Hz. İBRÂHİM (a.s.)
Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teala'nın "Halil" dost diye
nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan peygamber.
Nuh (a.s)'un çocukları ve torunları, önce Irak'a yerleşmiş ve
Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada
yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin
civarında- Ninova şehrini inşa etmişlerdi. Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt
kavmi, Süryanî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı.
Ninova'da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hakimiyetleri
altına almıştı. Bir süre sonra Babil'de, Keldanîler, Asurluların hakimiyetleri
altında bulunan Nabt'ların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.
Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı.
Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu
inancına "Sabiîlik" denir. Sabiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından
başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış
putlara tapmağa varırdı. Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı
puthaneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu.
İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına
İbrahim (a.s)'ı göndermişti. "İbrahim" kelimesinin manası "cemaat
babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberle babası Hz.
İbrahim'dir.
Cemaatının "Allah'ın dostu" anlamına gelen
"Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen
büyük peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" gayesine erişen diğer
peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s)'dir. Hz. İbrahim'in
"halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır.
Bir rivayete göre Hz. İbrahim insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir
şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir.
İbrahim (a.s)'ın nesebi hakkındaki rivayetler muhteliftir. Ancak
rivayetlerin hepsi Sâm b. Nuh'a vardığında ittifak etmiştir. Babasının ismi Tarih
lakabı Azerî'dir.
Hz. ibrahim'in ismi Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûrede altmış
dokuz defa geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim değişik isim ve sıfatlarla
anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da da geçen sıfatlarının
bazıları: Evvah (çok ah eden), Halim, Münib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kanit
(Allah'a kulluk eden), Şakir.
Hz. Peygamber (s.a.s)'de Hz. İbrahim (a.s)'ın faziletini anlatırken
şöyle der: "Kıyamet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim'dir."
(Buhari, Enbiya, 8). "bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile
Mikail) geldi. Bunlarla beraber gittik nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya
doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrahim
(a.s) idi" (Buharî, Enbiya, 8).
İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak dini, dünyayı, ahireti,
hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış, en yakını olan babasına ise bu
meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak başta babası Azer olmak üzere halk,
İbrahim (a.s)'a inanmayıp inkar etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine
kızmamış, ona darılmamıştı. Hatta onun için Allah'tan rahmet dileyerek babasına
karşı şöyle dedi: "Sana selam olsun! Senin için rabbımdan mağfiret
dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkardır" (Meryem, 19/47). Bundan sonra
İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.
Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere
söyleyen ve ancak Yüce Allah'ı üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim
(a.s), milletinin kendisine inanmadığını görünce hemen Nemrud'a gitti. Kur'an-ı
Kerîm'de ismi geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu
servet ve saltanatıyla kendini ilah sanmaktaydı.
İbrahim (a.s), Nemrud'a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti
ve İbrahim (a.s.) ile Rabbi hakkında mükaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah
Teala'nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de
bunu yapmağa gücü yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı
getirtmiş, birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve
diriltmeğe kadir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim'(a.s.): "Allah güneşi
doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene" (el-Bakara, 2/258) deyince Nemrud
şaşırıp kalmıştı.
Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü
adetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da
eğlenme yerlerine gitmişti. İbrahim (a.s)'ı de götürmek istemişler, ancak o,
rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye
girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş
vursunlar diye sağlam bırakmıştı.
Bayram eğlenceleri biten halk, yine adetleri üzere yemeklerini almak
için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye dönmüş bir durumda görünce,
putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.) olabileceğini düşünmüşler. İbrahim
(a.s)'i çağırıp şu şekilde sorguya çekmişlerdir: "Ey İbrahim!
Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?" Hz. İbrahim bu soruya "Belki onu,
şu -büyük-leri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap
verdi (el-Enbiya, 21/62-63). Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf
edince İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi: "O halde
Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye
taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hala
akıllanmayacak mısınız?" (el-Enbiya, 21/66-67).
