BİRİNCİ ESAS İMAN ve RÜKÜNLERİ
İman ve Rükünleri:
Selef-i Salih'in yani ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in iman esasları ile
ilgili inançları, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Cibril hadisinde haber
verdiği şekilde altı esasa iman etmek ve onları tasdik etmek diye özetlenebilir.
Peygamber bu hususta kendisine soru sormak üzere gelen Cibril -aleyhisselam-'ın imanın
mahiyeti ile ilgili sorusuna şöyle cevab vermiştir:
"(İman) Allah'a, meleklerine, kitablarına, Rasüllerine, ahiret
gününe inanman ve hayrı ile şerri ile kadere iman etmendir. (Buharî ve Müslim,
Kitahu 'l-İman 'da)
O halde iman bu altı temel üzerinde yükselir. Bu temelden birisi
yıkılacak olursa, elbetteki o insan mü'min olamaz. Çünkü o kimse imanın esaslanndan
birisini yitirmiş olur. Nasıl ki bir yapı ancak temel esasları üzerinde
yükselebiliyorsa, iman da ancak temel esasları üzerinde yükselir.
İşte bu hususlar imanın rükünleri (esaslan)dır. Kitab ve
sünnetin delalet ettiği doğru şekli üzere bütün bunlar gerçekleşmedikçe iman da
tamam olmaz. Bunlardan birisini inkar eden bir kişi mü'min değildir.
BİRİNCİ RÜKÜN ALLAH'A İMAN
Allah'a iman, Allah'ın varlığına, O'nun, kemal sıfatlarına sahip
olup, tek başına ibadete layık olduğuna inanmak, izleri insanın yaşayışında
Allah'ın emirlerine bağlanıp, yasaklarından uzaklaşmasında ortaya çıkacak şekilde
buna tam anlamıyla kalbinden inanmaktır. Bu İslam akidesinin temelidir, özüdür,
esasıdır. Akide'nin diğer bütün esasları ise buna eklenir ve buna tabidir.
O halde Allah'a iman, O'nun varlığına iman etmeyi ihtiva eder.
Şanı yüce Allah'ın varlığına fıtrat, akıl, şeriat ve duyular delalet etmektedir.
Allah'ın vahdaniyetine, ulûhiyetine, isim ve sıfatlarına iman etmek
de Allah'a iman etmenin kapsamı içerisindedir. Bu da üç türü ile tevhidi kabul edip
bunlara inanmak ve bunların gereğini yerine getirmekle olur. Tevhidin üç türü ise:
1-Rububiyetin tevhidi, 2- Ulûhiyetin tevhidi, 3- İsim ve sıfatların tevhididir.
1- Rububiyetin Tevhidi:
Herşeyin biricik Rabbinin ve mutlak malikinin Allah olduğuna,
ortağının bulunmadığına, tek yaratıcının O olduğuna, bütün kainatı çekip
çeviren, işlerini idare eden, onda tasarruf edenin O olduğuna, kulları yaratıp
onları rızıklandıran, hayat veren ve canlarını alanın O olduğuna kesin olarak
inanmak, Allah'ın kaza ve kaderine, zatında vahdaniyetine yani bir ve tek olduğuna
inanmaktır. Bunun özü fiilleriyle Allah'ı tevhid etmek yani birlemektir.
