HACC VE UMRE İÇİN İHRAM'A GİREN
KİMSENİN CİNAYETLERİ
Daha önce "İhram'a giren kimsenin dikkat edeceği hususlar"
başlığı altında ihrama girmek ve Harem-i Şerif'e dahil olmak sebebiyle mükellefe
farz kılınan ve yasaklanın meseleleri izaha gayret etmiştik!.. Buradaki
"Cinayet" kavramı; ihrama giren mükellefin, Allahû Teâla (cc)'nın ve
Resûlü (sav)'nün çizdiği hududları aşmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de "Haccı da,
Umre'yi de Allah için tam yapın. Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen
kurban(ı gönderin, bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı
tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyeti bulunursa
ona oruçtan ya sadakadan yahud kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur" hükmü
beyan buyurulmuştur. İslâm ûleması; kasden işlenen haramın tesirini fidyenin
gidermeyeceği hususunda ittifak etmiştir. Ancak unutarak veya bilmeyerek yahud bir
özür sebebiyle, "İhramlı olan kimse"; herhangi bir hududu aşarsa fidye
verir ve tevbe eder. Gerek ihram, gerekse harem-i şerif sebebiyle yasak olan herhangi bir
fiil işlendiği zaman, o fiilin mahiyetine göre ceza değişir. Genellikle;
1. Kurban kesmeyi gerektiren yasak fiil,
2. Bir fitre miktarı sadaka vermeyi gerektiren yasak fiil,
3. Fitre miktarından daha az bir sadakayı gerektiren yasak fiil,
4. Kıymetinin karşılığını vermeyi gerektiren yasak fiil olmak üzere dört
türlü ceza vardır. Şimdi yasak olan fiileri ayrı ayrı ele alalım vebunların
işlenmesinden dolayı ortaya çıkacak cezaları izaha gayret edelim.
GÜZEL KOKU VE YAĞ SÜRÜNMENİN CEZASI: İnsanların faydalandığı
ve kendisinde güzel koku bulunan her şeye "Tîyb" denilir. Bedene sürülen
şeyler genellikle üç çeşittir.
Biricisi: Bizzat koku olan; misk, anber, kâfûr ve benzerleri!..
İkincisi: Kendisi bizzat koku olmadığı halde, koku için asıl olan ve
ilâç olarak da kullanılan zeytinyağı ve benzeri maddeler. Bunlar eğer bedeni
yağlamak için kullanılırsa, koku hükmü verilir. Yemeğe katılırsa "Koku"
hükmünde değildir.
Üçüncüsü: Bizzat koku olmadığı gibi, kokunun asıl maddesi de olmayan ve
hiçbir sûrette bu mahiyette kullanılmayan maddeler!.. Meselâ iç yağı gibi maddeler.
Güzel koku sürünen ihramlı kimse üzerine keffaret lâzım gelir. Eğer bir
uzvun tamamına veya daha fazlasına güzel koku sürmüşse kurban kesmesi icabeder!..
Fakat bir uzuvdan azına sürülmesi halinde, buğdaydan yarım sa', (Yaklaşık olarak
1,667 kg.) fidye vermesi gerekir. Bir uzvun yarısından fazlası, tam hükmünde kabul
edilir. Feteva-ı Hindiyye'de: "koku sebebiyle ceza gerekmesi hususunda; mükellefin
unutarak veya kasden sürmesi arasında fark yoktur. Erkek ve kadın da; hüküm
noktasından müsavidir. Bedai'de de böyledir. Bir kimse vücûdunun tamamını
kokulamış olsa bile, bir kurban (dem) gerekir. Çünkü cins birliği mevcuddur.
Tebyin'de de böyledir." hükmü kayıtlıdır.
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kına güzel bir kokudur" Hadis-i
Şerifini esas alan Hanefi fûkahası "Başını kına ile boyayan mükellefin
üzerine bir kurban lâzım gelir" hükmünde ittifak etmiştir.
Meşru bir özüre binaen, ihram içerisindeki mükellef güzel koku
sürünür, tıraş olur veya dikişli elbise giyerse muhayyerdir. İsterse bir
koyun kurban eder, dilerse üç gün oruç tutar veyahut altı fakire üç sa' miktarı
(Yaklaşık olarak 10 kg.) buğdayı sadaka olarak verir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de:
"...Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona
oruçtan, ya sadakadan yahud kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur" hükmü beyan
buyurulmuştur. Hanefi fûkahası buÿAyet-i Kerime'de fidyeler arasında beyan edilen
"ev" kelimesinin muhayyer kıldığını esas almıştır. Şurası
unutulmamalıdır ki, fidye olarak kurban kesilecek olursa, bunun harem dairesinde
yapılması gerekir. Dürri'l Muhtar'da: "Kurban keser de kokuyu gidermezse, onu
yerinde bıraktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir" hükmü kayıtlıdır.
İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Yerinde bıkaktığı için ikinci bir kurban
lâzım gelir. Çünkü iptidaen koku sürünmek haram idi. Binaenaleyh devamı için de
iptida hükmü verilir." demiştir.
