İHSAR (HACC'DAN MENEDİLMEK VEYA GERİ
KALMAK)
Molla hüsrev: İhsâr'ın lûgat manası, mutlak olarak men
etmek, alı koymak demektir. Şer'an: "İhramlı olan mükellefi; hacc ve muresinin
tamamına erişmesinden, düşman, hastalık veya meşru bir başka sebeble menedilmesine
"İhsar" denilir" hükmünü beyan etmektedir. İbn-i Abidin: "İhsar
lûgatta men etmek demektir. Yani korku, hastalık, acz gibi birşeyle menetmektir.
Hapishaneye veya bir şehre kapamak suretiyle düşmanı kendisine men ederse buna
"Hasr" denir. Nitekim Keşşaf ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. El
Muğrib'te: "Meşhur olan budur" denilmektedir. Tamamı İbn-i Kemal'in
şerhindedir. Şeriatta iki rükünden men etmektir. Bunlar vakfe ve hacc'da tavaftır.
Lâkin ileride göreceğiz ki, umrede de ihsar tahakkuk etmektedir. Halbuki onun bir
rüknü vardır, o da tavafdır. Hasılı "Hasr"; bir yerden çıkmayı men
etmektir. İhsar ise; matlûba (Taleb edilen, hacc ve umre'ye) erişmeye hastalık ve
düşman sebebiyle mani olmaktır" buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hacc
veya umre için ihrama giren; sonra da ihramın gerektirdiği fiilleri yapmaktan herhangi
bir sebeple men edilen kimseye muhsar denir. Hacc'dan men edilme; ister düşman
tarafından, ister hastalık, yaralanma, kırılma, hapiste bulunma ile veyahut da başka
bir mani'den dolayı olsun hepsi müsavidir. Ulemamızın kavillerine göre, ihramın
gerektirdiği vazifeler; hakiki ve şer'i olur. Bedai'de de böyledir. Bir mükellefi
vasıtaya binmekten veya yürümekten alıkoyan hastalık; ihsarı sabit kılacak
mahiyette bir hastalık sayılır. İhsar için sözkonusu olan düşman; müslüman,
kâfir veya yırtıcı hayvan olabilir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Hacc yolunda
gerekli olan nafakası çalınmış veya bindiği hayvanın (vasıtasını) kaybettiği
için, yürümeye gücü yetmeyen kimse de muhsardır. Fakat bindiği hayvanını
(vasıtasını) kaybeden kimsenin yürümeye gücü yetiyorsa, o kimse muhsar sayılmaz.
İhrama girdiği zaman yanında kocası olmayan kadın, yanındaki mahremi ölen kadın,
yanında mahremi olmadığı halde ihrama giren kadın ve kocası ölen kadın, birer
"Muhsara"dırlar. Bedai'de de böyledir. Bir kadının mahremi yolda ölür ve
kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir yolda ölür ve kadınla Mekke
arasında üç konak veya daha fazlası bir mesafe bulunursa, bu kadın da muhsara
hükmündedir" denilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de: "Haccı da, Umre'yi de Allah için tam yapın.
Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin, bununla beraber)
kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin..." hükmü beyan
buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası: "Hacc veya umre
yapmasına mani olunmuş mükellefin ihramdan çıkması için; Mina'ya bir kurbanlık
veya onun bedeli olan miktarı gönderip, kendi adına kestirmiş olması gerekir.
Kurbanı gönderen şahısla (Muhsar'la), götüren şahıs arasında kurbanın ne zaman
kesileceği hususunda önceden bir sözleşme yapılmalıdır ki, muhsar olan kimse
-Kurban kesilmeden önce- ihramdan çıkmış olmasın" hükmünde ittifak etmiştir.
Kurbanın kesilmesinden sonra ihramdan çıkan mükellef; eğer hacc-ı ifrad yapmaya
niyetli idiyse, bu kimsenin bir yıl sonra bu ibâdeti edâ etmesi gerekir. Şayed niyyeti
Hacc-ı Kıran yapmak idiyse; ihramdan çıkmak için iki kurban kestirir, sonra da iki
Umre ve bir hacc yapması gerekir. Bu kurban, harem hududları içerisinde kesilir,
kat'iyyen dışında kesilemez. Arafat'ta vakfe yapan kimse "Muhsar" olmaz. Zira
vakfeden sonra ihsar hükmü yoktur. Fakat tavaf'tan ve vakfe'den engellenen Mekkeli için
de ihsar hükmü geçerlidir. Umre'ye niyet eden mükellef; "Muhsar" duruma
düşerse, kurbanı dilediği yerde kesebilir.