Yüce Allah'ın rububiyetine iman etmenin gereğine dair şer'î
deliller pek çoktur. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Alemlerin
Rabbi Allah'a hamdolsun." (el-Fatiha, 1/1); "Dikkat edin, yaratmak da, emretmek
de yalnız O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!" (el-A'râf,
7/54); "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan... O'dur. " (el-Bakara,
2/29); "Çünkü şüphesiz ki Allah'tır hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve
kuvvet sahibi olan." (ez-Zâriyat, 51/58)
Tevhidin bu türünde Kureyş kafirleri ile çeşitli din ve inanca
mensup kimselerin büyük çoğunluğu muhalif kanaat belirtmezler. Hepsi kainatın
yaratıcısının tek başına Allah olduğuna iman ederler. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Andolsun, onlara: Göklerle yeri kim yarattı diye sorsan, onlar
elbette: Allah, diyeceklerdir." (Lokman, 31/25)
Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Deki:
Yer ve oradakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin). Onlar: Allah'ındır,
diyeceklerdir. Sen de ki: O halde siz iyice düşünüp ibret almaz mısınız? De ki:
Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? Allah'ındır, diyeceklerdir. De ki: O
halde korkmaz mısınız? De ki: Herşeyin hakimiyeti elinde bulunan, himaye eden fakat
kendisine karşı kimsenin himaye altına alınmasına imkan tanımayan kimdir? Eğer
biliyorsanız (cevab verin). Onlar: Allah'ındır diyeceklerdir. De ki: öyle ise nasıl
olur da aldanıyorsunuz? Hayır biz, onlara hakkı getirdik, onlar ise muhakkak
yalancıdırlar." (el-Mu'minûn, 23/84-90)
Bunun böyle olmasının sebebi, kulların kalblerinin fıtraten
Allah'ın rububiyetini kabul edecek şekilde yaratılmış olmasıdır. Bundan dolayı
tevhidin türlerinden ikincisini de kabul etmedikçe, rububiyetin tevhidine inanan bir
kimse muvahhid olmaz.
2- Ulûhiyetin Tevhidi:
Kulların fiilleriyle, yüce Allah'ı bir ve tek olarak
tanımalarıdır. Buna ibadet tevhidi adı da verilir. Bu anlam itibariyle kesin olarak
şu hususlara inanmayı ihtiva eder:
Hak ilah kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan 0'dur. O'nun
dışındaki bütün mabudlar batıldır. Yalnızca yüce Allah'a ibadet edilmeli, O'na
boyun eğilmeli, mutlak olarak sadece O'na itaat olunmalıdır. Kim olursa olsun kimse
O'na ortak koşulmamalıdır. Namaz, oruç, zekat, hac, dua, istiane (yardım dileme),
adak, zebh (eti yenir hayvanları kesmek), tevekkül, havf, reca (korku ve ümit), sevgi
ve buna benzer zahir ve batın (gizli ve açık) ibadet türlerinden hiçbir şeyin O'ndan
başkası için yapılmamasıdır. Allah'a sevgi, korku ve ümitle birarada ibadet
olunmasıdır. Bir bölümü ile O'na ibadet edip bir bölümünü dışarda tutmak
sapıklıktır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yalnız sana ibadet eder
ve yalnız senden yardım dileriz." (el-Fatiha, 1/5); "Kim buna dair hiçbir
delili bulunmaksızın, Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet ederse, onun hesabı
ancak Rabbinin katındadır. Kafirler -hiç şüphesiz- kurtuluşa eremezler."
(el-Mu'minûn, 23/117)
Ulûhiyetin tevhidi bütün rasüllerin kendisine çağırdıkları bir
husustur. Önceki ümmetleri helak yollarına götüren bu tevhidin inkarıdır.
Dinin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyetin tevhididir. Rasüllerin
ilk ve son çağrısı budur. Bunun için rasuller gönderilmiş, kitablar indirilmiş,
cihad maksadıyla kılıçlar çekilmiş; mü'minlerle kafirler, cennet ehli ile cehennem
ehli birbirinden ayrılmıştır.
İşte; "Allah'tan başka ilah yoktur" cümlesinin
anlamı budur.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Senden önce
gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilah yoktur, o
halde yalnız bana ibadet edin." (el-Enhiya, 21/25)
Rubûbiyetin tevhidi, ulûhiyetin tevhidini gerektirir. Çünkü
yaratıcı, rızık verici, malik, tasarrufta bulunan, hayat veren, öldüren, bütün
kemal sıfatlarına sahih, hertürlü eksiklikten münezzeh, herşey elinde bulunan bir
Rabbin, aynı zamanda hiçbir ortağı bulunmayan ve ibadetin yalnız kendisine
yöneltildiği mutlak bir ilah olması da gereklidir.
Yüce Allah: "Ben cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye
yarattım." (ez-Zâriyat, 51/56) diye buyurmaktadır.
