Namazın
Şartları
Namazın geçerli olması için bazı şartların ve rükünlerin
bulunması gereklidir. Şart, sözlükte alamet demektir. Bir terim olarak şart;
varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve
mahiyetinden ayrı olan şeydir. Rükün ise, sözlükte; en kuvvetli taraf demektir. Bir
terim olarak rükün; bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan ve o şeyin esas
unsur ve parçalarını teşkil eden esaslardır. Şer'i hüküm olarak şart ve rükne
farz vasfı verilir. Bunların her ikisi de farzdır. Bu yüzden bazı fakihler bu konuya
"namazın farzları" başlığını koymuşlardır. Bir de namazın farz
olmasının şartları vardır. Bunlar müslüman olmak, buluğ çağına ulaşmak ve
akıllı olmak üzere üç tanedir (Şürünbülalî, Merakul-Felah, s. 28; eş-Şirazî,
el-Muhezzeb, 1, 53; İbn Kudame, el-Muğni, l, 396-401; ez-Zühaylî, el-Fıkhuul-İslamî
ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, l, 563 vd)
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı daha namaza
başlamadan bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Hadesten temizlenme 2) Necasetten temizlenme, 3) Avret yerini örtmek, 4) Kıbleye
yönelmek, 5) Vakit, 6) Niyet. Bunlara, "namazın şartları" denir.
Diğer altısı da namaza başladıktan sonra bulunması gereken
farzlar olup şunlardır; 1) iftitah tekbiri, 2) Kıyam, 3) Kıraat, 4) Rükü, 5)
Sücûd, 6) Son oturuşta "et-Tehiyyatü"yü okuyacak kadar bir süre oturmak.
Bunlara da "namazın rükünleri" denir. Bunlardan başka ta'dill-i erkan ve
namazdan kendi isteği ile çıkmak gibi başka rükünler de vardır. İleride bunları
açıklayacağız.
Burada, önce namazın şartları üzerinde duracağız:
1) Hadesten Temizlenme:
Abdestsizlik, cünüplük, hayız veya lohusa hallerinde bulunmaya
"hades hali" denir. Abdestsizlik küçük hades, diğerleri büyük hadestir.
Küçük veya büyük hadeslerden temizlenmek abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm
etmekle olur. Allah Teala şöyte buyurur: "Ey iman edenler! Namaza kalktığınız
zaman yüzlerinizi, dirseklerle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızın bir
bölümünü meshedin. Topuklarla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) Eğer cünüp
iseniz iyice temizlenin " (el-Maide, 5/6).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Abdest bozan kimse, abdest
almadıkça Allah Teala sizden birinizin namazını kabul etmez" (Buharî, Vüdu ; 2;
Müslim, Tahare, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 308). Allah Teala temizlenilmeksizin hiç bir
namazı kabul etmez" (Buharî, Vüdu ; 2; Müslim, Tahare, 1; Tirmizî, Tahare, 1;
Darimî, Vüdu', 21; Ahmed İbn Hanbel, II, 39).
Farz, vacib, sünnet veya nafile tam namaz veya tilavet yahut şükür
secdesi gibi eksik namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Abdestsiz
kılınacak bir namaz sahih olmaz.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulsa, namaz da bozulmuş
olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi, namazda yellendiği
zaman, namazdan ayrılıp abdest alsın ve namazını iade etsin " (Ebu Davûd,
Tahare, 81, Salat, 187; Tirmizî, Racia, 12).
Hadesten temizlenme, namazın diğer şartları gibi sıhhat
şartlarındandır (bk. el-Kasanî, Bedayiu's-Sanayî', l, 114vd.; İbnül-Hümam,
Fethul-Kadîr, l, 179 vd,).
2) Necasetten Temizlenme:
Namazdan önce bedende, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan
pisliği temizlemek gerekir. Bu temizlik namazın geçerli olması için ön şarttır.
