'l-Akaid, s. 62; Devvanî, Celal,
s. 71; Aliyyü'lKarî, Şerhu'l Fıkhı'l-Ekber, 101)
Hz. Adem'in evladları onun irşadı ile Allah'a iman etmiş,
zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden ahkamı ondan
öğrenmişlerdir. Ebu İdris el-Havlanî'nin, Ebu Zerr'den rivayet ettiği bir hadîste
Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Adem'e on sahifelik bir kitap indirildiğini söylemiştir.
(Abdurrahman Hubneke'l-Meydanî, el-Akidetü'lİslamiyye ve Usüsuha, II, 260)
İnsanların dinden ayrılarak ihtilaf etmeleri, hak dinin izini
kaybederek batıl itikatlara saplanmaları sonradan çeşitli sebeplerle meydana gelen
kötü bir durumdur. Böylece beşeriyetin başlangıcının bir vahşet devri olmadığı
anlaşılır. Hz. Adem'den sonra yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılan insanlar
doğru yoldan ayrılmışlardır. Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir.
Şu ayet bu hakikati ifade eder: "İnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilaf
ettiler). Allah da müjde verici ve azabının habercileri olarak peygamberler
gönderdi..." (el-Bakara,2/213)
Yukarıda gördüğümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Adem'i bizzat
doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwinist olan
tekamülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden gelişerek tek hücreli
canlı olması ve bunun da gelişerek çeşitli hayvanlar ve maymunlar oluşması ve
maymunların da insana dönüşmesi yoluyla meydana gelmemiştir. Uydurma ve
yakıştırmadan ibaret olan bu nazariyenin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde ve delîl
olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde, en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini
isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunları gibi.
Tekamül nazariyesi bilim ve akıl nazarında muhaldir. Şöyle ki:
Madde ve enerjide "emtropi" vardır: Gözlenen bütün tabii sistemlerde
düzensizliğe doğru, yani dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır. Bu gerçek,
hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir. Madde parçacıkları
dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi tarafından planlı ve düzenli
olarak kapalı duvarlar arasında ve borular içerisinde kontrol altına alınmazsa
dağılır gider. Dışarıdan gelen güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok
muazzam bir makina sistemi yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur. Aklı
başında olan bir alim bu kanuna karşı gelecek cesareti gösteremez.
Madde atıldır (eylemsizdir) kendiliğinden bir gücü yoktur (fizikteki atalet
prensibi). Allah'tan başka hiçbir şeyin kendiliğinden hiçbir gücü, düzen ve
nizamı yoktur (ve la havle ve la kuvvete illa billah). Akıllı ve şuurlu birisi
tarafından planlı düzenli bir makina sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her şeyi
dağıtır, yakar ve yıkar. Mesela nükleer bir santralda kontrol altına alınamayan bir
atom enerjisi her şeyi yakar ve yıkar, dağıtır ve boşlukta dağılır gider. Öyle
ise basit bir otomobilin bir yapıcı mühendisi olmadan demir yığınları arasından
güneş enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkansızdır. Deney ve
gözlem ve akıl bunu kabul etmez. En basit bir canlının organizmasının (cesedinin)
yanında, mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapılmış bir elektronik beyin,
çocuk oyuncağı gibi kalır. Bir elektronik beyin bozulduğu vakit kendi kendisini tamir
edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dışarıdan toplayarak yapamaz. Çünkü
atıldır ve şuuru yoktur. Bunlar akıllı birisinin yapacağı hesap ve plan işidir.
Akılsız ve cansız madde kendiliğinden bir makina veya bir elektronik beyini
yapamayınca, ya bunların yapıcısı olan insanı nasıl yaratabilir? İnsanın
yaptığı en mükemmel bir elektronik beyin, insan tarafından tamir edilip kontrol
edilmezse, kendisini tekamül ettirmek şöyle dursun madde yığınları arasında
dağılıp gider.
Bir eser müessirinden (yaratıcısından) üstün olamaz. Bir eserde yapıcısında
bulunmayan vasıflar bulunamaz. Netice sebebinden üstün olamaz. Taş sebep olursa,
parçacıkları taşın eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur; insanî ruh ve bunun
özellikleri olan şuur ve akıl hiç yoktur: vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi,
nefret ve üzüntü de yoktur. Bir maddenin, pek çok mükemmel makina sistemi olan bir
canlının vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç bulunmayan canı, hele
akıl, irade ve vicdanın kaynağı olan ruhu vermesi ne kadar muhal ve imkansızdır. Can
enerji değildir. Can, canlının duymasını ve gayeli hareket etmesini sağlayan,
vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini devam ettirme vazifesini üstlenen
manevî bir cevherdir. Bir canlı sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka şu
şartlar gereklidir;
1- Sistemin gelişigüzel değil, enerji ve besinleri dönüştürecek
mükemmel mekanizması ve makina sistemi olmalıdır.
2- Otomobilin çalışması için nasıl petrol lazımsa, bunun da
kullanılabileceği bir enerji kaynağı yani besinler bulunmalıdır. Canlıların
besinleri, bitki ve hayvan organizmalarıdır.
3- Bu enerjinin dönüşüm mekanizmalarını idare edip devam ettirmek
ve çoğaltmak için bir kontrolcü bulunmalıdır. Çünkü Termodinamiğin ikinci kanunu
olarak ifade edilen ve kainatta geçerli kanuna göre sistemlerin düzensizliğe doğru
tabii bir kaymaları vardır. Otomobilde bu kontrolcü şoför, elektronik beyinde kontrol
mühendisidir. Otomobilin şoförü veya elektronik beyinin kontrolcüsü ölmüşse
bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalışamazlar. Kendilerinin benzerlerini
meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür,
dağılır ve saçılıp giderler. Canlıların mekanizma ve makinalarının kontrolcü ve
idarecisi candır. Canlının canı çıkmışsa, bunca muazzam zekasına rağmen insan
dahi ona canı veremez.
4- Canlı bir sistemin mutlaka akıllı alim ve bir yaratıcısı olmalıdır. O da
Allah'tır. Otomobilin yapıcısı akıllı bir insandır. Öyle ise canlıların
organizmalarını, o akıllara durgunluk verecek çok muazzam makina sistemlerini,
oksijen, hidrojen (yani su), fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve
bunlara canı veren Allah'tır.
İnsanla hayvan arasında mahiyet farkı vardır. İnsanlarda akıl,
irade ve vicdan vardır. Hayvanlarda bunlar yoktur. Bunların kaynağı da Allah'ın
insana verdiği ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur.
Buna göre tekamül nazariyesi (Darwinizm) muhaldir (imkansızdır).
Darwinizme inananların, insanın maddeden kendiliğinden tekamül
ederek meydana gelişini "Akılları mı emrediyor, yoksa bunlar azgın kimseler
midir?" (et-Tûr, 52/32)
KAYNAK: BAĞÇECİ, Muhittin; Şamil İslam Ansiklopedisi, C.I, S.72-77