Çünkü müşrikler bir ve tek ilaha ibadet etmiyorlardı. Onlar
birden çok ilaha ibadet ediyorlar ve bunların kendilerini yüce Allah'a
yakınlaştırdıklarını ileri sürüyorlardı. Bununla birlikte bu uydurma ilahların
fayda ve zarar vermediklerini de kabul ediyorlardı. İşte bundan dolayı yüce Allah
rububiyetin tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü'min olarak değerlendirmemiş,
aksine ibadette başkalarını kendisine ortak koşmaları dolayısıyla onları kafir
olarak değerlendirmiştir.
İşte bu noktada selefin yani ehl-i sünnet ve'l-cemaatin inancı
ulûhiyet hususunda başkalarından ayrılmaktadır. Bazılarının kastettiği gibi
tevhidin anlamı onlara göre yalnızca Allah'tan başka hiçbir ilah olmamasından ibaret
değildir. Aksine onlara göre ulûhiyetin tevhid edilmesi, ancak şu iki esasın
varlığı ile birlikte gerçekleşebilir:
1- Bütün ibadet çeşitlerinin yalnızca yüce Allah'a
yapılması, yaratılmış hiçbir varlığa yaratıcının hak ve özelliklerinden
hiçbirisinin verilmemesi.
Buna göre Allah'tan başkasına ibadet edilmez, Allah'tan başkası
için namaz kılınmaz, Allah'tan başkasına secde edilmez, Allah'tan başkasına adakta
bulunulmaz, Allah'tan başkasına tevekkül edilmez. Şüphesiz ulûhiyetin tevhid
edilmesi, ibadetin yalnızca yüce Allah'a yapılmasını gerektirir. İbadet ise ya kalb
ile dilin bir sözü yahut ta kalb ile organların bir amelidir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Şüphesiz benim
namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun
hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.
"(el-En'âm, 6/162-163); "Uyanık olun halis olan din yalnız
Allah'ındır." (ez-Zümer, 39/3)
2- İbadet yüce Allah'ın ve Rasulünün emrettiğine uygun
olmalıdır.
Buna göre ibadet boyun eğmek ve itaatin yalnızca O'na yapılması
sureti ile Allah'ın tevhid edilmesi "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" diye
ifadelendirilen şehadetin gerçekleştirilmesi demektir.
Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'a tabi olup, onun emir ve
yasaklarına boyun eğmek de "Muhammed, Allah'ın Rasülüdür" şehadetinin
gerçekleştirilmesidir.
O halde ehl-i sünnet ve'1-cemaat'in yöntemi şudur:
Onlar yüce Allah'a ibadet eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmazlar.
Allah'tan başkasından dilekte bulunmazlar, ancak Allah'tan yardım dilerler. Ancak yüce
Allah'ın imdatlarına koşmasını isterler. Yalnızca yüce Allah'a tevekkül ederler.
O'ndan başkasından korkmazlar. Yüce Allah'a itaat, ibadet ederek ve salih ameller ile
yakınlaşmaya çalışırlar. Yüce Allah: "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir
şeyi ortak koşmayın." (en-Nisâ, 4/36) diye buyurmaktadır.
3- İsim ve Sıfatların Tevhidi:
Bu, en güzel isimlerin ve en yüce sıfatların yüce Allah'a ait
olduğuna kesin olarak inanmak demektir. O bütün kemal sıfatlarına sahih ve bütün
eksik sıfatlardan münezzehtir. O bu özelliği ile bütün varlıklardan ayrı ve
eşsizdir.
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat Rablerini Kur'an ve sünnette gelmiş
sıfatlar ile bilip, tanırlar. Kendi zatını kendisini ve Rasulünün kendisini
nitelendirdiği sıfatlarla nitelerler. Kelimeleri yerlerinden oynatmaz. O'nun isim ve
ayetlerinde ilhâda (1) sapmazlar. Yüce Allah'ın kendisi hakkında tesbit ettiğini,
herhangi bir temsil, keyfiyetlendirme, ta'til ve tahrife sapmaksızın aynen kabul
ederler. Bütün bunlarda uydukları kaide de yüce Allah'ın: "O'nun benzeri
hiçbir şey yoktur ve O herşeyi işitendir, görendir. " (eş-Şura, 42/11)
buyruğu ile: "En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin, O'nun
isimlerinde ilhada (eğriliğe) sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının
cezasını göreceklerdir." (el-A'raf, 7/108) buyruklarıdır.