Elbisede ve namaz kılınan yerde, ayak, el ve dizler ile sağlam görüşe göre alnın
konulacağı yerde dört gramdan (1 miskal) fazla insan dışkısı gibi katı yahut avuç
içinden daha geniş alana yayılan insan sidiği veya şarap gibi sıvı pisliğin
bulunması namazın sıhhatine engel teşkil eder. Eti yenen hayvanların veya atların
sidiği ve dışkısı ise bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir bölümünden
az miktarı namaza engel olmaz, affedilmiş sayılır. Bundan fazlasını ise, temizlemeye
güç yetince namazın sıhhatine engel olur.
Allah Teala; "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) buyurmuştur. İbn Sîrin,
bu temizlemenin elbisedeki pisliğin su ile temizlemek olduğunu söylemiştir. Hz.
Peygamber Fatıma binti Ebî Hubeyş (r.anha)'nın özür kanının (istihaza) hükmünü
sorması üzerine şu cevabı vermiştir: "Bu, kanama yapan bir damardır. Ay başı
değildir. Adet zamanın geldiğinde, namazı bırak. Adetin kadar bir süre geçtikten
sonra kanını yıka, guslet ve namaz kıl" (Buharî, Vüdu', 63; Hayz, 24; Müslim,
Hayz, 62, 63; Ebü Davûd, Tahare, 107). Mescidin içinde küçük abdest bozan bedevî
için Resulullah (s.a.s); "Bu bedevinin işediği yere kova ile su dökün "
(Buhari, Vüdu', 58, Edeb, 35, 80; Müslim, Tahare, 98-100) buyurmuştur. Yukarıdaki ayet
elbiseyi temizlemenin, ilk hadis bedeni, ikinci hadis ise namaz kılınacak yeri
temizlemenin farz olduğuna delalet eder.
3) Avret Yerini Örtmek:
Avret sözlükte; eksiklik, kusur, düşmanın sızmasından korkulan
zayıf mevzi, örtülmesi gereken yer ve kadın gibi anlamlara gelir. Şer'î bir terim
olarak; bakılması haram olup, örtülmesi farz bulunan uzuvlara "avret yeri"
denir. Hanefilere göre, insanların huzurunda avret yerinin örtülmesi icma ile
farzdır. Sağlam olan görüşe göre, tenhada örtmek de farzdır. Bir kimse karanlık
bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu halde çıplak olarak namaz kılsa, bu namaz
sahih olmaz (İbn Abidîn, a.g.e., l, 375),
Yıkanma, tabiî ihtiyaç, taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında,
tenha bir yerde de bulunulsa, namazda veya namaz dışında avret yerlerinin örtülmesi
farzdır. Bunun delili Kitap ve Sünnettir. Allah Teala şöyle buyurur: Ey
Ademoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin"
(el-A'raf, 7/31). İbn Abbas (r.a)'a göre; bundan kastedilen namazda giyilen temiz
elbiselerdir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Allah Teala buluğa ermiş
kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mace, Tahare, 132; Tirmizî,
Salat, 160; Ahmed b. Hanbel, Vl,151, 218, 259). Ey Esma! Kadın buluğ çağına
ulaşınca, onun şu ve şu uzuvlarından başkasının görünmesi helal ve caiz
olmaz". Hz. Peygamber bu sözleri söylerken, elleri ile yüzünü işaret
etmişti" (Ebü Davûd, Libas, 31).
Erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları; göbekleri altından dizleri
altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup
avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Erkeğin avret yeri,
göbeği ile diz kapağı arasıdır", "Göbeğinden aşağısı diz
kapaklarını geçinceye kadar olan kısımdır" (Ahmed b. Hanbel, II, 187). Başka
bir delil de Darekutnî'den rivayet edilen, "Diz kapağı avret yerlerindendir"
(Zeylai, Nasbur-Râye, l, 297) anlamındaki zayıf hadistir.
