Namazın
Rükünleri
Namazın altı rüknü vardır. Bunlar namazın ana unsurlarını
teşkil eden ve mutlaka bulunması gereken farzlardır.
1) İftitah Tekbiri:
Namaz kılanın ayakta ve kendi işiteceği kadar bir sesle
"Allahu ekber" demesine "iftitah tekbiri" veya "tahrîme"
denir. Bununla namaza başlanmış ve dış dünya ile ilgi kesilmiş olur.
Ayakta duramayan kişi oturarak tekbir alabilir. Tekbir, gücü
yetenler için arapçadır. Başka dilde olmaz. Arkasındaki cemaate duyurabilmesi için
imamın tekbiri açıktan alması müstehaptır. Dilsiz veya başka dilde tekbir
getirmekten aciz olan kimseden, tekbir getirme farizası düşer. Tekbirin yalnız bir
bölümünü, söylemeye gücü yetene, o kısmın bir anlamı varsa gücünün yettiği
kadarı yeterli olur.
Allah Teala'yı yüceltme anlamı taşıyan "Allahul-Kebîr",
"Allah Kebîr" veya yalnız "Allah" denilmesi de farz için
yeterlidir. Ancak, "Allahümmeğfislî (Allah'ım beni bağışla)",
"Estağfurullah (Allah'tan bağışlanmamı istiyorum)", "Euzübillah
(Allah'a sığınıyorum)" veya "Bismillah (Allah'ın adı ile
başlıyorum)" gibi sözlerle namaza başlanmış olmaz. Çünkü bunlar birer dua
cümlesi olup, yalnız ta'zîmi ifade etmez. Hanefilere göre, namaza "Allahu Ekber
(Allah her şeyden yücedir)" sözü ile başlamak vacip, bu sözden başkasını
tercih etmek ise tahrimen mekruhtur.
Namaza, iftitah tekbiri ile başlamanın farz oluşu ayet-i kerime ve
hadis-i şeriflere dayanır: Allah Teala; "Rabbini yücelt" (el-Müddessir,
74/3) buyurur. Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur: "Namazın anahtarı
temizliktir, tahrimesi ise tekbirdir" (Ebü Davud, Salat, 73, Taharet, 31; Tirmizî,
Mevakît, 62, Taharet, 3; İbn Mace, Taharet, 3). "Allah Teala abdesti yerli yerinde
almadıkça, sonra kıbleye dönüp Allahu ekber" demedikçe bir kimsenin namazını
kabul etmez" (Ebû Davud, Salat, 144).
Hz. Peygamber namazını hatalı kılan bir sahabeye namazı tarif
ederken; "Namaza kalktığın zaman tekbir getir" (Buharî, Ezan, 95, 122;
Müslim, Salat, 45; Ebû Davud, Salat, 164; Tirmizî, Mevakît, 110) buyurmuştur.
Ekber yerine "ekbar" veya Allah yerine "Allah"
şeklinde uzatarak okumak manayı bozacağı için bununla namaza başlanmış olmaz.
Namaz içinde böyle bir okuyuş, namazı bozar. Ekber'in "kaf'ını yumuşak
okuyarak "eğber" denilmesi namaza zarar vermez. Çünkü bundan kaçınmak
güçtür.
İmama uymak üzere alınan iftitah tekbirinin tamamının ayakta
alınması şarttır. Bu yüzden rüku halindeki imama uyan kimse "Allah"
lafzını ayakta, "ekber" lafzını ise rükûda iken söylese bununla imama
uymuş olmaz. Yeniden doğrulup tekbir alması gerekir. Bu arada rüküyu kaçırırsa,
birinci rekatı kaza eder.
Ebû Hanife'ye göre, Arapça dışında bir dilde tekbir getirmek de
yeterlidir. Çünkü Allah Teala; "Rabbinin ismini anıp, namaz kılan, mutlaka
kurtuluşa ermiştir" buyurur.
2) Namazda Kıyam:
Gücü yetenin farz namazda ve vitir veya adak gibi vacib
namazlarda ayakta durması bir rükündür. Bu yüzden ayakta durmaya gücü yeten
kimsenin oturarak kılacağı bir farz veya vacib namaz caiz olmaz. Rükünler farz
olduğu için onlara uymak gerekir (Zeylaî, a.g.e., l, 104; İbnul-Hümam, a.g.e, 1,192,
304, 378; eş-Sîrazî, el-Muhezzeb, l, 70; ez-Zühaylî, a.g.e., l, 635 vd.; Bilmen,
a.g.e., s. 122 vd.). Çünkü, Allah Teala; "Allah'a itaat ederek ayakta durun"
(el-Bakara, 2/238) buyuruyor. Hz. Peygamber bir hadisinde; "Ayakta namaz kıl"
buyurmuştur. Hadis, İmran (r.a)'dan şu sözlerle rivayet edilmiştir. "Bende basur
hastalığı vardı. Hz. Peygamber'e namazı nasıl kılacağımı sordum? Ayakta kıl,
eğer gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse yaslanarak kıl" buyurdu.