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın sıfatlarının keyfiyetini
sınırlandırmazlar. Çünkü o keyfiyete dair bize bir haber vermiş değildir. Zira
yüce Allah hakkında hangi sıfatların sözkonusu edilip, hangilerinin sözkonusu
edilemeyeceğini yüce Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?"
(el-Bakara. 2/140) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Artık Allah
hakkında örnekler bulmaya kalkışmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz."
(en-Nahl, 16/74)
Yüce Allah'tan sonra da Allah'ı onun rasulünden daha iyi kimse
bilemez. O rasülü hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O kendi
hevasından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir."
(en-Necm, 53/3-4)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat şanı yüce Allah'ın kendisinden önce
hiçbir şeyin var olmadığı ilk, kendisinden sonra hiçbir şeyin olmadığı ahir,
kendisinden üstün hiçbir şeyin olmadığı zahir, kendisinden öte hiçbir şeyin
olmadığı batın olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O
hem ilktir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O herşeyi en iyi bilendir."
(el-Hadid, 57/3)
Yine şuna inanırlar ki; şanı yüce Allah'ın zatı diğer zatlara,
varlıklara benzemez. Sıfatları da aynı şekilde diğer sıfatlara benzemez. Çünkü
şanı yüce Allah'a benzer, O'na denk, O'na eş olabilecek hiçbir varlık yoktur. O
yarattığı varlıklarla kıyas edilmez. Bu bakımdan yüce Allah'ın kendi zatı
hakkında tesbit ettiklerini onlar da temsilsiz olarak tesbit ve kabul ederler, ta'til
sözkonusu olmaksızın tenzih ederler. Yüce Allah'ın kendi zatı hakkında tesbit
ettiğini kabul ettiklerinde, O'nu temsile (başkasına benzetmeye) kalkışmazlar. O'nu
tenzih ettikleri vakit de kendi zatını nitelendirdiği vasıfları ta'til etmeye
(onları yok gibi kılmaya) da kalkışmazlar. (2)
Yüce Allah'ın herşeyin kuşatıcısı, herşeyin yaratıcısı,
hayatta olan herbir varlığın rızık vericisi olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Yaratan bilmez mi hiç? O, latiftir, herşeyden
haberdardır." (el-Mülk, 67/14); "Şüphesiz rızık veren, güç ve
kuvvet sahihi olan Allah 'tır" (ez-Zâriyat, 51/58)
Yüce Allah'ın yedi semavat'ın üstünde ve yarattıklarından ayrı
olarak Arşın üzerinde istiva ettiğine (3), ilmiyle herşeyi kuşattığına -kitab-ı kerîm'inde yedi
ayrı ayet-i kerîme'de kendi zatı ile ilgili olarak haber verdiği şekilde- ve keyfiyet
nisbeti sözkonusu olmaksızın (4) inanırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rahman arşa istiva etti.
" (Taha, 20/5); "Sonra arşa istiva etti." (el-Hadid, 57/4)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Göktekinin sizi yere
geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu
göreceksiniz, Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden
emin mi oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz. " (el-Mülk,
67/16-17)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Güzel söz yalnız
O'na yükselir. Onu da salih amel yükseltir." (Fatır, 35/10)
"Üstlerinde her hususta hakim olan Rahlerinden korkarlar.
" (en-Nahl, 16/50)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur:
"Ben semadakinin emini olduğum halde, siz bana nasıl olur da güvenmezsiniz?'
(Buharî ve Müslim} demiştir. (5)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat kürsi ile arş'ın hak olduğuna da
inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...O'nun kürsîsi gökleri ve yeri
kuşatmıştır. Onları koruması O'na ağır gelmez. O çok yücedir, çok büyüktür.