Zeytinyağı ve susamyağı ile vücûdunu yağlarsa; velev ki bunlar
halis olsun, kurban gerekir. Çünkü bunlar kokunun ana maddeleridir. Ayrıca Menekşe
yağı gibi güzel kokulu ve bunun benzeri yağlarda ittifakla kurban lâzım gelir.
Kendisi bizzat koku olmadığı gibi, kokunun ana maddesi de olmayan yağlar (iç yağı
vs...) vücûda sürülürse hiçbirşey lâzım gelmez!.. Bizzat koku olmayan, ancak
kokunun ana maddesi olan yağları yemekte de, bir beis yoktur. Zira bunlar kokulanmak
için kullanılmadığı müddetçe; kendilerine "Koku" hükmü verilmez.
İhrama girmeden önce sürülmüş kokunun eseri zarar vermez.
DİKİŞLİ ELBİSE GİYMENİN CEZASI: İhrama girmiş olan bir kimse;
giyilmesi âdet olan dikişli bir elbiseyi sabahtan akşama kadar giyerse veya başını
birşeyle örterse kurban kesmesi icabeder. Bundan daha az bir müddet giyerse veya
başını örterse, fitre miktarı sadaka vermesi gerekir. Feteva-ı Hindiyye'de:
"Elbisenin unutularak veya kasden, bilerek veya bilmeyerek, arzusuyla veya
başkasının zorlamasıyla giyilmesi arasında fark yoktur. Bahru'r Raik'te de
böyledir" hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Yusuf (rh.a)'un: "Yarım günden daha
fazla bir zaman, dikişli elbise giyen muhrim'in üzerine kurban vacip olur"
hükmünü beyan buyurmuştur. Dolayısıyla amelde Şafii mezhebini taklid eden
mükellef; âdet olan dikişli bir elbiseyi giydiği anda, kendisine kurban vacip olur.
İhramlı olan bir kimse, başını bir gece boyunca örtülü tuttuğu
takdirde kendisine kurban vacip olur. Örtmesinin kasden, unutarak veya uyuyarak olması
arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'da da böyledir. Ayrıca başının dörtte birini
bir gün kapatığı zaman, üzerine kurban vacip olur. Bundan az olursa (Yani yarım gün
veya daha az zaman) sadaka vermesi lâzım gelir. "El-Meşhur"da İmam-ı
Muhammed (rh.a)'den gelen bir rivayete göre, başının ekserisini kapatmadıkça
ihramlı olan kimseye kurban vacip olmaz. Sahih olan "El-Meşhûr"da zikredilen
bu kavildir. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir. İmam-ı Merginani; ihramlı olan
kimsenin, kemali ile faydalanması için müddete (Zamana) itibar edildiğini beyan
ettikten sonra: "İnsan âdet olarak bir elbiseyi bir günde giyer ve çıkarır.
Dolayısıyla ihrama karşı cinayetin tam olması için bu müddeti dikkate almak
gerekir. Aksi takdirde cinayet noksan kalmış demektir. Tam bir gün elbiseden
faydalanırsa veya tam bir gece başını örterse dem vacip olur. İmam-ı Yusuf (rh.a)
günün ekserisini, tamamı makamına kaim kıldı" hükmünü beyan eder. Dikkat
edilirse kurbanın vacip olması için, ihrama karşı cinayet'in tam olarak
gerçekleşmesi esas alınmıştır. Cinayet noksan olursa sadaka gerekir.
TIRAŞ OLMANIN VE TIRNAK KESMENİN CEZASI: İhrama giren mükellef
herhangi bir zaruret olmadan başını tıraş ederse, kendisine başka bir ceza değil,
doğrudan doğruya kurban (dem; koyun veya keçi) vacip olur. Burada "Zarûret"
kaydını hasseten zikretmemizin sebebi, ızdırar ve eziyyet halinde cezanın
farkılaşmasındandır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de: "Artak içinizden kim hasta
olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona oruçtan ve sadakadan yahud kurbandan
(birisiyle) fidye vacip olur" hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu
Ayet-i Kerime'yi esas alarak; herhangi bir özrü bulunan kimsenin fidye hususunda
muhayyer olduğunda ittifak etmiştir. Dolayısıyla dilerse üç gün oruç tutar,
dilerse kurban keser, dilerse altı fakire üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) buğdayı sadaka
olarak verir. Zira mâ'zur (Özürlü) olan kimseyi Allahû Teâla (cc) bu hususta
muhayyer bırakmıştır.
Başının dört'te birini veya daha fazlasını tıraş etmesi
halinde, kurban kesmesi gerekir. Dört'te birinden azını tıraş ederse sadaka vermesi
icabeder. İmam-ı Merginani: "Bizim için delil şudur. Mükellefin başının bir
kısmını tıraş etmesi, bütün unsurlarıyla (Kâmil bir mahiyette) faydalanma
demektir. Zira bu şekilde tıraş olmak yaygındır. Dolayısıyla cinayet tam manasıyla
teşekkül etmiş olur. Eğer gayet az olursa cinayet tam manasıyla ortaya
çıkmamıştır. Uzvun dört'te birini güzel koku ile kokulamak ise, buna benzemez.