Nesaî şunu ilave etmiştir: "Eğer gücün yetmezse sırt üstü kıl. Allah
kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez" (Buharî, Taksîr, 19; Ebü
Davud, Salat, 175; Tirmizî, Salat, 157; İbn Mace, İkamet, 139)."
Bu duruma göre, hasta ayakta namaz kılmaya güç yetiremez veya
ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı
duymasından korkarsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye
varır. Çünkü zorluk kolaylığı celbeder, zaruretler kendi miktarlarınca takdir
olunur.
Bir hasta, bir yere dayanarak ayakta namaz kılabildiği sürece, farz
namazları oturduğu halde kılamaz.
Yine bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o kadar ayakta durur,
sonra oturarak namazını bitirir. Hatta yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse,
bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 105
vd.; İbnul-Hümam, a.g.e., l, 375 vd.; el-Meydanî, el-Lübab, l, 100 vd.; Zeylaî,
a.g.e., l, 109).
3) Namazda Kıraat:
İmamın veya tek başına namaz kılanın, nafile namazlar ile, vitir
namazının bütün rekatlarında, üç veya dört rekatlı farz namazların ise iki
rekatında bir miktar Kur'an-ı Kerim okuması farzdır.
Namazda kıraatın farz olan miktarı, Ebû Hanîfe'ye göre, her
rekatta kısa da olsa bir ayettir. Böyle bir ayet okununca bu farz yerine getirilmiş
olur. Fakat Ebû Yusuf'a, İmam Muhammed'e ve Ebû Hanîfe'den başka bir rivayete göre
bu miktar, kısa üç ayet veya böyle üç ayet miktarı uzun bir ayettir. İhtiyata
uygun olan bu görüştür.
Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan bir ayetin, mesela;
"Nûn" ve "Müdhâmmetân" ayetlerinin okunması, sağlam görüşe
göre yeterli olmaz. Çünkü bu, bir kıraat sayılmaz.
Kıraatin farz oluşu şu delillere dayanır: Allah Teala şöyle
buyurur: "Kur'an dan kolayınıza gelen ayetleri okuyun" (el-Müzzemmil, 73/20).
Burada mutlak emir vücub ifade eder. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kıraatsız namaz yoktur" (Müslim, Salat, 42; Ebü Davud, Salat, 132, 167).
Yukarıdaki ayet, namazda mutlak olarak Kur'an okumayı emretmektedir.
Bu yüzden Kur'an adını taşıyan en az okuyuşla kıraat gerçekleşir. Bununla
birlikte namaz dışında Kur'an okumak farz değildir. Çünkü ayetin gelişinden bu
anlaşılmaktadır.
Namazda Fatiha'yı okumak vacibtir. Fatiha terkedilse, namaz tahrîmen
mekruh olmakla birlikte sahihtir. Hz. Peygamber'in; "Fatiha'yı okumayanın namazı
kabul değildir" (Tirmizî, Mevakît, 69; Darimî, Salat, 36) hadisi Hanefi
müctehitlerince, "Fatiha'sız namazın fazileti yoktur" anlamına
hamledilmiştir.
İmama uyan kimsenin Kur'an okuması gerekmez. Çünkü, Allah Teala
şöyle buyurmuştur: "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet
olunasınız" (el-A'raf, 7/204). Ahmed b. Hanbel bu ayet hakkında şöyle demiştir:
"Bu ayetin namazla ilgili olarak indiği konusunda görüş birliği vardır. Ayet
namazda dinlemeyi ve susmayı emretmektedir. Dinlemek ise açıktan kıraat yapılan
namazlara mahsustur. Susmak hem gizli, hem de açık okunan namazları içine alır. Bu
yüzden namaz kılanların açık okunan namazlarda da, gizli okunan namazlarda da
susmaları vacibtir" (ez-Zühaylî, a.g.e., l, 648).