Hür kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil
bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu
bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayakları konusunda ise görüş
ayrılığı vardır. Daha sağlam görülen görüşe göre, ayakları da avret
değildir. Çünkü ayaklarla yolda yürüme zarureti vardır. Özellikle bunları örtmek
yoksullar için güçtür. Başka bir görüşe göre, bir kadının namazı, ayağının
dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur, diğer bir görüşe göre ise,
ayakları namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu
görüş ayrılığından kurtulmak için ayakların örtülmesi daha uygun
görülmüştür. Sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve
salıverilmiş saçları da avrettir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Kadınlar, kendiliğinden
görünen dışında, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr, 24/31). Bundan
kastedilen ziynetlerin takıldığı yerlerdir. Kadının kendiliğinden görünen yerleri
ise elleri ile yüzdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir.
Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Rada', 18).
Diğer yandan Allah elçisi, Esma (r.anha)'ya buluğ çağından sonra el ile yüz ve
avuçlarına işaret ederek, bu yerlerin dışındaki kısımların örtülmesini
bildirmiştir (Ebû Davûd Libas, 31). Hz. Aişe'den nakledilen; "Allah Teala buluğ
çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mace,
Tahare, 132; Tirmizî, Salat,160) hadisi de, saçları örtünme kapsamına almaktadır.
Müstehcen avret yerleri olan ön ve arka uzuvlar ile hafif avret yeri
sayılan, bu iki yer dışındaki uzuvlardan birinin tamamı veya en az dörtte biri
açık bulunur ve bu durum kasıtsız olarak iki rükün eda edecek kadar devam ederse
namaz bozulur. Çünkü bir şeyin dörtte biri tamamı hükmündedir.
Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri
örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin rengini belli edecek şekilde bulunan,
dolayısıyla derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz
sahih olmaz.
Çünkü bununla örtünme gerçekleşmemektedir. Eğer elbise kalın olmakla birlikte
uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa bu, zemmedilmiş olmakla birlikte namaz sahih
olur. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir (bk. İbn Abidîn, a.g.e, l, 375 vd.;
Zeylaî, Tebyînül-Hakaik, l, 95 vd.; İbn Kudame, el-Muğnî, l, 599; İbn Rüşd
Bidayetül-Müctehid 1,111; Bilmen, B. islam İlmihali,109).
4) Kıbleye Yönelmek:
Namazı kıbleye doğru yönelerek kılmak şarttır. Mekke döneminde
ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüs'teki Mescid-i Aksa
idi. Medine döneminde inen şu ayet-i kerime ilk kıble, Mekke'deki Ka'be-i Muazzama'ya
çevrildi: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde,
yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" (el-Bakara" 2/144). Kabe, Mekke'deki
bilinen binadan ibaret değildir. Ancak bu binanın yerini ifade eder. Nitekim bu kutsal
yerin göklere kadar üst tarafı ve toprağın derinliklerine kadar alt tarafı kıble
yönüdür. Bu yüzden Kabe-i Muazzamanın yanında veya içinde bulunanlar, bunun
herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını kılabilirler. Cemaatle namazda imamın
önüne geçmemek şartıyla, cemaat Kabe'nin çevresinde halka olur ve hepsi imamla
birlikte namaz kılarlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke fethedildiği gün, Kabe'ye bir kere
girip içinde namaz kıldığı nakledilir. Abdullah b. Ömer, Bilal (r.a)'e, Allah
elçisinin Kabe'ye girdiği zaman namaz kılıp kılmadığını sormuş, Bilal şu
cevabı vermiştir: "Evet Kabe'ye girince sol taraftaki iki direk arasında namaz
kıldıktan sonra çıktı ve Kabe'nin yönüne doğru iki rek'at namaz kıldı"
(Buharî, Salat, 30; Nesaî, Menasik, 127; Darimî, Menasik, 43; Ahmed ibn Hanbel, II, 75,
III, 410, VI, 12, 13, 14).