Çünkü o maksad değildir. Ayrıca sakalın bir kısmını tıraş etmek, Irak'ta ve
diğer arap topraklarında âdet halindedir. Eğer boyunun tamamını tıraş ederse (ense
tıraşı) üzerine bir kurban lâzım gelir. Çünkü ense; tıraş edilmesi esas olan
uzuvlardan birisidir. İki koltuğunun altını veya onlardan birisini tıraş ederse yine
üzerine bir kurban lâzım gelir. Zira eziyyeti defetme ve rahata kavuşma bakımından,
buralarda bulunan kılları tıraş etmek gaye halindedir. Etek tıraşının hükmü de
tıpkı buna benzemektedir" hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de:
"Başının dört'te birini veya üç'te birini tıraş eden ihramlı'ya (Muhrim'e)
bir kurban vacip olur. Ancak başının dört'te birinden daha az kısımını tıraş
eden kimseye, sadaka lâzım gelir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Sakalının dört'te
birini veya daha fazlasını tıraş eden muhrim'e; kurban kesmek vacibtir. Dört'te
birinden azını tıraş etmişse sadaka verir. Ensesinin tamamını tıraş eden kimseye
de kurban gerekir. Hidaye'de de böyledir. Kasık ve koltuk altı tıraşı yapan veya
burada bulunan tüyleri yolan muhrime de kurban vacip olur. Siracü'l vehhac'ta da
böyledir. Koltuklarından birinin tamamını değil, yarısından fazlasını tıraş
eden kimseye sadaka gerekir. Tahavi şerhinde de böyledir. Hacamat yerini tıraş eden
kimseye de, İmam-ı Ebû Hanife (rh.a)'ye göre kurban vacip olur. Feteva-ı Kadıhan'da
da böyledir. Eğer bıyıktan bazı kıllar kesilmişse bakılır, kesilen miktar
sakalın dört'te biri kadar varsa (bu muhrime), fakirlere yemek yedirmesi vacip olur.
Hidaye'de de böyledir. Bir azayı tıraş etmişse, sadaka vermesi icabeder. Buradaki
azadan kasıt; uyluk, bacak ve koltuk gibi uzuvlardır. Baş ve sakal ise bunlardan
hariçtir. Muhıyt'te de böyledir. İhramlı kimse başından, burnundan veya sakalından
kıllar koparırsa, kılları sayar ve her bir kıl için, bir avuç buğdayı sadaka
olarak verir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir" Hükmü kayıtlıdır. İhramlı
olan kimse el ve ayak tırnaklarını keserse, bir kurban kesmesi vacip olur. Beş
tırnaktan daha azını keserse, sadaka vermesi gerekir.
Daha önce "Keffaret Nedir?" başlığı altında, bu
ıstılâh'ın mahiyetini izah etmiştik!.. Meşru bir sebeb ve zaruretten dolayı
tıraş olan, elbise giyen, güzel koku sürünen veya tırnak kesen muhrim (ihramlı
kimse) keffaretlerden dilediğini yapar. Eğer kurban kesmeyi arzu ederse, bunu
"Harem" dahilinde keser. Eğer "Harem'in" haricinde keserse, kurban
olarak caiz olmaz. Bu durumda etinin bedelini altı fakire vermesi icabeder. Ayrıca her
fakire yarım sa' buğday (yaklaşık 1,667 kg.) vermek sûretiyle altı fakiri
sevindirir. İhramlı olan kimse oruç'u seçerse; dilediği yerde üç gün oruç tutar.
Bunları dilerse arka arkaya, dilerse ayrı ayrı tutar. Eğer sadaka vermeyi uygun
bulursa, her fakire yarımşar sa' olmak üzere, altı fakire buğday verir ki, bu toplam
üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) eder. Bu sadakayı "Mekke'de mukim" olan fakirlere
vermek efdaldir. Mekke'li olmayanlara vermek de caizdir.
CİNSİ MÜNASABETTE BULUNMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Hacc
(ayları) aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz eder (ayları) bilinen
aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz eder (ihrama girerse) artık haccda
kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur" hükmü beyan
buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerime'de geçen "Refes" kelimesini
"cinsi münasebet ve insanı cinsi münasebete götüren fiiller" olarak
değerlendirmiştir. İhram'a giren bir kimse; Arafat'ta vakfe yapmadan önce nikâhlı
eşiyle cinsi münasebette bulunursa haccı fasid olur. Bu kimsenin ayrıca bir kurban
kesmesi vaciptir. Diğer hacc menasikini tamamlar ve ertesi yıl haccını kaza etmesi
farz olur" hükmünde ittifak etmiştir. Arafat'ta vakfe yaptıktan sonraki duruma
gelince: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim Arafa'da vakfe yaparsa, onun haccı tamam
olmuştur" Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; "Vakfe'den sonra
zevcesi ile cinsi temasta bulunan muhrimin (İhramlı kimsenin) haccı fasid olmaz. Ancak
işlediği cinayet sebebiyle bir deve kurban etmesi vacip olur" hükmünde ittifak
etmiştir. Bu hususta İbn-i Abbas (ra)'dan gelen kavil esas alınmıştır. Bayramın
birinci günü Akabe Cemresini taşlayıp, kurban kesen ve tıraş olan muhrim (İhramlı
kimse) nikâhlı eşiyle cinsi temasta bulunursa, bir koyunu kurban kesmesi gerekir.