İbrahim (a.s)'ın bu savunması, sapıklar tarafından onun suçlu
duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri Nemrud, İbrahim (a.s)'ın
öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etmiş ve nihayet ateşte
yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli
duruma geldiğinde İbrahim (a.s)'ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak
ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi: "Ey ateş
İbrahim'e
karşı serin ve zararsız ol!" (el-Enbiya, 21/69). Böylece İbrahim (a.s) ateşten
kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)'a inanan tek bir kişi vardı; o da Lut (a.s)
idi.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbrahim aleyhi's-salatü
ve's Selam yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan
söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zatı ve rızası için:
Birisi (putperestlere) "ben hastayım" demesi öbürüsü de "Belki
putların şu büyüğü bu işi işlemiştir" demesi. Resulullah üçüncüsü için
de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı
bir zalime uğramıştı" (Buharî, Enbiya, 8).
Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır. Hz. İbrahim amcasının
kızı olan hanımı Hz. Sare ile birlikte Mısır tarafına seyahat ederken
"Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile aralarında ilginç bir
hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber
şöyle anlatmıştır: "İbrahim (a.s) hanımı Sare ile birlikte bir şehre
gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zalim bir idareci vardı. Bu zalime "İbrahim,
yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi" diye haber gönderdiler. Kral
"ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s)
(din) kardeşimdir" dedi. Sonra Sâre'ye gelip "sakın beni yalancı çıkarma,
ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden,
senden başka iman eden hiç kimse yoktur" buyurdu. Sâre kralın yanına gelince
kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza
durdu. Sonra şöyle dua etti: "Ya Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse,
ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar
böyleydim) benim üzerime şu kafiri musallat etme". Kralın nefesi boğuldu;
ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre "Allahım
şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir" diye dua etti. Bunun
üzerine adam rahatladı". Bu hadise üç defa tekrarlandı. "Bunun üzerine
melik etrafındakilere" siz bana şeytan göndermişsiniz. Bu kadını İbrahim
(a.s)'e gönderiniz. Hacer'i de Sare'ye veriniz" dedi. Bunun üzerine Sâre Hz.
İbrahim'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı! Allah kafiri
zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi" dedi (Buharî, Buyû, 100; Hibe,
36).
İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi.
Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim
(a.s)'e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.
İbrahim (a.s) Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allahu
Teala'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a
şöyle yalvarmıştı: "Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır"
(eş-Şuara, 26/86). Babası da olsa kafirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim
(a.s) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim
(a.s)'ın duası kabul edilmedi ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu:
"Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar
için mağfiret dilemek peygamberlere ve
mü'minlere yaraşmaz" (et-Tevbe, 9/113).
İbrahim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s)
ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teala şöyle buyurur:
"Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık;
onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk
eden kimselerdi" (el-Enbiya, 21/73).
Allah Teala, İbrahim (a.s)'a on sayfalık bir kitap da vermiştir.
Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır'a gitti.
İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında
Halilü'r-rahman denilen yerde defnedildi.
Hanîflik: İbrahim (a.s)'in dinin temeli tevhide (Allah'ın
birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar
arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri
görülüyordu. Bunlara "Hanif" denirdi.
Hanîf, batıldan uzak, Hakk'a yönelen ve tevhit inancı üzere bir
Allah'ı tasdik eden kişi demektir. Kur'an-ı Kerim de "hanîf" kelimesi
birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha çok, Hz. İbrahim için Allah'a saf
ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul anlamında kullanılmıştır.
Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur: "Ve hanif olarak
yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma!" (Yunus 10/105)
"Sonra da biz, Hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana
vahyettik" (en-Nahl, 16/123).
İslam'dan önce Arap toplumunda; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş,
Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Saide gibi kişiler hanifler arasında
bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde
eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi.
KAYNAK: HIZLI, Mefail; Şamil İslam Ansiklopedisi, Akit Gazetesi Yayını, C.IV, S.10-12