Kabe-i Muazzamadan uzakta bulunanların tam Kabe'ye yönelerek namaz
kılmaları farz değildir, Kabe tarafına yönelmeleri farz olup, bu yeterlidir (bk. İbn
Abidîn, a.g.e., l, 397 vd.; el-Meydanî, el-Lübab, l, 67; eş-Şürün-bülalî, a.g.e.,
s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakaik, 1,100 vd.; İbn Kudame, el-Muğnî, l, 431 vd.). Hz.
Peygamber (s.a.s); "Doğu ile batı orası kıbledir"' (Tirmizî, Salat; 139;
Nesaî, Sıyam, 43; ibn Mace, İkame, 56) buyurmuştur. Eğer kıblede Kabe'nin kendisine
isabet ettirmek farz olsaydı, bir mescidde uzun bir safın sadece Kabe'nin hizasına
rastlayan kısımdaki cemaatin namazlarının sahih olması, diğerlerinin ise sahih
olmaması gerekirdi.
İmam Şafiî'ye göre ise, Mekke'de bulunmayan kimseye, kıbleyi
Kabe'nin kendisine isabet ettirmek farzdır. Çünkü ayette; Nerede bulunursanız"
yüzünüzü Kabe'nin yönüne doğru yöneltin" (el-Bakara, 2/150) buyurulmaktadır.
Bu ayet, Kabe'nin kendisine yönelmeyi gerekli kılmaktadır (ez-Zuhaylî; a.g.e., l,
598).
Kıblenin hangi tarafta bulunduğunda şüphe eden kimse, soracak
birisini de bulamazsa, çevre şartlarına göre kıbleyi belirlemeye çalışır ve
kanaat ettiği tarafa yönelerek namazını kılar. Kıble hakkında bilgisi olan kimseyi
bulan kişi onun verdiği habere uyar. Çünkü başkasının verdiği haber, ictihad
etmekten daha kuvvetlidir.
Kıbleyi araştırmanın farz oluşu şu delile dayanır. Amir b.
Rabîa (r.a) şöyle der: "Karanlık bir gecede Rasülüllah (s.a.s) ile beraberdik.
Kıblenin hangi yönde olduğunu tespit edemedik. Her birimiz kendi çevresinde bir yöne
doğru namazımızı kıldık. Sabah olunca durumu Hz. Peygamber'e haber verdik. Bunun
üzerine; Doğu da batı da Allah'ındır. Onun için nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü
(kıblesi) oradadır" ayeti indi (el-Bakara, 2/115; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, l, 304;
Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakîm ve Meal-i Kerîm, l, 36).
Namaz içinde kıble tarafına dönülünce, Kabe'ye niyet edilmesi,
mesela, "Döndüm Kıbleye veya Kabe'ye" denilmesi sağlam görüşe göre
gerekli değildir. Başka bir görüşe göre, Kabe'ye niyet gerekir.
Bir kimse hastalık sebebiyle kıbleye dönemediği ve kendisini
döndürecek kimse bulunmadığı veya hasta olmadığı halde düşman veya yırtıcı
hayvan korkuşu sebebiyle kıbleye dönemediği takdirde, gücü yettiği tarafa doğru
namazını kılar. Çünkü yükümlülükler gücün yetmesiyle sınırlıdır.
Sonuç olarak, müslümanların bütün namazlarda, yeryüzünün en
eski ve en kutsal mabedi olan Kabe-i Muazzamaya yönelmeleri, aralarındaki birliğin,
nizam ve intizamın, ortak ibadet neşesinin ifadesidir.
5) Vakit:
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazı, teravih ve
bayram namazları için vakit de şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam,
yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Bu namazların
muayyen olan vakitlerini bilmek ve bu vakit içinde bu namazları kılmak gerekir.
Vaktinden önce kılınacak farz namaz sahih olmadığı gibi, vaktinden sonraya
bırakılan namaz da kazaya kalmış olur. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz namaz müminler üzerine vakit ile belirlenmiş olarak farz
kılınmıştır" (en-Nisa, 4/ 103).