Çünkü Ziyaret tavafından önce, cim'a yapması caiz değildir.
Nikâhlı eşinden "Ferci'nin" haricinde faydalanmaya
gelince, ister inzal vaki olsun, ister olmasın, dokunmak, şehvetle öpmek ve kucaklamak
haccı ve umreyi ifsad etmez. Fakat bu fiiller de "Cinayet" hükmündedir.
İhramlı olan kimse; karısına şevhetle dokunur, öper ve kucaklarsa, üzerine kurban
kesmek vacip olur. Hacc-ı Kıran'a niyyet eden mükellef, umre yapmadan önce cinsi
münâsebette bulunursa, hem umresi, hem de haccı fasid olur. Fakat bu kimse umrenin ve
haccın menasikini tamamlar. Bir yıl sonra; hem umre'sini, hem de haccını kaza eder.
Kendisinden o senenin Hacc-ı Kıran'ının kurbanı sakıt olur. Ancak bu mükellefin
üzerine iki kurban kesmek vaciptir.
Malûm olduğu üzere el ile istimnâ yapmak, büyük günahlardandır.
Daha önce İstimna'nın hükmünü izah etmiştik!.. İhramlı olan bir kimse, şehvetine
mağlûp olup, el ile istimnâ yaparsa, kendisine bir kurban vacip olur. Ayrıca tevbe
etmesi şarttır. Rüyasında ihtilâm olan veya sırf düşündüğü için inzal vaki
olan muhrim için (İhramlı kimse için) birşey gerekmez.
1029 Sonuç olarak; ihrama giren bir mükellef'in Arafat'ta vakfe'ye durmadan önce
eşi ile cinsi temasta bulunması (İnzal vaki olsa da olmasa da) haccını ifsad eder. Bu
kimsenin bir yıl sonra (Ertesi yıl) o haccı kaza etmesi farzdır. Arafat'ta vakfe'den
sonra cinsi münasebette bulunması, büyük bir cinayet olmakla birilikte haccını ifsad
etmez. Ancak o mükellefin üzerine bir deve kurban etmesi vacip olur. Zira bu husus
Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilmiştir. Müzdelife'de gecelerken ve müzdelife
vakfesinde de durum böyledir. Yani muhrim (İhramlı kimse) Cim'a ederse, üzerine bir
deve kurban etmesi vacip olur. Bayramın birinci günü; Akabe Cemresini
taşladıktan, kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra, cinsi temasın dışındaki
diğer hususlar mükellefe helâl olur. Ziyaret tavafını yaptıktan sonra, cinsi
münasembette bulunmasında bir mahzur yoktur. Dolayısıyla ihrama giren mükellefin, bu
hususlarda titiz olması zaruridir. Çünkü keffaret'in günahları örtmesi için;
kasden haram işlememek esastır. Ayrıca herhangi bir şekilde keffaret yerine
getirildikten sonra, tevbe etmek şarttır.
TAVAF, SA'Y VE ŞEYTAN TAŞLAMALARLA İLGİLİ CİNAYETLER: Farz olan
ziyaret tavafını abdestsiz olarak edâ eden kimseye bir dem (koyun veya keçi), cünüb
olarak yapan kimseye ise bir bedene (Deve veya sığır) kesmesi vacib olur. İbn-i Abbas
(ra)'den böyle rivayet edilmiştir. İmam-ı Merginani: "Zira Cünüblük hali;
abdestsizlik halinden, daha galizdir. Dolayısıyla aralarındaki farklılığı meydana
çıkarmak ve izhar etmek için; ayrıca ibadetin noksanını tamamlama dikkate alınarak
bir bedene (Deve veya sığır) vacib olur. Tavafın ekserisini cünüp olarak edâ eden
kimse için de hüküm aynıdır. Zira birşeyin ekserisi, onun tamamı hükmünde olur.
Efdal olan Mekke'de olduğu zaman, ziyaret tavafını iade etmesidir" hükmünü
zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de: "Essah olan, ziyaret tavafını abdestsiz olarak
edâ etmiş olan mükellefin bunu iade etmesinin mendub, cünüb olarak edâ etmiş olan
kimsenin iade etmesinin vacip olduğudur" hükmü kayıtlıdır.
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kâbe-i Muazzama'yı tavaf namazdır.
Ancak Allahû Teâla (cc) onda konuşmayı mübah kılmıştır" buyurduğu
bilinmektedir. Dolayısıyla ister farz olsun, ister sünnet olsun her türlü tavafta
"Taharet" şartı aranır. Sünnet olan kudûm tavafını, abdestsiz olarak edâ
eden mükellef üzerine bir sadaka vacip olur. Eğer cünüb olarak kudûm tavafı
yaparsa, bir kurban kesmesi gerekir. Mekke'de bulunduğu süre içerisinde, bunları iade
ederse, hem kurban, hem de sadaka'dan kurtulur. "Veda" tavafında da durum
farlı değildir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Vedâ (sader) tavafını abdestsiz olarak
yapmış bulunan kimsenin sadaka vermesi gerekir. Bu kavil sahihtir. Bu tavafın bir
kısmını abdestsiz yapmış ise, bütün rivayetlere göre yine sadaka vermesi icabeder.