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimse imamın arkasında
namaz kılarsa o imamın okuyuşu onun da okuyuşudur" (İbn Mace, İkame,18). Bu
hadis, gizli okunan namazları da, açık okunanları da kapsamına alır. Yine Resulullah
(s.a.s) şöyle buyurmuştur: "İmam kendisine uyulması için nasbedilmiştir. İmam
tekbir getirdiği zaman siz de getirin, Kur'an okuduğu zaman sizler susun "
(Buharî, Taksîr, 19; Ebü Davud, Salat, 68, 175; Tirmizî, Salat, 150,157; İbn Mace,
İkame, 13, 144; Ahmed b. Hanbel, II, 230).
Hanefiler dışındaki çoğunluk, namazda kıraattan maksadın Fatiha
suresi olduğunu söylemiştir. Dayandıkları delil: "Fatihayı okumayanın namazı
yoktur", "Fatihatül-Kitab'ın okunmadığı bir namaz yeterli değildir"
anlamındaki hadislerdir (bk. Tirmizî, Mevakît, 69, 115, 116; İbn Mace, ikame, II).
4) Rükû:
Namazlarda rükûda bir rükün olup farzdır. Kıraattan sonra
eğilerek rükuya varılır. Rükûda baş ve sırt düz tutularak eller dizlere kadar
varır. Bu yüzden ayakta namaz kılan kimsenin rükü için yalnız başını eğmesi
yeterli olmaz, arkasını da eğerek, baş ve sırt düz bir hat meydana getirmelidir. Bu
tam bir rüküdur. Bununla birlikte namaz kılan, rüküda tam bu durumda bulunmazsa
bakılır, eğer kıyama daha yakın görülürse rüküu sahih olmaz, fakat rükü
durumuna daha yakın görülürse sahih olur. Sırtı kambur olan kişi, eğer gücü
yeterse, normal rükuya göre biraz fazla eğilir (İbnül-Hümam, a.g.e., l, 193, 208
vd.; İbn Abidîn, a.g.e., l, 416; el-Meydanî, a.g.e., l, 69).
Rükû'nün farz oluşu ayet ve hadislere dayanır. Allah Teala şöyle
buyurur: "Ey İman edenler! Rükü edin" (el-Hacc, 22/77).
Resulullah (s.a.s)'in yaptığı rükû şeklini Ebü Humeyd (r.a)
şöyle açıklar: "Hz. Peygamber'in rükü yaparken ellerini dizleri üzerine
koyduğunu gördüm. Sonra sırtını düzgün tutardı" Hz. Aişe (r.anha) rüküda
başın eğilmesi şeklini şöyle nakleder: "Resulullah (s.a.s) rükuya gittiği
zaman başını yukarıya doğru kaldırmaz, aşağı doğru da eğmezdi. İkisi arasında
bir vaziyette tutardı (Müslim, Salat, 240; Ebü Davud, Salat. 122; İbn Mace, ikame, 16;
Ahmed 6. Hanbel, VI, 31,194)
Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Hz. Peygamber
rükuya gidince, sırtı üzerinde bir bardak su bulunacak olsa, hareket etmezdi"
(Buharî, Ezan, 120; Ahmed b. Hanbel, l, 123).
Oturarak namaz kılan kimse rüküda biraz eğilmesi, secdede bundan
daha fazla eğilmesi gerekir.
5) Secde:
Secde namazda bir rükün olup, farzdır. Namaz kılan kimse rüküdan
sonra secdeye varır. Secdede alın, yüz, iki ayak, iki el ve iki diz yere veya yere
bitişik bir şey üzerine konulur. Böylece Allah Teala'ya ta'zîmde bulunulur. Bu secde
her rekatta birbiri ardınca iki kere yapılır.
Secdelerin farz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Allah
Teala şöyle buyurur; "Ey iman edenler! Rükû ve
secde yapın " (el-Hacc, 22/77).
Resulullah (s.a.s) de namazını kötü bir şekilde kılan kimseye
şöyle emretmiştir: "Sonra mutmain olacak şekilde secde et. Sonra mutmain olacak
şekilde secdeden kalkıp otur, sonra yine mutmain olacak şekilde secde yap.
Tam ve mükemmel secde yedi aza üzerine yapılan secdedir. Yüz, iki el, iki diz ve iki
ayak. Bunun dayandığı delil İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilen şu hadistir: "Ben
yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar da; alın (eliyle burnuna işaret
etti), iki el, iki diz ve iki ayaktır" (Buharî, Ezan, 133, 134, 137; Müslim,
Salat, 226, 227, 229, 230; Nesaî, Tatbîk, 40, 43-45, 56, 58; İbn Mace, İkame, 19).
Alın ve burnun ikisiyle birlikte secde etmek vacibtir. Secdede elleri,
dizleri yere koymak farz değil, sünnettir. Çünkü bunu yapmaksızın da secde
gerçekleşebilir. Ancak bu, Züfer ve İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'e göre farzdır.