Cebrail (a.s), Resulullah (s.a.s)'e beş vakit farz namazların
vakitlerinin başlangıç ve sonunu şöyle belirlemiştir:
"Cabir b. Abdullah (r.a)'den rivayete göre Cebrail (a.s), Allah'ın Resulüne
gelerek: "Kalk namaz kıl" demiştir. Hz. Peygamber güneş batıya meylettiği
zaman öğle namazını kılmıştır. Sonra Cebrail yine ikindi vaktinde gelerek:
"Kalk namaz kıl" dedi. Hz. Peygamber de kalkıp ikindi namazım kıldı. Sonra
akşam vaktinde gelerek: "Kalk namaz kıl" demiş, o da güneş batınca akşam
namazım kılmıştır. Sonra yatsı vaktinde gelip: "Kalk namaz kıl" demiş ve
Hz. Peygamber de aydınlık kaybolunca yatsı namazını kılmıştır. Sonra Cebrail
(a.s), sabah vaktinde gelerek; "Kalk namaz kıl" demiştir. Hz. Peygamber de
ortalık aydınlandığında sabah namazını kılmıştır. Sonra ertesi gün öğle
vaktinde gelerek: "Kalk namaz kıl" dedi. Hz. Peygamber de kalkıp öğle
namazını herşeyin gölgesi bir misli uzadığı zaman kıldı. Sonra ikindi vaktinde
gelip: "Kalk namaz kıl" dedi. O da ikindi namazını her şeyin gölgesi iki
misli uzadığı zaman kıldı. Sonra akşamleyin aynı vakitte geldi ve bir önceki
günün vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı vaktinde gecenin yarısı geçtikten sonra
geldi ve Hz. Peygamber yatsı namazını kıldı. Sonra ortalık iyice aydınlandığı
zaman geldi ve: "Kalk namaz kıl" dedi, o da sabah namazını kıldı. Sonra
Cebrail (a.s) şöyle dedi: Bu iki vaktin arası sabah vaktidir" (Ahmed b. Hanbel, l,
382, III, 330, 331, 352; eş-Şevkanî, a.g.e., l, 300).
Buharî, bu hadisin vakitler konusunda en sağlam hadis olduğunu
söylemiştir. Hadis-i şerif, akşam namazları dışındaki namazların iki vakti
olduğunu gösterir.
6) Namazlara Ait Niyetler:
Niyet etmek namazın şartlarındandır. Niyet bir azim ve kesin bir
iradeden ibarettir. Kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ne için yapıldığını
düşünmeksizin bilmesi demektir. Bir terim olarak niyet; Allah'a yakın olmak maksadı
ile bir ibadeti yapmaya kalben azmetmektir. Namaz konusunda niyet ise; Allah Teala için
ihlasla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmektir.
Bir amelde gösteriş, övülme veya takdir toplama ve benzeri şeyler
kastedilmeksizin yalnız Allah'ın rızasının gözetilmesi ihlas olup, ibadetin yalnız
Allah'a tahsis edilmesidir.
Namazda niyetin farz olduğu konusunda İslam alimlerinin görüş
birliği vardır. Bunun sebebi, ibadetin adetten ayrılması ve İhlasın
gerçekleşmesidir. Bu da ibadeti yalnız Allah'a tahsis etmeyi gerektirir. Allah Teala
şöyle buyurur: "Oysa onlar, yalnız dini kendisine tahsis ederek, Allah'a ibadet
etmekle emrolundular" (el-Beyyine, 98/5). Şu hadis-i şerif bütün amellerin
değerini niyete bağlamıştır:" Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet
ettiği şey yardır" (Buharî, Bedül-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155).
Niyetin sonuca etkisine şu olayı örnek verebiliriz. Mallarını
bırakarak Medine'ye hicret eden muhacirlerin büyük ecirlere nail olacakları
bildirilirken, içlerinden birisi, evlenmek istediği kadının da hicret etmesi üzerine,
sırf onunla evlenebilmek için göç etmişti. Onun hicretten elde ettiği, bu kadınla
evlenmekten ibaret olmuştu. Çünkü hicret niyeti bu idi.