Fakat abdest alarak iade ederse, o sadaka bi'l-icma sâkıt olur. Siracü'l Vehhac'ta da
böyledir. Vedâ tavafının tamamını veya ekserisini cünüb olarak yapan kimseye
kurban vacip olur. Eğer ehline dönmüş ise, cezâ olarak bir koyun gönderir. Bu
mükellef eğer henüz Mekke'den çıkmamışsa tavafı iade eder ve üzerindeki kurban
cezası sakıt olur. Tehir etmiş olmasından dolayı bi'l-ittifak herhangi birşey
gerekmez. Vedâ tavafının tamamını veya şavtlarının ekserisini terk etmiş olan
kimsenin, bir koyun kurban etmesi vacip olur. Şayed veda tavafının üç şavtını terk
etmiş (Dört şavtını edâ etmiş) olursa, terkettiği her şavt için yarım sa'
buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) fakirlere tasadduk etmesi gerekir. Kafi'de de
böyledir" denilmektedir.
Malûm olduğu üzere "Ziyaret tavafı" farzdır. Dolasıyla
Hacc ibadetini edâ eden mükellef; "Ziyaret Tavafı'nı" yapmadan ihramdan
çıkamaz. Kudûm tavafı "sünnet", Vedâ tavafı (Sader)
"Vacip'tir". Mükellef Mekke'de olduğu süre içerisinde; tam bir taharet,
huşû ve ihlâsla bu amelleri edâ etmek durumundadır. Sadece Mikat'tan ihrama girip;
doğrudan doğruya Arafat'a geçen (Mekke'ye uğramadan) mükellefin üzerinden kudûm
tavafı sakıt olur.
Safa ile Merve arasındaki sa'yi terkeden mükellef üzerine bir kurban
(Koyun) kesmek vacip olur. Hanefi fûkahasına göre Safa ile Merve arasında sa'y etmek
haccın rüknü değildir. Nitekim İmam-ı Merginani: "Bir kimse Safa ile Merve
arasında yapılan sa'y amelini terkederse, üzerine bir kurban (dem, koyun) vacip olur.
Onun hacc ameli ise tamamdır. Zira "Sa'y" ameli bizim katımızda vaciptir. Bu
durumda terkeden mükellef üzerine kurban lâzım gelir, Haccı ifsad olmaz"
hükmünü beyan eder. Safa ile Merve arasında sa'y etmek için "Taharet"
şartı da aranmaz. Fateva-ı Hindiyye'de: "Hayızlı, nifaslı ve cünüb olarak
yapılan sa'y ameli de sahihtir. Kezâ ihramdan çıktıktan sonra sa'y edilmiş olsa bu
da caizdir. Sa'y amelini, hacc aylarından sonra edâ etmek de sahihtir. Siracü'l
Vehhac'ta da böyledir" hükmü kayıtlıdır. Hanefi fûkahası: "Kadının
hayız hali, tavaftan başka hiçbir menasiki menetmez." hükmünde ittifak
etmiştir.
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Güneşin batmasından sonra Arafat'tan
ayrılın" Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Arafat'tan;
Ulû'lemr'den (imam'dan) ve Güneşin batmasından önce ayrılan mükellef üzerine bir
kurban vacip olur" hükmünde ittifak etmiştir. Güneşin batmasından sonra
"Ulû'lemr Arafat'tan, meşru bir sebeple ayrılmazsa, mükellefin yola çıkmasında
bir beis yoktur. Ancak güneş batmadan önce ayrılırsa bir dem (Koyun) vacib olur.
Güneş batmadan ayrılır ve yine güneş batmadan Arafat'a dönerek, Ulû'lemr ile
birlikte tekrar ayrılırsa, kurban sâkıt olur. Feteva-ı Hindiyye'de: "Arafat'tan
ayrılmanın kişinin arzusuyla olması veya hayvanının (vasıtasının) onu alıp
kaçması arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Müzdelife vakfesini
terk eden mükellef üzerine de bir kurban vacip olur. Hidaye'de de böyledir. Bir kimse
Cemre'lerin tamamını terketse veya Akabe yahut diğer cemrelerden birine taş atmakla
iktifa etse; bu kimsenin bir koyun kurban etmesi gerekir. Eğer azını terk ederse
(Meselâ her cemre'ye beşer veya altışar taş atar, bunları yediye tamamlamazsa) her
taş için yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1.667 kg.) sadaka olarak verir. Ancak bu
sadakaların tamamının bedeli, bir kurban fiyatına ulaşırsa, muhayyerdir. İster
sadaka verir, ister kurban keser, El ihtiyar Şerhu'l Muhtar'da da böyledir. hükmü
kayıtlıdır. Müzdelife vakfesinden sonra; (Bayram'ın ilk günü) Akabe Cemresi'ni
taşlamayı terk eden mükellefin üzerine bir kurban vacip olur.