" (el-Bakara, 2/255)
Arşın ölçüsünü yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Kürsi'nin
arş'a nisbeti ise büyük bir düzlükte bırakılmış bir halka gibidir. Gökleri ve
yeri kuşatmıştır. Allah'ın arş'a da, kürsi'ye de ihtiyacı yoktur. Ona ihtiyacı
olduğundan dolayı arş'a istiva etmiş değildir. Aksine bu kendisinin tesbit ettiği
sonsuz bir hikmetin bir gereğidir. O arş'a da, arş'ın dışındaki diğer varlıklara
da muhtaç olmaktan münezzehtir. Şanı yüce Allah bundan çok daha büyüktür. Aksine
arş da, kürsi de, O'nun kudret ve egemenliği ile taşınan iki varlıktır.
Yüce Allah'ın Adem'i elleriyle yarattığına -ki O'nun her iki eli
de yemindir- elleri ile -kendi zatım nitelendirdiği gibi- dilediği şekilde infak
ederek açık olduğuna inanırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yahudiler: Allah'ın eli
bağlıdır dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlandı ve onlara lanet
edildi. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır. O nasıl dilerse, öyle infak eder."
(el-Maide, 5/64); "Kendi ellerimle yarattığıma secdeden seni ne alıkoydu?"
(Sâd, 38/75)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın işitme, görme, ilim,
kudret, kuvvet, izzet, kelam, hayat, kadem (ayak), yüz, el, beraber oluş (maiyyet) ve
buna benzer gerek kendi kitabında, kendi zatını vasfettiği, gerekse de peygamberi
-sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtası ile belirttiği sıfatları kabul ederler.
Bunların keyfiyetini ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. Çünkü O, bize bunların
keyfiyetine dair haber vermemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak ben sizinle birlikteyim. İşitirim ve
görürüm." (Ta'ha, 20/46)
"O alimdir, hakimdir." (et-Tahrîm, 66/2); "Allah, Musa
ile de konuştu. " (en-Nisa, 4/164)
"Celal ve ikram sahibi Rahbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır.
" (er-Rahman, 55/27)
"Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da O'ndan hoşnut
olmuşlardır." (el-Maide, 5/119)
"O, onları sever, onlar da O'nu severler. " (el-Maide, 5/54)
"Nihayet onlar bizi öfkelendirince, kendilerinden intikam
aldık." (ez-Zuhruf, 43/55)
"Allah... O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Diridir ve
kayyûm'dur." (Al-i İmran, 3/2)
"Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu... "
(el-Mümtehine, 60/13) ve taunlardan başka diğer sıfat ayetleri...
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mü'minlerin ahirette gözleriyle Rablerini
göreceklerine, onu ziyaret edip, kendisinin onlarla, onların da kendisiyle
konuşacaklarına da iman ederler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rahlerine
bakıcıdırlar. " (el-Kıyame, 75/22-23)
Onlar ondördündeki ay'ı görüp, onu görmekte sıkıntı
çekmedikleri gibi Rablerini göreceklerdir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz sizler görmekte sıkıntı
çekmediğiniz ondördündeki ay'ı gördüğünüz gibi, Rabbinizi
göreceksinizdir..." (Buhari ve Müslim)
Yüce Allah'ın gecenin son üçte birinde celal ve azametine
yakışır bir şekilde gerçek bir nüzul ile dünya semasına indiğine de inanırlar.
Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Rabbimiz
gecenin son üçte biri kaldığı o zamanda her gece dünya semasına iner ve: Kim bana
dua eder, duasını kabul edeyim. Kim benden dilekte bulunur, ona vereyim. Kim benden
mağfiret diler, ona mağfiret edeyim der." (Buharî ve Müslim)
Yüce Allah'ın kıyamet gününde kulların arasında hüküm vermek
üzere celaline yakışır bir şekilde gerçek manasıyla geleceğine de inanırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hayır, yer dağılıp zerreler gibi parça parça edildiğinde,
Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiginde." (el-Fecr, 89/21-22); "0nlar
buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden ve işlerin
bitiriliverilmesinden başkasını mı bekliyorlar?" (el-Bakara, 2/210)
Bütün bu hususlar hakkında ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in yöntemi
yüce Allah'ın ve Rasülünün haber verdiği şeylere tam bir teslimiyetle inanmaktır.