Secdede iki ayağı yere koymak farzdır. Bu yüzden iki ayağın veya
bir ayağın parmakları yere konulmadıkça, secde caiz olmaz. Tercih edilen görüş
budur. Bir ayağın yalnız bir parmağını veya ayağın yalnız üstünü yere koymak
yeterli olmaz. Eğer bir kimse iki ayağını da yere koymazsa secdesi geçerli olmaz.
Atılmış yün, pamuk, saman, sünger ve kar gibi bir şey üzerine
secde edildiği zaman, eğer bunlar yoğunluk meydana getirip, hacimleri anlaşılırsa
secde caiz olur. Fakat bunların içinde yüz kaybolup hacimleri anlaşılmaz ve yüz
aşağıya tam yerleşip sertlik hissedilmezse secde caiz olmaz.
Rükü ve secdede durmada sünnet miktarının en azı üçer kere
tesbih okumaktır. Ortası beş, en mükemmeli yedi kere tesbih okumaktır. Namazı tek
başına kılan kimse, daha çok tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin
rızası bulunmadıkça, üçten fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaatı
usandırmak ve namazları kaçırmak uygun değildir.
Rükûda okunacak tesbih; "Sübhane rabbiyelazîm (pek büyük
olan Rabbim, her türlü eksikliklerden münezzehtir)" ve secdelerdeki tesbih de;
"Sübhane rabbiyel a'la (En yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden)
münezzehtir".
Her rekatta iki secde yapılır. Bunlardan birisi bilerek terk edilse
namaz bozulur, sehven terk edilse, selamdan sonra bile hatırlansa, namaza aykırı bir
şey yapılmamışsa secdeye varılır, daha sonra son oturuş iade edilerek sehiv
secdeleri yapılır. Çünkü farz olan secde normal yerinden geri bırakılmıştır.
6) Son Oturuş:
Namazların sonunda teşehhüt miktarı oturmak da namazın bir farzı,
bir rüknüdür. Buna "Ka'dei ahire (son oturuş)" denir. İki rekatlı
namazlarda ikinci rekattan, dört rekatlı namazlarda ise dördüncü rekattan sonraki
oturuşlar "son oturuş"tur.
Teşehhüt miktarından maksat ise "Tahiyyati" okuyacak kadar
bir süredir. Şafiî ve Hanbelîlere göre ise, son otu-
ruşta teşehhüt ile birlikte Hz. Peygamber'e salavat getirmek, yani; "Allahümme
salli ala Muhammed" diyecek kadar oturarak teşehhütte bulunmak bir rükündür.
Hz. Peygamber'den nakledilen "Tahiyyat" duası şudur:
"et-Tahiyyatü lillahi ve's-salavatü vettayyibatü, es-selamü aleyke
eyyühan'Nebiyyü ve rahmetullahi ve berakûtühû. es-Selâmü aleyna ve ala
ibadillâhi's-salihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abduhû ve Rasûluh".
Anlamı: "Bütün dualar, senalar, bedenî ve malî ibadetler
Allah Teala'ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun, Allah'ın rahmeti ve bereketi
üzerine olsun, (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve Allah'ın salih kullarına olsun. Şunu bilir
ve herkese açıklarım ki, Allah'tan başka hiç bir gerçek mabud yoktur ve yine bilir
ve açıklarım ki, Hz. Muhammed, Allah'ın kulu ve peygamberidir" (bk. Buharî,
Ezan, 148, 150; Deavat, 16; Tevhîd, S;Müstim, Salat, 56,60,62; Ebu Davud, Salat, 128).
Son oturuşta, teşehhüt miktarı oturmanın farz oluşu şu hadise
dayanır: "Hz. Peygamber, İbn Mes'ud (r.a)'a teşehhüdü öğrettiği zaman şöyle
buyurmuştur: "Bunu söylediğin veya yaptığın zaman namazın tamam
olmuştur" (Ebü Davud, Salat, 178; Nesaî, Tatbik, 15). Yani teşehhüdü okuduğun
veya oturma işini yaptığın zaman namazın tamamdır. Burada, Resulullah (s.a.s),
namazın tamamlanmasını fiile bağlanmıştır. Bu fiil de oturma işidir. Hz.
Peygamber, tahiyyatı ancak oturduğu zaman okumuştur. Bu yüzden namazın gerçekten
tamam olması oturmaya bağlıdır (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 133; İbnül-Hümam,
a.g.e., l, 113; Zeylaî, Tebyînül-Hakaik, 1,104; İbn Kudame; a.g.e., l, 532;
ez-Zühaylî, a.g.e., l, 665 vd.; Bilmen, a.g.e., s.129,130).