Hz. Abdullah İbn-i Mes'ûd (ra)'dan rivayet edilen bir Hadis-i
Şerif'te: "Bir nüsûkü (Ameli), diğer bir nüsûk üzerine takdim eden kimsenin
üzerine bir dem (Koyun) lâzım gelir" hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Hadis-i
Şerifi esas alan Hanefi fûkahası; her amelin zamanında ve tertibe uygun olarak edâ
edilmesinin şart olduğunda ittifak etmiştir. Meselâ; Akabe Cemresini taşlayan bir
mükellef önce kurban kesmek, sonra tıraş olmak ve sonra da "Ziyaret"
tavafını yapmak durumundadır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre hacc-ı kıran
ve hacc-ı temettû yapan mükellef'in; kurban kesmeden önce tıraş olması halinde iki
kurban kesmesi gerekir. Birisi hacc kurbanı, diğeri de cezadır. Yine Bayram günleri
geçinceye kadar tıraş olmayan ve ziyaret tavafını edâ etmeyen kimseye de kurban
vacip olur. İmameyn (rh.a) bu hususta muhaliftir.
AVLANMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Siz
(Hacc ve Umre için) ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek
öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza vardır ki;
Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi iki kişi
hüküm (ve takdir) edecektir. Yahûd bir keffaret vardır ki (o nisbette) yoksulu
doyurmak yahûd onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu sûrette o kimse, ettiğinin
vebalini atmış olsun. Allah geçmişi bağışladı. (Fakat) Kim bir daha böyle yaparsa
Allah ondan intikamını alır. Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir" hükmü
beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Yaratılışları itibariyle insanlardan
kaçan ve korunan hayvanlara "Av hayvanları" denir. Av hayvanları iki
çeşittir. Birincisi: Karada yaşayan av hayvanları, ikincisi: Denizde yaşayan av
hayvanları. Hayvanların doğumları (Kara veya deniz) esas alınır, yaşayışları
arızidir" hükmünde ittifak etmiştir. İhramlı olan bir mükellef, karada
yaşayan av hayvanını öldürürse veya avcılık yapan (İhramsız kimseye) kılavuzluk
ederse cezalandırılır. Bu cezada; kasden veya unutarak yapanla, ilk defa veya tekrar
tekrar yapan kimse müsavidir.
Feteva-ı Hindiyye'de: "Ceza, avlanan hayvanın kıymetine göre
değişir. Şöyle ki; avın avlandığı zaman ve avlandığı yerdeki kıymetini adil
olan iki mü'min takdir eder. Zira kıymetler zamanın ve mekânın değişmesi ile
değişebilir. Av, kara hayvanı ise ve avlandığı yerde de av hayvanı satışı mevcut
değilse; bakılır. Oraya en yakın yerde av hayvanı satışı yapılıyorsa, oradaki
kıymet esas alınır. Tebyinde de böyledir. Avlayan muhrim (ihramlı kimse) muhayyerdir.
İsterse vurduğu hayvanın bedeli ile bir kurban satın alır ve keser, isterse takdir
edilen kıymete göre; fakirlere sadaka verir. Her fakire yarım sa' buğday (yaklaşık
1,667 kg.), yahut bir sa' arpa (Yaklaşık 3,334 kg.) veya bir sa' hurma verir. İsterse
oruç tutar. Kafi'de de böyledir. Muhrim (ihramlı kimse) oruç tutmayı seçerse;
vurduğu hayvanın kıymeti, iki adil kimse tarafından yiyecek olarak takdir edilir.
Mükellef takdir edilen her yarım sa' buğday için bir gün oruç tutar" hükmü
kayıtlıdır.