Tıpkı İmam Zührî nin -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: "Risalet
göndermek Allah'tan, tebliğ etmek Rasülullah'ın görevi, bize düşen de teslimiyet
göstermektir." (6)
Ve tıpkı İmam Süfyan b. Uyeyne'nin -Allalı'ın rahmeti üzerine
olsun- dediği gibi: "Şanı yüce Allah'ın Kur'an'da kendi nefsini vasfettiği
şeylerin tefsiri okunduğu gibidir. Bunların keyfiyetsiz ve benzetmeye gitmeksizin
tefsir edilmesi gerekir." (7)
İmam Şafîi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle
demektedir: "Ben Allah'a ve Allah'ın muradı üzere Allah'tan gelenlere,
Rasûlullah'a ve Rasülullah'ın muradı üzere Rasulullah'tan gelenlere iman ettim."
(8)
Velid b. Müslim dedi ki: el-Evzai'ye, Süfyan b. Uyeyne'ye ve Malik b.
Enes'e sıfat ve ru'yet ile ilgili bu hadisler hakkında sordum, hepsi de şöyle dediler:
"Bunları geldikleri gibi alınız, onlarla ilgili bir keyfiyet
düşünmeyiniz." (9)
Hicret yurdunun imamı Malik b. Enes -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-
der ki: "Bid'atlerden çokça sakınınız." Ona bid'atler nelerdir? diye
sorulunca, şu cevabı vermiştir:
"Bid'at ehli Allah'ın isimleri, sıfatları, kelamı, ameli ve
kudreti hakkında konuşup duran, ashabın ve güzel bir şekilde onlara tabi olanların
sustuğu hususlar hakkında susmayan kimselerdir. " (10)
Bir adam kendisine yüce Allah'ın: "Rahman arşın üzerine
istiva etmiştir, "buyruğu hakkında: Nasıl istiva etti, diye sorunca, şu cevabı
vermişti: "İstiva bilinmeyen bir şey değildir. Fakat keyfiyeti akıl ile
bilinemez. Ona iman etmek vacibtir, onun hakkında soru sormak bid'attir, Ben senin sapık
bir kimse olduğunu görüyorum" dedikten sonra meclisinden dışarıya
çıkartılmasını emretmiştir. (11)
İmam Ebu Hanife -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle
demiştir: "Yüce Allah'ın zatı hakkında hiçbir kimsenin bir şey söylememesi
gerekir. Aksine Allahı kendi zatını ne ile nitelendirmiş ise, onu öylece
nitelendirir. Bu hususta kendi görüşüne dayanarak hiçbir şey söylemez. Alemlerin
Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!" (12)
Ona yüce Allah'ın nüzulü (inmesi) hakkında soru sorulunca da:
"O keyfiyetsiz olarak iner" diye cevab vermiştir. (13)
Hafız İmam Nuaym b. Hammad el-Huzaî -Allah'ın rahmeti üzerine
olsun- de şöyle demiştir: "Allah'ı yarattıklarına benzeten kafir olur.
Allah'ın kendi zatını, kendisi ile nitelendirdiği şeyleri inkar eden de kafir olur.
Yüce Allah'ın kendi zatını kendisi ile vasfettiği şey de, Rasulünün
nitelendirdiği şey de asla teşbih değildir." (14)
Seleften bir çoğu şöyle demiştir: "İslam ayağı ancak
teslimiyet köprüsü üzerinde sebat gösterebilir." (15)
İşte zat-ı uluhiyet hakkında ve sıfatları ile ilgili olarak söz
söylediğinde -selefin yolunu izleyen bir kimse - bundan dolayı yüce Allah'ın isim ve
sıfatları hususunda Kur an-ı Kerîm'in yöntemine bağlanmış olur. Bu yolu izleyen
kişi ister selef çağında yaşamış olsun, ister sonraki çağlarda yaşamış olsun.