Niyet halis olmalı, yapılacak bir ibadet şuurlu bir halde
yapılmalıdır. Amelde yalnız Cenab-ı Hakkın rızası gözetilmeli, gaflet içinde
bulunulmamalıdır.
Niyet kalbe aittir. Bununla birlikte, niyetin kalb ile yapılıp, dil
ile söylenmesi daha uygundur. Mesela; bir kimse, başlayacağı bir namaza kalb ile niyet
edip, dil ile bir şey söylemese, o namazı yine caiz olur. Ancak, kalb ile niyet etmekle
birlikte; "Şu vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim" demesi
daha iyidir. Bu şekilde niyet, tercih edilen görüşe göre müstehaptır. Çünkü
burada, dil kalbe yardımcı olur.
Niyet ile tekbir arasına, namaza aykırı bir fasıla girmeksizin,
niyetin namaza bitişik olması gerekir. Bu fasıla, namazda yapılması uygun olmayan
yemek, içmek ve konuşmak gibi şeylerdir. Fakat arada abdest almak, mescide yürümek
gibi namaz ile ilgili bir fasıla olursa bunun zararı bulunmaz. Bir kimse namaza niyet
edip sonra abdest alsa yahut mescide yürüse ve mescitte tekbir alıp imama uysa, fakat
yeniden niyetlenmese, araya namaza aykırı bir fasıla girmediği için önceki niyeti
yeterli olur. Namaz sırasında abdesti bozulan kimsenin, abdest alarak, yetiştiği
yerden namaza devam etmesi de böyledir.
Niyetin iftitah tekbirine yakın olması menduptur. Fakat tekbirden
sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahih olmaz. Tercih edilen görüş budur. Başka bir
görüşe göre ise, tekbirden sonra Sübhaneke'den veya Eüzü'den önce yapılacak bir
niyet ile de namaz caiz olur. Şafiîlere göre, niyetin namazla ilgili işlere yakın
olması ve iftitah tekbirinden önce yapılması şarttır.
İmama uyan kimsenin, kılacağı namazı belirlemeksizin, mutlak
olarak; "İmama uydum" diye niyet etmesi, tercih edilen görüşe göre yeterli
değildir. "İmam ile birlikte namaz kılmaya niyet ettim" sözleri de
böyledir. Çünkü bunda, namazı belirleme yoktur.
Bir kimse, imamın tekbirinden önce, hatta imam, Allah veya tekbir
sözlerini bitirmeden namaza başlasa, imama uymuş olmaz. Fakat ikinci defa tekbir
alırsa, bununla İmama uymuş olur.
Cemaatin imama uyma niyeti, imamın "Allahu Ekber" diye
namaza başlamasından sonra olmalıdır ki, bir namaz kılana uyulmuş olsun ve ondan
önce tekbir alma ihtimali kalmasın. Bu, Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşüdür.
Ebû Hanife'ye göre, cemaatin, tekbirleri imamın tekbirine yakın
olmalıdır. Çünkü bunda, ibadete hemen başlama fazileti vardır. Bu duruma göre,
niyetin önce olması gerekir. Bununla birlikte imam daha Fatiha Suresini bitirmeden
tekbir alıp, imama uyan kimse, iftitah tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
Bir imamın erkek cemaate niyet etmesi şart değildir. Fakat imam olan
kimsenin kadınlara imamlık etmeye niyet etmesi şarttır. Aksi halde, kadınların
böyle bir imama uymaları geçerli olmaz. Bu yüzden bir imam; "Ene imamün Limen
tebianî (Ben, bana uyanlara imamım)" diye niyet etse; kendisine kadınlar da
uyabilirler (ez-Zühaylî, a.g.e, l; Bilmen, a.g.e., s. 120, 121).