Hanefi fûkahası Ayet-i Kerime'de geçen: "İçinizden kim onu
bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza
vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adelet sahibi
iki kişi hüküm (ve takdir) edecektir" hükmünü esas alarak; avlanan hayvanın
vücûd yaşının dikkate alınacağı ve bunun boğazlanan hayvanlarla (Eti yenen)
mislinin tesbit edileceğini beyan etmiştir. Meselâ "Geyik avlayan bir muhrim
(ihramlı kimse) için, bir koyun, tavşan avlayan için bir oğlak kurban eder"
denilmiştir!.. İmam-ı Merginani bu konuyu izah ederken: "Allahû Teâla (cc)
ihramlı iken av öldüren kimse için: "(Onlara) ceza, öldürdükleri hayvanın
neam'dan (Eti yenen hayvandan) mislidir" hükmünü beyan buyurmuştur. Eti yenen
hayvandan (Neam'dan) onun misli; yaratılış (vücût yapısı, fıtrat) olarak
benzeyendir. Çünkü kıymetine "Neam" denilmez. Sahabe-i Kiram'ın deve
kuşunda, geyikte, vahşi eşekte ve tavşanda beyan ettiğimiz üzere yaratılış ve
sûret (Görünüş) bakımından benzerini vacip kıldığını biliyoruz. Ayrıca
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sırtlan bir avdır ve onda da bir koyun vardır"
buyurduğu malûmdur. İmam-ı Muhammed (rh.a) kendisi için nâzir bulunamayan av
hayvanınında kıymetin esas alınacacağını beyan etmiştir. Serçe, güvercin ve
bunun gibi!.." hükmünü beyan eder. Esasen avı öldüren muhrim iki adil mü'minin
hükmüne uyarak hareket etmek durumundadır. İki adil mü'min; avın kıymetini takdir
edip, kendisine tebliğ etmek durumundadır. Av öldüren muhrim; kurban kesmeye (netice
olarak) karar verirse, bunu ancak Mekke'de kesebilir, başka yerde kesemez.. Çünkü bu
husus bizzat Ayet-i Kerime'de zikrolunmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ile
İmam-ı Yusuf (rh.a); "İki adil mü'min ancak kıymet takdirini yapabilirler;
cezaya müstehak olan muhrim'in kurban, oruç veya sadaka olarak (herhangi birisinden)
ödemesi hususuna karar veremezler. muhrim bu hususta muhayyerdir. Çünkü Ayet-i
Kerime'de "ev" kelimesiyle araları ayrılmıştır. Bunun onun muhayyer
olduğunu beyan eder" hükmünü beyan etmişlerdir. İmam-ı Muhammed (rh.a) ise;
İki adil mü'min kıymet takdiri yaptığı gibi, avı öldüren muhrimin (Kurban, oruç
veya sadaka'dan) hangisiyle amel edeceğine de karar verebilir buyurmuştur.
İnsanlara saldıran ve yırtıcı olan hayvanların öldürülmesinde
bir beis yoktur. Hanefi fûkahası, ihrama giren mü'minlere eziyyet veren hayvanlara
"Faasık" ismi verildiği hususunda müttefiktir. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"İhramda olan mükellef; fareyi, kargayı, dölengeç kuşunu, akrebi, yılanı ve
saldırgan köpeği öldürebilir" buyurduğu bilinmektedir. Yine İbn-i Ömer
(ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Beş çeşit hayvan vardır ki,
bunların hepsi faasıktır. Hıll'de de, Harem'de de öldürülebilirler: fare, akreb,
karga, çaylak ve kuduz köpek" buyurulmuştur. Hz. Aişe (r.anha) validemizden de bu
hayvanların öldürülebileceğine dair rivayet ulaşmıştır. Abdullah İbn-i Mesûd
(ra): "Resûl-i Ekrem (sav) ashabına Mina'da bir yılanı öldürmelerini emir
buyurdu" demiştir. Dikkat edilirse "Faasık" olarak nitelendirilen bu
hayvanların hiç birisinin eti yenmez. Av olarak da herhangi bir değeri yoktur. Hanefi
fûkahası aynı özellikleri taşıyan diğer hayvanların
öldürülüp-öldürülemiyeceği noktasında ihtilâf etmiştir. İmam-ı Azam Ebû
hanife (rh.a)'den gelen zahir rivayet; Resûl-i Ekrem (sav)'in isimlerini
zikrettiği hayvanların dışındakilerin öldürülemiyeceği yolundadır. Ancak
yırtıcı bir kuş veya vahşi bir hayvan (Arslan, kaplan vs...) ihramlı olan kimseye
saldırırsa öldürülebilir. İmam-ı Merginani: "İhramlı olan mü'mine taarruz
etmek haram kılınmıştır. Yoksa kendisine yapılan saldırıyı defetmek ve eziyyeti
gidermek menedilmemiştir." hükmünü beyan eder. Eğer saldırıyı defetmek ve
eziyyeti gidermek; öldürmeden mümkün olursa, o yolun tercih edilmesi güzeldir.
Bir av hayvanını yaralayan, tüylerini yolan veya o hayvanın bir
uzvunu sakatlayan kimse, kıymetinden eksiltiği miktarı öder. Eğer bir kuşun
tüylerini yolar veya av hayvanının ayaklarını keser de; kaçıp kurtulma imkânından
mahrum bırakırsa, onun değerinin tamamını ödemek durumundadır. Av hayvanının
yumurtasını kırarsa yumurtanın kıymetini, içinden ölü yavru çıkarsa dirisinin
kıymetini tasadduk eder. Bu av hayvanının değerini de; yine o hususta bilgi sahibi,
adil iki mü'min takdir edecektir.