İzledikleri yol hususunda selefin yoluna muhalefet eden herkes ise
Kur'an'ın yöntemine bağlanmamış olur. İsterse o selefin yaşadığı çağda ve
ashab ile tabiîn arasında bulunmuş olsun.
DİPNOTLAR
(1) İlhad: Haktan meyletmek ve sapmak
demektir. Ta'tîl, tahrif, keyfiyetlendirme, temsîl (örneklendirme) ve teşbîh
(benzetme) de bunun kapsamına girer.
Ta'tîl, Allah'ın sıfatlarını kabul etmemek yahut bazılarını kabul edip geri
kalanlarını kabul etmemek demektir.
Tahrîf, nassı lafzen ya da mana itibariyle değişikliğe uğratıp onu zahir
(kuvvetli) anlamından uzaklaştırıp, ancak zayıf bir ihtimal ile lafzın delalet
ettiği bir manaya göre açıklamaktır. Buna göre her tahrif bir ta'tildir, fakat her
ta'til bir tahrif değildir.
Keyfîyetlendirme: Keyfe (nasıl) diye soru sormak demektir.
Temsîl ise, her bakımdan benzerinin olduğunu söyleyerek bir şeyin mislinin
olduğunu kabul etmek demektir.
Teşbih: Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen bir başka şeyin varlığını kabul
etmek demektir.
(2) Allah'ın zatının yahut sıfatlarının nasıl olduğunun tahayyül edilmesi
asla caiz değildir. Çünkü hatıra gelen yahut zihinde canlanan herbir şeyden yüce
Allah daha büyük ve daha azametlidir.
(3) Arşın üzerine istiva ve uluvv (yücelik) iki ayrı sıfattır. Şanı
yüce Allah hakkında O'nun celaline yakışır bir şekilde bu sıfatları kabul ederiz.
Selef'e göre istiva lafzının açıklaması "karar bulmak, üstüne çıkmak,
üzerine çıkmak ve yükselmek" demektir. Selef bunu bu kelimelerle açıklarlar,
fakat bundan ileriye gitmez ve buna bir şey ilave etmezler. Selefin bu kelimeye
getirdiği yorumlar arasında "istila etti yahut malik oldu yahut galib geldi ve
kahretti" anlamları yoktur.
İstiva'nin Arab dilinde ne demek olduğu bilinen bir şeydir. Bu da yüksek oluş ve
yükseğe çıkmak demektir. Sahih-i Buharî'de olduğu gibi.
Keyfiyet ise meçhuldür, onu Allah'tan başkası bilemez. Buna iman etmek ise vacibtir,
çünkü bu konuda deliller sabittir. Bu hususta soru sormak bid'attir, çünkü
istiva'nın keyfiyetini yüce Allah'tan başkası bilemez.
(4) Bu ayet-i kerîmeler sırasıyla şunlardır: el-A'raf. 7/54; Yunus, 10/3;
er-Râd, 13/2; Tâ-hâ, 20/5; el-Furkan, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadid. 57/4.
(5) İmam İshak b. Rahaveyh -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu ayet
hakkında şunları söylemektedir; "İlim ehlinin icmaına göre O arşa istiva
etmiştir. Yedinci yerin en dibindeki herşeyi de bilir." Bunu İmam ez-Zehebî,
el-Uluvv li'l-Alivvi'l-Gaffar adlı eserinde rivayet etmiştir.
(6) İmam Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.
(7) İmam Lalekaî, Şerhu Usuli İ'tikadi Ehli Sünneti ve'l-Cemaa'da rivayet
etmiştir.
(8) Bk. İbn Kudame el-Makdisî, Lumatu'l-İ'tikadi'l-Hadi ile
Sebili'r-Reşad.
(9) İmam Begavî, Şerhu's-Sunne'de rivayet etmiştir.
(10) Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.
(11) Bunu Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.
(12) Bk. Şerhu 'l-Akideti't-Tahaviye.
(13) Bk. Şerhu 'l-Akideti't-Tahaviye.
(14) İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li'l-Alivvi'l-Ğaffar'da rivayet etmiştir.
(15) İmam Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.