7) Ta'dîl-i Erkana Riayet Etmek:
İmam Ebû Yusuf ile Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre
namazda ta'dili erkan bir rükün veya rüknün şartıdır. Ta'dili erkan; itminan
halinde bulunmak, hareketten sonra durmak yahut kalkması eğilmesinden ayrılacak
şekilde iki hareket arasında sükunet bulmaktır. Namazda ta'dili erkan rükuda,
rüküdan doğrulmada, secdede, iki secde arasındaki oturuşta söz konuşu olur. Mesela;
rüküdan kıyama doğrulurken vücut dimdik bir hale gelmeli, sükunet bulmalı, en az
bir kere; "Sübhanellahilazîm (Yüce olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih
ederim)" diyecek kadar ayakta durup daha sonra secdeye varmalıdır. İki secde
arasında da bu şekilde bir tesbih miktarı durmalıdır.
Hz. Peygamber, namazım kötü bir şekilde kılmakta olan bedevîye şöyle buyurmuştur:
"Namaza kalktığın zaman tekbir getir, sonra kolayına gelen Kur'an ayetlerinden
bir kısmını oku. Sonra mutmain olacak şekilde rükû yap, sonra mutmain olacak
şekilde secde yap. Sonra bunu bütün namazın süresince yap " (Buharî, Ezan, 95,
122; Müslim, Salat, 45; Ebû Davud, Salat, 164).
Ta'dili erkan Ebu Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre vacibtir. Birinci
görüş olan çoğunluğun görüşüne göre,
ta'dili erkana riayet edilmeksizin kılınan bir namazı yeniden kılmak (iade etmek)
gerekir. İkinci görüşe göre ise;
bu durumda yalnız sehiv secdesi yapmak yeterlidir. Fakat böyle bir namazı yeniden
kılmak daha uygundur. Böylece ihtilaftan kurtulunmuş olur.
8) Namazdan Kendi Fiili İle Çıkmak:
Namaz kılan kimsenin, namazdan kendi isteğine bağlı bir fiil ile
çıkması Ebû Hanîfe'ye göre bir rükün ve dolayısıyla bir farzdır. Namazın
sonunda selam vermek farz değil vacibtir. Bu yüzden, bir kimse teşehhüt miktarı
oturduktan sonra bir tarafa selam vermek, konuşmak, bir iş yapmak veya abdesti bozulmak
gibi fiillerle namazdan çıksa bu yeterlidir. Namaz, birinci selamda "aleyküm"
kelimesinden önce "selam" sözünü söylemekle son bulur.
Hz. Peygamber (s.a.s), namazlarını selam vererek bitirmekle birlikte,
selamın farz olmadığını göstermek için arada başka türlü amelleri de olmuştur.
Abdullah b. Amr b. As'ın naklettiği bir hadiste Allah Rasülü şöyle buyurmuştur:
"İmam namazını bitirip oturunca, konuşmadan önce abdesti bozulursa namazı tamam
olur. Bunun gibi imamın arkasında bulunup da namazını bitirmiş olanların da namaz
tamam olur" (Tirmizî, Salat, 183; Ebü Davud, Salat, 187, 230; İbn Mace, İkame,
138; Darimî, Vüdû', 114; Ahmed b. Hanbel, VI, 272).
İbn Abbas (r.a)'nın naklettiği şu hadis de bu anlamı
desteklemektedir: "Rasulullah (s.a.s) teşehhüt miktarı oturduğu zaman, yüzünü
bize doğru döndürür ve şöyle buyururdu: Bir kimsenin teşehhüt miktarı oturduktan
sonra abdesti bozulsa, onun namazı tamam olmuştur" (Buharî, Ezan,156; Cenaiz, 93;
Nesaî, İftitah, 84; İbn Mace, Salat, 8; Ahmed b. Hanbel, V,14, 41).
Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, teşehhüt miktarı
oturduktan sonra namazı sona erdirecek fiilin kendi isteği ile olması da şart
değildir. Bu yüzden, teşehhütten sonra abdestin irade dışı bozulması halinde bu
iki müctehide göre yine namaz tamam olmuş sayılırken, Ebû Hanîfe'ye göre tamam
olmuş olmaz. Hemen abdest alıp, kendi ihtiyarı ile namazdan çıkması gerekir. Aksi
halde namazı batıl olur (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 113; İbnü'l-Hümam, a.g.e., l,
225; Zeylaî Nasbur-Raye, II, 63; İbn Abidîn, a.g.e., 1,418).