İhramlı bir kimseye av avlamak ve onu öldürmek haram olduğu gibi,
ava delâlet etmesi (Avın yerini göstermesi) de yasaktır. Avı öldüren kimseye
terettüp eden ceza, avın yerini gösterene de terettüp eder. Ava delâlet etme'den
murad; yardımdır. Bu bizzat el işaretiyle olabilceği gibi, kaş-göz hareketiyle de
olabilir. Hz. Ebû Katade (ra)'den rivayet edilen Hadis-i Şerif'te ava delâlet etme
yasaklanmıştır. Hanefi fûkahası: "Ava (Gerek işaret, gerek diğer yollarla)
delâlet etmek ihramlı kimseye yasaklanmıştır. Çünkü o yardımda, av hayvanının
emniyetini ortadan kaldırma sözkonusudur. Av hayvanları insanlardan uzak durmak ve
gizlenmek sebebiyle emin durumdadırlar. Avcıya işaret etmekle ve bulunduğu yeri haber
vermekle, telef olmasına sebeb olunur. Halbuki ihramla birlikte taarruz ve taarruza sebep
olacak hususlar yasaklanmıştır" hükmünde ittifak etmiştir. Esasen Hz. Ata
(ra)'dan rivayet edildiğine göre; insanlar avcıya delâlet eden muhriminin (ihramlı
kimsenin) cezalandırılacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'de: "Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de,
müsafire de faide olmak üzere- size helâl edildi. İhramda bulunduğunuz müddetçe ise
kara avı haram kılındı. Huzuruna varıp toplanacağnız Allah'dan korkun" hükmü
beyan buyurulmuştur. Dolasıyle ihramlı olan bir mü'mine, deniz avı helâl
kılınmıştır.
Açlık sebebiyle ızdırar (Muzdar) hale düşen ihramlı kimse;
herhangi bir kara avını öldürürse, yine de (Muzdar hale rağmen) cezasını öder.
Hanefi fûkahası, ızdarar halinde ölü (Leş) eti yemeyi, av hayvanına tercih
etmiştir. Nitekim İbn-i Abidin: "Ölü eti (Leş) av üzerine tercih edilir. Bu
Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e göredir. İmam-ı Yusuf ile İmam-ı Hasan'a göre
avı keser. Fetva birinciye (Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e) göredir. Nitekim
Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Ben derim ki: Bahır sahibi dahi bunu tercih
etmiş; "Çünkü av etinde iki haramı irtikab etmek vardır. Bunlardan biri yemek,
diğeri öldürmektir. Ölü etini yemekte ise sadece bir irtikâb vardır. O da yemektir
demiştir. Hilâf evleviyet meselesidir. Nitekim Bahır sahibinin "Haniye'den
naklettiği "Ölü evlâdır" sözünden anlaşılan da budur. Bir haram, iki
haram sözlerinden murad, muzdar (Izdırar halinde) kalmazdan önceki asli hükümdür.
Çünkü muzdar kaldıktan sonra artık haram diye birşey yoktur" hükmünü
zikreder. İhramlı kimsenin; koyun, sığır, deve, tavuk ve bunun gibi hayvanları
şer'i usûle uygun olarak kesmesinde bir beis yoktur. Ancak bunların dışında; evcil
olan ördek ve kaz gibi hayvanları da kesebilir. Yabani ördek ve kaz; av hayvanı
hükmündedir.
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in avı ürkütülmez"
Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "İhramsız olan bir kimse harem
içerisinde bir av hayvanını vurduğu zaman, onun kıymetini fakirlere sadaka olarak
verir. Zira bütün av hayvanları; harem sebebiyle emniyet hakkına haizdirler"
hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Münziri: "Haremde avlanmak ihramlı olan
kimseye de, ihrmalı olmayan kimseye de yasaktır" hükmünde Ehl-i Sünnet ve'l
Cemaat''in müctehid imamlarının icma ettiğini kaydetmektedir. İhramlı olan kimsenin
av hayvanlarının etini alıp-satması da batıldır.
HAREM BÖLGESİNİN BİTKİ VE AĞAÇLARI: İnsanların
ekip-yetiştirdiği cinsten olmadığı gibi; onların emekleri sonucu da ortaya
çıkmamış olan ağaç ve bitkilerin koparılması ve onlardan menfaat elde edilmesi
helal değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in yeşil otu biçilmez ve dikeni de
kesilmez" buyurduğu bilinmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Bir kimse harem
bölgesinin yeşil olan bir bitkisini kopardığı zaman, kopardığı şeyin kıymeti
kadar yiyecek alır ve her fakire yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) tasadduk
eder. Bunu istediği yerde yapabilir. Bu şahıs dilerse bir kurbanlık alıp, harem'de
kesebilir. Ancak bu cinayet sebebiyle oruç tutmak caiz değildir. Bu işi yapan kimsenin
ihramlı veya ihramsız olması da müsavidir. Ayrıca kıymetini tasadduk etse dahi,
kopardığı o bitkiden faydalanması mekruhtur. Satmış olursa, bu satış caiz olur ve
satış karşılığı aldığı bedeli fakirlere tasadduk eder. Harem bölgesinin
kurumuş, gelişme ve büyüme imkânı kalmamış olan bitkilerini koparmakta bir
sakınca yoktur. Tahavi şerhi'nde böyledir" hükmü kayıtlıdır. Harem'de
insanların bizzat çalışarak yetiştirdiği; sebzelerin ekinlerin, çikçeklerin ve
benzeri şeylerin, sahibinin izniyle koparılmasında mahzur yoktur. Ancak ihramlı olan
bir kimse; başkasının bizzat yetiştirdiği harem bölgesindeki bir sebzesini kaparsa;
kopardığı şeyin kıymetini sahibine (Kul hakkı) olarak ödemesi, aynı bedeli şer'i
şerifin hakkı olarak farkilere tasadduk etmesi gerekir.